Thursday Murder Club
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Thursday Murder Club


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  



Legend Of Magic'e hoşgeldiniz! Sizleri aramızda görmekten çok memnunuz. Sitemiz bilindiği gibi bir rol oyunu sitesidir. Karakterinizi yaratmanızın ardından aramızda rol oyunu yapabilirsiniz. Sitemizin kurgusu ve sistemleri tarafımızca hazırlanmıştır. Her türlü sorununuzda bize ulaşmanız ve eğlenceli dakikalar geçirmeniz dileği ile.

LoM Yönetimi Sihirli Günler Diler.



















Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) Gf1k Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) Puff1a Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) Claw1-1 Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) Sly1-1

00 | 00 | 00 | 00





 

 Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : 1, 2, 3  Sonraki
YazarMesaj
Kybelle
Admin
avatar


Mesaj Sayısı : 136
Kayıt tarihi : 24/01/09

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) Empty
260109
MesajEski CK Rpleri (Geçici Başlık)

Kacey Leia Whitaker (Enormous Arguments-Rock Bar)


Forbidden Passions

O gün... Karl'ın odası... Joakim'in usulca anahtarı çevirip odaya girişini duyduğu an kendini dışarıda bulmuştu. Durmuş durmuş son anda gelmişti aptal yaratık. Ya yakalansaydı, o zaman boşa gidecekti bunca gizlilik. Belki Karl onun en yakın arkadaşıydı, belki de kendisi de takımının amigolarındandı. Ama gene de şu ne yapacağı belirsiz, deli çocuğa güven olmazdı. Bilirsiniz hani bazı şeyler vardır ya, yakanızı kurtarsanız bırakamazsınız, kronik bir hastalık gibi kanınıza girer ve bağışıklık sistemiz çöktüğü anda baş gösterirler. Ona en ufak koz vermek de bunun gibi bir şeydi. Ömür boyu düşmezdi yakanızdan, yeni sebepler bulurdu sizi ağına düşürecek. Oh o çocuğun ağına düşürdüğü bütün o kızlar... Bir de kendini hala iyi biri sanıyordu belki de o sersem şey. İçten içe onun kendisine gelmesi için gerçekleri yüzüne çarpacak korkunç bir olay diliyordu hayatında. Sonra vazgeçiyordu aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesi ile. Oh neyse Joakim'den söz etmeyi bırakalım. O kendinden zaten herkese yeterince söz ediyor biliyorum(kendini beğenmiş şey) Gel gelelim o ana. O sihirli anda perdeler kapandığında bir söz vermiş olduğunu Karl'ın aslında kendisine şaşkınlıkla fark etmişti. Ruhunun çalkantılarının zevke karıştığı o anda tenleri birbirine karışırken duymamıştı bu sözü ama davranışları, bakışları her şeyi bir vaatte bulunuyordu belki de onun için oldukça tehlikeli olacak. Hayır, belki de ikisi için de büyük tehlike teşkil eden ve aslında güvenli gözüken bir andaydı tüm o sözler. Kendisine dokunmasına bu sayede izin verdiğini çok net hatırlıyordu. Yoksa Karl'ın düğmelerini çözmez sadece kendisini bırakmasını fısıldardı ona. -bu ikinci seçenekte Karl'ın onu dinleyeceğini biliyordu- Ruhunu ıslatan kısa bir an sonra ayaklarını ıslatacak bir yağmura denk gelmeden buradan kaçması gerektiğini anlamıştı. Yukarıdaki, ayın çevresine toplanmış bulutlara bakılırsa yakında yağmur yağacak gibi görünüyordu. İçerden gelen şaşkın mırıltılara aldırış etmeden bahçenin arka kısmındaki aralığı buldu. Buraya gelmesi, dışardan geliyor olsaydı imkânsızdı. Oldukça yüksekte kalan bu alanı her ne kadar gelişmiş amigo becerilerine sahip olsan da tırmanamazdın o kayan toprak yüzünden. Bu yüzden ön kapıdan gelmek zorunda kalmıştı. Ama gene de o kayan toprak inmesini engellemiyordu. Aşağıda yılan çıyan olmadığından emindi zaten Karl'ı daha önce birçok kez ziyaret etmişti. (O zamanlar merdiven getirmeyi tercih etmişti ama şimdi uğraşmaya niyeti yoktu) saçını başını acele ile düzelterek arabasına koşmaya başlamıştı. Bedenini saran heyecana ve mutluluğa negel olamıyordu. Az önce kuzen ve bir arkadaştan başka bir şey olmayan birisi şimdi hayatında gördüğü en harika âşık olmuştu. Belki oydu uzun zamandır beklediği beyaz atlı prens, belki de oydu ruhunu güvenle ve bir hiç uğruna bile satabileceği yaramaz şeytan. Arabasına binerken bu geceyi büyükannesinin evinde ertesi günün heyecanı ile bekleyecek olduğunu biliyordu. Harika bir duyguydu bu ve keşke yanında Karl da yatıyor olsaydı ah ne kadar mutlu olurdu.

Forgotten Girl- Rock Bar

Ruhunun ıslandığı o ufak an... Gözlerini de aynı zamanda ıslatacağını nerden bilebilirdi? Günlerdir ağlamaktan artık makyaj yapamaz, makyaj yapmadığından dışarı çıkamaz olmuştu. Çizim yapmakla ya da karnındaki minik yavrunun gelişimini izlemek adına doktora gitmek dışında hep harap, hep bitaptı. Karl'ın habersizce ortadan kaybolmasından sonra ona o kadar büyük bir kin duymuştu ki... Oh karşısına çıksa gene kedi gibi yumuşayacaktı belki de. Hayır, olamaz Kacey bakur bir kızdı. Yapmazdı böyle şey, onu görmezden gelir yanına yaklaşırsa da canına okurdu. Ah Karl! Ondan şimdi bu kadar nefret edeceğini aylar önce söyleseler neler derdi kimbilir o şuursuza(Ne aptalsın sen sözlerine dikkat et tamam mı?) Ama şimdi... Ama şu anda bu hayali sözlerin ne kadar doğru olduğunu biliyordu. Beraber kaldığı Nia ve Lacy'e asla söylememişti ne kadar kahrolduğunu. Onlar sadece hamile olduğunu biliyordu. Gerisini onlar tahmin etmişti sanıyordu ki. Ancak Nia bile bilmiyordu nasıl üzüntüden kahrolduğunu. Karl'ın kendisini umursamadığı gibi Kacey'in de onu umursamadığını sanıyordu sevgili arkadaşları. Oysa ilk gün Nia'ya Karl ile aralarından geçenleri nasıl da -ayrıntılara değinmeyerek- ballandıra ballandıra anlatmıştı. Onu ne kadar sevdiğini tam olarak betimleyemese de anlatmıştı işte. O günden sonra çizimlerinde bir mutluluk bir aşk teması yerleşmişti.-ama şimdi o tablolarda bariz bir kaybolmuşluk, bir ruh çöküntüsü vardı- Sonra onun gittiği haberini alakasız birinden duyduğu andan bitmişti(!) aşkı. Belirtiler sönmüş bir umursamazlık gelmişti üstüne. Ağladığını bilmiyorlardı. Neden makyaj yapmaktan sıkıldığını iddia ettiğini bilmiyorlardı. Onlara şu andaki resimlerinin çok önemli olduğunu söyleyerek vaktinin olmadığını bahane etmişti. Kilo almasını da dışarı çıkmak ya da amigo çalışmalarına katılmak yerine resminin başında zaman geçirmesine bağlamıştı. Nia ve Lacy arkadaşları ile gezerken o odasında çizim bahanesi ile kalmış ve ses çıkarmamak için yumruğunu ısırarak hıçkıra hıçkıra ağlamıştı yatağına uzanıp. Neden hayat bu kadar kötüydü? Neden herkes bu kadar aptaldı? Nefret ediyordu bu dünyada yaşamaktan! Hayatını bir an önce tüketmek, yaşadığını yaşayıp ölüp gitmek istiyordu. Geçmişteki ataları gibi sırasını savmalıydı Kacey.

Barda... Uzun zamandan beri ilk defa zorunlu dışarı çıkmaları dışında bir zaman süslenmiş püslenmiş ve kendini dışarı atmıştı. Barda çoşkulu bir müzik çalıyordu. Simple Plan olmalıydı kesinlikle ama bu şarkıyı yeni duymuştu. Kacey ise müziğin en iyi duyulabildiği bir masaya oturmuş kendince eğleniyordu. Rock müziğinin her türlüsü çalınırdı burada. Kendisi de zaten bu enfes müziğin her türlüsüne bayılırdı. İçki kokteyli süsü verdirdiği portakal suyunu yudumluyordu uzun zamandan beri yaşamadığı bir kayıtsızlıkla. Karl'ın geri dönmüş olduğunu duymuştu ama gene de nerde olduğunu nasıl olduğunu sormamıştı. Rolünü iyi oynuyordu. Acımasız bir amigo kızdı sözde. Kendini ezdirmeyen, asla boyun eğmeyen bir cadı... Dudaklarına yayılan biri gülümseme ile zorunlu ayıklığını eğlenceli hale getiriyordu. Kendisine dans teklifinde bulunan adamları dinlememiş onlara aldırmaksızın şarkı sözlerini mırıldanarak onları hiçe saymıştı. Umursamazın tekiydi Kacey, gücü buydu. Onun düşmanları sadece görünmez olduklarını zannettirecek boş bakışlarla karşılaşırlardı yanına yaklaşacak olurlarsa. Oysa onları dikkatle incelerdi çaktırmadan Kacey. Resim hafızası ile kafasından yeniden ve yeniden çizerdi. Gözleri ile etrafı inceledi dikkatle. Sonra yumdu o mavi, parlak gözlerini. Çizgi romanın kapağı haline gelmişti o parıltılı manzara. Ama bu çizgi romana yakışmayan bir ayrıntı vardı. Keskin çizgilerle arka plandan ayrılan bayan bir karakterdi bu. Kocaman kafası, sıska ve biçimsiz vücudu ile kendini herkesten üstün olduğunu sanan kişilere özgü gülümsemesi ile karşına çıkmış bir kız. Beyaz bir askılı bluzunda siyah, kocaman, tokalı bir kemer vardı. Altına puanlı, gri-siyah bir etek giymişti. O sıska bacaklarını açıkça gösteren, kısacık bir etekti bu. Battal boy topuklu ayakkabıların bir kızda normalde şık durabilecekken onda nasıl da aptalca durduğunu açıkça fark etmişti. Ah bu kız ne kadar şık, ne kadar bakımlı olsa da bu kadar şapşal görünmeyi nasıl başarıyordu? Gözlerini açtı. Tam karşısında o aptal sırıtışı ile gerçek hali duruyordu şimdi onun. Neredeyse beyaza varan sarı saçlarına su dalgası yaptırmıştı bu sefer. Gözlerini süzerek ona baktı. Neden bu derece mutlu görünüyordu bu aptal? ''Ne var? Ne istiyorsun?'' diyecekti ilk başta. Ama sonra bundan vazgeçti. ''Bir şey mi aramıştın? Ama benim önerim konuşmayı baştan bitmiş sayıp gitmen çünkü aşağı yukarı alacağın cevap 'Defol' olacaktır. Şimdi bu barın sahibine beni taciz edip keyfimi bozduğunu garsonun biri ile iletmeden ve seni buradan attırmadan önce -bilirsin sahibi büyükannemin eski öğrencisidir beni çok sever- manzaramı kapatmayı kes artık.'' Ondan nefret etmiyordu pek. Normalde bu kadar sert davranmazdı ama sinirleri son zamanlarda o kadar bozuktu ki karşısına çıkacak en küçük sinir bozucu varlığa çatmak ihtiyacı duyuyordu. Sonra ondan gözlerini kaçırarak sanki çoktan gitmiş gibi yeniden müzik ve içki içip eğlenenlerin ne yaptığı ile ilgilenmeye başladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://atlantis.benimforum.org
Bu yazıyı burda paylaş : reddit

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) :: Yorum

avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:50 pm tarafından Kybelle
Venus Kristin Presnova
PooR LIVES / PEOPLE

Savaş alanının ortasında durup kollarını birbirine kavuşturup etraftaki koşuşturmayı izlemeye başlamıştı. Sanki kaosu yaratan kendisiymiş gibi bir ifade takınmıştı yüzüne. Alaycı bir gülümseme… Ve zevk alıyordu, tek başına bin düzine insanı yenmiş gibi. Düşman& düşman… Zavallı kurbanlar!! Zavallı ahmaklar!! Ne için koşuşturduklarını biliyorlar mıydı? Yoksa sadece sürü psikolojisiyle mi hareket ediyorlardı? “Ahh!!” diye geçirdi içinden, dudakları aralanıp –buldum- kelimesi dökülürken dudaklarından küçük harflerle. Birkaç gün önce okuduğu bir haber gelmişti aklına. Koyunlardan biri yola atladığı için, bütün bir sürü yola atmıştı kendini. Sonuç: 4o ölü koyun… Yüzünde bir tebessüm belirdi yine. Aşağılayıcı… Aynı onlara benziyorlardı beyinsiz insanlar. Biri ne yaparsa diğerleri de aynını yapıyordu. Ice kendini suya attı diye, neredeyse onlar da kendilerini atacaklardı. Hoş, biri atmıştı zaten.

Peki, neden endişeleniyorlardı, kim ve ne için? Sürtük olarak adlandırdıkları bir amigo, mülteci diye burun kıvırdıkları bir Fransız?!? Hayır, en az kendileri kadar zavallı olan insancıklar için endişeleniyorlardı. Gözlerini kıstı kuşkuyla kalabalığa bakarken. Doğru soru gerçekten endişeleniyorlar mı olacaktı ki bingo: Hayır! Bir üst tabakaya geçebilmek için kendinden üstün olanlara yağ çekenlerdendi hepsi. Venus’ün etrafındaki insan cinslerinden… Her ikisine de lanet edenler, endişelenmiş gibi rol yapıyorlardı şimdi. Çığlık atanlara, endişeli tavırlarla dolaşanlara ve korku maskesi takanlara baktı tiksintiyle. Ne kadar da yapmacıklardı ve aptal. Zira istediklerine ulaşmak için – başkalarını kullanmalarını takdir ederdi Venus ama- yanlış yolda, yanlış kişilerin peşinden koşuyorlardı ki bu onları bir kat daha zavallı yapıyordu Venus’ün gözünde. Ve Ice…

Aptal güzel kız! Porselen bebekler kadar kusursuz… Porselen misali kalbi çabuk, kolay kırılmıştı. Kendi elleriyle mahvetmişti hayatını, düşünemeden ve bencillikle. Bencildi, Joakim denen gereksiz insanı kendisinden fazla sevmesi büyük bir bencillikti Venus’e göre. Kendisini mal – ki bunu Joakimle birkaç dakika önce yaşadığı tartışmada, Joakim’e açıkça söylemişti: Ice’ı mal olarak gören kişi Venus değil, Jo’nun ta kendisiydi- olarak gören bir insana benliğini hiçe sayacak kadar bağlanması… Ve hala diretmesi… Gülümsedi acı acı. İnsan yaptıklarının bedelini er ya da geç ödüyordu. Ve dünya bir anda tersine dönebiliyordu.
Ahh Ice, aptal güzel kız!!! Elindekilerin değerini bilemeyecek kadar hem de… Güzeldi, havalıydı, popülerdi, amigoydu, erkekleri parmağında oynatabilecek kabiliyete sahipti ve en önemlisi de zengindi. Venus kadar olmasa da… Dünyayı parmağında oynatmak için başka neye ihtiyacı vardı ki?? “Bana!” diye mırıldandı Venus. Ona seve seve kucak açmıştı, kuzeni olduğunu yeni öğrendiği Nia bile yanında yokken, Venus ordaydı, ona destek olmak için. Ama Ice aptal gururundan elinin bir kenarıyla itmişti Venus’ü ve o, kayıtsızca izlemeye başlamıştı adım adım bugünü oluşturan tabloyu. Bir kez daha gülümsedi, yine alayla “ Yazık, bir yerlerin kalkmasaydı, bugün bu durumda olmazdın.” diye mırıldanırken. Eh, kendi düşen ağlamazdı.

İçini çekti Hava kararmaya başlamıştı ama zaman hızlı ilerlemiyordu sanki. Ve sıkılmıştı. Bu aptal yerde ne işi vardı ki zaten. Şu an barda çılgınca dans ediyor olabilirdi ya da Marcus’un kollarında. Gözleri parladı birden, Ian’ı görmüştü. Bugün onunla idare edebilirdi. “Ian tatlım!!!” diye bağırdı ona doğru koşarken. Birden az ileride oturan sarışın bir çocuk takıldı gözlerine. Adı neydi, David mi ne?? Kulüpten tanıyordu onu ama pek konuşmuyorlardı. Fransız’ın peşinden ormana doğru yürüyordu şimdi. “Salak çocuk!!” diye düşündü içinden. Bilmiyor muydu, ilk uzaklaşan ilk öldürülen olurdu daima.

THE GODDESS, VENUS

Venüs; tutku, istek ve sonsuz aşk tanrıçası…
Gençliği ve dişiliği simgeleyen saf güzellik… Duyguların, aşk hayatının ve şehvetin yöneticisi… Aşk ve Güzellik Tanrıçası, önceleri Işık Tanrıçası olarak tanınıyordu. Işık yeryüzünde hayatın ve çoğalmanın başlıca sebebi idi. Işığın bütün güzellikleri ortaya çıkardığının düşünülmesi zamanla Işık Tanrıçasının adının Güzellik Tanrıçası olarak değişmesine neden oldu. Güzel olan her şeyi aşk ilham ettiği için de zamanla Aşk Tanrıçası olarak anılmaya başladı.
Ayrıca yeryüzündeki ve gökyüzündeki bütün güzellikler hep ışıktan geliyordu. Ve Venüs, güneş gibi hayat veren bir gezegen değildi ama kuşkusuz onsuz bir dünya kapkara ve renksiz olurdu. Tıpkı Venus Khristin Presnova’nın yokluğunda olacağı gibi…

Mitolojiye göre Venüs dalgaların köpüğünden doğmuştu. Zaten Venus'ün anlamı denizköpüğünden doğan demektir. Dalgaların köpüğünden yaratılan ve bir sedef kabuğunun içinde denizde gezen güzeller güzeli Venus bugünkü Kıbrıs adasının kıyılarına bu sedef kabuk içinde geldi ve kıyıya çıkınca kumlar üzerindeki yosun döşeğine uzandı. Daha sonra kumsalda yürümeye başladı ve yürüdükçe nazik ayaklarının bastığı yerde renk renk güzel kokulu çiçekler açtı. Daha sonra onu Zaman Tanrıçaları adı verilen Horalar karşıladı. Hora’lar Venus'ü iyice süsleyerek bir şara bindirdiler ve onu Olympos dağındaki Ölmezlerin diyarına uçurdular. Onun güzelliğini gören bütün Tanrıların gözleri kamaştı ve onu Tanrıça ilan ederek bir tahta oturttular. Artık ölümsüzler arasındaki yerini alan Aphrodite İlahi güzelliği, eşsiz zariflikteki hareketleri ile bütün tanrıların hayranlık ve neşe kaynağı oldu. Ama onun tanrılar arasında bu kadar hayranlık uyandırması bazı tanrıçaların hoşuna gitmedi. Tıpkı Venus’ün etrafında olan bazı insanların hoşuna gitmediği gibi…

Tanrıların en büyüğü Zeus’ un karısı Tanrıça Hera ve Zeus’ un kızı Tanrıça Athena kendilerinin de Venus kadar güzel olduğunu iddia ettiler. Bu durumdan faydalanmak isteyen Eris (Nifak) gizlice Olympos’a girdi ve bir ziyafet sırasında eğlence ve içkinin tesiriyle kendilerinden geçmiş olan Tanrıların bu durumundan faydalanarak üzerinde en güzel Tanrıçaya yazan bir elmayı masanın ortasına attı. Hera hemen elmayı kaptı.
Buna Venus ve Athena itiraz ettiler. Sonunda Zeus’un hakemliğine başvuruldu. Zeus hiç birini darıltmak istemiyordu ve bu meseleyi İda dağındaki Paris isimli bir çobanın çözmesine karar verdi. İda dağına giden üç Tanrıça elmayı Paris’e verdiler ve onu içlerinden kimi en güzel buluyorsa ona vermesini istediler. Paris uzun müddet düşündükten sonra elmayı güzelliğine hayran olduğu Venus'e verdi. Böylece Tanrıçalar barıştılar ve Venus’ün ebediyen güzelliğin eşsiz Tanrıçası olarak kalmasını kabul ettiler. Fakat o, Suriye'de Astarte kılığına bürünmüş Klasik çağa girilirken de ana tanrıçalık niteliğini yitirerek güzellik ve aşk tanrıçası yani Venus olarak insanların karşısına çıkmıştır.

“ Bugünlerde ise Venus Khristin Presnova suretiyle insanlara gönderilmiştir.”

Hayranlıkla aynadaki kusursuz yüzüne baktı Venus. Kuşkusuz modern çağın güzellik, aşk ve sevgi Tanrıçası olabilecek nitelikteydi, her şeyiyle. İnsanların ruhen tanrıya ve birbirlerine bağlanmalarının, güçlü bir arkadaşlığın, uyum içerisinde yürütülen ilişkilerin, empati ve sempati duygularını geliştirmenin de yaratıcısıydı o. Güzellik tanrıçası için uyum içinde olmak, güzel olmak için de temel şarttı ki bu da Venus için çok büyük bir önem taşıyordu bu nedenle. Ve de aşka yüz çevirmiş olanlara karşı, aşktan yana olanları korumak da…

“Bana dua etmelisin Kacey…”

Gülümsedi aynaya bakarken. Beyaz bir askılı bluzunda siyah, kocaman, tokalı bir kemer vardı. Altına puanlı, gri-siyah kısa bir etek giymişti. Boyu yeterince uzundu ama topuklu ayakkabı giymek onun için ayrı bir zevkti ki bugünde onlarsız dışarıya çıkmayacaktı. Renkli gözlerine çektiği siyah kalem, gözlerinin rengini ortaya çıkarmıştı. Kırmızı bir ruj sürmüştü dudağına, yeterince ateşli duruyordu. Teni pürüzsüz ve beyazdı. Saçlarını açık bırakmıştı. İki yandan beline doğru uzanıyordu dümdüz. Gayet hoş olmuştu. Çantasını – resimleri özenle yerleştirmişti içine yine- aldı ve kapıdan çıkarken dönüp aynadaki suretine bir öpücük yollamıştı. Her zamanki gibi…

Adresi belliydi. Kamptan beri hemen hemen her gece bara gidiyordu. Yüzünü buruşturdu kamp gecesi olanlar aklına gelince. David… Evet, ilk uzaklaşan öldürülmüştü yine. Çocukla pek alakası olmasa da üzülmüştü ya da öyle olduğunu sanıyordu Venus. Ve merak etmişti, Xtianla David’in tek ortak noktası her ikisinin de Cinayetler Kulübü’ne üye mi olmasıydı. Başka bir özellik daha dikkatini çekmişti ve bu nokta da korkması gerekiyordu, galiba. Her ikisi de sarışın- renkli gözlüydüler ve kulüp üyesiydiler. Venus’ü düşünecek olursanız… Aynı özelliklere o da sahipti ki bu da tehlikede olabileceği anlamına geliyordu. Korkuyordu ama güvencesi de vardı. Onun gibi birini neden öldürmek isteyeceklerdi ki?

Gelmişti sonunda. Arabasını kapının önünde bıraktı ve park etmesi için anahtarını kapıda bekleyen adamlardan birine uzattı. “Arghh, çok dikkatli olun. Herhangi bir şey olacak olursa, tüm hayatınız boyunca çalışsanız da bu arabanın parasını ödeyemezsiniz.” dedi alaycı bir şekilde. Ve barın kapısını açıp karanlığa adımını attı. Gözlerinin alışması için biraz zaman geçmesi gerekmişti. Gülümsedi, içeri adımını atar atmaz istediği ayrıntıyı yakalaması ne büyük şanstı. Saçlarını savurarak barda oturan Kacey’e doğru yürüdü. Yalnızdı.

Ve Kacey… Venus’ün ağzını açmasına izin bile vermeden hakaret etmeye başlamıştı. En az kendisi kadar aptal bakışlarıyla onu süzdükten hemen sonra… Küçük bir kahkaha attı Venus “Bitti mi?” diye sorduktan sonra ve devam etti: “ Arghh!! Güzelim, gözlerini aç artık. Dünya senin taktığın tozpembe at gözlükleriyle gördüğünden çok farklı. Barin sahibi büyükannenin eski öğrencisi olabilir ve hatta seni de çok sevebilir ama unutma ki, burada barınmasına izin veren tek kişi benim babam. Eh, bağırsaklara yapışıp yaşamını sürdüren parazit durumundayken böyle bir şeye kalkışmak zavallıca olacak ki bu durumda kime daha fazla itibar göstereceğini bir kez daha düşünmelisin. Belki bu kez o küçük beynin bunu alabilir!” Omzunu silkti. “Neyse! Senin gibi bir… Arghh, hangi sınıfa koymalıyım seni bilmiyorum. Evet, muhatap olmak istemezdim ama bir dost..” Bu kelimeyi üzerine bastırarak söylemişti. “ olarak seni uyarmak istedim. Eminim gördüğün şeylerden çok hoşlanacaksın. Karl ve yeni sevgilisi…” Gülümseyerek elindeki resmi Kacey’nin önüne koydu. “ Ne kadar şekerler değil mi? Ahh Tanrım!! Müthiş bir gece geçirdiklerine eminim. Baş başa, çadırda ve sonrasını Tanrı bilir!” Şeytanı gördüm ifadesiyle gülümsedi. Gözleri parlıyordu. Kacey’nin verdiği tepkiyi büyük bir keyifle izledi. Zavallıcık!! Gözlerini açmaktan gurur duyuyordu onun ve buradaki işi bitmişti. Yavaşça eğildi Kacey’e doğru oturduğu sandalyeden kalkıp ve sırtına vurdu hafifçe teselli eder gibi. “Üzülme! Bu da geçer. Ve her zaman söylediğim gibi: Yemeyenin malını yerler!!” Gözlerini kırpıştırdı trajik bir ifadeyle. Sonra da kaşlarını kaldırdı hafifçe. Başka bir ayrıntı yakalamıştı şimdi. “Bu arada sandalyeye sığmıyor musun ne? Iyyykk… Benim önerim ağırlığının altında ezilen sandalye kırılmadan ordan kalkman. Yoksa seni çok seven o adama ve daha birçok kişiye rezil olacaksın.” Arkasını dönüp oradan uzaklaştığında bile kahkaha atıyordu. Küçük aptala dersini vermişti. Olduğu yerde durup olgun bir simaya dikti gözlerini. Şu çok tanıdığı yakışıklı profesör… Ve şimdi ders alma sırası başkasındaydı: Ice!
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:50 pm tarafından Kybelle
Karl Aquino

Ice

“ En güçlü aşk… Paylaşılmayan aşk mıdır?” Ahh! Ice neden böyle yapıyordu sorduğu sorunun canını acıttığının farkında değilmiydi? verecek herhangi bir cevap bulamıyordu, ne diyebilirdiki zaten, sadece aşkı hissediyordu sonuna kadar yaşayabilmiş değildiki. Zaten herşeyin sonunu kendisi getiriyordu dostlukların aşkların ve mutluluğun.Neden böyleydi? neden herşey seyrinde ve düzgün gitmiyordu. Elleriyle Ice'ın göz yaşlarını silerken verecek herhangi bir cevabı olmadığını söylemeliydi ama kendisininde bu konuda bir bilgisi olmadığını söyleyemezdi Ice'a . Nasıl olsa o Karl'ı kusursuz biliyordu, sadece suskunluğu ve susupta konuşmak arasında bocalayan insanların garip tavırlarını sergilemişti. Yanaklarından süzülen gözyaşlarını elinin küçük bir haraketiyle yavaşça silerken belli ediyordu tavurlarıyla aslında. En sonunda konuşmaya karar vermişti "insan birine acı çektirdiğinde en çok kendisini hırpalıyor Ice kimse bunun farkında değil henüz , o bile ..." Joakim demek istemişti ama getirememişti sözlerinin devamını adının anılmasının ne yeri nede zamanıydı ama onun kimi kastetdiğini anlamış olduğunu hissetti " ve aşk sadece paylaşılınca güzeldir " dudaklarından çıkan sözlere verdiği cevaba kendiside şaşırmıştı. Ice'ın vereceği tepkisini merak ediyordu aslında ama onun vereceği cevabı beklemeden sözlerine devam etti "yaşamaya devam et ,bırak hayatın tadı çıksın, aşkı arama o sana gelsin,sen üsteledikçe ellerinden kaçıcak" ne garipti kollarının arasında yatan kıza bunu söylemek. Onu incitmeden seçtiği sözleri kendisini garip hissetmesini sağlıyordu. Keşke gerçekten aşık olduğu kız Ice olsaydı ama aşktı bu işte kime ne zaman nerede ve nasıl denk geleceğini bilemiyordun. Gözlerine bakarken aslında onda Kacey'i gördüğünü hissetmişti. Aptalca bir durumdu bunu ona yapmak istemiyordu gözlerinin önündeki hayali silmek için çabalıyordu. "Keşke... hayat daha önce çıkarsaydı seni karşıma belki o zaman ne biten dostluklara nede bitmek üzere olan aşklara yakalanmış bulurduk kendimizi hiç masalsı bir hayat yokmudur hep biryerden birşeyler patlakmı verir?" garip bir şekilde onunda Ice'a soru sorduğunu hissetti
"Keşke ölüp gitseydim o piramitlerin altında belki o zaman elimdeki mutluluğu kaybetme korkusuyla yaşamak zorunda kalmazdım,buradan çıkıp gittiğimizde bakabilecekmiyiz birbirimize yine eskisi olabilecekmi herşey? ne hissediyorum ve sen ne hissediyorsun? senden vazgeçemem Ice ; yakınlığından ,sıcaklığından yüzündeki tebessümden.Benim için çok şey ifade ediyorsun. Seni seviyorum ama..." başı dönüyordu .Kacey'e aşık olduğunu söyleyememişti. Yaptığı ihanetin suçluluk duygusunu yeni yeni hissediyordu ama Ice başkaydı onun için terkedilmesi elinden kaçırılması zor bir mutluluk gibiydi. Onun yanında kendisini huzurlu rahat hissettiğini cümlelere dökebilmişti. "Gidelim artık buradan uzaklaşalım belkide bu gece yaşadıklarımız hissettiklerimiz aramızda bir sır olarak kalmalı benim için bitmeyecek bir mutluluk gibisin paylaştıklarımız güzeldi . " uyku tulumun içinden çıkıp üstünü giyinmeye başladığında birkez daha Ice'a baktı. Gerçekten hissettikleri aralarında bir sır olarak kalabilecekmiydi yaşamlarına eskisi gibi devam edebileceklermiydi? Belki ondan biraz ayrı kalırsa zihnini kemiren garip duygulardan kurtulabilirdi. Joakim'in kendisine gölün kenarında Ice kollarının arasındayken bakışı gözlerinin önüne geldi birden. Ice'a hâlâ bir şeyler hissediyorsa eğer, uzaklaşıcaktı kendisinden ya gurur meselesi yaparsa? İşte Karl yaptığını beğeniyormusun sadece kendini düşünen adi bir pisliksin sen!!! Oysa Joakim senin için bu kıza olan duygularını bir kenara attı. Sen ne yaptın? Kacey'i gerçekten aşık olduğun kızı en yakın arkadaşıyla aldattın ve Joakim'i umursamadın bile . Acımasız bir pisliksin!!!
Aralarında bir sır olarak kalabilecekti belki hissettikleri ama o gün Ice Karl'ın elbiseleriyle çadırdan çıktığında bütün gözlerin ikisinin üzerine döndüğünü görmüştü. Açıklayacak herhangi bir kelime herhangi bir söz bulamıyordu sadece nutku tutulmuş bir şekilde arkadaşlarına ve çevresindeki insanlara bakakalmışlardı. İkisininde o kadar göz altında utanç duydukları bariz bir şekilde ortadaydı. Ama neden herkes Karl'a kınar bir şekilde bakıyordu? Kacey'in kendisinden hamile olduğunu Karl dışında herkes biliyordu ve hiçkimse ona söylemeye tenezzül bile etmemişti. Ardından işlenen cinayet ve Renee'nin kayboluşu ikisini unutturmuş gündemden silmişti. O gün yaşadıkları hiçbitmek bilmeyecek bir serüvenin devamını fırtınalı garip yaşamlar getireceğini nereden bilebilirdiler.

