Thursday Murder Club
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Thursday Murder Club


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  



Legend Of Magic'e hoşgeldiniz! Sizleri aramızda görmekten çok memnunuz. Sitemiz bilindiği gibi bir rol oyunu sitesidir. Karakterinizi yaratmanızın ardından aramızda rol oyunu yapabilirsiniz. Sitemizin kurgusu ve sistemleri tarafımızca hazırlanmıştır. Her türlü sorununuzda bize ulaşmanız ve eğlenceli dakikalar geçirmeniz dileği ile.

LoM Yönetimi Sihirli Günler Diler.



















Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) - Sayfa 3 Gf1k Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) - Sayfa 3 Puff1a Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) - Sayfa 3 Claw1-1 Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) - Sayfa 3 Sly1-1

00 | 00 | 00 | 00





 

 Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3
YazarMesaj
Kybelle
Admin
avatar


Mesaj Sayısı : 136
Kayıt tarihi : 24/01/09

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) - Sayfa 3 Empty
260109
MesajEski CK Rpleri (Geçici Başlık)

Kacey Leia Whitaker (Enormous Arguments-Rock Bar)


Forbidden Passions

O gün... Karl'ın odası... Joakim'in usulca anahtarı çevirip odaya girişini duyduğu an kendini dışarıda bulmuştu. Durmuş durmuş son anda gelmişti aptal yaratık. Ya yakalansaydı, o zaman boşa gidecekti bunca gizlilik. Belki Karl onun en yakın arkadaşıydı, belki de kendisi de takımının amigolarındandı. Ama gene de şu ne yapacağı belirsiz, deli çocuğa güven olmazdı. Bilirsiniz hani bazı şeyler vardır ya, yakanızı kurtarsanız bırakamazsınız, kronik bir hastalık gibi kanınıza girer ve bağışıklık sistemiz çöktüğü anda baş gösterirler. Ona en ufak koz vermek de bunun gibi bir şeydi. Ömür boyu düşmezdi yakanızdan, yeni sebepler bulurdu sizi ağına düşürecek. Oh o çocuğun ağına düşürdüğü bütün o kızlar... Bir de kendini hala iyi biri sanıyordu belki de o sersem şey. İçten içe onun kendisine gelmesi için gerçekleri yüzüne çarpacak korkunç bir olay diliyordu hayatında. Sonra vazgeçiyordu aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesi ile. Oh neyse Joakim'den söz etmeyi bırakalım. O kendinden zaten herkese yeterince söz ediyor biliyorum(kendini beğenmiş şey) Gel gelelim o ana. O sihirli anda perdeler kapandığında bir söz vermiş olduğunu Karl'ın aslında kendisine şaşkınlıkla fark etmişti. Ruhunun çalkantılarının zevke karıştığı o anda tenleri birbirine karışırken duymamıştı bu sözü ama davranışları, bakışları her şeyi bir vaatte bulunuyordu belki de onun için oldukça tehlikeli olacak. Hayır, belki de ikisi için de büyük tehlike teşkil eden ve aslında güvenli gözüken bir andaydı tüm o sözler. Kendisine dokunmasına bu sayede izin verdiğini çok net hatırlıyordu. Yoksa Karl'ın düğmelerini çözmez sadece kendisini bırakmasını fısıldardı ona. -bu ikinci seçenekte Karl'ın onu dinleyeceğini biliyordu- Ruhunu ıslatan kısa bir an sonra ayaklarını ıslatacak bir yağmura denk gelmeden buradan kaçması gerektiğini anlamıştı. Yukarıdaki, ayın çevresine toplanmış bulutlara bakılırsa yakında yağmur yağacak gibi görünüyordu. İçerden gelen şaşkın mırıltılara aldırış etmeden bahçenin arka kısmındaki aralığı buldu. Buraya gelmesi, dışardan geliyor olsaydı imkânsızdı. Oldukça yüksekte kalan bu alanı her ne kadar gelişmiş amigo becerilerine sahip olsan da tırmanamazdın o kayan toprak yüzünden. Bu yüzden ön kapıdan gelmek zorunda kalmıştı. Ama gene de o kayan toprak inmesini engellemiyordu. Aşağıda yılan çıyan olmadığından emindi zaten Karl'ı daha önce birçok kez ziyaret etmişti. (O zamanlar merdiven getirmeyi tercih etmişti ama şimdi uğraşmaya niyeti yoktu) saçını başını acele ile düzelterek arabasına koşmaya başlamıştı. Bedenini saran heyecana ve mutluluğa negel olamıyordu. Az önce kuzen ve bir arkadaştan başka bir şey olmayan birisi şimdi hayatında gördüğü en harika âşık olmuştu. Belki oydu uzun zamandır beklediği beyaz atlı prens, belki de oydu ruhunu güvenle ve bir hiç uğruna bile satabileceği yaramaz şeytan. Arabasına binerken bu geceyi büyükannesinin evinde ertesi günün heyecanı ile bekleyecek olduğunu biliyordu. Harika bir duyguydu bu ve keşke yanında Karl da yatıyor olsaydı ah ne kadar mutlu olurdu.

Forgotten Girl- Rock Bar

Ruhunun ıslandığı o ufak an... Gözlerini de aynı zamanda ıslatacağını nerden bilebilirdi? Günlerdir ağlamaktan artık makyaj yapamaz, makyaj yapmadığından dışarı çıkamaz olmuştu. Çizim yapmakla ya da karnındaki minik yavrunun gelişimini izlemek adına doktora gitmek dışında hep harap, hep bitaptı. Karl'ın habersizce ortadan kaybolmasından sonra ona o kadar büyük bir kin duymuştu ki... Oh karşısına çıksa gene kedi gibi yumuşayacaktı belki de. Hayır, olamaz Kacey bakur bir kızdı. Yapmazdı böyle şey, onu görmezden gelir yanına yaklaşırsa da canına okurdu. Ah Karl! Ondan şimdi bu kadar nefret edeceğini aylar önce söyleseler neler derdi kimbilir o şuursuza(Ne aptalsın sen sözlerine dikkat et tamam mı?) Ama şimdi... Ama şu anda bu hayali sözlerin ne kadar doğru olduğunu biliyordu. Beraber kaldığı Nia ve Lacy'e asla söylememişti ne kadar kahrolduğunu. Onlar sadece hamile olduğunu biliyordu. Gerisini onlar tahmin etmişti sanıyordu ki. Ancak Nia bile bilmiyordu nasıl üzüntüden kahrolduğunu. Karl'ın kendisini umursamadığı gibi Kacey'in de onu umursamadığını sanıyordu sevgili arkadaşları. Oysa ilk gün Nia'ya Karl ile aralarından geçenleri nasıl da -ayrıntılara değinmeyerek- ballandıra ballandıra anlatmıştı. Onu ne kadar sevdiğini tam olarak betimleyemese de anlatmıştı işte. O günden sonra çizimlerinde bir mutluluk bir aşk teması yerleşmişti.-ama şimdi o tablolarda bariz bir kaybolmuşluk, bir ruh çöküntüsü vardı- Sonra onun gittiği haberini alakasız birinden duyduğu andan bitmişti(!) aşkı. Belirtiler sönmüş bir umursamazlık gelmişti üstüne. Ağladığını bilmiyorlardı. Neden makyaj yapmaktan sıkıldığını iddia ettiğini bilmiyorlardı. Onlara şu andaki resimlerinin çok önemli olduğunu söyleyerek vaktinin olmadığını bahane etmişti. Kilo almasını da dışarı çıkmak ya da amigo çalışmalarına katılmak yerine resminin başında zaman geçirmesine bağlamıştı. Nia ve Lacy arkadaşları ile gezerken o odasında çizim bahanesi ile kalmış ve ses çıkarmamak için yumruğunu ısırarak hıçkıra hıçkıra ağlamıştı yatağına uzanıp. Neden hayat bu kadar kötüydü? Neden herkes bu kadar aptaldı? Nefret ediyordu bu dünyada yaşamaktan! Hayatını bir an önce tüketmek, yaşadığını yaşayıp ölüp gitmek istiyordu. Geçmişteki ataları gibi sırasını savmalıydı Kacey.

Barda... Uzun zamandan beri ilk defa zorunlu dışarı çıkmaları dışında bir zaman süslenmiş püslenmiş ve kendini dışarı atmıştı. Barda çoşkulu bir müzik çalıyordu. Simple Plan olmalıydı kesinlikle ama bu şarkıyı yeni duymuştu. Kacey ise müziğin en iyi duyulabildiği bir masaya oturmuş kendince eğleniyordu. Rock müziğinin her türlüsü çalınırdı burada. Kendisi de zaten bu enfes müziğin her türlüsüne bayılırdı. İçki kokteyli süsü verdirdiği portakal suyunu yudumluyordu uzun zamandan beri yaşamadığı bir kayıtsızlıkla. Karl'ın geri dönmüş olduğunu duymuştu ama gene de nerde olduğunu nasıl olduğunu sormamıştı. Rolünü iyi oynuyordu. Acımasız bir amigo kızdı sözde. Kendini ezdirmeyen, asla boyun eğmeyen bir cadı... Dudaklarına yayılan biri gülümseme ile zorunlu ayıklığını eğlenceli hale getiriyordu. Kendisine dans teklifinde bulunan adamları dinlememiş onlara aldırmaksızın şarkı sözlerini mırıldanarak onları hiçe saymıştı. Umursamazın tekiydi Kacey, gücü buydu. Onun düşmanları sadece görünmez olduklarını zannettirecek boş bakışlarla karşılaşırlardı yanına yaklaşacak olurlarsa. Oysa onları dikkatle incelerdi çaktırmadan Kacey. Resim hafızası ile kafasından yeniden ve yeniden çizerdi. Gözleri ile etrafı inceledi dikkatle. Sonra yumdu o mavi, parlak gözlerini. Çizgi romanın kapağı haline gelmişti o parıltılı manzara. Ama bu çizgi romana yakışmayan bir ayrıntı vardı. Keskin çizgilerle arka plandan ayrılan bayan bir karakterdi bu. Kocaman kafası, sıska ve biçimsiz vücudu ile kendini herkesten üstün olduğunu sanan kişilere özgü gülümsemesi ile karşına çıkmış bir kız. Beyaz bir askılı bluzunda siyah, kocaman, tokalı bir kemer vardı. Altına puanlı, gri-siyah bir etek giymişti. O sıska bacaklarını açıkça gösteren, kısacık bir etekti bu. Battal boy topuklu ayakkabıların bir kızda normalde şık durabilecekken onda nasıl da aptalca durduğunu açıkça fark etmişti. Ah bu kız ne kadar şık, ne kadar bakımlı olsa da bu kadar şapşal görünmeyi nasıl başarıyordu? Gözlerini açtı. Tam karşısında o aptal sırıtışı ile gerçek hali duruyordu şimdi onun. Neredeyse beyaza varan sarı saçlarına su dalgası yaptırmıştı bu sefer. Gözlerini süzerek ona baktı. Neden bu derece mutlu görünüyordu bu aptal? ''Ne var? Ne istiyorsun?'' diyecekti ilk başta. Ama sonra bundan vazgeçti. ''Bir şey mi aramıştın? Ama benim önerim konuşmayı baştan bitmiş sayıp gitmen çünkü aşağı yukarı alacağın cevap 'Defol' olacaktır. Şimdi bu barın sahibine beni taciz edip keyfimi bozduğunu garsonun biri ile iletmeden ve seni buradan attırmadan önce -bilirsin sahibi büyükannemin eski öğrencisidir beni çok sever- manzaramı kapatmayı kes artık.'' Ondan nefret etmiyordu pek. Normalde bu kadar sert davranmazdı ama sinirleri son zamanlarda o kadar bozuktu ki karşısına çıkacak en küçük sinir bozucu varlığa çatmak ihtiyacı duyuyordu. Sonra ondan gözlerini kaçırarak sanki çoktan gitmiş gibi yeniden müzik ve içki içip eğlenenlerin ne yaptığı ile ilgilenmeye başladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://atlantis.benimforum.org
Bu yazıyı burda paylaş : reddit

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) :: Yorum

avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:25 pm tarafından Kybelle
Searlus Quinn L'Ombre

Thinkin' Sadly

St. Tropez... Kimlerine göre ahlaksızlığın ve çirkinliğin fışkırdığı korkunç bir yer, kimlerine göre ise buradaki zevkin, sefanın cennete bile tercih edilebileceği kutsallıkta ve yoğunlukta olduğu eşsiz bir kasaba idi burası. Ama Searlus'a göre sadece tek bir anlam taşımıyordu. Orası onun hayallerini kurduğu ve onları tek tek kıran bir yerdi. Ümitlerinin yeşerdiği bir yandan da onulmaz bir yara aldığı bir yerdi. Orada temellerini atmış, şimdiki varlığının oluşturmuştu. Rahat insanlarla dolu, enfes deniz kenarında geçirdiği vakitler, okulda arkadaşları ile yaptıkları haşarılıklar ve deniz, o deniz kadar güzel renge sahip başka bir su yüzeyi göremeyecekti hayatında. Gerçek bir turkuz renginin o enfes renklere sahip kumlarla tutkulu birer aşıklar gibi doyasıya öpüştüğü ender yerlerdendi St. Tropez. Orayı özlediği kadar hiçbir yeri özlemeyecekti. Özleyemezdi de. Orada tüm çocukluğu olmasa bile çocukluğunun çoğu geçmiş, ergenliğin bunalımlı heyecanlarının tadına orada varmış, en affedilmez hatalarını ve en gurur duyduğu başarılarını hep orada yaşamıştı. Özlüyordu orayı, Paris'i bile özlememişti orayı özlediği kadar. Zaten Paris'te de ne kadar zaman geçirmişi ki? Doğduğundan beri sadece sekiz yıl. Orayı tam manası ile anımsamıyordu bile. Ve oraya geri döndüğünde kesinlikle yadırgamıştı oranın kasabasına benzemeyen soğuk, şehirimsi havasını. Neşeden uzak, ihtirassız, hissiz, gri sokaklarını... Paris'e romantizmin şehri diyorlardı ama kendisi için romantizm Fransa'nın güneyinde kalmıştı. Orada kalbi korkunç kırılmıştı ama hem de çok korkunç. Eğer orada biraz daha kalsaydı kesinlikle bu toprak altında olacaktı. Oranın güzelliklerine sonsuza adar hasret kalacaktı. Oradan ayrılarak en azından görüntülerde olsun orasını görmek için kendine şans tanımış olmuştu. Sonra da Paris'in o ruhsuzluğunda yaşadığı bunalımdan kurtulmaya çalışmıştı. Çok zor olmuştu, ama bir o kadar da en kolayı buydu. Paris'in o bahsedilen masalsı tadını alamamıştı ama gene de orada hayatı bulmuştu yeniden. Kalbini kapatıvermişti zaten artık eskisi gibi olmayan. Ah o avuntunun zayıf tutkalı ile yapıştırılmış harap kalp, çevresine ördüğü zırh onu koruyabilir miydi? Yoksa daha da beter hale koyup sonra da boğup öldürebilir miydi? Dahası bunun olmasına izin vermemek gibi bir isteği var mıydı Searlus'un? Belki de acı çekmektense bir anda ölmeyi seçerdi. Hassastı her zaman ruhu, hep de öyle kalacaktı. Onun hassaslığını anck ölüm giderirdi bunu biliyrdu.