Daha Sonra

Bağzı hayatlar öylesine bir çizgide kesişip birleşiyorduki kim kimin karşısına ne zaman ve nasıl çıkarsa çıksın birbirlerine sıkıca bütünleşip dost olabiliyorlardı. Joakim ve Karl'ın hayatlarıda öyle bir çizgide birleşmiş ve son bulmuştuki birbirlerine sağlam bir şekilde dostluk duyguları beslemişlerdi. Ellerinin arasındaki çerçeveye baktığında içinde hüzün tomurcuklarının belirdiğini hissetti. Koyu renk kıvrım kıvrım tellerden oluşmuş saçlarla çevrili başını önüne eğdi.Kendi odasında kendi yatağında bağdaş kurmuş saatlerce elindeki resme bakıyordu. Büyük bir çerçeveydi Joakim ve Karl omuz omuza vermişler birbirlerine sarılmışlardı fotoğraf makinesine pozmu veriyorlardo yoksa resmi çeken kişinin yaptığı bir espiriyemi böyle içten içe gülüyorlardı belli değildi. Arkada Renee Ice Kacey ve Nia dörtlüsü vardı. Onlarda kendi aralarında komik bir olaya gülüyorlardı ama o kadar uzun zaman önce çekilmiştiki Karl kime veya neye güldüklerinden emin değildi çerçeve içerisindeki mutlu yüzlerin... Parmağını hafifçe Kacey'in gülen yüzüne dokundurdu. Ne kadarda özlemişti onu ya Joakim neden böylesine mesafeli ve uzak davranıyordu onun dostluğuna ihtiyacı olduğu tek anda terketmişti kendisini.
Birşeyler yapmıştı dostluğun bozulması için evet , ama bu kadar uzaklaşmasına ne gerek vardı birbirlerine destek olmaları gerektiği bir anda. Resimdeki bir yüz daha dikkatini çekti. Renee!!! oda yoktu artık gülen yüzü sadece bu resim çerçevesinde kalacaktı oda diğerleri gibi ölümün hiçliğine karışıp yok olup gitmişti. İçini kaplayan garip sıkıntıyı savuşturmak istercesine resim çerçevesini yanı başındaki komidinin çekmecesine koydu, oda sadece komidinin üzerinde yanan gece lambasıyla aydınlanıyordu. Artık o yatakhanede kalmıycaktı Joakim olmadan o odanın içi bomboş ve dipsiz bucaksız bir kuyu gibiydi. Kendini yapayalnız hissediyordu. Ice olmasaydı hayatında belkide daha güçsüz hissedecekti kendisini.

Ya Kacey ona ne diyecekti onu terkettiğini umursamadığını sanıyor olmalıydı. Tabi ya bütün aptallık kendisindeydi birkez olsun ona 'seni seviyorum' diyebilme fırsatını yakalayamamıştıki. Babası bütün yaşamını altüst etmişti. Yine herzamanki gibi hayatındaki pürüzlerden bir patlak vermesinin sebebi o oluyordu. Kacey'in hamile olduğunu öğerendiğinde şoka uğramıştı. Kim söylemişti Ennismiydi? evet evet o olmalıydı. Yakın arkadaşlarından biriydi.
"Neden daha önce söylemedin aptal..." omuzlarından itip sırtını duvara çarpmasına sebep olmuştu sıkılı yumruklarını az daha sevdiği değer verdiği bir insanın suratına indirip canını yakıcaktı. Ah evet bunuda yaparak Joakim'i kaybettiği gibi onuda kaybedicekti. Son anda kendisini tutmuştu. Son günlerde sinirleri o kadar bozuktuki yaşadığı olaylar peşpeşe gelip Karl'ın hırçın asabi bir kişiliğe bürünmesine yol açıyordu.
"Bak unuttum özür dilerim ama birtek senin sorunların yok tamammı bana böyle davranmayı kes hamile olduğunu sana söyliycektim ama o sırada Ice göle düşünce ve bir sürü olay peşpeşe gelince aklımdan siliniverdi ne yapsaydım yani çevrende o kadar insan vardı onlarda gayet söyleyebilirlerdi bunu sana"
"Sorun bende gidip ilk Kacey'i görmeliydim Ice'ın iyi olmadığını öğrenince koşarak ona gittim nasıl olsa Kacey'i görücektim ama o gece cinayet işlenince hepimiz göz altına alındık berbat bir duygu şimdi Joakim'i anlayabiliyorum" dedi Ennisden özür dilemişti o gün.
Kacey'i görmeliydi telefonlarına cevap vermiyordu evinde olmadığınıda büyük annesi Bayan Howard söylemişti. Bu gün nerede olduğunu bir arkadaşından öğrenebilmişti sadece. Bara gitmişti. Hamileydi demek! kendi bebeğini taşıyordu. Yüzünden bir sevinç dalgasının geçtiğini hissetti o gün ilk defa tebessüm etmişti. Evet dikkatsizce davranmışlardı ama Karl bundan hiç şikayetçi değildi. Daha çok hoşuna gidiyordu bu durum sevdiği aşık olduğu kız bebeğini taşıyordu. Ne kadarda özlemişti teninin kokusunu, saçlarını iri mavi gözlerini kızdırdığında meydan okur bir şekilde havaya diktiği küçücük burnu ve yanaklarını.Gerçekten aşkmıydı bu? sevdiğini gözünde yüceltmek her haraketinin her tavrının hoşuna gitmesi. Onunla beraber gülebilmek üzülebilmek bütün duygularını paylaşmak. Ciddi bir şekilde aşık olmuştu ona.Ama artık nefret ediyor olmalıydı gidip özür dilemeli ve kendisini affettirmesini sağlamalıydı.Hızla yerinden kalktı üstündeki eşortmanları çıkartıp gardrobundaki kot pantolon ve gömleklerinden birini üzerine giyindi.Ceketi alt katta holun girişinde asılıydı diğer dolabından spor ayakkabılarını çıkartıp ayağına geçirdi.Küçük çalışma masasanın üzerindeki arabasının anahtarını alıp merdivenlerden hızlı adımlarla indi.

Babası kendisini bekliyormuş gibi ayakta onu bekliyordu. "Seninle konuşmamız gerek Karl" demişti yanına çağırıp annesi salondaki koltuklardan birine oturmuş bekliyordu küçük kardeşi Patrick'i uyutmuş olmalıydı. "Evet noldu?"dedi babasıyla birlikte salona geçerken.

"Olan senin davranışların küçük bey şöyle söylemeliyim ne yapmaya çalıştığını merak ediyoruz son zamanlarda çok fazla sorumsuzca davranmaya başladın Kacey'i hamile bıraktığın yetmiyormuş gibi ortalık yerde o Ice denilen kızla ... söylemeye dilim varmıyor evet bizi utandırıyorsun seni böyle yetiştirmedik biz aklı başında olgun bir gençtin böyle sorumsuzca nasıl davranabiliyorsun. Bayan Howard'ın Bay Creswell'in ve bayan Brooke'un yüzüne nasıl bakıcaz birde arkadaşınla aranı açmışsın. Noluyor sana Karl? sana Ice'dan uzak durmanı söyledim Champell'e gelir gelmez ilk işin kollarına koşmak olmuş, ya Kacey o kızın bize emanet edildiğini ne çabuk unuttun. Sana emanet edilene ihanet ediyorsun. O kızın anneside babasıda iyi insanlardı Kacey'in sana onların emaneti olduğunu senin onu koruman gerektiğini zarar gelmemesi gerektiğini söyledim ama beni hiç dinlemiyordun anlaşılan... Ice'dan uzak durucaksın bir gün seninde ölünü bulup bana getirmesini istemiyorum anlıyormusun beni "

Babası Rans sözünü burada bitirince annesi ölüm kelimesiyle hızla nefesini tutmuştu birden onun ağlamaklı olduğunu ve haç çıkarttığını hissetti ama babası hiç susmaksızın yargılamaya devam ediyordu.Yüzü sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Karl'ın yüzüde tam aksine bembeyaz kesilmişti duyduğu sözler ona biraz ağır gelmişti ama belli etmemeye çalıştı. Konuşmaya başladı konuşurken sesinin sertliğinin farkında değildi onunki asi bir yakarıştı.

"Tabi ya beni yetiştirirken nerede hata yapmışmışsın sen ne zaman yanımdaydınki kalkıp beni bu şekilde yargılıyorsun senin macera tutkun yüzünden başıma gelmeyen kalmadı bir ay komada yattım o pramitlerin altında ölüp gitseydim belkide sevinirdin değilmi aslında başıma gelenlerin çoğunun sebebi sensin. Ne zaman yaptığım bir şey yüzünden beni tebrik ettin hep eleştirdin hep eleştirdin.Senin yüzünden Kacey'e kendimi anlatamadım hep aramıza girdin.Beni yanında o bitmek bilmeyen iş tutkun yüzünden götürüyor olmasaydın belkide ben şu an sevdiğim kızdan özür dilemek zorunda kalıyor olmazdım. Ice'a gelince ondan hiçbir zaman uzaklaşmıycam işlenen cinayetlerde onun bir suçu yok ve o Christian'ın ölümününde sebebi değil bulması veya önüne gelmesi sadece şanssızlığı ve benim ölümümün sebebi anca sen olabilirsin bir başkası değil" kapıyı çekip hızla dışarı çıktı arabasına binip evden uzaklaştı. Sinirleri felaket derecede bozulmuştu.
Direksiyonu tutan elleri titremeye başlamıştı. Kacey'in yanına gidicek özür diliycekti ama önce Aaron'u almalıydı şimdilerde tek yakın ve kadim dostu Aaron olmuştu sinirli halini düzeltebilecek bir tek o vardı.

Bara geldiklerinde hava iyice kararmıştı sonunda Aaronla konuşmuş ve sinirleri biraz olsun sakinleşmişti.Onun neşeli yüzüne bakınca kendisini iyi hissediyordu. "Hem üstelik Kacey'in hamile hamile barda ne işi var ne yapmaya çalışıyor anlamıyorum çıldırmış olmalı"dedi fikrini belirtip Aaron'un tepkisini bekliyordu ama o sadece sakince kendisine bakmakla yetinmişti. Arabadan inip Aaronunda inip kapıyı kapamasını bekledikten sonra kapıdaki görevlileri geçip içeri girdiler gözüne ilk Kacey takılmıştı.Arabanın anahtarını Aarona verip " Barda biraz takıl Kacey'le konuşmam gerek seni çağırırım"ded gülümsedi ve Aarondan uzaklaşıp Kacey'e yaklaştı. Demin yanından uzaklaşan Venus'ün arkasından garip garip baktı yolunda gitmeyen birşeyler vardı. Kacey'in yanına iyice yaklaşıp ayakta durup ilk önce dikkatlice süzdü sonra tok bir sesle "Kacey?" dedi elindeki birşeye dikkatlice bakıyordu geldiğini farketmemişti. Ice neredeydi acaba? Yoksa Kacey öğrenmişmiydi?
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:51 pm tarafından Kybelle
Aaron Benjamin Baxter

Crimson

Uzun zamandır yatakhanede kalıyordum ,şansa bakki Joakime o pek muhterem saygı değer dayısı Victor bir ev tutmuştu ehh! Joakimin sevgili biricik arkadaşları olarakta onun yanında kalmayı hak edebiliyorduk.Ondan nefret ediyordum beni bırakıp gitmişti,terketmişti. Babasız büyüyen bir çocuğun acısını anlayamazdı nereden bilebilecekti. Annemi kullanmış ertesi gün terkedip gitmişti. Bana ufak bir çocukken kendi öz babam olmayan sadece büyük baba demek istediğim ama baba dedirtilmekte zorlandığım insana yakınlık kurmamı bekliyorlardı kendi öz annem Melinda bile ,ona bile doya doya anne diyemiyordum. Nasıl yakınlık duyabilirdimki o adama ? şu an yüzü ihtiyarlıktan buruş buruş olmuş koca adam bana hiçbir zaman iyi davranmadı.Beni yanında çalıştırabileceği bir uşak olarak gördü her zaman. Çimlerini biçecek beceriksiz bir çocuk ,gelecek yaza çıkacak hasatını biçeçek bir işçi ,tarımdan elde edeceği geliri hesaplayacak bir muasebeci ve daha bir sürü benzeri kendime yakıştıramadığım iş sürüsü.
Yaptığım işlerden nefret ediyordum Candy hayatımda karşıma çıkan en büyük şanslardan biriydi. Onun o sevimli gülüşünü canayakınlığını hep arar olmuştum ilk aşkımdı o benim. Evden baba demek zorunda kaldığım büyükbabamın elinden kurtulmak için yapmadığım şey kalmıyordu,bir an önce bana verilen emirleri çares yerine getiriyor ve evden hızla uzaklaşıp Parkerların evine Candynin odasının baktığı tarafa camının önüne gidiyor yerdeki küçük çakıl taşlarını toplayıp o cama çıkana kadar cama fırlatıp onun duyabileceği ama ailesinin duyamayacağı sesler çıkartıp dikkatini çekmeye çalışıyordum. Uzun bir çabadan sonra o herzamanki gibi gülümseyen yüzüyle cama çıkıyordu.

Saçlarını masal kahramanı Rapunzelinkiler kadar uzun gür ve dalgalıydı camdan sarkıp bana bakarken saçları yüzüne esen rüzgarda dalgalanıyor beni hayranlık içerisinde bırakıyordu ilk önce konuşacak bir söz bulamıyor onun gülen gözlerle neden öyle baktığımı merak ediyormuş gibi çocuksu neşeli kahkahalarından birini atıp bana bakıp bir kaç saniye sonra yanıma geleceğini söylüyordu.

Onunla herseferinde böyleydik o camdan sevimli yüzünü uzatıp bana bakar ben herzamanki gibi güzelliğine nutkum tutulmuş bir süre bakardım oda sonunda bir ses çıkartmayınca yanıma gelmeye karar verirdi. İlk aşk böyle birşeydi Avustralyada yaşadığım en güzel anlar Candyle geçirdiğim anlardı. Fakat daha sonra onun benden uzaklaşmasına zamanla bozulmuştum çünkü araya giren bir gölge vardı artık benden eskisi kadar hoşlanmıyordu belkide hoşlanıyordu ama Joakimin gölgesi altında kalmıştım. Sürekli ondan bahsetmeye başlamıştı içimde oluşan kıskançlığı garip bir biçimde çabucak gizledim Joakim benim biricik ve en iyi anlaştığım kuzenimdi. Reneeyide çok seviyordum ama Joakim benim için ayrıydı onunla çocukluğumuzda yaptığımız muzurluk ve yaramazlıkları unutamıyordum sırf bu yüzden içimdeki kıskançlığı iyice derinlere gömmüş ve Candynin sürekli onun adını anmasını hayranlık belirtileri göstermesini unutmaya çalışmıştım. Artık iyi birer dosttuk her gün birbirine bakan evlerimizin biraz uzağındaki vadiye beraber el ele yavaşça çıkar güneşin batımını çimlerin yeni yeni açmış kır çiçeklerinin arasında oturarak izlerdik. Konuşmayıp doğanın sessizliğini rahatlığını verdiği huzurun tadını çıkartırdık ilk önce sonra güneş batımda yerine ayın parlak yüzü görününce yıldızların altına birlikte uzanıp birbirimize gün boyu yaşadıklarımızı anlatırdık. Ben ona gün boyunca yaşadığım sıkıntıları babamın bana yüklediği işlerin zorluğunu bir an önce onların elinden kurtulmak istediğimi söylerdim. Kendi sıkıntılarımla onuda sıkıyormuydum bilmiyordum ama onun herzamanki bakan anlayışlı bakışları yumuşak ses tonu içimdeki bütün şüpheleri silip götürürdü. Oda bana kendinden birşeyler anlatır gün boyu yaptıklarını şakaya vurup iyice komikleştirerek anlatır ve beni güldürürdü. O bitmek bilmeyen enerji dolu haraketleri ve el kol haraketleriyle yanlarında çalışan kahya benimde babam olan adamın sert tavırlarının taklidini yapıp birlikte kahkahalardan kıvranarak gülmemize sebep olurdu. Vadi bizim yalnız kalabildiğimiz tek yerdi. Gizlice buluşma yerimizdi.Ayaklarımızın ucundan uzanan yemyeşil bir alandı. Rüzgarın ,güneşin ve ayın yüzümüze umursamazca ve rahatça vurduğu içimizdeki sıkıntılarımızı attığımız yerdi. Candye olan aşkım bitmişmiydi zamanla ,yoksa onu hâlâ içimde saklıyormuydum bilmiyordum Amerikaya gelmeye karar verdiğimizde onun sevinçten çılgına dönmüş tavırlarını yine Joakime olan garip tutkusuna vurmuştum.Bir insan uzun zamandır görmediği sadece resimlerde gördüğü birine nasıl tutulabilirdi aklım almıyordu. Ben artık gözünden silinmiştim onun yerimi kuzenim almıştı. Bunu pek kaldıramasamda pek fazla belli etmemiştim . Bir kaç hafta sonra uçakla Champelle geldiğimizde onun direk kuzenimin kollarına atlayacağından emindim.Belki hayat benimde onun ellerinden alabileceğim onun kıskançlık duyacağı fakat bir ses çıkartamadığı bir kız çıkartabilirdi karşıma. Neyi? kimi? nasıl sevdiğimi umursamıyordum artık . Hayat doya doya yaşanınca güzeldi . Günlerimi eğlenerek geçiricem ve o kahrolası babamdan intikam alarak geçirecektim belkide karşısına çıkıp "merhaba baba" deyip bütün yaşamını altüst edebilirdim ama öncelikle onu rahatsız edecektim. Buna ilk isimsiz e-posta'mı göndererek başlamıştım. Bana ve yakın zamanda çabucak anlaştığım arkadaşım Leonardla ikimize ayrılmış oda geçer NoteBook'umu dizlerimin üzerine alıp mailimi göndermiştim.

"Merhaba sevgili babacığım uzun zamandır seni görmüyorum annemi terkedip gitmeni neye borçluyum acaba? ve senin yüzünden o kahrolası çiftlikte tıkılıp kalmamı? "

Parmaklarım büyük bir ustalıkla klavyenin üzerinde dolaşırken çevremde kimin olup olmadığına dikkat ediyordum. İlk günlerim böyle geçmişti. Champell'de işlenen cinayet beni rahatsız etmemişti ama daha sonra Reneenin ölümü içimde garip bir hüzün ve kuruntu bırakmıştı evet Joakim kadar düşkün değildim ona ama en az onun kadar seviyordum diğerlerinin ölüm haberleri beni onunki kadar etkilememişti. Aradan çok fazla zaman geçmemişti Joakimin nasıl olduğunu ne hissettiğini bilmiyordum ama yaşam benim için devam ediyordu. Bu konuda bencillik yapıp yapmadığımdan emin değildim ama olan olmuştu ve karalar bağlayarak onunla oturamazdım en azından bir süreliğine belki daha sonra Joakime fikirlerimi söyler ve onu teselli ederdim. Aradan geçen bir kaç gün sonunda bir akşam üzeri Karl eve gelmiş ve benimle birlikte Champell'in en gözde yeri olan Rock Bara gitmemizi söylemişti bana göre bir ortam değildi Rock bar, aslında ben hep R&B ve Hiphop tarzı müzikten hoşlanmış. Break dansçılarının içinde büyümüş biriydim ama yinede onunla beraber gidip güzel bir gün geçirip eğleneceğimden emindim.

Karl tam istediğim tipte kafa dengi bir adamdı.Uzun zamandır eğlenebileceğim bir dost arıyordum ve tam zamanında karşıma çıkmıştı onun Joakimle arasının açıldığını biliyordum ve tek sebebinin Ice denilen kız olduğunu söylemişti bana. Ama Karlın Ice denilen kızı sevdiğini sadece gerçek bir dost olarak gördüğünü aynı anda Kacey denilen kızada aşık olduğunuda öğrenmiştim Bu benim içimde bir merak uyandırmıştı. Kimdi acaba bu kız? Ice ... değişik bir adı vardı. Ya Kacey nasıl biriydi? Bu fakülteye daha önce neden gelmediğini merak etmeye başlamıştı burda herşey Avustralyada yaşandığından daha hızlı yaşanıyordu. Birbirlerini aldatan insanlar..Bozulan dostluklar.. Amigolar.Zümrütler. Basketbolcu şımarık gençler. Çılgın kulüp üyeleri. Bende artık şu çılgın kulüp üyelerinden biriydim artık orda Jamie denilen kızıl saçlı güzel bir kızla tanışmıştım . Garip biriydi çok fazla konuşuyordu ama bu hali hoşuna gitmişti her haraketiyle beni şaşkına çeviriyordu. Fakültede yeni gelen yakışıklı çocuk olarak anılmak bana zamanla elde ettiğim garip bir şımarıklık vermişti. Kolidorlardan geçerken gözler üzerine odaklanıyor bendeki dğeişik hava bütün öğrencilerin dikkatini çekiyordu.
"Yeni gelen çocuk şu işte. ımm! kimmiş ? yakışıklı çocukmuş. Kimin kuzeni? Joakimmi ? şu haylaz çocuk..." kızlar garip garip aralarında grup olmuş gülüşüp kıkırdaşmışlardı. Bense ellerimde bir yığın kitapla bana hedef olan gözlerden kurtulmaya çalışıyordum. Şu kızları bir türlü anlayamıyordum zaten, sürekli gurup halinde dolaşıp kıkırdaşıyorlardı.Muhabbet etmek zordu bende pek fazla umursamayıp benim için en önemli ders olan Edebiyat'a gidiyordum . Benim garip korkulu rüyam. Benim için en önemli derslerden biriydi bir tiyatro bölümü öğrencisi için oldukça zordu bu durum. Bay Creswell e yağ çekip yakınlaşmak onu pohpohlamak için herseferinde fırsat kolluyordum. Çok kurnazca bir davranıştı ama geleceğim benim için öneliydi ve kendim için yapmayacağım şey yoktu. Yoksa hayatım boyunca o küçük kasabaya mahkum yaşamak zorunda kalıcaktım.Yaşamımı Holywood gibi güzel bir yerde geçirmek varken. Hedeflerim büyük ve gösterişliydi. Edebiyat dersinden çıkıp koşturarak Hitabet dersine giderdi. Hitabet eğitimi veren profesörümüz bana herzamanki gibi hep kötü adam rollerini verirdi. Bir gün neden bana sürekli kötü adam rolü verdiğini sorduğumda bana bu rölü çok iyi yaptığımı söylemiş ve beni gün boyunca güldürmüştü. Sheakspeare'in yazıtlarında bile hep kötü adam olurdum. Ve herseferinde bana kulüse tiyatro salonuna girdiğimde "işte geleceğin kötü çocuğu geliyor "diyerek şaka yapar ve takılırdı.Günlerim peş peşe koşturmacalarla geçerken o gün Karlın kapıya dayanmasıyla onunla birlikte gitmeye karar vermiştim.


"sen arabada bekle ben üstümü değiştirip geliyorum" Hızlı adımlarla odaya geçti. Uzun kollu kapişonlu sweatshirt'ünü üzerine giyindi.Kot pantolonunu ve kadife pamuklu ceketinide üzerine geçirip sweatshirt'ünün kapişonunu üzerine çıkarttı. Nike marka yeni aldığı siyah ayakkabılarınıda ayağına giyinip bağcıklarını bağladı aynanın karşısına geçip saçlarını düzeltti. Saçlarının kızıl ışıltılarla anlına düşmesini kaşlarını örtmesini seviyordu. Herkez gibi onunda bir tarzı vardı ve kendi tarzından çok hoşnuttu bu kendini beğenmişlik değilde biraz kendinden emin bir havaydı. Spor giyinmeyi seviyordu ve hergittiği yere göre tarzına muhakkak bir soprumsu hava katardı bu klasik giyinmesini geerktiren yerler olsa bile.Odalarının hemen bitimndeki banyoya gidip üzerine biraz parfüm sıkıştırdı.O gün evde Leo'dan başka kimse yoktu herkez dışarı çıkmıştı. Leoya dışarı çıkacağını geç geleceğini söyleyip. Karlın yanına gitti . Arabasını çalıştırıp bara yaklaştıklarında onun sert tavırla.

"Hem üstelik Kacey'in hamile hamile barda ne işi var ne yapmaya çalışıyor anlamıyorum çıldırmış olmalı" demişti Benjy ise sakin bir tavırla " onu asla aldatmayacaktın öğrenmişse canına okuyacaktır senin ,neyse ne önemi varki seni seviyorsa nasıl olsa affeder " demiş ve konuyu kapatmıştı. Kızın henüz birşeyden haberi yoktu ama öğrenmişde olabilirdi.Bara girip güvenlik görevlilerini geçtiler.Karl arabasının anahtarını verip bir kıza doğru ilerlemeye başladı. Sarışın bir kızdı Kacey dediği bu olmalıydı pek umursamadı omuzlarını silkip Karlın kendisine gösterdiği yere yüksek ayaklı taburelerden oluşan barmenin olduğu yere geldi boş yerlerden birine oturdu. Linkin Parkın Don't Stay adlı parçası çalıyordu. Dikkat kesilip şarkının sözlerini dinledi ilk önce.
"Don't stay Forget our memories" hızlı bir şekilde çalmaya devam ediyordu parça bir yerde takılı kalmıştı Aaron "Sometimes I'm in disbelief I didn't know - bilmediğim bir inanmayış içindeyim" sanki bu sözler kendini anlatıyordu. Yüzü bakışları sertleşmişti. İnanmayış içindeydi evet ne kadarda güzel yazılmıştı sözler.Oturduğu sandalyeyi döndürüp barmenden büyük bir kadehte bira istedi. Oturup Karl'ı seyretmek eğlenceli olucaktı. Asılan yüzü aniden sırıtma dolu bir ifadeye dönüştü içki bardağını parmaklarının arasında kavrayıp tekrar Karl ve şu Kacey denilen kızdan tarafa döndü. Kızın ne tepki vereceğini merak ediyordu. Bir film izliyormuş gibi rahat bir pozisyon aldı kollunun dirseklerini arkasındaki barın sert yüzeyine dayadı. Ice denilen kızıda merak etmişti bara gelicekmiydi aaba. Hem gelse bile anlamazdı çünkü nasıl bir görünümü olduğunu bilmiyordu. Müziğin ritmine takılarak birasını yudumlamaya başladı kızıl karışımı sarı saçları sürekli değişen ışık tonlarıyla tezat oluşturuyordu.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:52 pm tarafından Kybelle
Ice Rain Cresswell

Hala hatırlıyordum o gün ne hissettiğimi. O günlerde nasıl hissettiğimi ve nasıl öldüğümü. Geçen her dakikanın, akan zamanın beni nasıl tükettiğini… Basit ve klişeleşmiş bir örnek olacaktı ama tıpkı bir sigara gibi. Oysaki her şey şaşılacak kadar mükemmeldi, destansıydı, masalsı bir yaşama tekrar sahip olabilme şansını yakalamıştım. Çocukluğumdan beri görmediğim güzel, masum rüyalarımdan birine dalmıştım yeniden. Her nasılsa her defasında birileri kirletmeyi başarıyordu. Bu sefer de o yaptı. Çocuktum ya ben elimde balonlar… Uçup gitti havaya benden çok uzaklara, yakalayamadım. Aşamayacağım kadar büyük bir engeldi önümde. Ya da ben fark edemedim iğneydi o. Mutluluk balonundan uzak tutmam gereken bir iğne…

Garip aslında bana her şeyi veren o olduğu gibi, geri alan da oydu. Elime yalanlardan bozma bir hayal verdi, mutlu etti ve sonra onu geri alıp beni ağlattı. Şimdi daha fazla kırık vardı kalbimde. Doğrusu bir kalbim var mı, onu bile bilmiyordum. İnsanlar kalbi olmadan da yaşayabiliyormuş. Hani imkânsızdı? Ve yine gariptir ki insanların sadece fiziksel olarak ölmediğini de öğrendim. Bilmediğim ne çok şey vardı. Ne durumda olduğumu ve nasıl hissettiğimi bilip bilmediğim bunlardan sadece bir tanesiydi. Hoş, artık bildiğine adım gibi emindim.

Hala aynı heyecanı hissediyordum: Hani telefon açık kaldığı zaman ekran koruyucusu –tıpkı pcde olduğu gibi- devreye girer de birden ışık yanar ya… “Acaba ondan msj mı geldi?” diye irkilirdim her defasında ve heyecanlanırdım. Ama hiçbir zaman posta kutumda ona dair bir şey – eski msjlarından başka- bulamadım ama hep heyecanlandım. Arghhh!! Ne çok ölmek istedim – alışkanlık yapmıştı abi- her şeyin bitmesini ne çok istedim, defolup gitmeyi şu yalan dünyadan. Ya da zamanı geri alıp silmek istedim her şeyi, onu hiç tanımamayı. Hangisi mümkündü ki? Aslında cevap çok basitti. Daha birkaç saat önce engellenmişti ölümün ardındaki siyah kapıyı açmam. Hâlbuki elim kapı koluna ulaşmıştı, kapıyı aralamıştım ve ramak kalmıştı simsiyah kapının ardında ne olduğunu öğrenmeme. Ölümün ne demek olduğunu öğrenmeme… Yine de bugün bu soruyu Karl’a sormaktan kendimi alamamıştım.

“Zaman hapishanesinden kaçmanın bir yolu yok mu Karl?”

Cevap yine basitti: Hayır! Aksi takdirde o günden bugüne kadar yaşadığım hiçbir şey beni bu duruma getiremeyecekti. Hayat suya yazılan bir yazıdan ibaret olacaktı veya bir söz misali uçup gidecekti yaşanan iyi ya da kötü her şeyle. Hatıralar mı? Sil baştan yaşanan bir hayattan geriye ne kalabilirdi ki? Yine de devam ettim can yakacak soruları sormaya.
“Zaman kavramını saf dışı edip zamansızlık içinde sürdürsek ya bu oyunu… Geçmiş –şimdi – gelecek… Bu üç kavram olmasaydı, sadece < şu an > olsaydı ne olurdu?”

Hiçbir sorumun cevabı zor değildi. Aslında hepsinin cevabını biliyordum da. Ama bilerek üstüne gidiyordum Karl’ın, onun da tıpkı Joakim gibi olduğu tezimi destekleyecek bir şeyler yakalamak için. Aksi takdirde o an benim yanımda yatıyor olmazdı değil mi?

Karl… Güven… İnanç… Teselli… Dayanma… Korunma… Güvence… Kelimeler… Hepsinin başka bir dünyada anlamı olabileceğini söylemiştim ya! O dünyaya ait olabileceğini düşündüğüm, bütün bu sıfatları barındıran kusursuz insan… Ama dudaklarıma yansıyan alaycı gülümsememi gizlemem kaçınılmaz olmuştu o günden sonra. Değildi, değil mi? Ben sadece Karl’a taşıyabileceğinden fazla yük yüklemiştim. Huyum kurusun!!
Karl gözyaşlarımı elleriyle silerken bakmıştım ona soran gözlerle. Onun bu konuda söyleyecek bir şeyi olmadığı belliydi ve bunu itiraf edemeyecek kadar da gururluydu. Ne de olsa benim gözümdeki kusursuz erkek profiline sahip olan tek kişi olduğunun bilincindeydi. Bunu yıkmamaya kararlı olması ve susup bocalayan bir insan”mış” gibi davranması ne kadar da zavallıca gözükmüştü bana. Sıkılmıştım herkesin bana -mış gibi davranmasından. Beni sevmeyen ama yüzüme gülen insanların, Joakim’in, annemin- babamın, kardeşim Stefan’ın ve şimdi de Karl’ın ki bu beni daha da fazla kızdırmıştı o an. Cevap alamayınca sorduğum soruyu yinelemiştim: En güçlü aşk… Paylaşılmayan aşk mıdır?

"İnsan birine acı çektirdiğinde en çok kendisini hırpalıyor Ice. Kimse bunun farkında değil henüz, o bile... Ve aşk sadece paylaşılınca güzeldir."

Gülümsedim hafifçe, o an onun hakkında düşündüklerim için utanmıştım. Asıl zavallı olan bendim kendimi bu kadar kaybettiğim için. Kendimi kaybetmekten kastım Karlla yatmam değilş Joakim’i kazanmaya çalışırken onun gözündeki değerimi daha da düşürmemdi. Ve kendime yapmış olduğum büyük saygısızlık… Karl konusuna gelince… O beni incitmekten korkuyordu ki onun kelimeleri özenerek seçtiğini biliyordum. Bense onun sessizliğinden ürkmüştüm. Fırtınalar öncesinde hep sessizlik olurdu. Daha da çok korktuğum ise zaten cevaplarını bildiğim sorularımı desteklemesiydi. Ama yapmadı. Belki de içinde olduğum durumun farkındaydı.

Bir kez intihar etmiştim ve devamı gelecekti. Küçük bir söz, küçük bir film karesi buna neden olmaya hazır bekliyordu. Yaşamaya devam edebileceğime de inanıyordum aynı zamanda, henüz veda etmenin zamanı değildi. Herkesin bir son kullanma tarihi var ya benimki henüz dolmamıştı. Yaşamam gereken birkaç şey daha olduğunu düşünüyordum. Ellerimden kaçan şeylerin, özellikle aşkın, bu saatten sonra anlamı yoktu zaten. Aramayı çoktan bırakmıştım aşkı, o gün Joakim’e isyan etmeden çok önce. Aksi takdirde Karl’ın yanında yatıyor olmayacaktım. Karl’ı seviyordum, aramızdaki ilişkinin ne kadar garip olduğunun farkındaydım ama bizi bu kadar yakınlaştıran olaylar silsilesi çok sıradandı. Hayatımda başka bir yeri olmasını hiçbir zaman istememiştim. İstemeyecektim de. Ne de olsa sadece ve sadece ince hamurumuzun gereğini yerine getirdiğimizi hiçbir zaman unutmamıştım.

“Hayat beni daha önce karşına çıkarsaydı yine aynı şey olacaktı Karl. Kaderimizi yaşıyıoruz ve ince hamurumuzun gereğini yerine getiriyoruz. Bizi yakınlaştıran şeyi unutma. Hayat bizi tam zamanında karşılaştırdı ve asla senden uzak kalamayacağımı da biliyorsun. Bu nedenle hayat devam edecek, biz de yaşamaya… Bugünü unutmadan hiç yaşanma”mış” gibi davranarak. Beni seviyorsun ama Kacey’e âşıksın, biliyorum”

Sır olarak kalmalıydı her şey ama kalmayacaktı. Bunu tahmin etmek çok da zor değildi, aslında hep biliyordum. Mutlaka birileri söyleyecekti, onların çadıra girdiğini gören insanlardan birçoğu belki de. Ama önemi yoktu şimdilik. Bedelini nasıl olsa ödeyecektim. Küçük bir zaman dilimi arasında değişen duygular: Pişmanlık!! Pişmanlığı kesinlikle Karlla yatması değildi. Aksine paylaştıkları şeyin anlamı çok basit bir zevk alma olayından çok daha fazlaydı. Gerçek şuydu ki Karl da benim gibi “AŞK” denilen kavramı sadece hissedebilmişti, yaşayamamıştı ya da yarım kalmıştı hep. Ve bugün bunun tek sebebi olarak kendimi görmem pek de yanlış olmayacaktı. Galiba bencillik yapıyorduk ikimiz de. Bu nedenle her şeyi hak ettiğimi düşündüm. Kâbusları, korkuları, terk edilmeyi ve yalnız kalmayı… Unutmalıydım ama ne yazık ki unutamıyordum.

Karl üstünü giyinirken bana bir kez daha bakmıştı. Hala aynı endişeli bakışları taşıyordu: Acaba bu olay bir sır olarak kalabilecek miydi? Çadırdan üzerimde Karl’ın elbiseleriyle çıkarken tüm bakışları üzerimizde hissedince bunun mümkün olmadığını daha iyi anlamıştım. Ama neden herkesin sadece Karl’a kınar bir şekilde baktıklarını anlayamamıştım. Belki de Karl gibi bağımlı olduğum biri olmadığı içindi. Özgür olmanın tadını mı çıkarıyordum yoksa acısını mı çekiyordum, bilmiyordum. Ya da ben mi üzerime alınmamıştım bakışları, yine bilmiyordum. Bilmek istediğim daha önemli şeyler vardı zaten: Joakim neredeydi? Küçük bir umutla beklemiştim, belki masallardaki gibi bir hayat yaşamaya devam ederdim küçüklüğümde olduğu gibi. Belki Joakim neden telaşlı olduklarını – dejavu yaşıyordum- bilmediğim kalabalığın arasından gelir ve beni alıp götürürdü. Ama yapmadı, bana doğru gelen tek kişi bir felaketin habercisiydi.

------------------

Ellerimin arasındaki çerçeveye bakarken gözlerimden yaşlar süzülüyordu yine. Ne zaman eskiye dair bir şeyler yakalasam melankoli nöbetlerim başlardı. Yaşamımın –nasıl-ını sorgulamaya hiç cesaretim olmadı. Bugün de yoktu! Parmaklarımı küçük fotoğraf karesinde yer alan insanların üzerinde gezdirmeye başladım. Her birinin üzerinde: Özellikle de Joakim’in. Karl ve Joakim omuz omuza vermiş en önde duruyorlardı. Onların arkasında da biz- ben, Nia, Renee ve Kacey- vardık. Hepimizin yüzünde kocaman gülümseme olduğu bir mutluluk tablosu… Neye içten olduğuna dair en ufak fikrim yoktu. Daha sonra ise ona dair hiçbir şey hatırlamadığımı fark ettim. Garipti; anılar sahipleriyle yaşıyordu, onların yitmesiyle işlevlerini de yitirdiklerini yeni yeni anımsıyordum. Yadsınamaz ama isyan edilemez bir haksızlıktı bu. Ona dair hatırladığım tek şeyin doğum günü partimde gelen paketin içindeki kesik kafası olması çok büyük haksızlıktı. Hah, bir de geceleri zihnimin dinlenmesine izin verdiğim zamanlarda aklımın korunmasız kalıp da Christian’ın hayalini görmekten kendimi alamadığım kâbuslargüldüğümüzü hala çok iyi hatırlıyorum, üzerinden çok uzun süre geçse de. John’un hepimizi kareye sığdırabilmek için geriye doğru giderken taşa takılıp düşmesine ve bunun üzerine patlattığı espriye gülerken gerçekten de mutluyduk. Ne de olsa o zamanlar hayatımı renklendiren bir Joakim (!) vardı.

Sıra sıra her bir fotoğraf karesine baktım. Mutluluğumun yüzüme yansıdığı her bir kareye… Hepsinde de şu bir daha yaşanmayacak güzel anıların izleri vardı. Biri hariç: Christian’ın bana sıkıca sarıldığı fotoğraf. Gülümsememin neden bu kadar.

Bugün de onlardan birini yaşamıştım. Bir süre karanlığın evin içine sızıp melek tüyü gibi odamın uçuk duvarlarına konmasını seyrettim. Her gün, herhangi bir saatte mutlaka uğramadan gitmeyen melankoli nöbetlerimden bitkin düşüp kendimi uykunun güvenli (!) ellerine bırakmıştım. Çok geçmemişti, gözlerimi korkuyla açtım. Makarasından kurtulan hızlı bir film gibi çığırından çıkmıştı yine görüntüler. Odam, her zamankinin aksine, fazlasıyla soğuktu. Nefesim kuş tüyleri gibi beyaz bulutlar oluşturuyordu ve korkuyordum. Yine mi o gelmişti? Kapının açılıp kapandığını duymamıştım. Zemin üzerinde ayak sesleri de duymamıştım. Tek duyduğum bir soluktu. Sanki bir iç çekiş gibi. Odam karanlıktı ama gölgeleri görmem mümkündü. Yine de bu yeni gölgeyi görene kadar biraz vakit geçti. Sanki benim bakışlarımı hissediyordu. Ben onu gördüğüm anda, o benim uyanık olduğumu anlamıştı. Bir adım ilerledi ve tekrar soluğunu duydum. Onun parlak mavi gözleriyle karşılaştığım anda gözlerimi sımsıkı yummuştum. Dua ediyordum, galiba (!), gitmesi için. Bir anda kulağıma çalınan bir şarkıyı mırıldanırken bulmuştum kendimi: Well since my baby left me, i found a new place to dwell, it’s down in the end of Lonly Street, at Heartbreak Hotel…

Karanlığa karışan silüetle birlikte ses de uzaklaşmıştı. Nerede duymuştum bu şarkıyı, kimden, ne zaman? Hatırlayamıyordum. Kendimi çok zorlasam da başaramamıştım. O an, yine fark etmiştim rahatsız edici gerçeği: Anılar yitip giderler. Yataktan kalktım isteksizce. Son zamanlarda hiçbir şeye isteğim yoktu. Hala soğuk olan odanın içinde gezinmeye başladım bir pencereden bir pencereye. Parlak pencerelerde kendi aksimi seyrettim. Tahammül etmeye; alışmaya çalışıyordum bazı şeylere. Peki beyaz ve zayıf bir surat aniden pencereye dayanıp baksa ne olurdu? Ne hissederdim? Siyah bir delik. Öyle hissedecektim. Öyle hissettim. Bir çığlıkla birlikte.

Herşeyden korkuyordum artık. Evde daha fazla kalmak cesaretini kendimde bulamadım. Kalabalıktan hiç hoşlanmayan ben, kalabalık bir yere gitmeye karar verdim. Bunun için en uygun yer Rock Bar olacaktı. Biraz kafa dağıtabilirdim. İçki, müzk ve insanlar... Üzerime ince askılı, göğüs dekolteli mor elbisemi giyindim. Göğüslerimin hemen altından bollaşıp popoma kadar iniyordu. Siyah dar pantolonum ve ince topuklu ayakkabılarımla tamamladım kıyafetimi. Christian'ın hediye ettiği kolyeyi takıp - gögüs boşluğuna kadar iniyordu- saçlarımı aşağıdan dağınık bir şekilde topladım. Gösterişli görüntümü tamamlayacak tek şey makyajım olacaktı ama makyaj yapmaya gerek duymadım. Bir an önce bu evden uzaklaşmak o anda istediğim tek şeydi.

Aşağıya inerken fark etmiştim, ne annem ne de babam evdeydi. Nerde olduklarına kafa yormak can sıkıcı bir hal almaya başlamıştı artık. Önemsemedim. Bahçeyi geçip, kapıya çıktığımda çağırmış olduğum taksinin çoktan gelmiş olduğunu gördüm. Beni bekliyordu. Gideceğim yeri söyledikten sonra tek kelime etmeden, sessizce oturup yanımda hızla kayan yolu seyrettim. Ianla karşılaşana kadar. Pek de nazik olmayan bir dünyada nazik olmayan bir şovalye gibiydi ama onu seviyordum. Aramızda her zaman güçlü bir bağ olmuştu. Karldan tek farkı sürekli yanımda olmamasıydı. Ya da başkaları öyle düşünüyordu. Anlayamıyorlardı, birbirimiz için ne ifade ettiğimizi hiç anlayamayacaklardı.

Karanlığa karışan silüetle birlikte ses de uzaklaşmıştı. Nerede duymuştum bu şarkıyı, kimden, ne zaman? Hatırlayamıyordum. Kendimi çok zorlasam da başaramamıştım. O an, yine fark etmiştim rahatsız edici gerçeği: Anılar yitip giderler. Yataktan kalktım isteksizce. Son zamanlarda hiçbir şeye isteğim yoktu. Hala soğuk olan odanın içinde gezinmeye başladım bir pencereden bir pencereye. Parlak pencerelerde kendi aksimi seyrettim. Tahammül etmeye; alışmaya çalışıyordum bazı şeylere. Peki beyaz ve zayıf bir surat aniden pencereye dayanıp baksa ne olurdu? Ne hissederdim? Siyah bir delik. Öyle hissedecektim. Öyle hissettim. Bir çığlıkla birlikte.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:52 pm tarafından Kybelle
Ice Lexy Cresswell devamı

Herşeyden korkuyordum artık. Evde daha fazla kalmak cesaretini kendimde bulamadım. Kalabalıktan hiç hoşlanmayan ben, kalabalık bir yere gitmeye karar verdim. Bunun için en uygun yer Rock Bar olacaktı. Biraz kafa dağıtabilirdim. İçki, müzk ve insanlar... Üzerime ince askılı, göğüs dekolteli mor elbisemi giyindim. Göğüslerimin hemen altından bollaşıp popoma kadar iniyordu. Siyah dar pantolonum ve ince topuklu ayakkabılarımla tamamladım kıyafetimi. Christian'ın hediye ettiği kolyeyi takıp - gögüs boşluğuna kadar iniyordu- saçlarımı aşağıdan dağınık bir şekilde topladım. Gösterişli görüntümü tamamlayacak tek şey makyajım olacaktı ama makyaj yapmaya gerek duymadım. Bir an önce bu evden uzaklaşmak o anda istediğim tek şeydi.

Aşağıya inerken fark etmiştim, ne annem ne de babam evdeydi. Nerde olduklarına kafa yormak can sıkıcı bir hal almaya başlamıştı artık. Önemsemedim. Bahçeyi geçip, kapıya çıktığımda çağırmış olduğum taksinin çoktan gelmiş olduğunu gördüm. Beni bekliyordu. Gideceğim yeri söyledikten sonra tek kelime etmeden, sessizce oturup yanımda hızla kayan yolu seyrettim. Ianla karşılaşana kadar. Pek de nazik olmayan bir dünyada nazik olmayan bir şovalye gibiydi ama onu seviyordum. Aramızda her zaman güçlü bir bağ olmuştu. Karldan tek farkı sürekli yanımda olmamasıydı. Ya da başkaları öyle düşünüyordu. Anlayamıyorlardı, birbirimiz için ne ifade ettiğimizi hiç anlayamayacaklardı.

Bana sıkıca sarıldığında yaşlar gözlerimden sicim gibi inmeye başlamıştı. O gözlerimdeki yaşları silerken mırıldandım: "Rahatsız edici gerçekler ve korkunç rüyalar arasında gidip geliyorum Ian." Beni teselli etmek adına söylediklerinin bir kelimesini bile anlamıyordum. Tek fark ettiğim şey benim yanımda olduğunu belirtmek istermiş gibi beni sıkıca saran kollarının varlığıydı. Bar kapısından sarmaş dolaş girdik. Başımı kaldırıp etrafıma bakındığımda gözüme çarpan ilk kişi Karl olmuştu. Kacey'nin hemen yanında duruyordu. Yanlarına gitmeli miydim? Gitmezsem aramızda bir şeyler geçtiğini anlarlar mıydı acaba? Hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam etmeye karar vermiştik Karlla, bu durumda onun yanına gitmem yüzsüzlük olmayacaktı. En azından ben öyle düşünüyordum. Ian da.. Başıyla Karl'ı işaret edip beni ona doğru sürüklemeye başlamıştı ellerimden çekerek. Karl'ın gözlerini üzerimde hissettim ama tek kelime etmemişti. Kacey'nin bana selam vermesini zaten beklemiyordum. Zira birbirimizden hoşlanmazdık. Daha doğrusu Karldan dolayı olsa gerek, o benden hiç hoşlanmazdı. Ama Karl?

Sessizlik dondurucuydu. Ters giden bir şeyler olduğu kaçınılmaz bir gerçekti. Kacey Karlla olan küçük sırrımı öğrenmiş olmalıydı. Garipti, hala en ufacık pişmanlık duymuyordum içimde. Kendime layık gördüğüm binlerce aşağılayıcı sıfatlardan sonra bile. Olmalı mıydım ki? Düşünmek istemiyordum. Bir şeylerin beynimi kemirmesine bu sefer izin vermeyecektim. Umursamıyor gibi görünmeye çalışabilirdim ama gözlerim beni ele veriyordu. Bulutların her an boşanıp yağacakmış gibi durduğu o şeklinin gözlerime yansıdığı bakışlarımı bir başkasına çevirmiştim birden. Kaceyle Karl'a yakın olan ve daha önce hiç görmediğim bir yüze... Kızıl ışıltılarla süslenmiş gibi duran gözlerinin önüne kadar inen saçlarıyla ve spor tarzıyla kendini hemen belli eden bir yüze... Kendime bu çocuğun kim olabileceğine dair sorular yöneltirken, "Don't Stay Forget our Memories" şarkısının arasında Ian'ın yükselen sesini duydum.

" Her istediğini al ama bedelini öde."
Çocuktan gözlerimi ayırmadan Ian'ın sözlerini tamamladım.
"İspanyol atasözü: Tome lo que usted whant pero pagó sus derechos!"
Ve ben olabilecek herşeye hazırdım o gün. Babamın ihaneti hariç...
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:53 pm tarafından Kybelle
-End-
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:54 pm tarafından Kybelle
Çılgın Okul Kampta(Yellowstone Irmağı)

Anechka Cerés Désmarais

Wanna some trouble?
You can trust me, babe…

"Şimdi bir kâğıda yazıp zorla ezberlediğin cümlelerin bittiyse sıra bende canım" Bayan çokbilmiş karşınızda… Görünüşe göre kendisi bu konuda pek bir pratik yapmış diye geçirdi içinden. Bu kez arabaya iyice yaslanarak başıyla buyur dercesine bir referans yaptı. Bazen karşısındakinin sözleri değersiz de olsa dinlermiş gibi görünmek anlamsız cümlelerinin daha fazla sürmesini engellemenin tek yoludur. "Bunu nereden aldın sen Champell bildiğim kadarıyla zengin kesimin bulunduğu yer böyle ucuz basit şeyler fazla bulunmaz kasabadan falan mı geldin, bana sarf ettiğin cümlelerde basit bir köylü olduğunu gösteriyor canım " Kulağı kızda fakat gözleriyle uzaktaki kalabalığı süzüyordu. Nia ne kadar ileri gitmiş olabilirdi? Hem göz önünden kaybolan Tim yine ne haltlar yiyordu? Tüm konuşmalarını üstünkörü dinliyordu ama kendini, kızın AC’ yi küçük düşüreceğini uman konuşmaları karşısında, gülmekten alamadı. Köylü mü demişti? Anlaşılan yanlış kişiyle oynuyorum dedi. Bu kız hala kendini anaokulunda zannediyor. Yine de kızın umarsız çırpınışları izlemeye değerdi. “Kasabadan gelmeyi ve ya köylülüğü bir hakaret gibi yüzüme savurabiliyorsan, oralarda kötü hatıraların var demek canım… Çok mu canını yaktılar, Bir ara bana da anlat olur mu? Pek bilmem de öyle yerleri… Elbise mi de görmemiş olmana şaşırmadım doğrusu, kendisi özel tasarımdır, gerçi birçok taklidini yapmaya çalıştılar ama başarılı olamadılar…” Alenen dalga geçiyordu. Suratına şaşkın ve gayet masum bir ifade yerleştirerek söylemişti tüm bunları. "Malum bit ya da pire bulaşsın istemem" Karşıdan birbiri ardına gelen insanı sinirlendirmeye yönelik yersiz davranışları olgunlukla karşılıyordu. Ne de olsa böylelerini de hayata kazandırmak gerek… “Ah evet canım… O iğrenç yaratıklar hakkında çok şey duymuştum. Neyse ki hiç rastlamadım, şimdi çek şu elini de benim için kötü bir tecrübe olmasın.” Lacy… Basit oyunculuk numaraları bunlar yapma canım hiç gerek yok. AC durduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. Ortamın sıcaklığına rağmen yüzüne vuran keskin soğuk ruhunu okşuyordu adeta. Yüzündeki yarı ciddi yarı alaycı gülümsemesini hiç kaybetmiyordu suratından. Lacy ise tiksinmişçesine suratını buruşturarak elini silmekle meşguldü şimdi ama AC’ ye daha çok bozulmuş gibi geldi. Tabii bu da müthiş bir haz uyandırıyordu. Sırada ne vardı acaba?

"Nia’ ya gelince onun sevgilisini ayartmaya çalıştığımı nereden çıkardın Joakim’ in ayartılmaya ihtiyacı yok ki bunun dışında zümrütlerden Vivien’ le değil benimle gelirdi kaldı ki bu senin benim yanıma gelip bana sataşarak ne kadar salak olduğunu gösterir acıyorum doğrusu böyle boş bir kafaya nasıl sahip olabiliyorsun, hem senin daha önce sevgilin oldu mu acaba merak ediyorum seni beğenecek erkeğe acıyorum doğrusu ve elbet bir gün belki bir umutla karşına birisi çıkarsa belki gelirde ayartırım malum senle ben karşılaştırılınca bahsettiğin prestijin pek sönük kalıyor bizim topluluğumuzun prestijine gelince nasıl gireceksin takıma Renee senin gibi basit birini almaz takıma. Renee gibi becerikli yönetim kabiliyeti olan aynı zamanda güzelliğiyle öne çıkabilen birisi misin yoksa Kacey kadar mı güzelsin ve onun kadar zeki misin, hiç sanmıyorum bana sataşarak aptallığını ortaya koydun peki Nia gibi çekici misin Ice gibi masum görünüşünle mi çekiyorsun herkesi kendine, yoksa benim gibi asil bir görünüşün mü var ve hangimiz gibi dans edebiliyorsun söyle de alalım seni takıma.”

Yanılmamıştı genç kız, o kadar çok sinirlenmişti ki nefes almadan konuşuyor, ara ara da belli etmek korkusuyla yapmacık kahkahalar atıyordu. İnsan çaresiz olduğunda nereye saldıracağını şaşırıyor, duyguları karşısındakinin bedenine dişlerini geçirmeye çalışıyor sanki, onu öfkeden delirterek kontrolünü kaybetmeye doğru sürüklemek istiyor. Böylece kendi iç dünyasında efendi ilan edebiliyor aşağılık suretini. Bunu yapanların çoğu da umutsuz kişiler, köşeye sıkışmış. Ancak kendi dünyalarına hâkim olabilirler ama bunu bir türlü anlamaz kendilerini en iyisi zannederler. Bakınız: Egoistler. Lacy’ de geriye kalan tek yöne sapmıştı sonunda ama hesaba katmadığı bir şey vardı. Cerés… Onu henüz tanımıyordu ve yeri geldiğinde ne kadar ağırbaşlı ve sakin davranabileceğini kestiremiyordu. Onda büyük annesinin olgunluğu, annesinin özgür ruhu vardı. Dobraydı… Uzun süren sinir nöbetini izlemenin verdiği mağrurlukla bir an Lacy’ i süzdü, ardından eliyle zarifçe burnu dürterek içten içe güldü. Uykudan uyanmış gibiydi, sanki kızın tüm o aşağılayıcı laflarını duymamış gibi. Çünkü kim olsa sinirlenirdi ama yüzünde sinir ifadesinden çok memnuniyet vardı. “Sen?? Bana acıyor musun? Tanrım hemen kendime çeki düzen vermem lazım.” dedi suskunluğunu bozmuştu sonunda. “Beğenmedin ama o kâğıda yazıp ezberlemişsin dediğin sözler seni çok etkilemiş olacak ki bu kadar çok çırpınıp duruyorsun karşımda. Tamamen doğaçlamaydı canım onlar, teşekkür ederim bana sözlerimin gücü konusunda cesaret verdin.” Minnettar bir ifade takınmaya çalışarak kıza doğru eğildi, gözlerindeki öfkeyi yakından görmek o an en büyük zevk kaynağıydı. Bir anne edasıyla kızın konuşmanın başından beri düzeltip durduğu şapkasını biraz daha geriye doru itti. “Şimdi daha iyi oldu” derken samimi bir ifadeyle gülümsüyordu. “Sende da ne acıma duygusu varmış… Hayatın önüne sunduğu kötü anılardan olsa gerek bir ara paylaşmak istersen seni teselli edebilirim. Yalnız bir ortak yönümüzü fark ettim beni beğenenlere ben de acıyorum hayatım. Terk edilecekleri korkusu onları mahvediyor olmalı ama şimdi iki kat acımaya başladım benden sonra senin gibi birinin umutsuz ayartma çabalarına maruz kalacaklar. Asıl ben senin haline üzülüyorum, eh tabi insan aradığı tatmini bulamayınca başkalarına yöneliyor. Acınası.. Ne kadar çok acımak dedim, bulaşıcı olmalı.” Dudaklarını hafifçe bükerek kıza baktı. Ona da mı acıyordu ne? “Çok mu üzdüler canım seni? Çok mu kızdın? Bak bakayım bana… Yoksa ağlayacak mısın?” Böylesine üzerine gitmek çok hoşuna gidiyordu. Karşısındaki bir zümrüt veya babası olsa daha büyük haz duyamazdı. Oysa AC sadece biraz sohbet etmeye gelmiş, niyetini açıkça belirtmişti. Şimdi sussaydı da sonradan arkasından işler mi çevirseydi? Birileri gibi ayağını kaydırmaya mı çalışsaydı? Hiç AC stili değil. Bazıları buna dürüstlük diyebilirdi ama o buna kendine saygı diyordu. Hem çoğu zaman dürüst olmayacak kadar zekiydi. Ama insan kendini tamamen olduğu gibi ortaya koyarsa ve maçı alırsa işte o zaman galibiyet onundur. Lacy’ nin yanına gelirken aklında bu kadar alınganlık göstereceği tabii. Artık çok geçti, başladığı şeyi bitirmeli… Kendi hissettikleri veya düşündüklerinin Cerés’ in umurunda olduğunu mu sanıyordu bu kız? “Ne zamandan beri başkalarının yerine düşünmeye ve onların vereceği kararlardan bu derece emin olmaya başladın sen? Sana söyleyebileceğim tek şey beni henüz hiç tanımadığındır.” İnsanı korkutur derecede aniden ciddileşmişti. “Neler yapabileceğimi sana zaman içinde ispatlarım. Yalnız şimdiden söyleyeyim hayranlık gösterilerinden hiç hoşlanmam, kısa kesmeni rica ederim. Buraya konuşmaya gelmiştim ama senin benim zekâmı ölçecek kadar düzeyli biri olmaman tadımı kaçırdı doğrusu.” Gözlerini devirerek konuşmasına devam etti. Sakin ve anlaşılır konuştuğunu umuyordu, karşısındakinin anlayabilmesi açısından. “Bizim gibi demişken, senden eminim ama diğerlerini geçebileceğim konusunda bazı şüphelerim yok değil. O da henüz danslarına tanık olmadığımdan… Yoksa iki kurs bitirmiş eğitmen diploması almış birinin, acemi olarak birkaç figür sergileyenleri açık ara geride bırakacağını senin o sadece yaşamsal faaliyetlerini gerçekleştirebilmek için yeterli olan beynin bile algılayabilir umarım.”