Yurttaki odasında gözlerini açtığında düşüncelerinden sıyrılmış. Sonra da gözleri Andrey'i arayarak yerinde doğulmuştu yatağında uzandığı. Öncelik olarak duşa girmesi, üstünü giyinmesi, Ian'ı arayıp sorması, onu bulamaması, sonra da beklemekten sıkılıp odadan dışarı, dahası yurttan dışarı çıkması birer şimşek hızı ile geçmiş gibi gelmişti. Kuzeni Jamie'nin ısrarla gelmesi için yalvardığı şu kamp için hazırladığı sırt çantasını kntrol etti. Hayret! Onca dalgınlığına rağmen almıştı onu da. Bir an yurda geri dönmek zounda kalacağından, sıkılacağından, çok sıkılacağından korkmuştu. Bir aydır aynı odanın duvarlarını görüyordu buraya geldi geleli. St. Tropez olmayan her yer sıkıcı ve aptalca geliyordu ona.Bu şehre sadece ziyaret amaçlı uğrayan, burada adece tatilin keyfini çıkaran Jamie bunu asla anlayamazdı. Onunla saatlerce konuştuğu neler yaşadığını anlattığı o uzun gecede bile anlamamıştı bunu. Anlaması için anlatılması yetersiz kalırdı. Dünyanın tüm dillerini toplasa, ona her dilden anlatsa o da her dilden anlasa bile asla bilemezdi bu hissi sevgili kuzeni. Ama bilseydi, ne yaşadığını gerçekten bilseydi... O zaman bir şey değişir miydi ki? Yaralatını saracak mecal bulur muydu kendinde Jamie? Ah hayır bu saçma şeyi asla ve asla ne Tanrı'dan ne de başka bir yüce varlıktan istemeye hakkı vardı. Bsoğuk, korkun, dehşete düşürecek bir bencillik olurdu. Tıpkı şu andaki hayatı gibi. Nereye gitse, nerede yaşasa yabancılık çekiyordu. Bu yüzden gerçekten yabancı olduğu yere gelmişti geçici de olsa. Okuduğu yılları uzatsa da bu ortamı bilmeli, yaşamalıydı. Gerçek yabancılarla tanışırsa belki de kendi ülkesi na eskisi kadar yabancı gelmeyecekti belki de. Bu düşünce ile üzerinde ''Taxi'' yazılı sarı bir arabaya el salladı. Araba onun tam karşısında durdu. Arka koltuğa yava hareketlerle binen Searlus asık bir suratla buyurdu. ''Yellowstone Irmağı, lütfen.''

Yellowstone River

Taksiden biraz erken inmişti. Duyduğu su sesi o kadar huzur vericiydi ki bunun tadını bir süre çıkarmak istemişti. Aklına Jamie'nin söylenerek bahsettiği amigolar geldi. Bunun nedeni amigo ya da güzel olmaları değildi. Ya da aklınıza gelebilecek herhangi diğer bir sebep... Tek sebep Ice'dı. Onun tam adını söylemese de içinden bir ses St. Tropez'de harika vakit geçirdiği turist bir Amerikalı ile aynı kız olduğunu söylüyordu onun. Özlediği yerin izlerini, güzel anılarını taşıyan bir isimdi Ice. Romantizmi ilk defa yaşadığı, ergenlik çağının ilk aşkını keşfettiği harika varlıktı o. Dahası kokusu hem Amerika hem de St. Tropez kokusuydu. Sadece bir yaz boyu sürse de asla kalbini kırmayan hala izlerini üzerine titreyerek koruduğu ilk aşkıydı. Onun adını duyunca tekrar heyecanlanmıştı. Tamam peki kabul ediyordu, aşkın heyecanı değildi bu artık geçmişte kalmıştı bu duygu ama bu ismi duyduğunda neredeyse çocuklar gibi sevindiğini de inkar edemezdi. Kamp yerine yaklaşırken onun sevimli ve ilerde çok çok güzel olacağını tahmin ettiği yüzünü düşünüyordu. Onunla ilk defa St. Tropez' giden bir trende karşılaşmışlardı. O yaşta bir kızın tek başına trende ne işi olduğunu merak etse de sormaya cesaret edememişti ilk başta. Kaldı ki kendi de tekti şu anda. Sıradan bir sohbet etmişlerdi. Aynı yerlere gideceklerini. Sonra bu küçük gizemli kızın ailesi ile tatil için Paris'e geldiğini, sonra da onlarla kavga edip bir trene atladığını öğrenmişti. Tüm parası ailesinde kalmıştı. Bu da bilet kesilme vakti geldiğine onun neden ortadan kaybolduğunu da açıklıyordu. Sonra aynı yerde inmişti. Hem de sanki yıllardır tanışıyormuşçasına sohbet ederek. Ardından kızın aslında nereye gideceğini bilemediğini fark etmişti. Evine davet etmişti onu akşam yemeğine. Hava kararyordu çünkü. Sonra da yemekten sonra da kalmaları için yalvarmışlardı ona ailecek. Otel parası bile olmadığını soradan öğrendiği Ice da utanmış bir halde kabul etmişti bunu. Belki de utanma kısmını yanlış hatırlıyor olabilirdi. Çünkü Ice hiç de utangaç bi kız değildi. Onlara olan biteni anlattıktan sonra onunla birbirinden harika zamanlar geirdiği bir hafta kalmıştı. Bu arada çıkmaya başlamış ve ilkleri yaşamaya başlamıştı. O zamanki aklı ile Ice'a körkütük aşık olmuştu Searlus. Sonra bu kısa süre sonra polisler Ice'ın izini bulmuştu. Onu sapasağlam bulan ailesinin aklına sanki kızlarına kızmak gelmiyor gibiydi. Bu bir haftalık aşkın bu şekilde aniden noktalanması ona biraz hüzün vermişti ama telefonuna kavuşan Ice ile sürekli mesajlaştıkları için çok da etkilenmemişti. Sonra ailesi Fransa'da kaldığı süre içerisinde sık sık görüşmüşlerdi Ice ile. Amerika'ya döndüklerinde de onlar bu sefer mesajlaşmayı soğuk ve aptalca bulduklarından mektuplaşmaya başlamışlardı. Ve iki sene önce, St. Tropez'den ayrıldığında o mektuplar da kesilmişti doğal olarak. Onun şu anki halini ancak tahmin edebiliyordu bu yüzden. Bir ara Champell Üniversitesini istediğini söylemişti çünkü.

Kamp yerine vardığında aklı karıştı. Fazla mı erken gelmişti? Jamie daha burada değildi. Diğerlerini de bir ay süre ile ne kadar tanıyabilirse o kadar tanıyordu. Bir an donuk br ifade ile oada olanlara baktı. İçlerinde biraz daha baksa belki de Jamie ya da hiç olmazsa Andrey'i görebilirdi. İçlerinden birine yaklaştı. Adının Jacqueline olduğunu hatırlıyordu. Andrey sayesinde onunla tanışmıştı. ''Bonsoir matmazel. Pardon. Jamie henüz gelmedi mi?'' dedi çekingence. Biraz soğuk da sayılabilirdi çünkü kızın görüntüsünden hiç hoşlanmamıştı. Ayrıca tavırları da tıpkı görüntüsü gibi çılgınca gelmişti. Fransa'da bu tür tipleri arada bir görürdü. Ama onlarla hiç muhatap olmazdı. Bu kadar bile konuşmazdı. Ama diğerlerini de tanımadığından ondan başka bilgi alma şansı da yoktu. ''Bizim tente'i o getirecekti. J'espére gelmekten vazgeçmemiştir.'' Koyu bir fransız aksanı vardı. İngilizcesi aklına gelmediğinde sözcükleri fransızca söylüyordu. Jamie öyle yapmasını anlamasalar bile tahmin edeceklerini, zaten böyle oldukça da havalı da buldukların söylemişti. Yoksa yeni yeni konuşmaya başladığı İngilizce ile zor konuşmaya cesaret edebilirdi onlarla. Sonra üsünden çantasını çıkardı ve yere bıraktı. Oraya gelmekte olan kişiler bakmaya başladı. İçlerinden birini tanımıştı uzun zamandır görmemiş olmasına rağmen. ''Oh mon dieu! Ma perle. Je suis heureux ainsi de vous voir.'' dedi bir çırpıda heyecanla. Ama çantasını orada bırakıp da yanına gitmeye cesaret edemezdi. Gerekli olan tüm eşyalar sırt çantasındaydı. Ve etrafındakileri de onlara güvenecek kadar tanımıyordu.

Fransızca kelimeler sırası ile: 1-İyi akşamlar bayan. 2-Özür dilerim. 3-Çadır 4-Umarım 5-Aman Tanrım! Boncuğum. Seni gördüğüme sevindim
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:26 pm tarafından Kybelle
Ian JuvenaL RovveLs

The pasT

Ne yaparsa yapsın hatırlayamıyordu o günü. Ama Astrid'in küçümser bakışları aklından hiç silinmemişti. Ve öfkeli çılgın bakışları, asla unutmayacaktı onları. Ian herşeyin onun suçu olduğunu düşünmüştü her zaman, düşünüyordu. Ian'ın hayatını bu hale getiren kuşkusuz oydu. Astrid'in kolları o kadar uzundu ki ahtapot gibi ölümünden yıllarca sonra bile başkalarının hayatlarına uzanıyor, sarabiliyor ve onları boğabiliyordu. En azından Ian'ın hayatını...

Ian herşeyi biliyordu ama hiçbirini hatırlamıyordu. İşin garip tarafı hiçbir şey hatırlamamasına ve fiziksel olarak hiçbir iz taşımamasına rağmen hala o olayın izlerini taşımasıydı, manevi olarak. O gün hiç yaşanmamıştı ama her nasılsa hafızalarda yer alıyordu. Yaşayabiliyordu her ayrıntıyı beyninde tekrar tekrar. Çocukluk dosyalarını istemişti yeni annesi, Ian'ın ısrarlarıyla. Sadece onları değil, aynı zamanda itfaiyenin raporunu, polis araştırmalarını... Bayan Rovvels doktorluk otoritesini kullanmak ve bir dolu yalan söylemek zorunda kalsa da sonunda dosyalar burdaydı, Ian'ın kucağında. Böyle öğrenmişti o gün, hatırlayamadığı o evde olanları. Hatırlayamadığı komşularını hayal etmişti, onu kurtaran iyi kalpli insanları.
Dosyayı çıkardı sakladığı yerden. Aslında hiç gerek yoktu ya dosyalardaki her bir satırı ezbere biliyordu. Binlerce kez okumuştu tekrar tekrar, baştan sona. Özellikle de polis araştırmaları, raporlar hikayenin bütün detaylarını ortaya koyuyordu.
"Tove ve Bill Federicksonn çifti 23 Mart 19xx gecesi, saat on buçuk civarında, bir duman kokusu duydular. Bayan Federicksonn apartmana çıktığında kokunun nerden geldiğini anladı ve hemen üst kata çıktı. Bu arada Bay Federicksonn çoktan itfaiyeye haber verdi bile. Kapıyı zorlayan Tove kapının kilitli olmadığını fark etti. Ama içerde kimse yoktu. Ne Astrid ne de yangına sebep olan şey... Küçük çocuğun çığlıklarını tekrar duymaya başlayan Bayan Federicksonn küçük odaya yöneldi, kilitliydi. Ama sanslıydı ki anahtar kapının üzerindeydi. Anahtarla kapıyı açıp içeri girdi. Çocuğun yatağı alevler içerisindeydi. Bayan Federicksonn alevlerle uğraşırken Astrid içeri girdi elinde bir bıçakla, hemen ardından ise Bay Federicksonn. Adam Astrid Martinsson'un elinden bıçağı almaya çalışırken bir kargaşada gaz lambası devrildi ve halı alev almaya başladı. Bayan Federicksonn bunu da söndürürken Bay Federicksonn da Astrid Martinsonn'u tutmayı başardı..."

Sonrasını da çok iyi biliyordu. Astrid gaz lambasını devirenin Ian olduğunu söylemiş ve ambulans şöförünün verdiği ifadeyle birden salgınlaşıp etrafına saldırmıştı. Doğruydu ya; çocuğun hem koları hem de bacakları yatağa bağlı olduğu için çocuğu ipleri keserek kurtarmak zorunda kalmışlardı. Ve Tanrı biliyordu ya; bu küçük çocuk çok şanslıydı.

Yesterday's Gone, RighT Now i BeLong

Zaman kavramını hiçbir zaman anlayamamıştı. Bir an geçmişle- bugünün, bugünle-geleceğin eşdeğer olduğunun farkına vardı. Ice hep söylerdi. Geçmiş de gelecek de bugün de aynı derece de bilinmezdi ona göre. Haklıydı. Ve bileklerini tutuyordu sıkıca. O gün yapamadığını biliyordu ama her defasında yapardı. Ve yine kendini hayal meyal hatırladığı küçücük odada değil başka bir yerde bulmuştu. Bu sefer yurt odasında, olması gereken yerin burası olmadığını hatırladı gözleri kollarına, oradan da saatine kayınca. Hızla kalktı yerinden, bir an ile sonsuzluk arasındaki dakikalarda hazırlandı. Ve çıktı odadan. Searlusla buluşacaktı.

Searlus... Kendine çok yabancı ama bir o kadar da yakın olan tek insan. O gün anlamıştı kendine ne kadar çok benzediğini, Andrey'in odasında karşılaştıkları ve sohbet ettikleri gün. Sebepleri farklıydı belki ama burda olma amaçları aynıydı: Temiz, yeni bir sayfa açmak hayatlarında. Ama unutuyordu, her defasında onu biraz daha sarsan geçmişi terk etmek bu kadar kolay değildi. Rahatlamaya ihtiyacı olduğuna inanmıştı hep, sorumsuzca davranmıştı, hiçbir şeyin yükümlülüğünü almamak için. Belki bu konuda Searlus'a benzemiyordu. Oldukça şımarıktı, belki bu konuda da... Ama Tanrı onların bir araya gelmesini sağlamıştı, elbette bunun bir nedeni olmalıydı. Tanrının sevgili çocuğu Ian, Tanrının diğer sevgili çocuğu Searlus... Daha birçok ortak noktalarının olduğunu düşünüyordu. Henüz keşfetmeseler de...
Arabanın durması Ian'ı kendine getirmişti. Kamp yerine çoktan vardıklarını fark etti. Arabadan indi ve etrafa bakınmaya başladı. Searlus'u arıyordu gözleriyle. Çok geç kalmamış olduğunu umuyordu. Searlus'u çok fazla bekletmediğini... Ahh!! Sonunda görmüştü onu. Adımlarını Sea'ye yöneltirken bağırmaya başladı:

"Heyyy Seaa!!! Je suis désolé que le type, je sois en retard. Juste j'ai été perdu dans la rue des rêves..."

Sustu bir an şaşkınlıkla. İlerde Ice'ı görmüştü, çocukluk aşkını. Bir nefeste bin soru geçti kafasından: Boncuğum?? Icela Sea birbirlerini tanıyorlar mıydı?? Nerden?? Ya başka ortak noktaları var mıydı?? Vee bir nefeste bin cevap geçti aklından, doğruluk derecesini bilmediği.