"Sende Venus gibi aptal damgası yemeye layıksın canım belki şansın yaver giderde takıma alınırsan o zaman sana bir şeyler öğretebiliriz şimdi yanımdan gitsen iyi olur" Asil mi demişti biraz önce, merak etti AC acaba hangi asil bu denli argo sözcükler kullanıyordu. Kendisi hakkında söyleyecek bir şey bulamayıp asil etiketini uyduruvermişti kendine. Deminden beri süregelen basit basit yakarışları kendi aşağılık kompleksinin içler acısı boyutlara ulaştığını kanıtlıyordu. “Yapma Lacy… Bunlar çağresiz bir geç kızın son çırpınışları mı? Çok dokunaklı… Şimdi hangi karaktere bürüneceksin?” Neşesi tekrar yüzüne renk katıyordu. “İkrar ettim ama nedense anlamamakta ısrarlısın… Beni sakın başkasıyla bir tutmaya kalkma canım, kendi iyiliğin için. Sonra ummadığın şeyler yapabilirim.” dedikten sonra sağa sola doğru ritmik adımlarla yürümeye başladı. “Evet senden öğreneceğim çok şey olduğunu gösterdin bu gece. Ana başlıkları… Ders bir: En yakın arkadaşımın sevgilisi nasıl baştan çıkarılır? Ders iki: Tüm çalışmaları boşa giden kız nasıl ağlanır?” Bir yandan yürümeye devam ediyor bir yandan da parmaklarıyla sayarken kızın gözleri önünde sallıyordu. Hafif bir sıçrayışla durdu. “Eğlenceli olacak cidden… Merak etme vaktimi seninle daha fazla harcayacak değilim gideceğim elbet. Senin şu tatlı çocuğa bir de ben göz atayım olur mu?” Kaşının teki havada karşısındakine kavgaya tahrik edici bakışlar atıyordu. “Sen de fazla bekleme burada. Hava soğuk, üşütürsün. En kötü ihtimal arabaya gir olur mu? Senin kinin işi uzun gibi…” Arkasını dönerek uzaklaştı.

Birkaç adım sonra artık Lacy’ yi düşünmüyordu bile, aklı Tim’ de kalmıştı. Onu buraya sürüklemiş olmasına rağmen kafasına göre çekip gitmişti. Neyse ki AC’ nin sıkılmaya vakti olmamıştı henüz. Yeniydi belki, yabancıydı diğerlerine ama bu durumu lehine çevirmek yine kendi ellerindeydi. Kar taneleri simsiyah gökyüzüne biraz olsun aydınlık bir hava katıyordu. Yer ve göğün bu denli zıtlığı insanda garip duygular uyandırdığından olsa gerek Cerés buraya geldiği günden beri kendini ilk kez evinde hissetmişti. Soğuk havayı ciğerlerine doldurdu, soğuk elini boynunda gezdirdi. Bu hissi gerçekten seviyordu. Ağır adımlarla ilerledi demin kalkmış olduğu masaya. Pek kimse kalmamıştı. Tüm enerjisi yerine gelmişti. Alışılmış gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. “Ee? Bıraktık mı oyunu? Çok yazık daha bana sıra gelmemişti oysa..”
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:55 pm tarafından Kybelle
Vivien Lorelei Luxerina

Bir kilise, duvarlarında büyükçe resmedilmiş ıstırabın en büyük örnekleri, Meryem ana, başındaki hale çok net değil, ama göze batmaması mucize. Kucağında Hz. İsa,mucizeyle doğmuş, mucizelerle ölmüş. Tanrının verdiği görevi yaymak için daha çok zamanı var, ama o bir mucize. Çarmığa gerilmiş İsa, Tanrının oğlu, kilisenin tam arkasında, büyük bir figürü, insan baktıkça acı çekiyor. Kurtarışçımız, cennetin anahtarlarını bize veren peygamberimiz,. Dizlerinin üstüne çöküyor ve kafasını ondan utanırcasına eğiyor, ellerini birleştirip dua etmek için gözlerini kapıyor, her zaman ki bilindik istekler. Henüz çocuk olmasına rağmen onun istedikleri, oyuncak, makyaj malzemeleri veya kıyafet değil. İstediği daha iyi bir insan olması için, annesinden uzaklaşmak. Babasının yanında olması, çektiği acıların gelecekte yapacağı günahlardan dolayı olmaması klişeleşmiş dualarından Tanrının bıkmış olabileceğini düşündüğü için, her seferinde daha da artan çekingenlik.

Kulağına bazı sözler fısıldanıyor “ Nerede ve hangi halde olursan ol, bitkinde olsan, kaybetmişte olsan, vaatlerine sadık kalmamışta olsan, beni olduğun gibi sev ! Ben senin yaralı kalbinin sevgisini istiyorum. Mükemmel ve kusursuz olmayı beklersen, beni asla sevemeyeceksin! Her kum tanesinden bir serap yapamaz mıyım? parlayan, berrak, saf ve sevgi dolu ? Yoksa ben her şeye kadir olan Tanrı değil miyim? Yarattığım bütün varlıkları cennette bırakıyor ve senin o aciz sevgini tercih ediyorum. Sevgimin yöneticisi ben değil miyim? Çocuğum, bırak seni seveyim. Ben senin kalbini istiyorum. Tabii ki bir gün seni değiştireceğim, ama bugün seni olduğun gibi seviyorum ve senin de beni olduğun gibi sevmeni arzu ediyorum. Ruh’unun en derin ve karanlık yerlerindeki perişanlığının ve eksiklerinin, sevgi olarak yükseldiğini görmek istiyorum. Senin zayıf taraflarını ve tüm Perişan olanların da zayıf taraflarını seviyorum. Ve Perişan olanların, hiç durmadan. '' Mesih İsa seni seviyorum '' diye söylemelerini istiyorum, demiş İsa küçüğüm, o bizim yaratıcımız, kurtarıcımız, o bizim gibi basit bir varlığın sevgisini istiyorsa, o bizim duygularımızı önemsiyorsa, sevmeyi öğrenmeliyiz. Günahkârları, acizleri, yetimleri, hayvanları, o zaman tanrıya daha çok yaklaşırız, bizim sevgimizin büyüklüğü, kalbimizin büyüklüğü onun yanına götürür bizi, içimizdeki nefret, o bize yasak olan duygudur, bizi ancak kedere, ıstıraba ve acıya götürür. Her Pazar kiliseye geldiğinde, annenin elinden tutarken suratındaki o ifade, onu yok etmeni ister Mesih. Sevmeyi, sevilmeyi buyurmuştur bize. Şimdi söyle bana, Tanrıya olabildiğince yakın mı olmak istersin, yoksa onun öğretilerini görmemezlikten gelmeyi mi? “ sözlerinde olağan bir yumuşaklık ve huzur vardı rahibenin. Çok yaşlı sayılmazdı, ama sesi o kadar genç ve sığ geliyordu ki insanın kulağına. O yüzden, dua eden küçük kız onun verdiği hiçbir öğüdü unutmayacak, bu kilisenin ona kattıklarının asıl sebebi o olacaktı. Kafasını kaldıramıyordu bile utancından Vivien, utancından konuşamıyor önüne bakıyordu sadece. Rahibe ayağa kalktı ve boş kilisede dolaşmaya başladı. Ayak sesleri kesilinceye kadar Vivien hareket etmedi, onun gözlerine bakmaktan ve içindeki nefreti görmesinden korkuyordu çünkü. Küçücük yaşta içini kaplayan nefret, babasının ondan uzak neden olan kadına duyduğu nefret. Vazgeçmeliydi bunlardan, saf bir kalbe ihtiyacı vardı belki de. Eve gitmeli ve düşünmeliydi, belki de bu gece spice girls dinleyerek değil de doğruyu düşünerek uyumalıydı. Sesler uzun süredir yoktu, Vivien kalktı ve kilisenin kapısına kadar olabildiğince hızlı adımlarla yürüdü. Kadının sesi hala kulaklarında yankılanıyordu. Sevmeyi öğrenmeliydi, öğrenmesi gerekiyordu. Her zaman ki rotasını çevirip, dedesine gitmeye kadar verdi. Din sevgisini ona aşılayan insan, dünyada örnek alabildiği nadir insanlardan, başlayacak uzun bir konuşma için kendini hazırladı yol boyunca.

Bunları, Joakim elinden tutup da ormana götürürken düşünüyordu, Rahibenin tam tersine Joakimde öyle katıksız bir öfke vardı ki. Düşüncelerinin ne derece yanlış olduğunu belki oda bilmiyordu, ya da biliyordu. Joakimin elini fazlasıyla sert sıktığını fark edince yavaşladı, Joakimde ona ayak uydurmuştu. Elini Joakimin elinden kurtardı ve serbest kalan elini Joakimin yanağında dolaştırdı. Şu haliyle o kadar masumdu ki, “ Öç almak için tutuyorsan bu eli, Joakim.. “ Kafasını hafifçe eğdi, suratına bakıyordu, ama cevabı bekleyememişti. Bunun nedeni yanlarında biten şu şımarık genç kızdı, elini Joakimin yanağından çekti ve kıza döndü. Oyuncak mı demişti kendisi için, “ Hiç olmazsa kullanılmaktan canı çıkmış bir et parçası değilim, haklısın “ dedi, nasılda bir anda nefret dolabiliyordu insanın kalbi. Karşındaki beş para etmez bir sürtük olunca, aslında bu hiçte zor olmuyordu. Kızın çekip gitmesini fırsat bilerek ilerlemeye başladı, çatırdayan çalı seslerinden Joakimin de onu takip ettiğine kanaat getirmişti ki, belini saran el düşündüklerini kanıtlamıştı. Biraz yavaşlayarak Joakimin yanına gelmesini bekledi, Vivienin ince belini saran kalın kolları, içindeki nefreti götürmeye, endişeyi silmeye yetmişti bile. Uzun bir yürüyüşün ardından bir kayalığın orda Vivien yorulduğunu belirterek oturmayı teklif etti. Joakimde onaylamıştı bunu, iki büyük taş parçasına oturmuşlardı, aralarında fazla bir mesafe yoktu, Joakimin yere bıraktığı çantasını alarak fermuarını açtı, içinden şarabı çıkardı ve çantayı tekrar yere koydu. Şarabı açarken gözleri Joakimdeydi, şarabı açtıktan sonra büyük bir yudum aldı, şişeyi Joakime uzatırken düşündüklerini birer birer söylemeye kadar verdi. “ Orada yaptıkların, intikam için miydi? Bir insan sevgilisiyle ayrıldı diye, nasıl bu kadar gaddar olabilir. O gülüşlerinin lütfen bana sahte olduğunu söyle, yoksa gerçekten senin hakkındaki düşüncelerim diğer zümrütler gibi olacak. Nedenini hala tam olarak anlamasam da bir anda herkesin nefret ettiği tek kişi oldum. Hem Legendlerin zümrütler tarafından bu kadar nefret edilmesini neye borçluyuz, amigoların daha yetenekli ve paraya göre insanları değerlendirmediğimiz için bizden bu kadar nefret ettiklerini biliyoruz, ama ya Legendler amigo kızlarla yatabilmek için bizden nefret etmeniz filan mı gerekiyor? Yoksa şuan takım arkadaşların seni benim elimden kurtarmak için seni mi arıyor” Joakim elindeki şarabıyla öylece ona bakıyordu, Vivien kafasını salladı, bu düşüncelerden kurtulmak ama eskisi kadar kolay olmayacaktı. İnsanların gözünde basit bir insan olmayı kaldıramayacak şekilde büyümüştü, büyütülmüştü çünkü. İkna olması gerekiyordu, ama nedense ona göre imkânsıza yakındı, yine de içten içe Joakimin kendisini savunmasını, her şeyi yalanlamasını istiyordu. Ayağa kalkıp Joakimin yanına yaklaştı, çömeldi ve Joakime biraz daha yaklaştı, şimdi aralarındaki milimetrelerle ölçülüyordu, Joakimin savunmasındaydı ama şimdi sıra.
_________________
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:56 pm tarafından Kybelle
Georghe Igor Dragomir

Herşey Sahte Değilmiydi Zaten

Kamp ateşi yakılmıştı sonunda ,bütün ihtişamiyle masanın başında oturanların yüzlerine vuruyordu o gün ay hilale tamamlanmıştı gök yüzünün yarı aydınlık yarı kararmak üzere olan görüntüsüyle bütünlük oluşturuyordu uzakta belirip biten güneşin elveda derkenki parıltısı Nia'nın saçlarına vuruyordu. Demin Lacyi bırakırken içinde anlayamadığı bir hırs uyanmıştı kıskanmıştı, onu başka erkeklerin yanında dahi görmeye tahammül edemezken kendisi burda Nia'nın yanındaydı. Biliyordu onun kendisinden başkalarıyla ilgilenmekte çekinmediğini ve Igorda intikam almakta çekinmeyecekti 'birazda o izlesin' dedi Nia başını kendine yaslarken Lacy'nin olduğu tarafa baktı. Okulda yeni tanıdığı bir kızla konuşuyordu . Yoksa kavgamı ediyordu? birden gerildiğini hissetti yanına gitmelimiydi? 'Yapma Igor fazla titriyorsun üzerine bu kadar şımartma' dedi kendi kendine . Şimdiye kadar hiçbir kıza bu kadar derecede sahiplenmemişti. Onu Anghel'in yanında plajda gördüğü ilk andan beri böyleydi gözleri bir kaç saniyelik bir anda derin bir anıya dalmıştı.
Güneşin kavuruculuğu vücudunda bronz bir renk bırakmıştı, denizin dalgaları kabarmış sahilin sörfçüleri tadını çıkarıyorlardı bu büyük dalgaların ,Igor ise güne yeni uyanmanın verdiği mahmurlukla sahil kenarına kahvaltıdan önce inmeye karar vermişti . Dragomirler o yaz tatili Amerikada çocuklarının okudukları yerde yapmaya karar vermişlerdi. Büyük otellerden birinin suitinde kalan Dragomir çifti çocuklarıyla vakit geçirmek yerine odalarında pineklemeyi tercih ediyorlardı. Igora göre artık yaşlanmışlardı o yüzden naptıklarını pek umursamıyordu ama ikizi Anghel'i her gittiği yerde görmekten sıkılmıştı birde yetmiyormuş gibi aynı odada kalıyorlardı. Kaderin garip bir oyunuymuş gibi davranırdı Igor. Yine sahilde görmüştü onu işte, Igor sakin bir tavırla plaj havlusunu omuzuna atmış yanına ilerlemişti; fakat yanında bir kız vardı. Dikkatini nasılda çekmişti ilk anda ,Anghel hiçbir fırsatı kaçırmıyordu zaten yavaşça yanlarına yaklaşmıştı ikizi kendisini gördüğüne pek memnun olmamıştı ama Igor yüzünde ilginç bir gülümsemeyle kızın yanına yaklaşınca onun varlığını unutmuştu bile ,bir havlu üzerinde yatmış güneşin tadını çıkaran kız uzandığı yerde doğrulmuş ve konuşmaya başlamışlardı . Anghelin varlığını unutturmak herseferinde biraz daha zevkli oluyordu hep aynı şeyi yapardı zaten onun ilgilendiği kızları elinden teker teker almakta hiç tereddüt etmezdi. Adının Lacy olduğunu öğrenmişti saçlarının koyuluğu omuzlarında dalgalar halinde dağılışı gülüşü nasılda ilgisini çekmişti.
Şimdi ise kıskançlık yaptığı ve intikam almak için yanıp tutuştuğu kıza bakmayı kesmişti Nia'nın kendisine verdiği cevaplara odaklanmıştı dudaklarının arasından çıkan her kelime daha fazla ilgisini çekiyordu. "Dayak yiyeceğini sanmıyorum. Az önce onunla resmi olarak ayrıldık.” Nianın teninden gelen kokular cezbediciydi söylediği sözler üzerine yüzüne alaycı bir şekil geldi tavırları o kadar rahat ve esnektiki seçtiği cümlelerde hiç tereddüt etmiyordu . Gülerek konuşmaya başladı " Güzelim ayrılsan yada ayrılmamış olsaydın bile benim için pek farketmez senin gibi güzel kızlar her erkeğin dikkatini çeker" dedi sonra onun Lacy'den tarafa baktığını farketti hafifçe öksürerek "yalanmı?" dedi cümlesini vurgulamak istermiş gibi . Nia'nın Lacy'i kıskandırmak için kendisini kullandığının farkındaydı ama Igor bundan hiç rahatsız olmuyordu tam tersine garip bir zevk alıyordu iki kişi arasında yapılmış gizli bir anlaşma gibiydi.
”Emin ol bundan daha fazlasına cesaret edebilirim ve eğer o tatlı ve bu soğukta seni ısıtacak öpücüklerimden birini istiyorsan, önce hak etmelisin.Bana bira uzatabilir misin?Şunda olması lazımdı!” demişti kulağına fısıldadığı sözler ilgi çekiciydi "ah! tabi ya nasılda unuturum " dedi elinde bir şekerle küçük bir çocuğu kandırıyormuş gibi hissediyordu kendini hafifçe sırıttı arkasındaki çantaya döndü yavaşça iki bira şişesi çıkardı kapaklarını açıp masaya yerleştirdi . Sonra aynı çantadan bir tane bira bardağı çıkarttı Nia'nın içkisini bardağa boşalttı sakin bir şekilde eline alıp uzattı " güzel dudaklarının incinmesini istemeyiz değil mi?" dedi kendi bira şişesini havaya kaldırdı Niaya gösterir gibi şişesini hafifçe onun bardağına tokuşturdu "öpücüklerin baştan çıkarıcılığına" dedi yavaşça birasını yudumladı. Nia'yı sarhoş etmek zevkli olurdu doğrusu yüzünde kurnaz bir gülümseme parladı fakat bunu Nia'ya belli etmedi. Igor'un içkilerden sarhoş olmadığını kimse bilmiyordu ne kadar içerse içsin o hep en ayık kalan olurdu.
Birasını yudumlarken bir yandanda Nia'yı süzüyordu aklına birden bire Nadya gelmişti. Nia'ya bakınca ne gariptirki hep Nadya aklına geliyordu aralarında belirgin bir benzerlik vardı ama ne olduğunu çözebilmiş değildi. Aynı kanı taşıyan iki akrabanın belirgin özelliklerini taşıyorlardı sanki Ice'ın kuzeni olduğunu yeni öğrenmişti. "Acaba?" diye garip bir soru geçirdi içinden aklındaki şüpheleri dağıtmak için sorması gerekiyordu . " Nadya ile aranızda bir benzerlik yokmu ne biliyim boylarınız tavırlarınız? iki arkadaştan çok kardeşe benziyorsunuz, ikizimle çıktığını biliyorsun ondan merak ettim" dedi sanki aradaki garip tesedafün sebebini Nia'dan öğrenmek istiyordu. Bir an sustu ve dalgınlığın getirdiği sessizlikle derin bir nefes aldı elindeki içki şişesini umursamaz bir tavırla oturduğu yere dayadı soru dolu bakışlarla baktı Nia'ya sonra elini havada uğursuz bir sineği kovalıyormuş gibi sallayıp yüzünü ekşitti " Neyse saçmaladım boş ver" dedi ayağa kalktı " Koruluğa doğru biraz yürüyüşe çıkalımmı? ağaçlıkların bitiminde küçük bir şelale var eminim hoşuna gider " dedi bakışları Lacy'e kaymıştı yanına gitmek istiyordu ama aynı anda yanındaki kızla gidip ilgisini ona vermek istiyordu. Lacy yeteri kadar kızdırmıştı. Onun diğer erkeklerle yan yana iç içe olması arkadaşlarının ,kızın kendisini aldattığını sürekli kulağına gelmesinden nefret etmeye başlamıştı.
"Evet benimle geliyormusun?" dedi oturduğu yerden kalkması için Nia'ya elini uzattı bir elinede bira şişesini sıkıca tutuyordu. Yüzündeki masum ifadeyle Nia'ya baktı. Görünüşler her seferinde aldatıcı olmayabilirdi ama Igorda bu söz onu tanıdıktan iyice içine girdikten sonra ortaya çıkıyordu. Hayat kısa ve anlamsızdı arı ol her çiçeğe kon alabildiğin kadarını al ve yok ol. Hayat kısaydı evet tadını çıkartmak güzel oluyordu özellikle kimseye bağlanmadan hayatta kalabilmek daha zevkliydi . Neden bağlansındıki aşk diye birşey yoktu ,sevgiler sahte ve anlamsızdı.Herşey yüzeyselleşmiş bir kalıp içerisinde değilmiydi zaten peki Igor neden dünyanın kir tutmuş yüzüne rağmen saf kalabilsindiki herşeyde bir çıkar bir amaç ve bencillik yokmuydu. Önündeki zamanı iyi değerlendiriceksin, tadını çıkarabildiğin kadar çıkar anın, ama asla kapılmayacaksın hayatın akıp giden aldatıcı düzeyine.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:56 pm tarafından Kybelle
Ice Rain Cresswell

THE GOOD TIMES

St. Tropez, başka bir deyişle French Riviera ya da Cote D'Azur … Kimilerine göre ahlaksızlığım kol gezdiği bir günah şehri, kimilerine göre ise saflığın ve masumiyetin temsili… Ice için ise – o zamanlar- varlığına inandığı cennetin ta kendisiydi, inanç denilen kavrama hala sahipken. Belki de bunun nedeni insanlarla dolup taşan cıvıl cıvıl sokaklarının Ice'ın yalnız ruhuna iyi gelmesiydi ya da çok daha fazlası vardı. Hayatının ilklerinden birine tanık olduğu için bu kadar önemli bir yere sahipti Ice'da, kuşkusuz. Onu orda tanımıştı ardı arkası kesilmeyen, hayattan bezdirici olaylar silsilesinden bir tren aracılığıyla kaçmaya çalışırken. Kalkmasına ramak kalmışken koşup atlamıştı kalabalık trene. İnsanları iterek kompartmanda ilerlemeye başlamıştı, yer arıyordu kendine ki aklına gelmişti; Ice kalabalığı hiç sevmezdi. Öyleyse neden burdaydı??

Sorusu cevapsız kaldı, düşüncelere boğulmayı göze alamamıştı, oturacak yer bulmak daha hayati bir durum haline gelmişti onun için. Hiçbiri tanıdık olmayan birçok insanın yüzüne baktı, çekinmişti hayatında ilk defa. Bu insanların hangisinin yanına yaklaşabilirdi ki?? Devam etti kompartmanları dolaşmaya, gözüne bir boş yer daha çarptığında sonunda durmaya karar vermişti. Kendi yaşlarında olduğunu tahmin ettiği çocuğun yanına oturdu sorgusuzca. Çocuğun gözlerini üzerinde hissedince utanmıştı bir an: Acaba yanına oturmak için izin istemeli miydi??

"Şeyyy benn!!.."

Sustu, ilgisi başka bir şeye kaymıştı; hafif tombul, resmi bir üniforma giymiş bilet soran bir adama. "Tabi ya.. Ne sanmıştın ki?? Bedava olmasını mı?" diye kızdı bir an kendine. Yalnızlık kabusuyla başbaşa kaldığından beri çok dikkatsiz olmaya başlamıştı ve daha önce hiç trene binmemiş olması aptallığını örtecek bir bahane olamazdı. Ani bir kararla yerinden kalkıp kompartmanın sonuna doğru yürüdü. Hiç arkasına bakmadan... Saklanabileceği bir yer olmalıydı, aklını çalıştırmaya çalıştı. Gülümsedi kendi kendine, birazcık şansla bu durumdan kolaylıkla sıyrılabilecekti. Denemekte fayda olduğunu düşünmüştü ki kendini ilk bulduğu yere - tuvalete- attı. Bir süre bekledi etrafını inceleyerek. İlginçti! Kulağını kapıya dayadı, bir şeyler duymayı ümit ediyordu. Uzaklaşan ayak seslerini duyduktan sonra şansın ondan yana olduğunu anlayarak gönül rahatlığıyla kompartmana döndü. Çocuğun yanı hala boştu. Kararlı adımlar atarak çocuğun yanına döndü ve sordu:

"Oturabilir miyim?"

SOBER

Masalların büyülü dünyasından gerçek hayata inmenin bir yaşı vardı ve Ice bu gerçeği çok ağır bir bedel ödeyerek öğrenmişti. Büyükannesini ve kuzenlerini kaybederek... Daha da önemlisi ailesini... Yaşananların üzerine kalın bir perde inse de, çok uzak değildi sanki. Babannesi henüz ölmüştü ve Ice hala küçük bir çocuktu dünyanın masallardaki gibi olduğuna inanan. Yaşanan kargaşanın ortasında durup, herşeyin eskiye döneceği günü beklemişti çocuk sabrıyla. Ama o gün asla gelmemişti. Yaşadığı her gün biraz daha kavramaya başlamıştı kendi hikayesinin, ona anlatılan masallardaki gibi mutlu sonla bitmeyeceğini ve dünyanın masallardakinden çok farklı olduğunu. İlk defa o gün nefret dalga dalga yayılmıştı tüm vücuduna, sahte düşlerle oyalandığı için. Acı acı gülümsedi tıpkı o gün olduğu gibi. Sahip olduğu bütün tutkular bir kez daha uçup gitmişti ondan çok uzaklara.

" Vous avez choisi un mauvais endroit pour venir, Sea ! ! Si j'étais dans vos chaussures...De todos modos!!!" Gülümsedi, tekrar konuşmaya başladığında kendi dilini konuşuyordu. " Seni burda göreceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. Söylediklerime bakma! Yine de çok sevindim." Searlus'un yüzüne baktı dikkatle. Sarılmak istemişti ona, eskiden olduğu gibi sıkıca. Kendini güvende hissetmişti onunla birlikte olduğu o kısacık süre içerisinde. Belki bir yararı olurdu ya da bunun bir anlamı olur muydu bugün bilmiyordu. Güven, inanç, teselli, dayanma, güvenlik, korunma, kelimeler... Belki başka evrende bir anlamı vardı. Ama burda değil, Ice'ın dünyasında hiç değil!! Bir an kararsız kaldı, ne düşünürlerdi ki?? Ne cehennemse, kimin umrundaydı!! Searlus'a doğru bir adım atıp ona sarıldı sıkıca.

"Unutmadım, asla unutmayacağım."

Güzel yıllar... Su gibi akıp geçmişti damakta hoş bir tat bırakarak. Tik tak geçen zamanın bir önemi yoktu. Zira ilkler hiç bir zaman unutulmazdı. İlk bakış, aşk, ilk öpücük... Belki de Searlus'a bu kadar vermesinin tek nedeni buydu. Çocuk aklıya ilk aşkını (!) yaşaması...

- Üzgünüm Ice ama başka bir zaman ilgilenirsin onunla.
- Beni kendinle karıştırma. Hayatınla olan...
- Benimle geliyorsun!

Ice!! Geçmişten bugüne geri döndü o an. Beyninde nerden uçup geldiği bilinmeyen bir eşarp misali dolanan bölük pörçük kelimelerden dolayı Karl'a baktı şaşkınlıkla, ne için üzgün olduğunu anlayamamıştı ve neden Ice'ın elinden tutup onu çekiştirdiğini de... Arkasına dönüp Searlus'a - Birşeylerin yanlış gittiğine dair bir izlenim edinmişti Searlus'un yüz ifadesinden- baktı onbeş yaşındaki Ice'ın gözleriyle. "Üzgünüm!" dedi ama sadece dudakları kıpırdamıştı. Searlus'un onu anladığını ümit ederek Karl'ın olduğu yere döndü. Arabanın yanına gelmişlerdi bile. Karl ellerini bıraktı, elleri yavaşça iki yana düştü. Kendi bakışları Karlınkini yakaladı. Tanıştıkları ilk günden beri ilk defa bakıyorlardı birbirlerinin gözlerine fütursuzca. Ve gözler kalbin aynasıydı. Kıskançlıkla dolup taşan bir bedenin yansıması...

- Sorunun ne senin küçük hanım Joakim seni üzdü şimdide bu mültecininde seni üzmesine izinmi vericeksin,şunun tipe baksana kasıntı gibi duruyor sanki çantasını çalıcaz nasılda sıkı sıkı yapışmış.
- Karl!! Ondan bahsetme!!!
- Hiç boşuna heveslenme bugün benimlesin şimdi şu çantanı alda çadırlarımızı kuralım hava birazdan kararmaya başlıycaktır.İlk önce senin çadırdan başlayalım.

Yerinden kıpırdamadı Ice. Canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Çadırla uğraşacak havada da değildi, zaten buraya onu zorla getiren Karldı. Öyleyse neden çadırı kendi başına kurmuyordu?? Gözleriyle Joakim'e bağıran Karl'ı - nedense bütün ilgisi bugün onda toplanmıştı- takip etti: Heyy Joakim... Bir anlığına bakışlarını Jo'nun olduğu yöne çevirdi. Joakim, orda, zümrütlerden Vivien ile birlikteydi. "Yeni kurbanı!!" diye geçirirken içinden, bakışlarını kaçırdı ondan. Ne kadar zaman geçerse geçsin bu görüntüye katlanabileceğini sanmıyordu. En büyüğünü, kuzenini hazmetse de...

"Evet küçük hanım şimdi bana yardım ediyor musun yoksa seni şu hemen arkadaki ırmağa mı atayım?"Karl yüzünde ciddi bir gülümsemeyle bakıyorlardı Ice'a şimdi. Ciddi olduğunu düşünmüyordu Ice Karl'ın. Zira bu mevsimde, buz gibi bir suya en yakın arkadaşını atacak kadar cani değildi Karl. "Hiç havamda değilim. Korkarım tek başına kurmak zorunda kalacaksın çadırını. Hem eve dönsem daha iyi olacak." diye karşılık verdi Karl'a asık bir suratla. Ama Karl'ın onu dinlermiş gibi bir hali yoktu ki Ice'ı tehdit etmeye devam etti: Yapamayacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Şaka olduğunun bilincinde olsa da gerilemeye başladı Ice, Karl üstüne yürürken. Irmak bir adım arkasında kala - neredeyse göz gözeydiler- Karl Ice'ı kavramıştı belinden iki eliyle.

- Karl, ben Searlus'u da...
- Şimdilik benim kölemsin ne dersem onu yapıcaksın yoksa seni cezalandırırım.

Şaşkınlıkla baktı Ice Karl'a. Gözlerinin taaa içine... Farklı bakıyordu Ice'a, alışılmışın dışında parlıyordu gözleri. Şefkatli bakışlar yerini tutkuya bırakmıştı. Karl ellerini çekip kollarıyla Ice'ı sıkıca kavrarken, istemsizce ona doğğru çekildiğini fark etti. Dudakları birbirine değecek kadar yakınlaşmışken Nia'nın sesiyle toparladı kendini: Hey!!
Nia'ya doğru çevirdi başını Karl'ın, bedenine sıkıca sarılmış kollarından kurtulduktan sonra. Nia'ya minnet duydu, pişman olacağı bir şeyi yapmasını engellediği için. En yakın arkadaşını öptü diye madalya vermeyeceklerdi ya.. Kendisine çevirlen bakışları umursamadan Nia'ya doğru birkaç adım attı. Nia'nın bakışlarını yakaladığında, gözlerinin parladığını gördü. Birazdan olacakları tahmin ettiğinden yüzüne alaycı bir gülümseme yerleşmişti. Ahh zavallı Venus... Etrafından bihaber şişe çevirmece oynayanların başında duran Venus'e baktı Ice. Nia'nın elinde küçük bir kartopuyla ona doğru yaklaştığını ondan başka herkes fark etmişti. Kazağının yakası açılıp kartopu içine atılınca fark edecekti nasıl olsa. Bingo!! Vücuduna temas eden soğukluktan olsa gerek irkilmişti Venus. Nia cırtlak bir ses tarafından azarlanırken Karl'a dönüp sözlerini tamamladı Ice.

"Searlusla St. Tropez'de tanıştım, 15 yaşında. Dudaklarımı keşfeden ilk kişi oydu, kalbimin hızla çarpmasına, midem de kelebekler uçuşmasına neden olan ilk kişi de. Çocuk aklımla aşık olduğum ilk kişi..." Gülümsedi, dalmıştı kısacık bir süre. "Güzel günlerdi. Neyse! Hadi şişe çevirmece oynayalım, eğlenceli olacak." Göz kırptı arkadaşına, neşesi yerine gelmişti. Elinden tutup çekti Karl'ı. Dengelerin fazlasıyla değiştiğini fark etti. Hiçbir şey olması gerektiği gibi gitmiyordu. Birşeyin dışında...
Joakim konuşurken kendini soyutlamaya çalıştı Ice. Orda yokmuş gibi davranmaya... Ama olmuyordu, kendine çevrilen bakışlara karşılık verdi. Birine nefretle, diğerine anlayışla... Nia kırk yılda bir gelen cesaretiyle Nadya'nın da onların kuzenş olduğunu açıklamayı istese de son anda susmuştu. Haklıydı, yanlarında Nadya'nın da olması lazımdı. Onun fikrini almakta yarar vardı. Joakim ise.. Bütün bedenine yayıldı dalga dalga nefret duygusu bir kez daha. Kendisine döndüğünde kindar bir hal alan gülümsemeye aynı şekilde karşılık verdi.
"Senin gibi birine nasıl bu kadar aşık olabildim? Bencilsin, yalancısın, aşağılık bir insansın!! Keşke hayatımdan sonsuza kadar çıkarabilsem seni. Keşke Christian'ın yerine sen gitseydin!!" Derin bir nefes aldı, başka bir ses konuşmaya başlamıştı beyninde bir yerlerde: Keşke senden uzak kalabilsem!
Sahte düşlerle oyalandığı gerçeği bir kez daha çarpmıştı yüzüne hiddetli bir tokat misali. Ama acıyı kıpkırmızı olan suratında değil, kalbinde hissediyordu. Renee'ye nasıl baktığını görmüştü, tutkuyla... Ice'a hiç öyle bakmadığını fark etti bir an ve başka bir gerçeği... Joakim onu sevmemişti hiç, sevmiyordu ve sevmeyecekti. Renee hayatta olduğu sürece!!
Kendini tutamayıp küçük bir kahkaha attı. Sinirleri bozulmuştu. Nia cidden bu kadar saf mıydı? Fark edememiş miydi Joakim'in Renee'ye olan sapkınlık derecesindeki tutkusunu, sevgisini? Sahip olduğu tüm sevgiyi karşılıksız verebileceği tek kızın Renee olduğunu??
"Bu kadar saf olamazsın değil mi sevgili kuzenim? Gerçeklerin farkında olamayacak kadar... Yoksa bu da mı bize aileden miras kaldı?? Huh! Onu hala tanıyamadın mı, hiçkimseye aşık olamayacağını anlayamadın mı? Ve aşık olduğu tek kişinin..." Sustu, derin bir nefes aldı. Duygularını açıkça dile getirmenin her zaman doğru olmadığını öğretmişti büyükannesi onlara ama umursamadı. "Gerçekten sevdiği kız burda haklısın. Ama bu kişinin ben olduğum düşüncesine kapılmak saflık olacak. Sen de üzerine alınma Vivien!" Şişeyi çevirdi tekrar. Şimdi bir ucunda Ice, diğerinde Joakim vardı. Joakime dikti gözlerini, sıra ondaydı.
”Madem gerçeklerle aran yok ve cesaret konusundan kendine güveniyorsun… Öyleyse burada bulunan ve gerçekten sevdiğin, âşık olduğun kızı öp. Ve sakın ,kendini değil, hiçkimseyi kandırmaya kalkma; çünkü ben o kişinin kim olduğunu çok iyi biliyorum: Renee !” Gözleri donuklaştı, orda olmak istemiyordu. Etrafta derin bir sessizlik vardı ya da o hiçbir şeyi algılayamıyordu. Daha sonrasını ise hiç hatırlayamayacaktı. Ya zaman çok hızlı akmıştı ya da Ice zamana ayak uyduramayacak kadar uyuşmuştu. Karl ile - Zümrütleri ve Amigoları kaynaştırmak için yapılan bu aptal yerde olmamın hata olduğunu söylemiştim. Sarılalım sıkı sıkı!! Aman ne güzel!; demişti ona- konuşması, yerinden kalkması, ırmak kenarına gitmesi... Christian'ın yansımasını gördü suda. Gerçek miydi, algılayamadı. Bir taş suya düştü, suda halkalar oluşup yayıldı, görüntü kayboldu. Bir resim yıldırım gibi gözlerinin önünde belirdi. Ve Ice kollarını açıp kendini boşluğa bıraktı. Ruhuna özgürlüğü enjekte etmişti!

----
<< Çikolata kapLı HüzünLer
>> Cümle: Gelmek için yanlış yer seçmişsin Searlus! Yerinde olsaydım... Neyse!
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:57 pm tarafından Kybelle
Searlus Quinn L'Ombre

''Yup!'' Dudaklarında beliren tatlı gülümseme ile kendi ırkına özgü bir ses çıkarmıştı. Kuzeninin söyledikleri oldukça etkileyiciydi. Tam da amerikan filmlerinde izledikleri gibiydi burada hayat. Ice'ın söyledikleri geldi aklına ister istemez. Onun burada olmaması ile ilgili. Ne demek istiyordu? Amigolar ve buradaki öğrencilerin ahlaksızlıkları konusunda mı uyarmak istemişti acaba? Eğer öyleyse yanlış kişiye gelmişti. Günah şehri St. Tropez'den gelme hoş görünümlü çocuklar ahlaksızlığı umursayacak son kişiler olurdu. Fransa'nın koyu Protestanları tarafından yetiştirilmeseydi şurada gördüğü Joakim-ah evet buydu adı şimdi anımsamıştı ama ya diğeri, o kimdi- ya da yanındaki gibi gibi bir şey olabilirdi. İsimlerini biliyordu onların. Kuzeni tek tek açıklamıştı onları kendisine. Özellikle de onu koruma amaçlı olarak uzak durması gerekenleri anlatmıştı. Onu dinleyecekti, kalbinin bir kere daha kırılması son istediği şeydi. Buraya bu nazik zembili onarmak için gelmişti oysa. Kendi çevresinin yani cinayet kulübü üyelerinin dışına çıkmayı göze alamıyordu bu yüzden. Belki sosyal bir tembellikti bu ama istemiyordu daha fazla uğraşmak. Neredeyse tat almaz olmuştu bu tür uğraşlardan. Külümsüydü yeni dertler, külümsüydü endişeler... Hayır, istemiyordu. Yüzündeki gülümsemesi silinmeden Lacy'e göz ucuyla baktığında onun artık orada olmadığını gördü. Onun yerine başka biri gelmişti. Genç bir kız. Zümrütlerdendi duyduğu kadarı ile. Aklına bir soru geldi. ''Zümrütler? Onlar, Jamie bir zararı dokunur mu? Arkadaş olabilir miyim?'' Sormamıştı bunu daha önce kuzenine. Bahsi geçmemişti ne olduğunu anlatması dışında-Daredevil'in dansçıları onlar-Az ilerde Joakim'e sataştığı apaçık belli olan zümrütlerden birini görmüştü. Ve bu ihtiyacı bariz bir şekilde duymuştu. Değişik bir adı vardı onun bildiği kadarı ile. Alman olmalıydı görünüşüne de bakılırsa. Alman, bir Alman bir insanın hayatını nasıl karartabilir? Bunun için bir tez hazırlayabilirdi. Ve oldukça acıklı ayrıntıları olacağından emindi. Ya peki bir Almandan kalp nasıl kurtarılır? Anladığı kadarıyla bunun tek çaresi ölümdü. Nekahet dönemi sonsuza kadar sürüyordu bu hastalığın. Hakkında sayfalar yazılır, günlerce araştırılır ama bir sonuç elde edilemezdi parçalanmış bir kalp dışında. Gözlerini yere dikti. Yüzündeki gülümseme solmuştu. Düşünceli bir hal almıştı yerini. Duygularını fazla mı belli ediyordu? Saklama gereği duymuyordu ki, bunun getireceği sonuçları biliyordu çünkü. Gözlerini yerden nihayet çektiğinde Jam'e bakıyordu. ''Sie ist genau wie sie.'' Tıpkı onun gibi. Çok basit bir Almanca öğrenmişti. Ve bu dilin her bir sözcüğü sanki kalbini yakıyordu. Bir mazoşist gibi bu dilden konuşmuştu oysa. Kuzeninin kendisini anlayacağını sanmıyordu. Ama alman sevgilisinden, daha doğrusu eski sevgilisinden haberi vardı. Ne demek istediğini anlamakta gecikmeyeceğinden emindi. Buraya boşuna geldim, diye düşündü acı bir şekilde, her yerde o var. Ah bir de yanımda olsa... Gözlerini kapattı bir anlığına. Tekrar açtığında Ice duruyordu gözlerinin önünde. İlk umuttu, ilk kalp sızısı, ilk dokunuş ve ilk mutluluktu. Neden ondan ayrılmıştı ki? Neden onu sevmiyordu ki Wanda'nın yerine. Keşke onu kaçırmasaydı elinden. Mektuplaşmalarını sevgili olarak sürdürselerdi. Ya da o ecel vakti gelmeden önce ayrılsaydı Fransa'dan onun yanına gelmek için. Sonra onun nefretini haykırışını dinlerken, tüm kelimeleri anlamıyordu ama konuyu kavramıştı, aynı şeyi onun da dilemiş olduğuna yemin edebilirdi. Renee, onda duyduğu bu isim etrafına göz gezdirmesine sebep oldu. Ama bulabildiği tek ilginç sima Nia'nınki olmuştu. Çorak kalbinde kıpırdanma yaratan tek kişi, ama hayır o tehlikeliydi, bir kere daha gelecek olan ölüme direnemezdi Searlus. Umutları, geleceği, düşünceleri, yapmayı hayal ettiği şeyler, hepsi solardı bedeniyle birlikte, hepsi de kara toprağın altına girerdi. Gözlerini hızlı bir şekilde Nia'dan çekti. Ondan vazgeçmişti bile. Az önce zaten bir erkek arkadaşı olduğunu öğrenmişti. Hoş, biri daha yanaşmıştı ona çoktan. Kulüpte herkesi baştan çıkaran, dikkat çekmesini iyi bilen biriydi. Ona karşı şansı olamazdı ya.

Boğulduğunu hissediyordu. İçinde büyük bir kaos vardı. Sanki ciğerlerine buz gibi sular doluyordu. Ve nerden bilebilirdi ki birazdan bu gerçek olacak. Yavaşça ayağa kalktı. Kuzeni oyundan sıkıldığını düşünecekti biliyordu. Ice da ayağa kalkmıştı sanki. Oturulan kısa yaşın üstünden atlayarak masadan uzaklaştı. Ama aniden bir ses ve hareketlenme duymuştu. Kendini ister istemez sanki son bit umuda sarılır gibi koşarken buldu nehre doğru. Ne yaptığını biliyor muydu? Bundan emin değildi. Suları kimin yuttuğunu görmüştü ama hala anlayamamıştı. Birçok kişi gibi şokun etkisindeydi. Ama onlar gibi durmak yerine eylemi seçmişti refleksleri, nasıl bir refleksse bu- hala dalgaların ve köpüklerin olduğu yer buldu ve serin sularla buluştu. Tatlı sular bedenini delice bir aşkla sararken o atlayışının etkisi ile anında dibe batmış olan Ice'ın yerini tespit etmeye çalışıyordu. Ama bu arada nefesini tutmayı unutmuş, ciğerlerine dolan acı verici soğuklukta sulara engel olamamıştı. Bedeni resmen yanıyordu, her tarafına, özellikle gözlerine batıyordu bıçaklar. Çığlık atmak bağırmak istedi ama yapamazdı. Bir dokunuş bulup onu elleri ile kavrayıncaya kadar direndi de yukarı çıkmaya. Sonunda olmuştu. Bulmuştu onu. Çok da derin değildi belki de ama korkunç bir akıntı vardı. Eğer bir yandan yosunlara tutunmasaydı ikisi de ölümü suyun altında öpecekti. Onu çekerek yukarı taşıdı. Ama su yüzeyine çıkıp kenara tutunduğunda nefes alamamıştı. Ice'ın kollarının arasından kurtulup tutunmayı mı tercih ettiğini yoksa bir başkası tarafından mı kenara çekildiğini anlamamıştı. Nefes almaya çalışırken bunları anlayamazdı. Ağzından boşalan suya rağmen içinde korkunç bir ağırlık hissediyordu. Kafası yeniden suya daldığında gördü onu: Wanda! Onun narin ellerini kendisine uzattığını fark etti. Suların akıntısı ile dağılan altın rengi saçları suyun altında yeşilimsi bir renk almıştı. Gözlerinin mavisi resmen kararmıştı. Yüzü buz mavisi bir görünümdeydi. Yoksa ölmüş müydü Wanda? O da mı bu nehre düşmüştü? Kalbindeki acıyla yüzünü buruşturdu. Daha fazla direnemeyeceğini hissediyordu nefes alma arzusuna. Akıntıdan kurtulup suyun yüzeyine bir kere daha çıkacak mecal bulamıyordu kendinde. Sadece yosunlara tutunarak yüzeye yakın bir yerde, kenarda durmayı başarabiliyordu. Ama soğuğun, akıntının ve atmosferin yokluğunun etkisi ile bu başarısının da çok sürmeyeceğinden emindi. Derken bir elin neredeyse uyuşmuş olan kolunu tuttuğunu hayal meyal hissetti. Su yüzeyine çekiliyordu. Wanda onu yanında götüremeyecekti. Buna dirense miydi yoksa minnet mi duysaydı bilmiyordu. Sadece su yüzeyine çıktığında öksürmeye başladığının ve ciğerine dolan havanın sudan bile daha çok acı verdiğini, bedeninin soğuğun etkisi ile titrediğini anlayabiliyordu. Onun dışında, çevresinde kimin olduğunu, kendisini kimin kurtardığını merak etmesi biraz zaman aldı. ''Je me sens bon. Je suis meilleur.'' diyebilmişti sadece. Başını kaldırıp kendisini kaymaması için hala tutan kişiye baktı. ''Me... Gulp!'' Şaşkınlıktan başka bir şey yansıtmıyordu şimdi açılmış gözleri aralanmış şaşkın dudakları ile siması. O mu kurtarmıştı gerçekten kendisini?


Fransızca cümleler: İyi hissediyorum. Daha iyiyim.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:58 pm tarafından Kybelle
Joakim Suman Linares

And God Created Joakim

Üç yıl önce, bir kilisede, ellerinin arasına mihraba dikmem için sabırsızlandığı mumla duruyordu Joakim. Mumu damlattı çeşitli mum artıkları ile dolu olan yüzeye, sonra da sağlamca yerine oturttu.
''Ruhum, kurtarılacak bir ruhum var mı artık ondan emin değilim. Sattım galiba onu bilmediğim bir şeytana. Keşke karşılığında bir şey de alabilseydim. Ama o zaman satmış olmam değil mi ruhumu? O benden zorla çalıncı yerine konacak tek bir şey bile verilmedi. Niye? Ne hakla? Nasıl? Bunun cevabını biliyor musun bebek İsa? Bilmiyorsun değil mi? Senin ruhun hep sendeydi. Kimse dokunmadı ona. O kadar şanslısın ki, ölüsün. Artık ruhuna kimse hiç bir şey ulaşamaz. Ama ben, daha hayatımın başında kaybettim onu. aslında çaldılar ah evet biliyorum. Merak, merak, merak... Dinin temelini sarsan saysız şeyden sadece biri değil mi? O zaman neden merak duygusu ile yaratıldık? Neden günahlarımıza bu kadar ihtiyacımız var? Onlar olmadan yaşayamıyorum. Ama onlar, beni mahvediyor dibe çökmeme neden oluyor. neyim var benim? Kalbim neden bu kadar kıpırtısız? O kadar soğuk ki, sanki en ufak duygu yeşermiyor, bıkkınlığın soğuk sularında boğulup gidiyor.'' Bir an durdu. Çok fazla konuşmuştu. Baba-oğul-kutsal ruh adına... Güç istiyordu onlardan. Devam etmeliydi buna. Sorularını sormalıydı, yanıtını alamasa bile. İçini açmalıydı bir tespit bulamasa bile. ''Annemi babamı bile sevemiyorum. Belki de günahkar olduklarından, bana doğru düzgün bir şey öğretmediler senin hakkında. Sadece Renee, sadece onla konuştum seni. O da bir şey bilmiyordu. Ve bir grup buldum üniversiteye ilk başladığımda. Onlarla karşılaşana kadar ruhum çorağa döndü çoktan. Ama biliyorum ki senin kudretin Lazarus'u bile diriltmişken benim hala atmakta olan kalbimi neden diriltmesin? Neden bu inancın ışığında yeniden doğmayayım dedim kendi kendime.'' İçini çekti üzgün bir şekilde. Üzülmemek için kendini kapatmıştı. Her türlü güzel ya da kötü duygudan soyutlamıştı kendini. Ne kolay kolay öfke duyuyor ne korkuyor ne de seviyordu. Sevgi hiç mi hiç uğramıyordu ona. Renee'nin sevgisi sanki ona yetiyordu. Başka şey kabul etmiyordu seveceği, bir evcil hayvanı bile. Ve artık bu onu gerçekten üzmeye başlamıştı. Bir vicdanı bile yoktu ah ne kadar kuruydu. ''Sonra anlayacağını düşündüm beni. Ne bileyim belki yanıt veremezdin direk ama dinliyordun değil mi? Beni yaşadığım sürece yeniden, yeniden yargılayacaktın. Aciz kulların gibi beni bir çırpıda infaz etmeyecektin. Evet evet, biliyordum bunu bir gün beni de sevecektin. O zaman ben de bir şeyler hissetmeye başlayacaktın.'' Gözlerini yere dikti. Dolmuştu. Daha buna ne kadar katlanabilirdi? Gözlerini alel acele elleri ile sildi. Yüzünde herkese göstermediği şeytansı gülümseme belirmişti. ''Ama umduğum gibi olmadı. Belki de ben senin umuduğun gibi değilim ha? En baştan belirlemiştin daha ben doğmadan değil mi? Ben reddettin sen. Bana yüz çevirdin. İstesen bir bakışınla yakıp kavurur beni yok ederdin ama onu bile yapmaya değer görmedin beni.''Aniden ayağa fırladı. Mihraba tekmeyi indirse nasıl bir etki uyandırırdı acaba? Ancak bundan aniden vazgeçti. Öfkeli değildi ki. Sadece üzgündü, hayalkırıklığına uğramıştı. Hissedebildiği yaşayabildiği tek duygu buydu, diğeri de tutkuydu. Bulabildiği, ele geçirebildiği kadınların kollarında ve dudaklarında bulduğu, sadece bir an hissedebildiği en yoğun duyguyu yaşamasına sebep olan yegane duygu. ''Ben de anladım ki artık anlaşılmaya ihtiyacım yok. Evet ibadetime devam edeceğim. Gene eskisi gibi her Pazar buraya geleceğim ama bu kadar. Fazlasına artık hevesim kalmadı. Gene de herşey için teşekkürler. Belki bir gün benden yüz çevirmekten vaz geçersin. Elbet bir şey kazanacak ya da kaybedecek değilsin umut işte benimki.'' Kilisede hevesle dua okuduğu son an olmuştu bu.

Ice... Tanrı sonunda onu kutsamıştı yepyeni bir sevgiyle. Yıllarca özlemini çektiği bir duygu ile sarmıştı ruhunu. Ama o reddetmişti bu sevgiyi, acı vereceğinden korkmuştu. Yabancı biriydi Ice, tanımıyordu onu. Renee ikiziydi. Onun ruhunu kendisininki gibi bilirdi. Hoş o da şu anda yoktu yanında. Gene de onu sevmekten vazgeçemiyordu. Herşeyin kendi istediği gibi gitmemesi Joakim için çok sinir bozucuydu. Keşke daha uzu süre tanıdığı birine aşık olsaydı. Ice yerine Candy'e mesela. Onu ilk gördüğünde etkilendiğini hissetmişti enfes güzelliğinden. Ama Aaron'a belli etmemişti bunu. Küçükken el ele tutuştukları anı anımsamıştı onların. Renee'yi seviyordu, hatta ona aşıktı. Bunu kabul ediyordu. Ama onun kasdettiği anlamda bir aşk değildi bu. Bir ağabeyin kardeşine beslediği duygunun daha bir derinleşmiş haliydi daha çok. Ama diğer sözcükleri: Keşke Christian'ın yerine sen gitseydin. Elleri ister istemez kasılmıştı. Vivien'in parmaklarının acıdığını fark etmemişti ama. Bencildi, yalancıydı, aşağılık bir insandı onun gözünde. Belki de farkında olmadan gerçekten öyle olmuştu. Hayatını gözden geçirdi. Aşklarını, dostluklarını, ailesini... Hiçbirini sevmemişti. Aşk hayatını daha çok ihtiyaca göre oluşturmuştu. Kim daha güzelse ona gidiyordu. Ya da canı kimi çekerse diyelim. Ve işin ilginç yanı, onu asıl şaşırtan bir yandan da kibrini besleyen, çok az kızın onun tatlı dilini reddetmesi olmuştu. İstemeye başladığından itibaren almıştı. Alamadıkları sayılıydı. Hayal etti kamptakileri, Nia, Ice, Jamie ve şimdi de Vivien. Ah Ice... Onu yıllardır istemişti neden kaybetmişti ki? İçinin titrediğini hissetti. Elleri biraz daha kasılmıştı. Bunun üzerine Vivien durmuş ve elini kurtarmıştı. -Uçuruma daha varmadık Vivi neden durduk ki?- Ona merakla baktı olduğu yerde durarak bir an önce istiyordu yanıtını. Yanıtı başladı: Öç mü? Joakim şaşkınlığını gizlemek için tebessüm etti. Derken yanlarına biri geldi. Gene o akbaba, ona bu sefer aldırış etmeyecekti. Vivien'e laf sokmadan duramıyordu anlaşılan. Ama Vivi de ona cevabını vermişti. Hoş kızın umurunda değildi bu. Joakim'in onu ne kadar rahatsız edici bulmaya başladığını da bilmiyordu ki. Vivien bariz bir öfke ile ilerlemeye başladı. Ona hayranlık duymuştu ister istemez. Nefretin ve öfkenin vakur havasını taşıyordu şu anda üstünde. Onu amma da heyecanlandırıyordu. Onun hızlı adımlarını takip ederek yanına iyice yaklaştı. Kollarını uzatarak belini kavramıştı onun. Az önce Lacy'ninki ile karşılaştırılan, narin, zayıf, oldukça zayıf bedeni kavramıştı koluyla. Şimdi yanyana yürüyorlardı. Oldukça da heyecanlanmıştı. Acaba Vivien kendisini bu derece etkilediğini bilse onunla ormanda yalnız başına kalmaktan korkar mıydı? Ağaçlar yeniden seyrekleştiğinde uçurum kenarına yaklaşmışlardı ancak Vivien yorulduğunu söylemişti. Buna itiraz etmedi. Usulca oturdu onun belirlediği iri kaya parçalarına. Ona herhangi bir şekilde itiraz etmek içinden gelmiyordu. Ice'ın hala kendisini sevdiğini onun ağzından duymuştu. Onu aklından çıkaramıyordu. Ya öpseydi? O zaman durum daha beter bir hal almış olurdu biliyordu bunu.