CümLe: Hey Sea!! Üzgünüm ahbap, biraz kayboldum da rüyalar bulvarında.
İğrenç oLdu ama idare edin.
Ian'ın hikayesi tamamiyLe "Nisan Cadısı" isimLi kitaptan aLınmıştır.
Hatta ordaki bazı cümLeLer de, isimLer de
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:26 pm tarafından Kybelle
Karl Aquino

"Havaların ne kadar soğuduğunun farkındamısın sen?"
"Saçmalama Karl Mısıra gidiceksin kuzeykutbuna değil"
"Tamam saçmaladım ama gitmek istemediğimi biliyorsun.."
"Yapma lütfen sana ihtiyacım var bir kazı çalışmasına daha dayanacak gücüm kalmadı ayaklarımın üstünde zor duruyorum inan bana"
"Gitme o zaman,gitmek zorundamısın" Karl derince bir nefes aldı.Bıkmıştı bu adamın heyecan tutkusundan kırkyedi yaşındaydı ama hala macera peşindeydi.Mısırda yapacağı kazı çalışmasına Karl'ıda istiyordu ama akıl karı değildi Champelli bırakıp gitmek özellikle Kacey'i nasıl bırakabilirdiki , aptalca bir şekilde tutulmuştu ona ama bir türlü açılmaya fırsatı olmamıştı.Şimdide babası Rans araya engel olarak girmişti
"Karl sana hayatımın en önemli kazı çalışması olduğunu söylemiştim grubun başında bende bulunucam ,sadece bana yardım ediceksin sen daha önceleride bir çok kez yanımda geldin,deneyimlisin,başka birine yönetimi teslim edicek kadar güvenemiyorum bu benim için çok önemli"
"Tamam geliyorum okul yönetimiyle konuşmam gerek,derslerden geri kalıcam, birkez daha dediğin oldu ama bu son Rans yeter artık tamammı havaalanında görüşürüz" dedi elindeki telefonu kapatıp karyolanın üzerine fırlattı.
"Yeter artık!!! neden hayır diyemiyorum bu adama ,beni peşinde sürüklemesinden bıktım " odanın ortasında amaçsızca dolanmaktan sıkılmıştı camın kenarına gitti Champell'in arazisine göz gezdirdi bir çok kişi ders bitimi dışarı kampüse çıkmış soğuğa aldırış etmeden eğlenecek bir şeyler buluyorlardı.Canı sıkılmıştı şimdi,hiç istemediği bir yere millerce uzaktaki mısıra gidicekti.Bir kez daha babasının istediği olmuştu ,kendisini yönetmesinden nefret ediyordu ama hayır diyemiyordu ona elinde değildi sanki bir güç karşı gelmesini engelliyordu.Onun gibi olmak istemiyordu sırf maceraperestliği yüzünden değilmiydi bütün çocukluğunu yalnız başına babasız geçirmişti.Sırf tatillerde yüzünü görmek "bakın benimde bir babam var ama hayal gibi değil mi? ne varlığı belli ne yokluğu..." demek berbat birşeydi.Kendi oğluna en ufak bir destek göstermiyordu ama kendi işi düşünce bir nevi can ciğer oluyorlardı.
Askıda duran montunu hışımla aldı kapıyı çekip uzun kolidorda hızla ilerlemeye başladı bir yandanda üzerine geçirdiği montunun fermuarını çekiştiriyordu soğuğa adımını attığında yüzüne hoş bir esintinin çarptığını hissetti.Zaten çoktandır ateş basmış bedeni sinirlerini daha fazla geriyordu.Neden avukat olmak istemiştiki babası gibi arkeolok olup ülke ülke dolşasaydı ya yerleşik bir hayat kurmaya neden bu kadar hevesliydi bilmiyordu.Ama lanet olası şansı yine bırakmıyordu peşini.Bir büro kurup içine tıkılmak varken yine ülke ülke dolaşıyordu.Tek istediği kendi ülkesine gitmek ve orada yaşamaktı, belkide Kacey'de gelirdi kendisiyle.' ne aptal hayaller kuruyorum ben yine kendini kaptırma Karl yoksa yine acı çeken sen olucaksın! ama yinede yanına gidip Mısıra bir aylığına yolculuk etmek zorunda olduğunu söylemeliydi...Nerede olacağını tahmin edebiliyordu spor salonunda amigo çalışmalarındaydı muhakkak bir dahaki aya olucak maçta tezahürat dansçılığı yapmak zevk veriyor gibiydi ona.Karl'ın yüzünde bir sırıtma peyda oldu.Yüzünü böylesine güldürebilen ender kişilerdendi.Salonun önüne geldiğinde kapıda ilk önce derin bir nefes aldı.Ne cevap vereceğini nasıl davranacağını bilmiyordu zaten davranışlarını önceden tahmin etmek oldukça zordu. İçinde ne olduğu belli olmayan bir süpriz hediye kutusu gibiydi Kacey.Kutunun içinden ne çıkacağı belli olmayan değişik davranışları vardı Karla göre onu böyle değerlendirmek eğlenceli oluyordu. Sonunda kapıyı çekip içeri girdi.Tahmin ettiği gibi çalışmalardaydı yüzünü görmek içini ısıtmıştı.Yanına yaklaşıp konuşmaya başladı.Kacey'de son zamanlarda garip bir değişiklik gözüne çarpıyordu sanki o çok iyi tanıdığı vücudu... kilo almış gibiydi.Bunun üzerinde fazla durmadı Karl kafası o kadar karışıktıki nasıl cümleye başlayacağını bilmiyordu.En azından ona söylemeliydi paldır küldür bir haber bırakmadan çekip gitmek haince olurdu.
"Kacey seninle konuşmam gerek"dedi diğer kızların yanından çekip almış bir köşeye çekmişti "Benim bir aylığına mısıra gitmem gerek buna mecburum babam rahatsızlandığı için yanında kalıp grubunu yönetmesine yardımcı olucam onun için çok önemli..." evet onun için önemliydi ama kendisi için değil.Ve o gün bavulunu toplayıp havaalanına gittiğinde babasının pasaport işlemlerini çoktan halletmiş kendisini sandalyelerden birinin üstünde yorgun bir şekilde beklerken bulmuştu.Bu hasta haliyle bile işini bırakamıyacak kadar tutkuyla bağlıydı.

Mısır

Mısır pramitlerinin görkemli havası bütün ülkeyi etkiliyordu.Tarihi antik bir şehirdi,böyle yerleri oldu olası severdi Karl başına geçirdiği şapkası ve güneş gözlüğü yüzüne vuran yakıcı güneşi biraz olsun engelliyordu.Kışın bu ayında bile bu kadar sıcakken yazları nasıl olduğunu merak ediyordu buranın insanlarının nasıl dayandığını anlayamıyordu.Alnından bir kaç damla terin süzüldüğünü hissetti.Piramitlerin içi daha serindi ve bir kaç mil uzakta arabadan inip yürüyerek gelmek saçmalık olmuştu klima varken güneşin altında erimek akıl işi değildi ama her gittiği yere 4*4'le gitmekte burada yaşayan halkın dikkatini çekiyordu.Zaten yabancı ülkeden gelen beyaz tenli insanlardan pek hoşlandıklarını sanmıyordu üstelik bu kişiler topraklarına tarihi mekanlarını heba etmek için geldiklerinden emindiler.Dillerinden konuşmalarından herhangi bir şey anlamıyordu babası Rans'ın birkaç dil birden bilmesi iyi olmuştu böylece rehber tutmalarına gerek kalmamıştı ama yinede yanlarında mısırın yerlilerinden olan İbrahim eşlik ediyordu.Karlın ona sürekli Abraham diye seslenmesine sinir oluyordu İbrahim ,ama telaffuz etmesi ona göre o kadar zorduki oda sonunda sinirlenmiş ve biraz olsun anlayışlı davranmasını söylemişti.
"Telaffuz edemiyorum elimde olan bir şey değil" dedi bir gün sinirleri iyice bozulmuştu bu adamla sürekli atışmak zor birşeydi ve arada kalan Rans ikisinin gerilmiş sinirlerini yumuşatmaya çalışıyordu.
"Bak bu insanlar senin ülkendekiler gibi değil topraklarına bile zor girdik kolaylıkla her istediğini yapmana izin veriyorlar, burda tarihi kazı çalışmaları için bulunuyoruz adamın kendi ülkesinde onu böyle azarlayamazsın,biraz daha dikkatli ol yoksa istediğimizi alamadan kovulucaz"dedi Ransın sesi her zamankinden bitkin çıkıyordu.Bir kaç gün önce Karnak tapınağına gitmişler ve tarihi kalıntıları incelemişlerdi.Yeni fikirler edinip kendi ülkelerine gidiceklerdi.Şimdiyse inşaat tamiri yeni bitmiş bir küçük pramitlerden irine girip incelemelerde bulunucaklardı.Karl gruba yeni fikirler verip yönlendiriyordu nede olsa babasının sayesinde bir çok şey öğrenmişti.
Pramitlere girdiklerinde dışarıdakinden daha az sıcak bir hava dalgası yüzlerine vurmuştu.Karl gözlüklerini çıkartıp ellerini piramitlerin duvarlarına sürdü yavaşça hafif bir toprak yığını yavaşça süzüldü.Çok eski olduğu belliydi en azından pramitlerin sağlam olduğunu sanıyordu.Ama bu diğerlerinden daha küçük ve daha özentisizdi.
İyice içeriye girdiklerinde bi kaç tabut göze çarpıyordu.Karl bunları fazla önemsemedi.Aklına Kacey gelmişti üç haftadır arayamıyordu o kadar çok iş yığmışlardıki başına.Cebindeki telefonu çıkardı piramitin içine girince iyice çekmez olmuştu sinirle tekrar cebine soktu.Daha gidecekleri ve araştıracakları Gize Sfenksi vardı.Yunan mitolojisiyle ilgilili olduğu için Karlın dikkatini çekmiş ve gitmeyi hemen kabul etmişti.Piramitteki küçük tabutlardan birinin yanına gitti büyük ihtimalle boştu zaten bu piramitte pek önemli bir şey yok gibiydi.Rans ve grubu çıkışa doğru çoktan yönelmişlerdi. Fakat Karl tabutun kapağını açmaya yeltenince piramitin yavaşça sallandığını hissetti.Birden heyecanlanmıştı.
Piramitin çıkışına doğru koşmaya başladı . "Rans koşun çabuk piramit yıkılıyor"dedi zelzele olmaya başlamıştı.Rans ve diğerleri hızla koşup dışarı çıkmışlardı fakat Karl tam onlara yetişeceği sırada kirişlerden birinin altında kalmıştı.
Daha sonra olanların ise hiçbirini hatırlamıyordu,tek hatırladığı bembeyaz duvarlarla kaplı bir hastanede kanadında gözlerini açtığıydı.
Bacağı kırılmış ve alçıya almışlardı ve o kadar bitkindiki konuşacak hali kalmamıştı.Önce bulanık bir şekilde karşısında gördüğü babasına baktı görüntü yavaşça netleşmeye başlamıştı,sesi yorgun ve bitkin çıkıyordu.
"Ne kadardır burdayım diğerleri nasıl"dedi merakla.Ransın yüzündeki sakallar iyice uzamıştı sanki günlerdir başında bekliyomuş gibi bir hali vardı.
"Onlar iyiler sen kirişlerden birinin altında kaldın ve bir aydır yatıyorsun,çok korktuk Karl bir türlü kendine gelmek bilmedin" sesi kötü çıkıyordu,sanki içinde yaşadığı pişmanlığın izleri vardı.
"Seni getirmemeliydim Champell'de kalmak varken ama korktum Karl orda işlenen cinayetten özellikle şu Ice denen kıza yaklaşmanı istemedim,onun öldürülen erkek arkadaşını duyunca sanada zarar geleceğinden korktum belki biraz uzaklaşırsan... affet beni ,ne kadar korktuğumu ve endişe ettiğimi bilemezsin"dedi
Karl yanlışmı duyuyordu.Nasıl yani bir aydır yatıyormuydu hemde bilinci yerine gelmeden arkadaşları merak etmiş olabilirlerdi , Ice'mı ama Ice'ın suçu değildiki bu. Ya Kacey uzun zamandır haber vermediği için kızmışmıydı kendisine ya bir daha yüzüne bile bakmassa bir türlü 'seni seviyorum' diyememişti.
"Sorun değil bu başıma gelen ilk kaza sayılmaz"dedi kırgındı,kızgın ama elinden birşey gelmiyordu.Kath'ide kaybetmişti şimdi belkide sırf bu yüzden Kacey'ide kaybedicekti. Babasına kızmak bağırmak istiyordu ama yapamıyordu sessiz kalmayı yeğledi.
"Ne zaman çıkıyor bu alçı"dedi bıkkın bir sesle yatakta doğrulmaya çalıştı ama sanki bütün vücuduna iğne batırılıyormuş gibiydi.
"En az iki hafta daha kalman gerek kendini toparlamadan çıkamıycağını söylediler ben okul yönetimiyle konuştum ve pasaport işlemlerini hallettim"
"Peki Kacey Ice Joakim diğerleri onlara haber verdinmi biliyorlarmı ?" dedi Karl'dan meraklı bir ses duyuldu
"Hayır henüz bilmiyorlar"dedi Rans'ın suçluluk duygusu iyice artmıştı.İki hafta belkide daha uzayacak üç haftaya çıkacaktı...Durumundan nefret edip lanet okudu.