Vivien şişeyi çantadan çıkarıp kendisininkini doldurdu önce. Ardından şişeyi ona uzattı. Bardağı doldurduktan sonra şişeyi yana koydu ve kadehi kaldırıp mırıldandı. ''Tanrı bizi kutsasın, İsa'nın bedeni ve kanı hep bizimle olsun.'' Sesi oldukça buruk çıkmıştı. Şarabından bir yudum aldı. Vivien ona şaşırtıcı bir soru sormuştu: İntikam mı? Gene mi aynı konu? Nerden çıkarmıştı bunu? Takım, zümrüt meselesi mi gene? Zavallı Vivi kendisinden kişisel olarak nefret ettiklerini bilmiyordu. Eğer Legend diye nefret edilseydi birinden Karl'dan da nefret ederlerdi. Ya da Legend Zümrütlerden nefret etseydi off konuya bak. Viven yanına gelip tam önünde çömelince konuşmaya başladı. ''Ama seninle çatışan bir tane bile takım arkadaşım yoktu ki. Amigolara gelince, onları bilirsin herkesten nefret ederler. Hem o amigo değildi ki. Sadece amigo takımına girmek için benim gözüme girmeyen çalışan bir zavallı. Hoşlandığım kıza laf sokup durmak artık ne denli onu gözümde yüceltecekse.'' Dudaklarında alaycı bir tebessüm belirmişti. Usulca eğildi Vivien'e doğru. Şimdi yüzleri karşı karşıyaydı. ''Hayır intikam değildi. Çoktan ayrılmıştık onunla aylar önce. Sadece hazır olmadığımızdan resmen ayrılmamıştık. Beni kuzenine öptürmeye çalışması hoşuma gitmedi sadece. Çünkü o... onu duydun benden nefret ediyor Ice. Biliyorum hata bendeydi. Sana bir melek olduğumu söyleyemem. Hayır göz göre göre kuyruklu bir yalan söylemek olur. Bazı söylediklerinde yarı yarıya haklısın. Ben Zümrütlerin düşündükleri gibi biriyim. Tıpkı Ice'ın söylediği gibi biriyim. Tabi Renee'ye onu öpecek kadar aşık olmam kısmı...ığğ'' Yüzünü iğrenç bir şey söylenmiş gibi buruşturdu. Sonra ufak bir kahkaha attı. ''Öyle bir şey yapsam sanırım kendimi haftalarca kırbaçlardım. Tanrı kardeşine o şekilde dokunanı lanetler biliyorsun sen de.'' Sonra yüzü aniden ciddileşti. Mutsuz bir ifade hakimdi. ''Artık konuşmak istemiyorum. Vaktimiz çok az. Kamptakilerin akılları belli olmuyor, beni öldürmek için ormanı yakmaya kalkabilirler.'' Sözünü bitirdiğinde onun dudakları ile buluşmuştu kendininkiler. Onun da bunu istediği dizlerinin dibinde oturmasından belli değil miydi zaten. Ormanın uğursuz yaratıkları olan baykuşlar öterken, sincaplar bağıra çağıra dallarda gezip evlerine ulaşmaya çalışırken, Joakim de Vivien'in nefis dudaklarının keyfini çıkarıyordu. Belki de bu gece daha fazlası da olacaktı çadırları kurunca. Ah Ice... Onu ne kadar da istiyordu. Keşke şurada olan o olsaydı. Cesaret edebilir miydi peki buna? Bilmiyordu...
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:58 pm tarafından Kybelle
Nia Lanie Gaarder

Acı dolu yaratıklarız hepimiz; geride asla orada bırakılamayan pişmanlıklar duruyor, gün geçtikçe artıyor bunlar, üstelik yaralıyor, yoruyor; zaman, pişmanlıklarla geçiyor…

Önce keşfedip sonra esiri olduğumuz o sihirli pandül hiç durmaksızın sallanıyor tahtadan kutusunun içinde, biz ölüyoruz farkına varmadan; zaman, yok olmakla geçiyor…

Sevinçler devşiriyoruz, üzüntüler hapsediyoruz derinlerimize; seviyoruz, sevilmiyoruz, unutuluyor, unutuyoruz belki günün birinde; zaman, unutmakla geçiyor…

Bizi yiyip bitiren, sonra da tadı bitmiş bir sakız gibi toprağa tüküren zamanı kusmak geliyor içimizden, geride kalanlara, veda edenlere, terk ettiklerimize, yitirdiklerimize baktıkça, yokluklarından gelen acıları sindirdiğimizi ve ‘oyunu’ sürdürdüğümüzü görüyoruz; zaman, vicdan azabıyla geçiyor…

Görülmez bir mezarlıktır zaman / Şairler dolaşır saf saf / Tenhalarında şiir söyleyerek… Ve şairler, zamanı anlık esnemelerle durdurabiliyorlar; unutulan ya da hatırlanmak istenmeyen her ne varsa karşımıza getiren o dizelerin ölümsüz sahipleri olan şairler…

Ancak onlar Oysa ben akşam olmuşum / Yapraklarım dökülüyor / Usul usul / Adım sonbahar… dediklerinde bizim içimizdeki takvim de bir anda sonbahara dönüveriyor, her kelimeyle, tamamlanan her dizeyle bir yanımız daha kanamaya başlarken bizi en çok kanatana, şaire sığınıyoruz: Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur / İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur / Tutsak ustura ağzında yaşamaktan / Kimi zaman ellerini kırar tutkusu / Birkaç hayat çıkarır yaşamasından / Hangi kapıyı çalsa kimi zaman / Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu…

Severdi şiirleri Nia, anlamsız bir biçimde. En çokta su gibi şiirleri severdi. Evet, su gibi… Su gibi duru ve çok şey anlatan şiirleri… Kim beklerdi ki onun gibi bir kızın şiir sevmesini?! Ama seviyordu işte, okumaya ilk başladığı dönemde hevesle eline aldığı ilk kitabın bir şiir kitabı olmasından kaynaklıydı herhalde bu. Özellikle de Swinburne’un şiirlerini seviyordu, en azından başlarda. Fakat sonraları, büyümeye ve büyümesiyle bağlantılı olarak düşünmeye başladığında Swinburne’un büyük bir sair olmayı başaramadığını fark etti. Her durumda Swinburne başarısızdı, çünkü o, evet, incelikten yoksundu. Asla okunmaması gereken birçok şiiri vardı. Gerçekten büyük olan şairlerin her dizesi güzel gerçeklikle doludur ve insanların yüksek ve soylu yanlarına seslenir. Büyük şairlerin şiirlerinden tek bir dizeyi bile, dünyayı o ölçüde yoksullaştırmadan çıkaramazsınız. Sonradan okumayı kesmişti onun şiirlerini, zaten şairin pek fazla okunacak şiiri de kalmamıştı. Onun yerine Longfellow’u okumaya başlamıştı. ‘Yaşam İlahisi’, ‘Yongalar’…

Peki, aklına nerden gelmişti tüm bunlar? Şu Jamie’nin yanındaki yeni çocuğa bakarken üşüşmüştü birden. Nedense onun görünüşü, aklına şiiri getiriyordu. Efendi görüntüsü yüzündendi büyük ihtimalle. İtiraf ediyordu, her ne kadar kasıntı dursa da, aynı zamanda asil, insanı çeken bir havası vardı. İlk görüşte ondan hoşlandığı söylenemezdi yine de… Bir anlığına onun kendisine baktığını sanmış ve hızlıca ona doğru çevirmişti başını. Fakat kendisine baktığını umduğu bir çift gözle karşılaşamamıştı. Ya kaşla göz arasında başını çevirmiş ya da Nia hayal görmüştü. Belki de paranoyaklaşıyordu. Evet, evet kesinlikle paranoyaklaşıyor olmalıydı. Niye baksındı durduk yere çocuk? Bir süre süzdü onu, gözleri yavaşça kısılıp, dudakları büzülürken. Neden dikkatini çekmişti şimdi durduk yere bu çocuk?
Neden olabilirdi ki? Elbette yeni olduğu içindi. Zavallı yeni öğrenciler, bugüne dek nerede ise hepsi Nia ve tüm amigoların gazabına uğramışlardı. Gözlerinin tutmadıklarının, hoşlanmadıklarının hemen üstünü çiziyorlardı ve tüm bir sene boyunca, hatta mezun oluncaya kadar peşlerini bırakmıyorlardı onun. Ve şimdi, bu yeni çocuğun gözüne girip girmediğine kesin bir kanı getirememişti ama onunla uğraşmak zevkli olurdu. Bunu salt yanında Jamie olduğu için yapıyordu ikinci bir nedenle. Yoksa onu umursamayıp, tüm bir dönem boyunca görmezden de gelebilirdi, tuhaf bir tesadüf karşılaştırmadıkça. Bir de az önce Ice ile sarıldığı için çekmişti dikkatini. Ne işi vardı ki kuzeniyle bu çocuğun, nereden tanışıyorlardı.

Tekrar Igor’a döndüğünde yüzünde tatlı bir gülümseme vardı. Onun birasını doldurduğu bardağı dolgun dudaklarına götürdü. Sarhoş olmak istemiyordu bu gece, aslında ne güzel olurdu olması ve hiçbir yapmak istediği her şeyi yapması. Nasıl olsa herkes hatırlasa da kendisi hatırlamazdı ertesi gün yaptıklarını ve engel olurdu kendisine neler yaptığını anlatmaya çalışanlara. Ama hayır, olmayacaktı ve bu yüzden limitini iki bardak olarak hesapladı zihninde. Bardağın soğukluğunu, sıcak dudaklarında hissedince ister istemez irkilmişti. Sözlerine sadece gülümsemekle yetinirken son sözleri belli etmese de telaşa sürmüştü onu. Nadya… Gelemeyecek miydi acaba? Ne cevap vereceğini bilmeden derin bir nefes aldı ve bakakaldı yalnızca Igor’a. Neyse ki o da hemen sonra sorduğu sorunun saçmalığından bahsetmişti. ”İnsan insana benzer derler.” dedi tatlı bir sesle ve içi ferahlayarak az önce aldığı nefesi verdi sonunda. Kuzen odlularını şimdi açıklamayacaktı, kararlıydı. Herkes daha Ice ile kuzen olduklarını atlatmaya çalışırken bir de Nadya ile kuzen olduklarını öğrenirse… Onlara kocaman bir dedikodu malzemesi çıkarırdı. Zaten biliyordu, Pazartesi günü okulda tek bir konu konuşulacaktı. Ah! Kuzenleri; kendisine yakın gördüğü tek kişiler… Onları birbirlerinden koparmak isteyenler başaramamıştı işte ve bir kez daha yenmişlerdi onlar bu laneti. Evet, laneti… Nia, çocukluğunun getirdiği bir saflıkla her zaman ailesinin üstünde bir lanet olduğuna inanmıştı o zamanlar. Kara bulutlar dolaşıp, yerle bir ediyordu masal şehirlerini… Fakat şimdi, bugünden itibaren yeniden onarılmaya başlanacaktı o şehir ve masal tekrar başlayacaktı. Yo, başlamayacaktı, hiç bitmemişti ki! Devam edecekti diyelim onun yerine…

Dikkatini tekrar Igor’a verdiğinde o korulukta ufak bir yürüyüşten bahsediyordu ve ağaçlıkların bitimindeki şelaleden. Şelale kimin umurundaydı? Elbette bu onunla ufak bir yürüyüşe çıkmayacağı anlamına gelmiyordu. Hem oyun sıkıcılaşmaya başlamıştı, hem de Igor’la ufak bir kaçamak yaparak unutmak istiyordu her şeyi. Her şey derken ki kastım ne acaba? O ayağa kalkarken dikkatle onu izledi. Salt Lacy’e sinirlendiği için değildi, onun bu kaçamaklarına alışmıştı artık. Anlık öfkesine yenilmezdi bu yüzden Nia. En yakın arkadaşının sevgili olmasına karşın Igor’la gitme dürtüsü vardı içinde ve ok yaydan çıktı diyordu bir ses. Onun ikizine hiç benzemediğini düşündü. Anghel, hortlak suratlı mahlûk… Nefret ediyordu ondan. Igor ise ne kadar farklıydı ondan. İkiz değillerdi sanki o kadar zıtlardı ki… Sonra onun sorusunu duydu: geliyor musun? Kendisine uzanan eli tuttu, boşta olan diğer eliyle, yüzünde hala tatlı bir gülümseme vardı. Bunun yanı sıra gözlerinde hin bir parıltı belirmişti. Onun elini kavradı sıkıca ve kalktı ayağa. Ne kadar masum bir yüzü vardı. Ne kadar da tatlıydı bakışları. ”Hayır dersem büyük bir aptallık olur!”

Bardaktan koca bir yudum daha aldı ve eğilerek bıraktı masaya; hatırlayın, fazla içmeme kararı almıştı. Onun elinden çekti elini ve masadakilere tek kelime etmeden ayrıldılar. Onun koluna girdi tekrar ve koruluğa doğru ilerlemeye başladılar. Ağaçlıkların arasına daldıklarında Nia onun kolundan çıktı ve hemen önüne geçerek, onun kılavuzu misali yürümeye başladı. Nereden bilebilirdi, onlar yürüyüşteyken, kuzenini soğuk suların yuttuğunu ve yeni çocuğun kendi canını hiçe sayarak onu kurtardığını… Nereden bilebilirdi, ailelerinin belki de gerçekten lanetli olduğunu… Ona bakmaksızın konuşmaya başladı nihayetinde. ”Lacy kızmasın, benimle yürüyüşe çıktın diye?” Kendi kendine cevapladı. ”Ah, boş ver. Lacy dâhil olmak üzere, kimseyi düşünmek istemiyorum. Hem altı üstü bir şelaleye bakacağız. ” Ayaklarının karda bıraktığı izlere baktı bir anlığına. Sonra neden aniden Igor’a geri döndü ve meraktan uzak ama sahte bir merak tonu kattığı sesle sordu ”Şu şelale, nerede demiştin? Umarım çok uzakta değildir.”

Out: Rpyi yazarken dejavu yaşadım. Kübü bu arada Ice suya atlamadan önce oradan ayrılmış gibi yaptım, zaten Karl hemen alıp götürjekmiş Ice’ı, sorun olmaz kanımja Rpdeki şiirler de büyük ihtimaller Attila İlhan'a ait ^^
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:59 pm tarafından Kybelle
Karl Aquino

Saniyeler ,zamanın üzerindeki çubuklar hızla ilerliyor, tik tak! sesleri birbirine karışıyordu.Hızla geçen zamanı hiçbir zaman anlayamamıyordu ki zaten! ya Karl ayak uyduramıyordu yada yaşadığı zaman o kadar dolu geçiyorduki zamanla kendini bir hiçlikte bir boşlukta salınıyormuş gibi hissediyordu. Gönlüne taht kurmuş duyguları bir hiçe karışıyordu sanki.Ya dudaklarından içeri sızan büyüleyici iksir onun düşüncelerinin böyle bulanmasına sebep olmuştu yada hızla yaşadığı olaylar artık yorgun ve bitap düşürmüştü.Bakışları bulanıklaşmaya başlamıştı oturduğu masada elleriyle başını kavramıştı bacağındaki sızı geçmişti geçmesine ama sanki birkaç saniye önceki Karl gitmiş yerine başka biri gelmişti. Gözünün önünde bir çok yüz ve şekil belirip yok oluyordu. Joakim , Nia , Ice bir çok yüz bir çok surat birbirine karışıyor en sonunda Ice üzerinde sabitleşiyor sonra onun gözünün önündeki siması gidip yerine Kacey geliyor bir süre gözlerini alıyor sonra tekrar Ice'a dönüşüyordu. Bakışlarını Ice'ın üzerinde odakladı neden ikidebir onda Kacey'i görüyordu. Çıldırmayamı başlamıştı yoksa? başını sallayıp silkelendi kendisine birşeyler diyordu ama anlayamamıştı dediklerinin hiçbirini. Bulanıklaşıp tekrar düzelen bakışları rahatsız etmeye başlamıştı farklı hissediyordu kendisini sanki birden herşeyi herkesi unutuvermişti. Dalgınlaşmış durulmuştu eski Karl bir anlığına gitmişti bütün neşesi kaçmış ve dağılmıştı sanki demin surat asan Ice'a ödünç vermişti duygularını. Onun masadan kalkıp uzaklaşmasını bir anlık dalgınlıkla farkedememişti.
Derin bir sessizklik ve ardından gelen gürültüler birden kendisine gelmesini sağlamıştı hızla ayağa kalkmış ve yanına bakmıştı. Yoktu! Ice? hızla gölden tarafa doğru döndü yanındaki hekes Karl'ın yaşadığı şoku yaşıyordu sanki.Bir anlık bekleme ve yanından hızla uzaklaşan genç bir adam suya dalmıştı. Başı dönüyordu Karl'ın ama buna rağmen direndi ve hızlı bir şekilde göle koştu. Ice düşmüştü gölün içine suyun derinliklerine... demin azarladığı mülteci olarak hakaret ettiği genç şimdi Ice'ı sudan çıkarmış ve hayatını kurtarmıştı. Yanındaki kalabalık Ice'ı çekmişti . Karl hızla yaklaştı tutunduğu yere eğilip diz çöktü Searlus'u bileğinden kavradı üzerindeki elbiselerle birlikte suyun verdiği yükten iyice ağırlaşmıştı bacağındaki sızı birkez daha hızla gelip geçti .Yeni alçıdan çıkmıştı ama buna aldırmadı bir anlık bir kuvvetle Searlus'u suyun yüzeyinden çekti karşısında durmuş Karl'a şaşkınlıkla bakıyordu. "Je me sens bon. Je suis meilleur.'' dedi . Karl hafifçe sırtına vurdu gülümseyerek, teşekkürmü ediyordu bu tavrıyla yoksa gelebilecek bir dostluğun belirtisimiydi bilmiyordu . Searlus denilen genci kibirli kendini düşünen biri sanmıştı oysaki. Konuştuğu dili anlıyordu en azından bir kaç Fransızcadan dersinden sonra hızla birşeyler öğrenmişti. "İyi olmana sevindim" dedi demin arabadan çıkarmış olduğu çantasından ikitane battaniye çıkarttı birini Searlus'un omuzuna attı "ıslak durmasan iyi edersin havadaki soğuk çok keskin"dedi sonra Ice'a yaklaştı diğer battaniyeyi omuzuna attı sıkıca sardı ıslak saçları yüzüne yapışmıştı gözleri Ice'ın dudaklarına takıldı soğuktan titriyor çenesi birbirine vuruyordu. Battaniyenin önünü çekip iyice kapattı. Hafifçe gülümsedi "iyisin değil mi? neden böyle birşey yaptın?" dedi ilgiyle saçlarını yüzünden çekip geri itti çenesinden tutup kendisine bakmaya zorladı iyice yaklaşmışlardı birbirlerine " Searlus'a borcum var artık en değer veridiğim insanın hayatını kurtardı" dedi Ice'a bakıp gülümsedi. Gözleri ikidebir dudaklarına takılıyordu Kacey geldi aklına fakat öyle garip bir duygu içerisindeydiki bu aklını karıştırmıştı Kacey'in yüzü silindi yerine Ice geldi bir anlık zamanda "Daha önce hiç bukadar ilgimi çekmemişti nasıl böyle masum ve duygusal görünebiliyor" diye geçirdi içinden yavaşça eğildi sanki zaman ağır çekime alınmıştı dudaklarına dokunmak istiyordu soğuktan titreyen dudaklarına öpücükler kondurmak. " Karl şunu ver Ice'a içsin içi ısınır" arkalarından gelen gürültülü ses Karl'ın dikkatini dağıtmıştı şaşkınlıkla etrafına bakındı herkes bakyıordu.Ennis elinde bir votka şişesiyle Karl'a yaklaşmıştı. "Napıyorum ben?" diye düşündü birden geri çekildi Searlus'a takılmıştı gözleri. İlginç bir adamdı Karl'da buranın bulunduğu koca şehrin yerlisi değildi ama yabancılık çekmeyecek kadar fazla kalmıştı burada ,onun arkadaşının olmadığını yabancılık çektiğini hissetti birden ,konuşmalıydı onunla ama şimdi değil; ne yeri ne zamanı nede sırasıydı. Elini yavaşça alnına götürdü babasıyla arasında olan asker selamını yolladı Searlus'a ; bu aralarında küçük bir oyundu eve geldiği zaman ve seyehatlerinden birisine daha çıkmak zorunda kaldığı zaman böyle selamlaşır ve böyle vedalaşırlardı.
Ice'a döndü omuzlarından kavrayıp kendisine çekti kolunu omuzuna sarmıştı " Hadi Ennis'in çadırına gidelim o çoktan kurmuş çadırını"dedi Denniss'in yunancasına çevrilmiş olan bu ismi kullanırdı hep arkadaşında "Ennis şu anahtarları al arabanın bagajında benim çadırım var onu sen kullan şimdilik" dedi kot pantolonun cebinden çıkarttığı anahtarı Ennis'e fırlattı arkadaşının şaşkın bakışlarına aldırmadan Ice'ı diğerlerinden uzakta olan çadıra götürdü. Çadır oldukça genişti yere atılmış uyku tulumu,birkaç minder ve küçük bir kilim vardı.Soğuk geçirmiyordu en azından. Çadıra girdiklerinde arkasından küçük bir kapı gibi duran kumaşı çekip fermuarını kapadı Ice'a döndü ilgiyle süzdü
" Islak elbiselerinle durma saçlarını kurulada ben çıkıyım üstünü değiştir sen çantada yedek kıyafetlerin varmı olmazsa benimkilerden giyersin ,büyük gelir ama olsun kol yenlerini kıvırırsak idare edersin " dedi gülerek takılmak hoşuna gidiyordu ama Ice'ın kendisine bakan bakışlarıyla karşılaşınca birden gülümsemesi durdu yüzü ciddi bir ifade almıştı beklenmedik bir hızla Ice'a yaklaştı dudaklarını onun dudaklarına kapadı üstünden sıyrılan battaniyeyi ve kendi üstününde ıslanmasına aldırış etmemişti incecik belinden kavradı soğuktan üşümüş ıslak dudaklarını kendi dudaklarıyla okşarayarak ısıtıyordu. Naptığını ve neler olacağını bilmiyordu tek düşündüğü o anın getireceğiydi.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 2:59 pm tarafından Kybelle
Georghe Igor Dragomir

Geçmiş Geçmişte...

Cümlelere nasıl başlayacağını bilmiyordu artık kelimeleri seçmek o kadar zorduki bir iki satırlık bir yazı bir iki satırlık bir konuşma veya nutuk,anlamsız cümleler birbirine karışmış düşünceler birbiri peşi sıra takip ederdi . Elinde tuttuğu kalemin başını dişleri arasına almış düşünüyordu bu genellikle yaptığı düşünce dolu harakterlerinden sadece biriydi , düşüncelere daldığı zaman garip şekillere girer ve garip tavırlar sergilerdi önüne, koyduğu kağıda kısa küçük bir makale hazırlasada bıraksa yetmezdi Igor gibi iyi bir konuşmacının halkı saçma sapan birkaç cümleyle inandırabileceğini sanmıyordu zaten,daha fazla yalan daha fazla vaat gerekiyordu bütün siyaset adamlarının yaptığı birşey değilmiydi zaten seçilene kadar milletin gözünü boyarlar seçildikten sonrada gerçek yüzleri ortaya çıkardı. Ama bu içlerinde doğru söyleyenlerin olmadığınıda göstermiyor değildi. Bu seneki seçimlerde kime verebilirdi oyunu Barak Obama'mı yoksa Hilary Clinton'mu . Ahh Hilary kocasının kötü şöhreti vardı ilginç ama ona vermezdi oyunu bir siyasi bilimler öğrencisi olupta doğru karar vermek zordu. Herkes sana çok şey biliyormuşsun hatta başa geçecek olanların medyumluk derecesinde hakkında bildiğin şeyler olduğunu sanırlar. Halbuki bilmezlerdiki onlarda siyaset adamlarının attıkları yalanlara göre oy verirlerdi. Bu seneki yıllık ödevinin bir dosya içerisinde takılıp kalmış bir nutuk olması garipti . Igor ne saçmalasa saçmalasın kağıt üzerine sürekli mantıklı kelimeler çıkıyordu ortaya ,doğuştan bir yetenek gibi parmakları kağıdın üzerinde kalemin yumuşaklığıyla kayıyor kayıyor ve yazdıkça yazıyordu ama bir türlü beğenmiyordu konuşmalarına çoğu zaman daha duygusal yönden ağırlık verirdi buda salt masum görüntüsüne bir uyum sağlayacak yalanlar silsilesinin bir parçasıydı. İyi bir tiyatro oyuncusunun yada oscar ödüllü bir film yıldızının taktiklerini kullanıp yapardı konuşmalarını.Beğenmediği kağıt üstündeki yazılarını karalayıp masasının yanındaki çöp sepetine elinde kağıdı buruşturup attı yeni bir A4 çıkarttı çalışma masasına koyup elini kayığıdın kayganlığında gezdirdi dişlerinin arasına sıkıştırmış olduğu kalemi eline alıp tekrar yazmaya başladı. Aslına bakılırsa zor bir ödevdi hem nereden çıkmıştı şimdi bu! derslerine giren profesörler garip garip ödevler verip duruyorlardı. İyi bir siyaset adamı yazı yazmasını bilmeliymiş ; doğru yaşı daha küçükken aşk mektupları yazar ve hoşlandığı kızlara gönderirdi bunun onların hoşuna gittiğinden emindi o zamandan beri iyi bir yazı kabiliyeti olduğunu yazdıklarından sonra peşine takılan kızlardan belli oluyordu. Çapkındı , bir yere bağlanıp kalmaktan hoşlanmıyordu çiçekten çiçeğe konan arı misali gibi birşeydi Igor; yüzünde muzurumsu ifade vardı ama bunu çoğunlukla masum bir görünüşle örterdi iyi bir siyaset adamında olmaması gereken bir ciddiyetsizlik vardı.
Ama bu gelecekte iyi bir siyaset adamı olmayacağını veya halkı iyi bir şekilde yönetmeyeceğini göstermezdi ya ; başarılı olabilir şu ankilerden daha iyi yönetebilirdi. Devlet ne kadar yozlaşmışsa, o kadar çok kanun olur. *Oscar Wilde ne güzel söylemişti bu sözleri. İlginç cümleler kurup insanların ilgisini üzerine çekmek güzeldi.Takım elbiseler bakımlı düzgün bir saç sitili boynundaki gravat birkaç koruma ve bir kürsü... gelecekteki Igor'u gözlerinin önünde canlandırıyordu şimdi ve kurduğu o anlık hayallerinin gerçek olacağından o kadar emindiki bu biraz kendini beğenmişlik ve kendinden emin güçlü bir hava veriyordu. Fakat o an gelecekle uğraşmak yerine yaşadığı o anın tadını çıkarmak daha ilgi çekiciydi.

-Gelecek Gelecekte Kalsın...

Yellowstone güzel bir ormanlık alandı ırmak ve küçük küçük şelalerin çevrelediği ve kamp yapılıp ateş yakılmasına izin verilen tek yerdi. Champell yöneticilerinin burayı göz altında tuttuğundan emindi zaten pek fazla sorun çıkacağını sanmıyordu buraya toplanmış gençler arasında, çünkü demin kampa gelen polisleri tanıyordu. Belkide Champell'in gösterişli öğrencileri yine ne yapar eder çıkartacak bir sorun bulurlardı. Bu öğrencilerin dikkat çekmeleri o kadar kolaydıki diğer okullar yanında pek sönük kalıyordu bütün gösterişli gençler bu fakülteye toplanmışlardı gençliğin verdiği çılgınlık derecesini aşan davranışlarda yok değildi örneğin Legend'e karşı kurulmuş Dare Devil takımı her fakültede bir tane basketboll takımı olması gerekirken Champell'de ikitane vardı. Bu seneki şampiyonlar maçına kimin çıkacağından emin değildi geçen sene Dare Devil Legend'i birkaç puan farkla alt edip diğer okullarla olan maça gitmişti. Zümrütlere ne demeliydi o kadar kendilerinden emin ve havalı ve iddialıydılarki bu iki karşılıklı takımı izlemek zevkli oluyordu. Genelde okul kampüsü Amigolar ve Zümrütler tarafından eğlence alanına dönerdi en gösterişlilerin toplandığı bir yerde diğer sıradan öğrenciler bu iki takıma ağızları açık bakakalırlardı. Okul küçük çaplı bir örgüt alanına çevirmişlerdi mesela kulüp üyeleri çok az kişi bilirdi onların varlığını geceleri eski yıkık bir evde toplanıp birbirlerine korku dolu hikayeler anlatırlardı.Igorda bu topluluğun arasındaydı kulübe giripte aklında oluşturduğu hikayeleri anlatmak ve karşısındaki gençlerin korku dolu gözlerle anlatılanları dinlemesi hoşuna gidiyordu. Hayal dünyasının geniş olması gerekirdi öncelikle alıntı yapılmış kısa hikayeleri anlatırsan diğerlerinin gözlerinden düşerdin. Kulüp üyeleri varlıklarının bilinmesinden hoşlanmazlardı gizli kalmak çok az kişi tarafından bilinmek daha eğlenceliydi özellikle profesörlerin son zamanlarda bütün okulu talan edip kulüp üyelerinin toplandıkları yerleri bulmaya çalışmaları hızlanmıştı kimse öyle bir toplantı yerininde kulüp üyelerininde olmadığını söylüyordu ama yeni gelen dekan buna inanmıyordu. İşlenen cinayetin özellikle Christian'ın bir kulüp üyesi olması ve anlattığı hikayeye göre adım adım hiç aksatmadan öldürülmesi ilk başlarda korkutmuştu herkesi ama zamanla buda unutulup gitmişti . Ölüm ne çabuk unutturuyordu insanı.

Bir sonbahar yaprağı gibi ağacın kurumuş dallarından düşersin toprağın üstüne , karışıp gidersin diğerleri gibi toprak olursun ve unutulursun. Akıllarda kaldığın sanılır ama ölüm seni diğerlerinden o kadar soğuturki artık kimse içinde senin acını hissetmes kimse o kapkara elbiselerle senin yasını tutmaz. Hayatın aldatıcılığına kapılıp yaşamlarına devam ederler. İşte oda unutulmuştu ,zamanla varlığı yokluğa karışıp bir hiç olucaktı sadece resimlerde aile albümlerinde görücektin yüzünü ve senden sonra gelenler sadece simanı hatırlıycaklardı "Bak işte böyle bir genç vardı" diyecekler ama sana karşı hiçbirşey hissedemiyecekler çünkü yokluğun öyle bir alıştırıcakki geçmiş varlığın geçmişte kalıp yok olup gidicek tıpkı diğerleri gibi...

-Önemli olan şimdiki zamanda yaşadıkların.

”Lacy kızmasın, benimle yürüyüşe çıktın diye?”Ah, boş ver. Lacy dâhil olmak üzere, kimseyi düşünmek istemiyorum. Hem altı üstü bir şelaleye bakacağız. Şu şelale, nerede demiştin? Umarım çok uzakta değildir.” Düşüncelerinden kurtulup Nia'ya baktı şaşkın bir şekilde "Lacy...? neden kızsınki altı üstü bir yürüyüş yapıyoruz öyle değil mi? yoksa bana tuzakmı kuruyorsun" dedi kahkahayla gülerek , ellerini cebine sokmuş olduğu yerde durmuş Nia'ya meraklı gözlerle bakıyordu "Yoksa beni ağına düşürmeyemi çalışıyorsun" dedi. Neşesi yerine gelmişti.Bir süre bekledi olduğu yerde Nia'da durmuş kendisine bakıyordu meraklı gözlerle . Sonra ellerini cebinden çıkarıp biraz uzakta kalan küçük şelaleyi işaret etti.
"Yaklaştık sayılır"dedi yanına gitti rehberlik yapmak güzeldi her adım atışında bir çıtırtı çıkıyordu. " Bu şelale başında yalnız kalmak dinlendirici oluyor" dedi bir sürelik yürüyüşten sonra şelaleye varmışlardı hızla akıyor ve ırmağa dökülüyordu hızla ilerleyen sulardan çıkan köpüklere dikkatle baktı "Lacy'nin benimle olmanı takacağını pek sanmıyorum onun tek düşündüğü biraz daha gösteriş Lacy'nin bir L'Ombre olduğunu biliyormuydun? şu yeni gelen çocuğun kardeşi, kızkardeşi olduğunu kabullenemeyecek kadar kibirli biri hoşlanmıyorum ondan ama belli edecek kadarda küstah değilim aslına bakılırsa Lacy'nin ona ihtiyacı olduğunu sanmıyorum çünkü okuldaki bir çok kişinin servetini katlayacak malı ve mülkü var benimlede geleceğini garantiye almak için çıkıyor Dragomirlerin tanınmışlığı ve saygınlığı için"dedi Searlus'u severdi aslında ama Lacy'den duydukları yüzünden artık garipsiyordu onu dalgınlaşmıştı birden anlattıkları hoşuna gitmiyordu Lacy hakkında bildiği gerçekler garip bir acı veriyordu Igor'a bunun nedenini hala anlayamıyordu yada anlamak istemiyordu "Bunu benim dışımda kimse bilmez birde artık sen biliyorsun umarım başkalarıda bilmez" dedi merakla Nia'ya baktı iyice yaklaşmıştı. Başını eğip soru dolu bakışlarını Nia'nın gözlerine dikti. Yüzünde herzamanki ifadesiyle bakıyordu karşısındaki kıza hafifçe gülümsedi gizli bir anlaşma yapıyor gibiydi...
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:00 pm tarafından Kybelle
Leonard R. McGrath

Wtf?.

Oracıkta sessiz sedasız oturuyordu. Etrafındaki herşey şuursuzca hareket ediyordu; arkadaşları, zaman, herşey.. Sanki felç geçirmiş gibiydi, olan bitenlere tepki veremiyor, hatta istekle başladığı şişe çevirmecede bile kendini kaptıramamıştı. Sanki Lacy ile konuştuktan sonra ruhu birden kaybolup gitmişti. Boş gözlerle etrafına bakıyor, arkadaşlarının yaptıklarına, konuşmalarına bir anlam veremiyordu. Fakat kimse onun bu halini farkedebilmiş değildi. Lacy'den ümidi kesmişti çoktan, onun üstüne kimler geldi. AC, Nia, Vivien kimse fark etmedi. Herkes ona konuştu ama duyamadı o kimseyi, soyutlamıştı kendini birden ortamdan. Fakat şimdi de geri dönemiyordu. Arada sıkışıp kalmıştı.

Yardım edin dercesine etrafına bakınıyordu ama sesini çıkaramıyordu, sanki nefes bile almıyordu. Bir hayalmiş gibi yaşıyordu herşeyi, bir anlığına kopmuştu bu dünyadan sanki..

Coming Back.

Sonra ilerde onu gördü yardım meleğini, dünyadaki en sevdiği varlığı, hiçbir şeye değişmeyeceği insanı görmüştü; Ewe'i.. Ne olursa olsun hep yan yana olurlardı. Hem iyi zamanlarda, hem de kötü zamanlarda.. Hiç ayrılmamışlardı karşılaştıkları ilk günden beri. Onu görünce sanki hayata dönmüş gibi oldu. Derin bir nefes aldı, gülümseyerek şöyle bir etrafına baktı. Herkes aynıydı. -tabi birşeyin değişmesini beklemiyordu ama- Amigo kızlar yine dedikodu yapıyor, birbirlerine laf atıyorlardı. Takım arkadaşları da geri kalmayıp, peşlerine takabildikleri kadar kız takmaya çalışıyorlardı. Şişe çevirmece artık oyun olmaktan çıkmış, giren ve çıkan oyuncunun haddi hesabı yoktu. İlk başlayanlardan kimse kalmamıştı nerdeyse. Her zaman şişe çevirmeceyi çok riskli, fakat bir o kadar eğlenceli bir oyun olarak görmüştü Leo. Favorilerinden biri olmuştu hep. Her partide, kampta.. bu oyunu mutlaka oynarlardı. Tabii bir de oyunun ardından çıkan gerçekleri kaldıramayanların çıkardığı kavgalar vardı. Eğlenceğe doruğa o zaman ulaşırdı asıl.

O sırada AC; “Merhaba Leo. Bu gün ne kadar hoş olduğunu söylerdim ama eminim benden önce davrananlar olmuştur.” dedi Lacy'e kin dolu gözlerle. Leo ortamı yumuşatmak için hızlı bir şekilde; "İyiyim AC, sen de fena gözükmüyorsun bugün" dedi gülümseyerek. Ardından arkadan kulağına tanıdık bir ses geldi, ‘Fazla yaklaşma çocuk enfeksiyon kapıcak.’ diye azarladı AC'yi Ewe. Ne zaman yanına gelecek diye bekliyordu Leo, sonunda buluşmuşlardı. Fakat Leo tam arkasını dönecekken birden yere yapışmıştı, Ewe yapacağını yapmış, Leo'nun sırtına atlamıştı. ‘Leo, sevgili dostum bugün nasılsın ?’ dedi sonra daha sakin bir şekilde.

"İyiyim Ewe, dostum özlemiştim seni. Nasılsın uzun zaman oldu görüşmeyeli değil mi?. Umm sanırsam iki gün." dedi Leo kahkaha atarak. Bir yandan da Ewe'e sarılmıştı, iki gün olsa bile yine de özlemişti onu. Etraftakiler onları çoğu zaman dost olarak görememişti, dışarıdan çok zıt iki kutup gibi gözüküyorlardı. Fakat gerçekte hiç de öyle değillerdi..

P.S~Biliyorum saçma salak b.k gibi oldu, yazacak birşey bulamadım.

Kangil becomes Kamil. ahaha Zeww
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:00 pm tarafından Kybelle
Ewelyn S. De'qim

'İyiyim Ewe, dostum özlemiştim seni. Nasılsın uzun zaman oldu görüşmeyeli değil mi?. Umm sanırsam iki gün.' Bu sözleri iki büklüm haldeyken söylemişti Leo. Ewe çok ağır olmasa bile belli ki hafifçe kıvranıyordu çocukcağız (!) onun altında. Gülerek Leo’nun üstünden kalktı Ewe ve hafifçe ona baktı. Gözlerinde hafif bir alay seziliyordu demeye kalmadan konuşmaya başlamıştı bile. ‘ Leo aptal bir çocuk değilsin bildiğim kadarıyla hadi amigoları anladım yatıp kalktığın içinde ama bu AC mi ne denen idüğü belirsiz sürtükle nasıl selamlaşabiliyorsun ? ‘ Sözlerini bitirince hafifçe gerindi ve Leo’yu da çekiştirerek ayağa kalktı. Ilerlemeden önce birşey unutmuş gibi Leo’ya baktı tekrar ve ağzından birkaç kelime döküldü bir sırıtış eşliğinde.

‘Enfeksiyon konusunda ciddiyim …’

Ayağa kalkalı bir kaç saniye olmuştu ki dizlerini kırarak hala inatla yerde oturan Leo’nun seviyesine geldi. ‘Tüh tüh, baksana şimdiden çarptı seni enfeksiyon – hafiften silkindi- dua ette bana bulaşmasın Leo.’ Gülümsedi ve bu sefer büyük bir başarıyla Leo’yu ayağa kaldırdı. Amigoların hafiften onlara baktığını görünce gözlerini devirdi ve Leo’yu elinden tutarak kendi arabasının oraya doğru götürmeye başladı. Leo’nun pek iyi hissetmediğini anlayabiliyordu, canı yandığı belliydi. Şu an tek istediği hem onun hem kendi iyiliğiydi ne de olsa çok şey borçluydu piç görünümlü bu velete. Bu düşünceler kafasından geçerken kendini tutamadan sırıttı Ewe. Arabasının yanına geldiklerinde Ewe yavaşça arabanın önüne yaslandı ve hemen önünde duran Leo’ya baktı.

‘Ee yavrucum, ne yapmak istiyorsun ?’ Sözlerini bitirince cevabın gereksiz olduğunu farketti ve kafasını sallamaya başladı. Ne isteyebilirdi ki Leo, ona tek gereken birazcık konuşmaydı ve Ewe’inde yapıcak başka hiç bir işi yoktu. Tekrar Leo’ya döndü ve konuşmaya başladı. ‘Daha doğrusu sana ne oldu ? Anlatmak istermisin ? Biliyorsun artık eskisi kadar vahşi değilim’ Hafifçe göz kırptı ve cevabı beklerken anıları gözünün önünden geçmeye başladı.

Ad Initio

.. Çok olmamıştı uyanalı, hafifçe gerindi ve yatakta doğruldu Ewe. Hala bir önceki geceki kıyafetleri üstündeydi; tam ne oldu diyecekken çatlayacak gibi olan başı onu tekrardan yatırdı yatağa. Belli ki dağıtmıştı dün gene. Kendine lanetler savururken içeriden bir kaç ses duydu, zaten duymasıyla odanın garip yapısı dikkatini çekti. Etrafı sarmış kupalar ve erkeksi eşyalar buranın kendi odası olmadığını farkettirdi.

‘Lanet olsun ! Nerdeyim ben ?’

‘Benim evimde, benim odamda ve benim yatağımdasın Sayuri.’ Ewe, abisinin ona seslendiğini sandı bir an ne de olsa Sayuri ona hastı. Gözlerini ovalarken karşısında klasik televizyon dizilerinden fırlamış gibi duran sarışın atletik yapılı bir çocuk gördü, sanki bir yerden hatırlıyor gibiydi. Ewe’in aksine gayet normal görünüyordu, zaten bunu kanıtlarcasına dalga bile geçmeye yeltendi. ‘Eğer hatırlamıyorsan ben Leo, dün tanıştık.’ Ewe hafiften kekelercesine çocuğun gözlerine bakmaya başladı. Dün nerdeydi ? Nasıl oldu da bu halde tanımadığı – daha doğrusu tanıştığıda hatırlamadığı bir çocuğun yatağındaydı ? Bunları düşünürken bir şey farketti, dün gece sarhoş değildi ne de olsa ilaçlarını kullanıyordu, o zaman nasıl olmuştu da bu haldeydi ? Birden dank etti herşey kafasına; kavga ! Tabi ya o lanet amigolardı gene sebep.

‘Naptın bana ? Neden senin odandayım ?’

Düşüncelerini dışarı vurmak yerine merakını gidermeye yeltenmişti Ewe. Anlamıyordu bu çocuğun onu niye buraya getirdiğini ve getirdiği halde ona dokunmadığına. Sorduğu soruya rağmen biliyordu hiç bir şey olmadığını. Sadece merak ediyordu amigo denen beceriksiz sürtüklerin arkadaşı olan bu çocuğun niye ona iyi davrandığına. Bunları düşünürken Leo denen çocuk hafifçe yatağa Ewe’in yanına oturdu. ‘Aslında bizim çocuklara göre seni ortada bırakıp gitmem gerekiyordu ama yapamadım. O halde seni orda bıraksaydım ölü çıkardın sabaha. ‘ Ewe hafifçe afallamış ama genede ses çıkarmamıştı. Hatta teşekkürün aksine ‘Neden ?’ diye üstelemişti. Anlamak istiyordu Leo’nun neden böyle olduğunu. Kin beslediği bu insanlardan birisi gerçekten iyi olabilirmiydi. ‘Bilmiyorum sadece doğru olan buydu. Bu arada üstünü değiştirmedim yanlış anlarsın diye. Kusura bakma.’ Önemli değil anlamında kafasını salladı Ewe ve hafifçe üstündeki örtüleri atarak ayağa kalktı. Bayılıcak gibi oldu bir an ama gözlerini devirerek es geçti durumunu. Çıkıp gitmek istiyordu evden ama onun yerine en yakındaki koltuğa çöktü. Soruların ve cevapların gelmesi gecikmedi karşılıklı; uzunca bir süre …

Ab Finem

Ne kadar konuştuklarını bilmiyordu bile o gün ve ondan sonraki zamanlar Leo’yla. Sevgi üstüne kurulu birşey değildi onların dostluğu. Nefretle başlayan ama güvene dönüşen birşeydi. Ikiside hem iyi hem kötüydü. Belki de buydu bir dostluğu daha da iyi yapan. Iki nefreti bir bütün yapan, bilinmezdi ama bir yerlerlerde bir şeyler vardı…

Rp Dışı: Yavrucum kusura bakma anca bu kadar yazdım gecenin köründe ^^ Bu arada başlatma şimdi benim erkek arkadaşıma xP Oyarım len seni Ahmet ^^
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:01 pm tarafından Kybelle
Ice Rain Cresswell

CAN I GO NOW??

“Seni seviyorum her şey demek değildir ama seni seviyorum.”

Kıkırdamıştı küçük bir kız gibi Joakim’e bakarken. “Mantık evliliklerinden sıyrılıp birbirimize kalmış saf âşıklarıyız biz modern toplumun. Seni ne kadar sevdiğimi biliyor musun?” Ne kadar sevmişti onu?? Uykusuz gözlerindeki hafif ıslaklığın verdiği sızı kadar sevmişti. Ondan uzakta kalsa bile hafızasındaki yakınlığının verdiği mutluluk kadar… Onun olamayacağını düşündüğünde içinde oluşan hüzün kadar sevmişti onu. Karanlığında yaşadığı mutluluk kadar… Ve dünyasını boyadığı karanlık kadar nefret ediyordu simdi ondan. Manasız bir tebessüme dönüştü yüzünde bu duygular. Acaba karanlıktaki siluet kime aitti?

Gözlerini batmakta olan güneşe çevirdi; şaşırmıştı. Her güneş batışı ağlatırdı onu çocukken. Korkardı. Her batış yok oluştu sanki. Garip ama güneşin doğmasını istemiyordu şimdi. Biliyordu ki; her yeni gün bir kat daha yalnızlık katacaktı yalnızlığına. Her yeni gün biraz daha yok olacaktı. Biraz daha hiç! Bunları hiç hak etmediğini düşündü. Hiçbir yalanı… Hiçbir sahteliği… Hiçbir yalnızlığı…
Artık gökyüzünün mavi olduğunu düşünmüyordu. Işığın dünyayı aydınlattığına inanmıyordu. İçi böylesi karanlıkken… Ve eskisi gibi anlamlı değildi susuşları. Bakışları donuk ve çaresizdi; gülemiyordu. Odasının pencerelerini hiç açmıyordu, karanlığın içine hiç ışık sızmıyordu ki…

Gözlerini kapattı ve düşündü. Bir dünya yaratmıştı kendine, içinde hiçbir şey yoktu. Evler, insanlar, hayvanlar, ağaçlar, gökyüzü, ışıklar yollar… Uçsuz bucaksızdı her yer, sonu görünmüyordu, sonu zaten yoktu. Karanlığa boyamıştı gökyüzünü, yıldızlar solup gitmişti. Sonra etrafına dönüp baktı. Ne için yaşıyordu ki??
Gözlerini açtı tekrar. Yaşadığı dünyaya baktı. Riyakâr insanlar, kötülük, adaletsizlik, ölüm, ihanet, acı, üzüntü, günah… Gökyüzüne baktı; masmavi, gece yıldızlar parlak göz kamaştırıyor. Ama boş, amaçsız… Gideceği son nokta orasıyken… Ne fark ederdi, ne için yaşıyordu ki? “Sensizliğe ve sessizliğe… Her şeye ve herkese… Her doğuşa ve her batışa… Karanlığa ve ışığa inat… Ben bunları hiç hak etmedim.” Ve Ice kollarını açıp kendini boşluğa bıraktı. Gideceği son noktaya bir an önce ulaşmak için.

BRING ME 2 LIFE

Eylül sonunda bir yaprak gibi hissederdi kendini. Gün ışığı hep kısa sürmüştü. Bir dala takılıp yakınlardaki dalların – babaannesi, Ivan, Nia, Nadya, Joakim, Christian – birbiri ardına düşüşünü seyretmişti; fark etmişti onun da düşmesinin an meselesi olduğunu. Rüzgâr çıkacak korkusuyla yaşamıştı şimdiye kadar. Garipti, kendi rüzgârını kendisi çıkarmıştı bugün. Özgürlüğe bir bilet… Ne kadar kötü olabilirdi ki?? Ama kavrayamıyordu neden hala eylül sonundaki yapraktı? Vücudunu saran o nahoş his, hafiflik, rahatlık kısa sürmüştü gün ışığı gibi. Vücudunu kıvrandıran kuvvetli bir acı hissetmişti tüm hücrelerinde. Acı vericiydi ölüm, karanlık ve soğuk söylenenin aksine. Öylesine yaklaşmıştı ki soğuk nefesini hissetti ensesinde. Kulaklarında bir uğultu kopmuştu fırtına misali, bedenini garip bir his sarmıştı, uyuşuyordu. Kalbi hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. Yine yalnızdı, onu karşılayan kimse göremedi. Ne babaannesi ne de Christian… Korkuyordu, kapattı gözlerini sımsıkı, karanlık… Çok karanlıktı, karşısında bir kapı… Eli gitti açmak için ama her seferinde dönmek için bir sebebi olacaktı. Hazır değildi. Gözlerini açtı, orda duruyordu elini davetkâr bir biçimde uzatmış: Christian! Mavi bakışları içine işliyordu. Tuhaf bir ifade vardı yüzünde. Korku, telaş? Ölüler korkar mıydı ki? Sanmıyordu. Büyük bir korkuyla sarsıldığını hissetti, henüz ölmemiş miydi?

Kendisine uzanan ele baktı bir süre. Gitmek istediğinden emin değildi. Bir seçim yapmak zorundaydı katlanması gereken sonuçları bilmeden. Ya sonsuz ya da tuttuğu elin sunacağı bir hayatı… Zaman geçiyor nefes alışları daha da imkânsızlaşıyordu. İstemsizce elini uzattı, bir hayalet gibi kolunun önünden girip arkasından çıkacağını zannetmişti. Vücudunu saran kollara bıraktı kendini, hayret yok olmamıştı. Gerçek miydi o? Bilmiyordu. Gözlerini yumdu sonsuzluğa giderken. Ruhunun bedeninden ayrılıp yükseldiğini hissetti, fakat yükselen ruhu değil bedeniydi.

Su aniden buz gibi olmuştu, kollarını vücuduna doladı Ice. Donuyordu. Yanlış giden bir şeyler olduğu hissine kapıldı. Cennette ya da cehennemde üşünür müydü ki öyle bir yer varsa?? Ve ölmüştü neden hala içini sonsuz huzur kaplamamıştı? Kalbi ağrıyordu ve başı… Sesler birbirine karışıp anaforlara dönüşüyordu beyninde. İrkildi birden, orda kendinden başkaları da mı vardı? Ice döndü ve görmeyen gözlerle baktı etrafına, gözlerini kırptı, sonra kendine geldi. Karl’ı ve ıslak saçlarıyla üzerinde bir battaniyeyle oturan Searlus’u seçti önce gözleri. Sonra da değişik yüzlerden oluşan topluluğu… Karl’ın battaniyelerden birini Searlus’a uzatışını izledi, diğer battaniyeyi de kendi omuzlarına atıp önünü çekerek iyice kapatmasını. Eliyle saçlarını yüzünden çekip geriye itmesini ve Ice’ın çenesinden tutup Karl’a bakmaya – iyice yaklaşmışlardı birbirlerine- zorlamasını… “İyisin değil mi, neden böyle bir şey yaptın?” Sustu, neden yapmıştı?? Nedeni yoktu, sadece düşünmüştü. Düşüncelerini eyleme geçirdiğinin farkında bile değildi. Christian’ı aradı gözleri, göremedi. Onun yokluğunu ilk kez hissediyordu fiziksel bir kayıp gibi. “Searlus’a borcum var artık, en değer verdiğim insanın hayatını kurtardı.” Aniden çok ağır bir düşünce diğer hafif düşüncelerin arasında patladı. Suyun altında gördüğü Christian değil Searlustu. Bu da neden onun bedenini hissedebilmesinin nedenini açıklıyordu. Ve aynı anda çok ağır bir duygu da diğer duygular arasında parladı: Vicdan azabı… Lanetli olduğuna biraz daha inanmaya başladı bu noktada. Sadece kendisi değil Searlus da gidecekti onunla birlikte. Dokunduğu herkes ölüyor muydu?? Kabiliyetine hayran kaldı, insanların hayatını mahvedebilme kabiliyetine. Gururla taşımalıydı!! Ve birilerine onun da borcu vardı. Sadece kendi hayatını kurtardığı için değil, onun hayatını mahvetmek üzereyken kendi hayatını da kurtardığı için…

“Küçük bir teşekkür benim için hayatını tehlikeye atmanı karşılayamaz ama teşekkür ederim. Sadece benim hayatımı kurtardığın için değil, başka insanların hayatlarını da mahvedecekken onların hayatını da kurtardığın için… Ama Searlus benden uzak dur, çok uzak. Kendi iyiliğin için. Christian’a benzemeni istemem! Hoşça kal!!”
Searlus’un bir şey söylemesine izin vermeden ordan uzaklaştı. Ennis’in getirdiği votkayı elinin bir hareketiyle reddetti ama Karl’ın Ennis’in çadırına gitme teklifini kabul etmişti. Kalabalıktan, meraklı- şaşkın bakışlardan ve olası sorulardan uzak kalmaya ihtiyacı vardı. Bunlarla daha sonra uğraşabilirdi. Başını, kollarını Ice’ın omzuna dolamış olan Karl’ın omzuna yasladı, battaniyeye biraz daha sıkı sarıldı. “ Ölmek insanın kendi elinde değil Karl. Yaşamak gibi… İkisini de sormadılar bana. Ne ölmek ne yaşamak.. Ama hangisi dersen…” Başını salladı yavaşça, ikisi de değildi istediği. Peki başka bir yer var mıydı, başka seçenek?? Düşünmeyi de bir kenara bıraktı. Çadıra gelmişlerdi. Karl kapı gibi duran küçük kumaşı çekip fermuarı kapatırken, Ice çevresine bakındı. İçerisi geniş sayılırdı, yere
atılmış uyku tulumu dışında birkaç minder ve yerde küçük bir kilim vardı.

- Islak elbiselerinle durma saçlarını kurulada ben çıkıyım üstünü değiştir sen çantada yedek kıyafetlerin varmı olmazsa benimkilerden giyersin ,büyük gelir ama olsun kol yenlerini kıvırırsak idare edersin .
- Çantamda birkaç parça eşya var ama arabanın yanında kaldı. Rica etsem…
Sustu yine. Gözlerindeki o bildik, yumuşacık bakışlar; çelik birer parıltıya dönüşmüş, Karl’ı delip geçiyordu. Karl’ın bakışlarının da değiştiğini fark etti. Gülen yüzünün Ice’ın bakışlarıyla ciddileştiğini…Karl Ice’a yakınlaşmadan önce biliyordu Ice birazdan olacakları. Arabanın orda Ice’a yakınlaştığında bile biliyordu. Ama kıpırdamadı yerinden Karl onu öperken. Battaniyenin üzerinden sıyrılmasına aldırış etmedi bile. Karl’ın elbiselerinin ıslanmasına da… Tepkisizliği doruk noktadaydı. Ne bir şeye tutkuyla ihjtiyacı vardı ne de yaptığı saçmalığa pişmanlığı olacaktı. Ya Karl?? Karl’ı omuzlarından tutup hafifçe itti, gözlerine baktı.
“ Her yeni deneyimin bedelinin bir yanılgıyla ödenmesi gerekir. Sabahın ilk ışıkları kalbine pişmanlık tohumlarını ekmeyecekse kendimi sana teslim ederim. Ya da hala burdan çıkıp gitmek için vaktin var.”
Birkaç dakika birbirlerini süzdüler. Sonra dudaklar birbirlerini aradı. Buluştu. Belirgin bir güçle, ihtirasla öpüştüler. Bu kez Ice, yaşanmışların üzerine kalın, ağır mı ağır bir perde indirdi. Ve yeni bir devir başlamıştı. Kalplere günah tohumlarının ekildiği yeni bir devir…

-->> Sinem&I, Nisan Cadısı
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:02 pm tarafından Kybelle
Eugenie Renee Linares

Only Lonely

Karmaşalarla dolu hayat birbiri peşi sıra anlamsız geçen düzineler dolusu vakit, kendisini köşeye sıkıştırılmış gibi hissediyor yeri daraldıkça daralıyordu örümcek ağına düşmüş zavallı bir böcek gibi hissediyordu. "İğrenç hissediyorum kendimi" dudaklarının arasından mırıltıyla çıkan kin dolu ses az önce ikizinin, biricik aşkının yanında oturan kıza takılarak söylemişti bu sözleri. Aşıktı Joakime tutku değil şehvet değil herhangi birşey değildi sevgiliye duyulan aşkta değildi hissettiği gözü kararmıştı.İstiyorduki hep yanında olsun hep onunla olsun çevresinde dönsün pervane olsun,gülümsesin ve gülümsetsin ama bir türlü istediği gibi olmuyodu o bütün ilgisini başka kızlara çeviriyordu nefret ediyordu bu davranışından Joakim'in Ice'a katlanmıştı Nia'ya katlanmıştı ama Vivien onu bir kaşık suda boğabilirdi ve Joakim onun yanına gidip bir güzel tokatlıycaktı hak ediyordu bunu hak etmişti. En yakınıyken en uzağı olmasına katlanamıyordu.
Demin yanında duran sevgilisine çevirdi bakışlarını ne kadar sıcaktı canayakın sevgi dolu...Saçlarını omuzlarından geri iterken ellerine ipeksi yanağının yumuşaklığını değdirdi. Yüzünde gülümseme belirmişti biraz daha sokuldu kollarının arasına kendi kollarını Hectorun beline sardı başını omuzuna dayadı uzun kipriklerle çevrili mavi gözlerini Hector'a dikti.
"-Saçların çok güzel bu tarz şapkalarla örtme." dediğinde yüzünde sıcacık bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Ellerini saçlarımın arasında dolşatırmandan hoşlanıyorum ve bana böyle bakmandan beni baştan çıkartıyorsun" dedi başını omuzundan kaldırıp dudaklarına tatlı bir öpücük kondurdu ve hemen kendini geriye çekti. "-Senin arkadaşlar dökülmeye başladılar"dediğinde başını işaret ettiği tarafa çevirdi "onlar benim arkadaşlarım değiller Hector herbiri kendi menfahatini düşünen budalalar sürüsü" dedi hepsi kalbini kırmıştı hiçbirine güvenemiyordu. Özellikle o aptal Ewe'den nefret ediyordu kendini birşey sanan ukalanın tekiydi halbuki bir bilseydi sandığı kadar olmadığını dev aynasındamı görüyordu kendini ne... ? Garip mahlukat. "-Hadi yanlarına gidelim." Hector elinden tutup çekmişti o yöne kendisini gitmek istemiyordu yanlarına 'keşke gelmeseydim' diye düşündü birden bu yüzleri bu suratları görmeye dayanamıyor tahammül edemiyordu.Ama elinde olmadan Hector'a ayak uydurmuş ve o yöne gitmişlerdi birbiriyle kaynaşmaya çalışan ama herbirinin ayrı bir çıkarı ayrı bir menfahati olduğu için bir türlü anlaşamayan insan-cıklar sürüsüydü. Neyseki kendini bir buda heykeli gibi görmeyi çok uzun zaman önce bırakmıştı kendini ne kadar basitleşmiş hissetse çevresindekilerde o kadar basitleşiyorlardı. Yavaşça şişe çevirmece oynayanların yanına yanaştılar.Hector tam Joakim'in karşısında bir yerde durmuştu ondan hoşlanmadığını biliyordu ama inadına karşısında dikilmesi garip bir şekilde içinden bir gülümsemenin yükseldiğini hissetti ikizine meydan okuyordu onu gıcık etmeye çalışıyordu bunun farkındaydı. Joakimi görünce kendisine daha fazla sahiplenmesi daha sıkı sarılması iki erkeğin arasında kaldığının belirtisiydi.
Evet ikisi arasında kalmıştı birbirlerinden nefret eden iki erkeğin arasında . Renee Hector'a aşıktı onunla hayatını birleştirmek istiyordu onun sevgilisi olmak belkide ileride çocuklarının annesi ve eşi olmak en güzeli olucaktı. Ama Joakim'ide seviyordu onu kızdırmak kalbini kırmak istemiyordu en son istediği şeydi bunu yapmak ama yapmıştı birkere. Artık kendisine fazla yüz vermeyen ikizine kırgın gözlerle baktı affetmiyordu Renee'yi Piero'yla birlikte olarakta daha fazla kızdırmıştı. 'Lanet olsun ne yaparsam yapim sürekli kızıyor bendemi bir sorun var yoksa ondamı?' Neden hep birlikte olduğu erkeklere nefret duyuyordu hiçbirini beğenmiyordu. Chane'ye kızmıştı Dimitrie'ye tamam onları anlıyordu belkide karşı takımdan oldukları için bu kadar tepki göstermişti Piero'yuda sebepsiz yere baloda kötü bir şekilde itham etmişti, ondanda nefret etmişti. Zaten o bir profesör olduğu için aralarındaki ilişkiyi gizlemeyi bir kenara bırakıp uzaklaşmayı tercih etmişti. O günden sonrada dersine girmez olmuştu. Joakim'le aralarının düzeldiğini sanmıştı o günden sonra ,ama Hector'la takılmaya flörtleşmeye başlayınca yine araları açılmıştı.Ne yapsa ne etse kimseyi beğendiremiyordu Joakim'e ama Renee izin vermişti ; Ice'a ilk defa! Joakim'in Ice'la olan ilişkisine karışmamıştı ama ikizi napmış etmiş bırakmıştı onu, yerine şimdi Ice'ın kuzeni olduğunu yeni öğrendiği Nia'ayla çıkmıştı.Hiç hoşlanmamıştı. Balonun ertesi günü kıskançlıktan kudurmuş kaldığı yatakhanede sabaha kadar odayı arşınlamıştı.Biliyordu nedenini kendisine inat yapıyordu. 'Tabi ya! bütün takımı elinden geçirdi neredeyse' dedi o sırada gözleri Lacy'e takıldı ne fısıldıyordu o ikizinin kulağına pek hayra alamet olmadığı kesindi eğer Lacy'i tanıyorsa baştan çıkartıcak bir kaç cümle bulmuş demektir. Yüzünde garip bir gülümseme belirdi. 'ahh! yazık Nia'dan dahamı seksi yoksa Nia'nın pabucu damamı atılıyor ,tabi ya ondanda bıktı diğerleri gibi ' şişe çevrilmiş dönmüş dönmüş ve şansa bak-ki Nia ve Joakim'e glmişti. "Evet sor bakalım sorunu Nia" dedi içinden o sırada Hector kendisine bir şeyler mırıldanmıştı.
"-sıkıcı olmaya başlamadımı burası hadi gidelim artık benimle gel bugün." demişti bütün ilgisini Hector'a yöneltti yüzüne birkez daha dikkatle baktı dudaklarına gözlerine yüzünün etrafında hafifçe çevrelenmiş kirli sakalına... Elini yüzüne götürdü yavaşça okşadı . "Gelemem Hector bensiz git bu gün hem mesaidesin komiserinin seni işten kovmasını istemeyiz değil mi? söz veriyorum bende birkaç saate kadar gelirim işin bitince evinde buluşuruz" dedi sıcak bir şekilde yanaştı tekrar kollarının arasına sokuldu.
"Git hadi söz veriyorum gelicem"dedi bakışlarında tatlı bir yumuşama belirdi dolgun dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı yanakları soğuktan pembeleşmeye başlamıştı.Kipriğine düşen ufak bir kar tanesini gözlerini kırpıştırarak düşürmeye çalıştı inatla kipriğinde takılı kalmıştı serçe parmağını gözüne götürüp yavaşça karı aldı.Dudaklarının arasına götürüp kar tanesinin eriyen ıslaklığını tatdı " Hem baksana ben üşürüm burda gece sıcacık kollarının arasında uyumak varken durmam burda "dedi geldiklerinden beri ilk defa neşeli bir şekilde kıkırdıyordu.
”Madem gerçeklerle aran yok ve cesaret konusundan kendine güveniyorsun… Öyleyse burada bulunan ve gerçekten sevdiğin, âşık olduğun kızı öp. Ve sakın kendini ya da bizleri kandırmaya kalkma; çünkü herkes o kişinin Ice olduğunu biliyor!” Renee'nin yüzündeki gülümsemesi birden dondu kaşları çatılmıştı.
"sen sen... ne hakla benim ikizimle böyle konuşuyorsun o kimseyi sevmiyor sevemez kimseye aşık olmaz" Nia'nın kafasını karın içine gömerken hayal etti kendini ağzından çıkacak bu cümleleri sarfetmemeyi yeğledi Hector'un Joakim'den hoşlanmadığını biliyordu birden ilgisini ikizine yöneltirse sevgilisinin kızacağından adı gibi emindi ama şu Nia'nın kafasını saçlarından tutup karın içine sokma oracıkta boğmak en güzeli olurdu keşke firiklerini düşüncelerini faaliyete geçirebilecek kadar cesareti olsaydı. "argghh! bayılıcam şimdi."diye geçirdi yine içinden Vivien Lacy'i itmiş Joakim'in yanına sırnaşık bir şekilde oturmuştu. "Yok yok ben en iyisi Vivien'in kafasını kara gömeyim o daha fazla hak ediyor"dedi Joakim'in cevap vermeden önce kendisine bakışını yakalamıştı.
"Bir kez daha bak bana böyle nolur soğuma benden sana ihtiyacım var Joakim yalnız kalmaktan korktuğumu biliyorsun eskisi gibi olalım beni kollarının arasında tut yine sıcacık sevginle sar nolur " bunları sözlere dökemiyordu bir anlık bakışında mırıldanmak isterdi söylemek isterdi bunları ona kollarının arasına koşmak sıkıca sarılmak isterdi onu ne kadar sevdiğini söylemek isterdi. Gözlerini kaçırmıştı kendisinden Renee başını yere eğdi Hector'un avcuna koydu ufak elini sıkıca tuttu güç almak destek almak istermiş gibiydi. Onun Vivien'le gitmesine kırılmıştı içinde yavaşça bir hırsın büyüdüğünü hissetti bağırmak istiyordu.
Hector'a döndü sakin bir şekilde "Sen git ben gelicem birkaç saate kadar"dedi sözünü birkez daha tekrarladı ısrarcı görünmek istemiyordu ama yüzü asılmıştı,Joakim'le konuşmalıydı artık.Hector'un kendisinden ayrılıp arabasına doğru ses çıkarmadan ilerleyişini sonra yavaşça uzaklaşmasını... bakmamıştı kendisine.Kırılmışmıydı yoksa? işte yapmıştı yapacağını biri için diğerinden vazgeçmesi gerekiyordu hiç istemesede onun kendisinden uzaklaştığını hissetti gözleri dolmaya başlamıştı.Arkasından bakarken kipriklerine takılan küçük bir gözyaşı damlasını sildi dudaklarını büktü küçük bir çocuk gibi yalnız hissediyordu kendisini savunmasız ve kimsesiz yine yalnız kalmıştı ve yine korkuyordu...
Yavaş adımlarla Joakim ve Vivien'i takip etmeye başladı onlar Renee'nin arkalarından geldiğinden habersiz el ele yürüyorlardı. Nefret ediyordu sinirlenmeye başlamıştı yereeğilip az miktarda birikmiş kar yığınından avuçlarının içine ikitane kar topu aldı elinde iyice sıkılaştırıp yuvaladı ,bir yerde durmuşlar ve Joakim Vivien'i öpmüştü orda olduklarından habersizdiler Renee hırsla birini Vivien'in diğerini Joakim'in kafasına hızla isabet ettirmişti.Çocukluğunda olduğu gibi sinirle yerinde tepiniyordu.
"Sen sen... aptlaın tekisin Joakim senden nefret ediyorum" yere eğildi birtane daha kar aldı bu sefer Joakim'e ıskalamış ve sırtına gelmişti. "Sen nasıl kardeşini sürtük yerine koyan bu ucubelerle dolaşırsın yetti artık" dedi birkez daha yere eğildi bu sefer karı fırlatmamıştı tehdit eder gibi elini havaya kaldırmış ve ikisinin yüzüne bakmıştı.
"Beni sevmiyorsun sen aptal bir insansın hayatımı kurtaran o Romeo değilsin." sustu ve sinirle baktı o kadar sinirlenmiştiki dişlerini gıcırdatmaya başlamıştı.Joakim'in o müsamerede hayatını kurtarmasını unutamamıştı o günden sonra gözünde yücelttikçe yüceltmiş garip bir şekilde ilah gibi görmüştü ama şimdi bütün hayalleri suya batmış Joakim kalbini kırmıştı üstelik kendisine hakaret eden kızların arkadaşıyla birlikte takılıyordu.
"Ben Romeo'mu istiyorum" dedi Juliet'in Romeosuna baktığı derin aşkla takılmıştı gözleri ikizine . Juliet'miydi Renee Joakim'in Julieti olabilmişmiydi tıpkı o zehirden yudumlayan aşkı için intihar eden kızmıydı Renee? yoksa Joakim'in şu an yaptığı gibi değer vermediği sıradan birimiydi