Champell YellowStone

Ice onu uzun zamandır göremiyordu ya Kacey neredeydi şimdi Havaalanına inipte ilk işi eve gitmek olmuştu nasıl olsa görücekti onları uzun zamandır bekliyordu bir kaç dakika daha beklemek sabretmek iyi olucaktı onun için.Eve vardığında ilk işi kıyafetlerini değiştirmek ve duş almak olmuştu nasılda özlemişti havalar feci şekilde soğumuştu.Annesi ve küçük kardeşi Patrick Karlı görünce neşeyle cıvıldamaya başlamışlardı Patrick ise artık yürümeye başlamıştı ağabeyine doğru hızlı adımlar atarken yüzünde herzamanki tatlı ifadesi vardı .Karl kucaklayıp aldığında ağzındaki küçük emziği çıkartıp yanağına küçük bir öpücük kondurdu.
"Sen hala bunu bırakmadınmı çok ayıp"dedi sesine azarlar gibi bir ton vermeye çalıştı.Patrick garip sesler çıkartarak meramını anlatmaya çalışıyor gibiydi.Gülen yüzüne ciddi bir ifade gelmişti sanki ağabeyi Karl'a kafa tutuyordu.Karl gülerek annesine verdi.
"Okuldan haber varmı"dedi Karl merakla
"Evet Karl bugün YellowStone ırmağında kamp varmış bir çocuk seni aradı sanırım Joakim'di tam hatırlamıyorum ,birde Ice diye bir kız aradı nerede olduğunu merak etmiş sanırım seninle konuşmaya ihtiyacı var"dedi ilginç bir tavırla
"Tamam anne ben çıkıyorum sanırım bu gün gelmiycem beni bekleme "dedi eğilip yanağına öpücük kondurdu.Önce okula gitti Kacey'den eser yoktu nereye kaybolduğunu merak etmişti Joakim'ide bulamayınca Ice'ın evine sürdü arabayı afta sonu olduğu için büyük ihtimalle evinde olmalıydı uzun bir süredir görüşemiyordu.Tek bildiği bunalıma girdiğiydi.Ona destek olmalıydı en yakın arkadaşının böyle üzülmesini istemiyordu.Joakim ve Christian yeteri kadar üzmüşlerdi.
Evlerinin önüne geldiğinde yavaşça kapıyı çaldı.Kapıyı açan adam Ice'ın babası olmalıydı.Elini uzattı "sanırım siz bay Creswell olmalısınız ben Karl ,Ice'ın arkadaşı kamp için almaya geldim."Bay Creswell'in suratı asıktı ama sesinde anlayışlı bir ton vardı "Biliyorum oğlum ,Ice senden çok bahsetti içeri girsene"dedi kapıdan çekilip geçmesi için yer verdi."Yukarıda odasında son zamanlarda evden hiç çıkmıyor"dedi Karl'a bakarak ,sanki Karlı bir kurtarıcı olarak seçmiş gibiydi kızını bunalımdan kurtarabilecek biri.
"Peki bay Creswell teşekkürler"dedi ses tonunu dikkatli seçiyordu. Karl nerede ne konuşacağını bilen birisiydi şimdide ona göre davranıyordu.Yukarı çıktığında Ice'ı bir kaç kitaba birden gömülmüş bıkkın bir şekilde bakarken bulmuştu.Toparlanması için hafifçe öksürdü.Sonra bakışları kendine çevrilince
"Hadi Ice kampa gidiyoruz hiçbir mazareret istemiyorum eşyalarını topla arabam aşşağıda"dedi gülümseyerek bir ses çıkartmasına fırsat bırakmadan yatağının altında ucu görünen büyük çantasını çekip çıkardı yatağın üzerine koydu.
"Ben içkileri bagaja stokladım yiyecekler senden "dedi gülerek.Ice'ın itiraz etmesine fırsat bile bırakmamıştı.İkisi çok iyi anlaştıkları için Ice Karl'ın bu haraketlerini pek takmıyordu onun iyiliği için haraket ettiğini bilirdi ve Karlın Ice'ı aylardan sonra görünce ne kadar şaşırdığını tahmin edemiyordu.Canlı neşeli haline o kadar alışmıştıki somurtması bir garibine gidiyordu.Arabaya binip Yellowstoneye geldiklerinde bir çok başın Ice'a döndüğünü farketti.
"Neden zorluyorsun Karl hiç havamda değilim" Ice'ın sesi garip çıkıyordu.
"Seninle eğlenmeye başladığımızda havan yerine gelicektir "dedi sırıtarak "Hadi yapma bak şu Searlusmudur nedir birde bir çocuk daha var sana bakıp duruyorlar istermisin gözlerini morartıyım"dedi Ice'a takılıp neşesini yerine getirmeye çalışıyordu.Arabadan indiklerinden beri yüzü hep asıktı.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:27 pm tarafından Kybelle
Ice Rain Cresswell

NighTmareS

Kim bilirdi, belki bulutlar çekilir yerlerini gökkuşağına bırakırdı. İnanmış mıydı cidden bu saçmalığa, bu kadar saf olabilmiş miydi?? Orda, Nia’nın kucağında yatarken – biran için- evet, inanmıştı.
Bulutların çekileceği yoktu, gökkuşağının çıkacağı da. Hayatı o kadar karanlıktı ki dipsiz bucaksız upuzun koridorlar gibi, o kadar karmaşıktı ki labirentler gibi. Ayakları birbirine dolanıyordu ilerlemeye çalışırken, doğru yolu bulmaya çalışırken kayboluyordu. Hiç düze çıkamayacaktı galiba. Haklıydı, en sonunda takılıp düşmüştü. Sonu olmayan bir yoldaydı hala ama çıkış aramıyordu. Hayata karşı yenilmişti ya…

Ne zamandı bilmiyordu, pencereden bakarken fark etmişti de sonbahar kendinden sonra gelecek kış mevsiminin gizli telaşını yaşatıyordu doğaya. İçinde burukluk hissetti bir an, ne çok severdi bu mevsimi. Oysa şimdi her şeyden uzaktı, asla yakın olamayacak kadar. Böyle hissetmişti, evet. Bir de yalnız… Yıllardır yalnızdı, şimdi değişse bu durum ne fark edecekti?? Ya Christian yaşasaydı??

Çok düşünmüştü onu, öldüğünden beri her gün, her dakika. Burada Icela olsa bir şeyler değişecek miydi, söz verdiği gibi sonsuza kadar onun yanında olsa, o da gitmişti, neden gitmişti? Neden ölmüştü? Ice mı öldürmüştü onu, sebep o muydu, başkası mı? Peki, polislerin Christian’ı Joakim’in öldürdüğünü düşüp Ice’ı Joakim ve Christian arasındaki ilişki ve tüm diğer şeyler hakkında ardı arkası kesilmeyen saçmalıklarla bunaltmalarına ne demeliydi? O durumdayken bile kendini tutamayıp Armina ve diğer polislerin kendine garipçe bakmalarına neden olan bir kahkaha atmıştı Ice. Bütün bu yaşananlar gerçek olamayacak kadar fazlaydı ya! Joakim Christian’ı neden öldürecekti, sormuştu Armina’ya: Icedan kurtulduğuna hayatında başka hiçbir şeye sevinmediği, hatta sevinmeyeceği kadar çok sevinmişti Ice göre. Bu durumda Ice’ı elinden aldığı için mi öldürecekti? Acı vericiydi ama ilişkilerinin bitmesine neden olan Ice değildi ki. Yoksa derslerdeki aptal çekişmeleri yüzünden mi, Joakim Christian’ın ondan iyi olduğu gerçeğine katlanamamış olabilirdi. Hatta ikisi birlikte yapmış bile olabilirlerdi. Ice bu noktada bir kez daha gülümsemişti ve “İtiraf ediyorum ben de ona yardım ettim.” demişti Armina’ya, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle. “Bakma bana öyle. Fiziksek olarak zarar vermemiş olabilirim ama belki de ben öldürdüm onu, içten içe. Merak ediyorum, neden paketi bana gönderdiler ki??” diye sormuştu Armina’nın gözlerini üzerinde hissedince de. Armina cevap vermese de o gün, cevabı bulmuştu Ice. Ektiğini biçiyordu, Christian onu büyük bir vicdan azabıyla baş başa bırakıp gitmişti. İntikam alıyordu Icedan, ona yaptıklarının intikamını. Başka türlü olduğuna inanmayı reddediyordu aksi halde bildikleri bilmek istedikleriyle sınırlı kalmayacaktı. Nasıl Joakimden şüphelenebilirlerdi ki? Ya Ice nasıl şüphelenmişti?? Nasıl vermişti onun adını Armina’ya ve diğerlerine. Hatırladı. Aksini iddia ediyorlardı onlar ellerindeki kanıta dayanarak: Ballı sütten vişneli süte, umarım hediyeni aldığında az da olsa mutlu olursun. Bunu gerçekten hak ettin çünkü. Aynı zamanda seni üzmek zorunda kaldığım için çok çok üzgünüm. Ama böyle olması gerektiğini sen de ilerde anlayacaksın biliyorum. Sessizlik hâkim olmuştu odaya bir an için, şüphelenmişti ama açık kapı bırakmayacaktı. Gitmek istemişti oradan, hemen. Nasıl bilebilirlerdi Joa’nun ona taktığı lakabı. “ Günlüğümü mü karıştırdınız siz? Puff ve eğer sorgulamanız bittiyse…” diye başlayan cümlesi yarım kalmıştı Armina’nın küçük naylon paketin içinde tuttuğu kartı görünce. Gözleri şaşkınlıkla açılmıştı: Joakim…

Ve o anda görmüştü onların yüzündeki zafer ifadesini. Hemen ardından da hıçkırıklara boğulmuştu. Joakim’i asla rahat bırakmayacaklardı, suçlu olmasa da. Zira tek dertleri suçu yükleyebilecekleri birini bulmak ve bu dosyayı kapamaktı. Ama Ice serbestti gitmekte. Ayakları birbirine dolanarak çıktı kapıdan, hiç arkasına bakmadan. Acaba kör talihi hala onu takip ediyor muydu? Kim bilirdi ki??