lem emre bundan sonra yasma sen sein karakteride yönlendirdim ben gerek kalmadı hönk?
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:02 pm tarafından Kybelle
Vivien Lorelei Luxerina

Always gone someone in my family. Am I curse ?

“Zamanın akışı, küçük bir çocuğun elindeki kum taneleriyle uçuşur kimi zaman. Kimi zaman bir bebeğin annesinin onu emzirmesini isterken çıkardığı melodram tonlar zamanın soyutluktan somut bir örneğe varışıdır. Bir saatin tik takları genellikle zamanın basit bir indirgenmesi olmuştur. Flu bir gölgesi, zamanı nerde görürsek görelim, hangi şekilde hangi anlamda, hangi yerde veya kiminle, onun arkasından sadece bakarız. Para, şan, şöhret veya kendine ait bir jetin olması yetmez onu alt etmeye. Küçükken büyürüz, büyükken yaşlanırız, yaşlanırken bitiş noktası yakındır. Bir basketin potaya girerken harcanan saniyeler gibi; 5–4–3–2–1–0 ve sayı ve son. Birisi potaya girerken, diğeri öteki dünyadaki yerine gitmek için toprağın altına girer. Güzel bir sözün tam yeridir şuan aslında; Zaman büyük bir öğretmendir, yalnız ne yazık ki daima öğrencilerini öldürür - Curt Goertz -. İyilik ve güzellik, zamanı asla yenememişlerdir. Ne zaman 70 yaşındaki bir kadının, ağrıyan başından, yağmur yağarken titreyen dizlerinden içten bir iyilikle bahsettiğini gördük ki biz, çamaşır makinesinde yıkandıktan sonra çıkan bir gömlek gibi olan suratlarındaki, somut güzelliği bir modacıyı büyülediğini. Zamanı hiçbir şey yenemez, Tanrı dışında. O gelecek ve geçmiştedir, o şimdi bizi görürken geleceğimizi ve geçmişimizi bilir. O her şeydir, büyük ve erdemli, mucizeyi yaratan.”

Kalemini komedinin üstüne koydu ve kahvesinden bir yudum aldı yazmayı seviyordu, küçüklüğünden beri. Okuldan geldiğinde dinlendirici bir şey yerine yazı yazmayı seviyordu. Bugünde Her zaman olduğunu gibi, okuldan geldi, üstünü değiştirdi, yatağına uzandı ve yatağının altında her zaman saklı duran defterini aldı ve yazısını yazmaya başladı. Son paragrafı yazarken oldukça çizgiler vardı üzerinden, kelimeleri daha seçici seçmeye başlamış tasvirlerini hoş bulmuyordu. Yalın ama etkili bir anlatım için çalışıyordu sadece, ama becerebildiğini düşünmüyordu nedense. Defterini kapattı ve yere attı, uykusu gelmişti, ellerini kafasının altında birleştirdi ve tavanı izlemeye başladı. Tavanda koyu renklerle düzenlenmiş, boğumlar duruyordu, tavandan 20–30 cm aşağıda bitiyordu boğumların çoğu, kahverengi ve koyu sarı renkler hâkimdi, gülkurusu birkaç çiçekte uçlarına yerleşmişti. Tek başına uğraşmayı seviyordu, dolaplarının büyük bir çoğunluğunu kendi boyamıştı. Birkaç dakika sonra, telefonu çaldı, uykunun büyük kucağına atlarken çalmıştı bu telefon ve bu telefon ona sadece, acı getirecekti.. Telefonu kaparken düşündüğü tek şey, etrafındaki süsler, yazısı veya başka bir şey değildi. Tek şey tüm benliğini kaplamış ölüm korkusuydu



Soft kisses, rock snow. Are you crazy Renee, Who is your Romeo?

Joakimi dinlerken Vivien sadece *an*da kalmıştı. Geçmişin hain gölgesi, geleceğin flu görüntüsü önemli değildi. İki dakika sonra olanları değil, Joakimin dediklerini düşünüyordu sadece. Gözlerinin önündeki görüntü net, ve sadeydi. Sadece bir insan çehresi, her konuşmaya başladığında gözlerinde yanan o ışıltı, dudaklarından çıkan zarif ses ve yumuşak gülüşü. Onu ilgilendiren sadece buydu bu sırada; “ Senin, böyle biri olduğuna inanmak, Ah Tanrım o kadar zor ki. Herhangi biri gelse şuan buraya, kendimi siper ederek koruyabilirim seni. Ama yapmamalıyım, yapmam gereken senden etkilenmediğimi, kendime sürekli tekrarlamak. Belki beynim bunu net bir şekilde anlıyor, ama güvene alışık olan kalbim inanmıyor. Senin tam bir aşağılık olduğuna bu kadar eminken, zarafetin o kadar büyüleyici ki. Bilmiyorum Joakim, sanırım benim için gerçekten tehlikelisin” Vivien kafasını önüne eğdi, bakmaya korkuyordu, cennetteki Havva gibi yasak elmaydı sanki, ama değildi, yasak değildi ona, İncilde bir insana pahası biçilemez bir tutkuyla yaklaşmanın günah olduğu yazmıyordu ki. Yasak olmadığını bilmenin verdiği rahatlıkla kaldırdı kafasını, yanlış bir şey yapmayacaktı. ''Artık konuşmak istemiyorum. Vaktimiz çok az. Kamptakilerin akılları belli olmuyor, beni öldürmek için ormanı yakmaya kalkabilirler.'' Vivien gülümsedi, haklıydı kendilerini ispatlamak için maddi şeyleri ön plana atanlar, güzelliklerini insanları günaha sokmak için kullananların toplandığı bir kamptı bu. “ Haklısın, ellerinde meşalelerle bizi aramalarını hayal etmek çokta zor değil” dedi, ve birkaç saniye sonra dudakları Joakimin dudaklarıyla buluşmuştu. Dudakları, beklediği hamlenin zevkini çıkarırken Vivien gözlerini yumdu. Sadece o ve Joakim vardı, birbirlerine olan tutkularını doya doya yaşıyorlardı. Kafasına gelen kartopuyla Vivien dudaklarını malesefki Joakimin dudaklarından ayırdı, kim takip etmişti bizi diye içinden geçirirken, diğer kartopunun Joakime isabet etmesiyle, geldiği yönü keşfetmiş oldu.

Reene ? Onlarımı takip etmişti, onlarımı dinliyordu işin önemlisi. Suratına baktığında Reneenin suratındaki nefret ve sinir o kadar açıktı ki, Vivien bir an ürperdi. "Sen sen... aptalın tekisin Joakim senden nefret ediyorum" Ardından yerden biraz daha kar aldı, top haline getirip Joakime attı. – Ne çocukluk – diye geçirmeden edemedi içinden, ayağa kalkmıştı, elindeki kadehi yere bıraktı. Reneeyle konuşmak için birkaç adım atmıştı ki, Reneenin sözlerinden sonra olduğu yerde dona kaldı. "Sen nasıl kardeşini sürtük yerine koyan bu ucubelerle dolaşırsın yetti artık" Kötü değildi Vivien, insanları yargılamak ona düşmezdi, tanımadığı insanlar hakkında yorum yapmayı sevmez, izlenimiyle ya sıcak bir tebessüm, yada selam verirdi. Tanımamış olması normaldi Vivieni, ama ucube damgası yemekte neydi böyle, özellikle herkesin ortasında sevgilisiyle oynaşan bir kız için. Başkalarını yargılamak veya onların ne olduğunu karar vermek onamı düşmüştü şimdi. Vivien arkasını döndü, Joakime bakıyordu, bir cevap, bir savunuş bekliyordu, ama Joakimde şaşırmış gibiydi, içindeki duyguları bastıramamanın verdiği sinirle Reneenin yanına doğru hızla yürüdü. “ Senin hakkında hiçbir zaman öyle bir yargıya varmadım Renee, buraya, ( kelimeler boğazında düğümlenmişti şimd, sustu birkaç saniye) buraya gelipte bizi gözetlemen, sürtük değil ama kafamda senin hakkında bazı imgelerin oluşmasına neden oldu. “ dedi ve sustu, gözleri Reneenin üzerindeydi, içini nedeni olmayan bir korku kaplamıştı. "Beni sevmiyorsun sen aptal bir insansın hayatımı kurtaran o Romeo değilsin." Romeo mu ? Büyük bir aşk hikâyesi mi kardeşler için, gerçekten ciddimiydi dediklerinde, bir insan kardeşinden nasıl böyle bir şey bekleyebilirdi ki. Düşüncelerine engel olamasa bile, nasıl bunu yüksek sesle söyleme cesareti bulabilirdi. Kafasını fark etmemesini umduğu bir şekilde salladı, eli boynundaki kolyesine gitmişti, birçok cevabı onda bulduğu kolyesine. Baba, oğul ve kutsal ruhu temsil eden haç kolyesine, vaftiz töreninde, büyükbabasında ona verdiği kolyesine. Asla kaybetmediği tek eşyasına. “ O senin romeon olamaz Renee, o ancak sevgilinden ayrıldığı zaman omzunda ağlayabileceğin bir kardeş olabilir sana, aşırı makyaj yaptığında aşırı bulduğu için sana kızan bir abi, yada sevgilini çok seviyorsun diye trip atan bir kardeş. Ama kardeş Renee, kardeşinle bir aşk hikâyesi yaşayamazsın, ancak paylaşırsın aşklarını. Günahların çok büyük bu şekilde konuşmakla, tanrıdan af dilemelisin. Seni affetmesini dilemelisin “ dedi ve döndü, Joakimin yanına gitmişti şimdide. Daha deminki dediklerinden sonra bununla karşılaşmak zor gelmişti, Joakimin kardeşine saplantı duyması doğaldı ama bu düşüncelerinin arasında, onunla ilgili arzular, hayaller ve fanteziler yatıyorsa, bu gerçekten yanlıştı.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:02 pm tarafından Kybelle
Joakim Suman Linares

Ohh Crazy Vine!

Elindeki bardağın yumuşak karların üstüne ses çıkarmadan düşüp bembeyaz karları kan içindeki şarapla kan kızılına boyadığını fark etmedi. Dizlerinin altındaki karın yavaş yavaş vücudunun ısısı ile eriyerek pantolonunu ıslatmaya başlamasını umursamadı. Kendinde değildi. Bu dudakların tadı bambaşkaydı. Diğerlerini öperken algıladığı -büyük ihtimalle psikolojik olan- o külümsü tat yoktu. Yerini hafif mumumsu, biraz da enfes nanemsi -yeni dişlerini fırçalamıştı belli ki- tat almıştı. Aslında o mum kokudan ibaretti ama gene de ağzına tat olarak yayılıyordu. Belli ki her gün sevgili Tanrı'ya dua ediyordu sevgili Vivien. Kutsallığın kokusu o kadar sinmişti ki üstüne daha büyük bir iştah duymasına neden oluyordu bu durum ona karşı. Onu öperken tamamen ona odaklandığını duyumsuyordu. Gözlerini kapatmış, düşüncelerine herhangi bir görüntünün sızmasına engel olmuştu. Gerçi bu karanlıkta sızacak tek görüntü ay ışığının o eşsiz güzelliği olurdu ama bu bile hissettiği duyguyu vahşice katledecekmiş, onu dehşete düşürecekmiş gibi geliyordu. Kendini garip şekilde güvende hissediyordu şu anda. Sanki bu anda sonsuza kadar kalabilirmiş gibi. O an bir şeyin farkına vardı. Aşkı hiç hissetmiyor değildi. Hayır, hissettiği barizdi, hem de hayatına giren tüm kızlara, kadınlara karşı. Ama sorun şuydu ki o kadınlara sadece bir an, kısacık bir an aşık oluyordu. Yoksa bir öpücüğü, bir dokunmayı nasıl bu kadar yoğun, ruhunu bedenini tümden ele geçirecek kadar yaşayabilirdi ki. Seni seviyorum Viv, hepinizi seviyorum, sevdim, diye düşündü. Nefes alışı o kadar hızlanmıştı ki, yanaklarına yayılan kor bedenini o kadar esir almıştı ki tam kulağına isabet eden kar onu hayata döndürene kadar tüm uzuvları Vivien'in benliğinde kayıplara karışmıştı. Öyle ki o soğuk temas olana kadar öptüğü dudakların kendisininkinden ayrıldığını anlamamış halde gözleri kapalı durmaktaydı. Kulağındaki ani acı ile haykırarak geri çekildi. Parmaklarından biri ile kulak içini ovuşturarak acısını dindirmeye çalışıyor aynı zamanda buruşmuş, şaşırmış bir ifade ile kartopunun geldiği yöne baktı. Gözlerini kısarak onu seçmeye çalıştı. Tahmin yürütecek zamanı olmamıştı, tahmine gerek de olmamıştı. Renee, sevgili kardeşi tüm öfkesi ile saldırıya geçmişti. O an sanki suçunu kabullenmiş gibi sessizce onu dinledi. Eğer bir kız olsaydı şimdiye dek ağlamaya başlamıştı. Ah sevgili Renee, zayıf noktalarını nasıl da biliyordu. Ne zaman şahit olmuştu buna onu da anlamıyordu ki. Hoş belki de şu anda ilk defa, ah hayır ikinci seferi. Tesadüf olan öncekiydi.

Memories Are Like A Sharp Knife

Tam on dört yaşındaydılar ikisi de. Joakim'in erkekçe duygular diye adlandırdığı şeyler daha yeni yeni uyanmaya başlamıştı. Daha sakalları ufak da olsa çıkmamıştı, sesinde az biraz bozulma dışında fazla değişiklik yoktu belki ama kızlara olan hislerini keşfetmişti o günlerde. Ve ilk defa flört etmeye başlamıştı. Her ne kadar bu küçük ayrıntılar yerinde olmasa da boyu bir çok yaşıtına göre uzundu, basketçi olduğundan yapılıydı da. Ayrıca sesini azıcık zorlama ile biraz olsun erken gelişmiş yaşıtlarına benzetebiliyordu. Daha iki yıl önceki minik çocuktan neredeyse eser yoktu denebilirdi. Bir kızı -adını hatırlayamıyordu- gözüne kestirmişti. Onun kendisine sık sık bakıp durduğunu az da olsa biliyordu. Ona her bakışında kendisinden kaçırılan bir çift göz görmüştü. Bir çift, yeşil, iri, büyüleyici bakışlara sahip gözler... Özellikle gözlerinden etkilendiği söylenebilirdi, ama onun gelişmeye başlamış, bir kadınsılıkla donatılmış bedeninden de oldukça etkilendiğini de inkâr edemezdi. Onu öpmekten çok -öpüşmenin ne olduğunu daha bilmiyordu- ince, hafifçe yuvarlak hatlara sahip bedenine dokunmaktı onu daha çok çeken. Bir gün okul çıkışında onu yalnız yakalamıştı. Tabi önce kardeşini başından savmıştı bir bahane ile-o bahaneyi de hatırlamıyordu işte- Renee'nin de şoförlerini bir bahane ile orada tutup peşinden geleceğini nerden tahmin edebilirdi ki? Bir şeyden kuşkulanmadan bulmuştu arzuladığı kızı. Arka bahçede kuytu sayılabilecek bir yerde arkadaşları ile oturuyor ve kıkırdayarak günün kaynatmasını yapıyorlardı. Alaycı bir ifade ile gülümsemişti Joakim. Sessiz adımlarla yaklaşarak kızın tam karşısında durmuştu yüzündeki gülümsemeyle. O anda deminden beri süren hararetli tartışma durmuş vedalaşma faslı başlamıştı. Diğerlerinin oradan ayrılırken kendilerini bazen tutamayarak kıkırdadıkları kulağından kaçmamıştı ama umursamıyordu bunu. Sadece ve sadece hiç utanma bile duymadan kızı süzüyordu. ''Sumanyu.'' diye fısıldamıştı kız ilk olarak bundan emindi. Ama Joakim onun fazla konuşmasına izin vermeden yaklaşmış -tabi o kızların oradan uzaklaşmasını bekledikten sonra- onun kollarını boynuna sarmasına izin vermişti. Kendi kollarını da onunkine sarmıştı. İlk başlarda ne yapacaklarını bilemeden sadece bakışıp durmuşlardı. Sonra sanki çok doğal bir şeymiş gibi birbirlerinin dudaklarını bulmuşlardı. Onun için nasıl bir deneyimdi bilmiyordu -birçokları berbat olduğunu söylerdi ilk deneyimlerin- ama hissettiği şey kesinlikle anlatılanlarla kıyaslanamazdı. Ah bir de o kıza gerçekten âşık olsaymış kim bilir neler olacaktı. Tam o sırada sırtına çarpan bir taşla sarsıldı. Şoke olmuştu, an mahvolmuştu ve çok utanmıştı. Arkasını döndüğünde kendisine öfke ile bakan ve neredeyse aldatılmış birinin nefreti ile titreyen Renee ile göz göze gelmişti sonra. Onun dudaklarından dökülen sözcüklerle koşarak gözden kaybolması bir olmuştu: ''Aptalsın sen Joakim!'' O an ağlamamak için kendisini tutmak zorunda kalmıştı. Yüzündeki ifadeyi görmüş müydü Renee? Az önce öptüğü kızı hepten unutarak peşinden seğirtti kardeşinin. Ama onunla beraber özel araca binmek yerine diğer taraftan saparak hırsla koşmayı tercih etmişti.

Back To The Future

Ve işte her deneyimi aşağı yukarı buna benzemişti. Başlangıcı her zaman harika, mükemmel olurdu. En ufak utanma, çekinme hissetmezdi. Yüzsüz biriydi de denebilirdi. Karşıdakini gerek iyi görüntüsü ile gerek kokusu, gerekse baş döndürücü, İsveç görünümüne pek uymayan, İspanyol aksanlı konuşması ile baştan çıkarırdı. Bazıları bunlara rağmen kendisine boyun eğmezdi ama genel olarak sonuç başarılı olurdu. Sonra istediğini alır, onun şiirselliğinde boğulurdu her zamanki gibi. —Bunun sıradan olduğu anlar ender olurdu birlikte olduğu her kadına kendisini neredeyse taptığı kişi oymuş gibi hissettirirdi- Ama sonra ince cılız bir ses duyardı içten içe. Az önce aşkla sardığı bedenden soğurdu anında. Ve o an biterdi tüm tapınma, tıpkı şimdi Vivien için olduğu gibi. Ama bu sefer cılız bir sesten etkilenmemişti. Daha yoğun, daha iğdiş edici, daha keskin ve gerçek... Soğuk soğuk terlemeye başlamıştı bunun etkisi ile. Sanki ölümle karşı karşıyaymış gibi solmuştu yüzü. Ayağa kalkarken bedeninin titrediğini hissediyordu. Renee ne kadar acımasızdı öyle. Oysa onu her şeye rağmen seviyordu, hem de çok seviyordu. Onun Romeo ile ilgili sözlerini dinledi. Demek ki kendisi gibi hissediyordu o da. Oh bu yüzdendi bütün kıskançlığı. Keşke o ilk öpücüğün anısını geri getirmeden söyleseydi bunu. Derken Vivien konuşmaya başladı. İkisi de kendi yüzüne bir an cevap bekliyormuş gibi bakıyor, ayrılmış dudaklarını, irileşmiş gözlerini görünce alacakları yanıttan umudu kesip seslerini yükseltiyorlardı. Ne acı bir andı. İki kadının arasında kalmıştı. Tanrı'nın bir erkeğe vereceği en ağır ceza... Baldız, gelin kavgalarını düşündü bir an. Ve onların arasında kalan damatları... Onların halini düşün ve kendininkine şükret evli değilsin en azından, diye düşündü. Omuzlarını yeniden dikleştirerek onların sözlerini bitirmesini bekledi. İkisinin arasında resmen süt dökmüş kedi gibi kalakaldığı için kendisine içten içe kızdı. Sonunda sesler kesilmişti. İçinden Tanrı'ya şükrederek öncelikle Vivien'le aralarında açılmış olan mesafeyi kapattı. Onun ellerini tutarak şefkatle avuçlarına almıştı Renee'nin göstereceği tepkiden endişelenmeyerek. Daha ne kadar ileri gidebilirdi ki zaten?

''Yanlış anladın bebeğim. Sandığın şeyi demek istemedi. Bu bizim aramızda bir şifre gibidir. Sadakati temsil eder. Osmanlı şair Şinasi'nin Leyla ve Mecnun hikâyesinin temelinde iki kişinin birbirine duyduğu aşkın saf ve temiz hale gelerek bir Tanrı aşkına dönüşme aşaması anlatılır Mecnun'un ağzından. -bu arada belirteyim 'mecnun' Osmanlıcada deli anlamında kullanılıyor- Biz de bundan yola çıkarak aynı dönüşümü yaşasa Shakespeare'nin Romeo ve Juliet'inin ne sonuca varacağını düşündük beraber. Sonra karar verdik ki ana konu, düşmanlığa, her türlü yalana, zorlamaya karşı gelen sadakat. Sadece iki sevgili değil, iki arkadaş, iki kardeş de birbirine sadık olabilir değil mi?'' Sonra gözlerini Renee'ye çevirdi. Artık kardeşine hitaben konuşuyordu. ''Ama diğer yandan Vivien haklı. Bunu benden beklemen artık saçma. Bu öykülerin hiç birinde de bir diğerine kazık atmıyor Renee. Sadece Leyla başkası ile evlenerek bir hata yapıyor ki bunun bedelini Mecnun'u tamamen Tanrı'ya vermek zorunda kalarak ödüyor hatırlarsan. Hem Vivien için kullandığın tabirler gerçekten sana yakışmadı. İnsanlar hakkında bu kadar önyargılı olmamalısın. O dediklerini hak etmiyor. Bunu sen de biliyorsun.'' Isınacağını umduğu elleri giderek daha beter soğuyunca Vivien'in rahatsız olmaması için ellerini bıraktı. Artık burada konuşulacak kısım bitmişti. Vivien'in olayla bir alakası kalmamıştı. Viv'in o kutsal ifadeye sahip, masum, beyaz yüzüne çevirdi bakışlarını. ''Bir tanem, bebeğim...'' Dudakları uyuşmuş gibi neredeyse kıpırtısızdı bunları söylerken. Ama sesinde artık eski tutku kalmamıştı. ''Gitmemiz gerek, kardeşimle özel olarak konuşmalıyım. Sen kampa geri dön. Az önce izlediğimiz yolu izle bir yere sapma eğer vahşi bir hayvanla karşılaşacak olursan seslen bana seni bulurum küçükken izci gurubundaydım.'' Sonra yerde duran çantayı karıştırarak içki şişelerinin arasından iki adet fener çıkardı. Biri yedekti bunlardan. Yanıyor mu yanmıyor mu diye denetleyerek birini Vivien'e attı. Diğerini de kendi eline aldı. Şarap şişesi hala duruyordu orada onu Vivien alabilirdi belki gene de mantarı geri tıkıp çantaya koymayı düşünmüyordu. Ama biraları bırakamazdı çantayı omzuna taktı. Ardından kardeşinin koluna girip sakince, sanki hiç bir şey olmamış gibi ormanın daha da içlerine çekti onu. Vivien'den yeterince uzaklaştıklarına kanaat getirince durdu. Çantayı yere bırakıp kardeşinin kolundan çıktı. Onu özlemişti, hem de çok... Onun da kendisini özlediğini biliyordu az önce kollarında oldukça mutlu göründüğü son sevgilisini bırakıp yanına gelmişti. Neden Piero konusunda da böyle yapmamıştı. Renee büyük ihtimalle ona bağırılacağını düşünüyordu. Ama Joakim onu