Bad DaYS

Zaman bir nehir gibi insanların hayatlarının başından sonuna akıyordu. Zamanı durdurmak isteyen ve yapamayanların aksine Ice bunu da başarmıştı. Gel-gitler yaşıyordu o iki günde. Sorgu anı ve cesedi bulduğu an... Her gün, tekrar tekrar yaşıyordu o günü. Gariptir ki “ Sen değildin. Biliyorum sen değildin.” diye fısıldadığını fark etmişti bir kaç kere. Anlam verememişti kendine. Hemen sonra yine kaybetmişti zaman kavramını.
Kimseyle görüşmüyordu, okula gidip gelmeyi de bırakmıştı. İnsanların bakışlarından rahatsız olmuş, sorulardan bunalmıştı. Kimileri ucube gibi, kimileri de acıyan gözlerle bakıyordu ona. Dört duvar arasında yaşamaya başladığı an tam bu günlere denk geliyordu. Galiba??

Ses çıkarmaktan korkuyordu, onun tekrar gelmesinden ve Ice’ı götürmesinden. Onla gelmesini istiyordu hep ama Ice direniyordu. Sessizlikten de korkuyordu. Zira gecenin geç saatlerinde, her şeyin sustuğu, havanın durulduğu anlarda… Kapalı pencereler ansızın açılıyordu, uyuklayan perdelerin uçuşmaya başlamasıyla beraber o da uyanıyordu. Ve karşısında Christian’ı buluyordu. Geçen aylar onun saydamlığını hiç azaltmıyordu. Hep, her an çözünüp dalgalar ve parçacıklardan oluşan bir karışım halinde ortadan kaybolacak gibi bir hali olurdu. Zaten, sonunda da kaybolurdu. Her zaman olduğu gibi...

Uyumuyordu artık Ice, daha doğrusu uyuyamıyordu. Gözlerini kapattığı o kısacık anda bile gözlerinin önüne geliyordu Christian’ın yüzü. Hemen gözlerini açıyordu. Kim olduğunu ve nerde olduğunu hatırlayana kadar geçen bir saniye içinde korkudan donup kalıyordu. Sonra da rutin yaşamına geri dönüyordu. Bu son derece sıradan günde de her zamanki yolunu izleyecekti. Anılar bulvarında güzel bir yürüyüş! Bu yolu daha önce de tepmişti, ama son seferden yana çok zaman geçmişti. Ve bu sefer biraz daha farklı olmasını umut ediyordu. Güzel anıları hatırlayacaktı.
Başını fotoğraf albümlerine gömdü. Çocukluğundan şu ana kadar çekiliş her bir resmi tek tek inceledi. Nia'nın ve Nasya'nın, daha birçoğunun fotoğraf karelerinden eksilmesini izledi. JoakimLe olduğu fotoğraflara baktı. Güzel günlerine... Günlüklerini karıştırdı. En son yazdığı tarihe kaydı gözleri: Balo günü- balo sabahı… Bıkkınlıkla baktı günlüğe, kimi kandırıyordu ki, hiçbir şey düzelmeyecekti bir şeyler düzelse de. Nia’yı düşündü, araları artık iyiydi, yıllar sonra. Ama Ice onu da görmek istememişti. Ve Karl…
Odasına yaklaşan ayak sesleri duymuştu birden, sesler yaklaştı ve sonra odanın kapısı açıldı. Ice derin derin nefes almaya ve “Christian olmasın lütfen!!” diye sayıklamaya başlamıştı içinden. Yavaşça gözlerini kapıya yöneltince donup kaldı bir an şaşkınlıkla.

“KarL!!”
"Hadi Ice kampa gidiyoruz hiçbir mazeret istemiyorum eşyalarını topla arabam aşağıda."
“Ama be…”
"Ben içkileri bagaja stokladım yiyecekler senden. "

Ve Ice’ın itiraz etmesine fırsat bile vermeden yatağın altında duran büyük çantayı çekip çıkarmıştı. Ice gönülsüzce kalktı yataktan. Gitmek istemiyordu ama itiraz etmeye gücü yoktu, Karl’ın bitmek bilmeyen itirazlarını dinlemeye de. Her şeyi onun için yapıyordu, biliyordu, kızamıyordu ona bu yüzden ve Karl da bunu biliyordu. Yanına birkaç parça eşya aldıktan sonra giyinmesi için Karl onu yalnız bırakmıştı. Yeşil bir tişörtün üzerine kapüşonlu ceketlerinden birini giyinmişti, altına rahat edebileceği bir şeyler. Saçlarını at kuruğu yapmıştı, havadan. Yüzünde hiç makyaj yoktu, yapmayacaktı da. Annesinin hazırladığı yiyecekleri de yerleştirdikten sonra çantaya gitmek için hazırdı. Aşağıya indi, annesine- babasına bakmaktan kaçınmıştı. Söyleyecek hiçbir şeyi yoktu çünkü. Merak ediyordu onlar da mı Ice'ı suçluyordu başına gelenler konusunda?
Ve sormak istediği o kadar çok şey vardı ki Karl’a. Neden gitmişti, neredeydi, neden Ice’a haber vermemişti, en önemlisi neden yanında olmamıştı bu kötü zamanlarında? Ice bunun cevabını içten içe biliyordu aslında. Yine de konuşmadı, yol boyunca tek kelime bile etmemişti. Yellowstone’a geldiklerinde arabadan indikten sonraki tek lafı dışında…
"Neden zorluyorsun Karl hiç havamda değilim"
"Seninle eğlenmeye başladığımızda havan yerine gelecektir. " dedi Karl sırıtarak. Ama Ice arabadan indiğinden beri somurtuyordu. "Hadi yapma bak şu Searlus mudur nedir birde bir çocuk daha var sana bakıp duruyorlar ister misin gözlerini morartıyım?" demişti bu kez de Karl. Ice, neşesini yerine getirmek için çabaladığını biliyordu Karl'ın ama Ice’ın gülümsemek içinden gelmiyordu uzun zamandır. Yine de Karl Ice’ın dikkatini çekebilmişti Searlus ismiyle. Karl’a döndü, eski haline dönmüş gibi bir hali vardı:“KarL?? Ben sana bakan kızlara kötü davranıyor muyum? Öyle olsa en başta Kacey'nin saçını başını yolardım. İtiraz etmesine izin vermeden parmaklarını Karl'ın dudaklarına bastırıp onu susturdu. " Cık.. İtiraz etmeye kalkma sakın, kör değilim. Hem sen Searlus mu dedin?” diye sorduğu an almıştı cevabını. Çok tanıdık bir ses çalındı kulağına:''Oh mon dieu! Ma perle. Je suis heureux ainsi de vous voir.''
“Sea?? Est-ce que c'est vraiment vous ? Je ne peut pas croire, que vous fait ici ? Quelle chance ! !” Ve gülümsedi aylardır ilk defa.
------------

--> İğrenç oldu, idare edin. :S
CümLe: Sea bu gerçekten sen misin, inanamıyorum, burda ne arıyorsun. Ne şans ama!
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:28 pm tarafından Kybelle
1. sayfanın sonu
 

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)

Sayfa başına dön 

3 sayfadaki 3 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3

 Similar topics

-
» Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
» Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)2

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Thursday Murder Club :: Rp Dışı-
Buraya geçin: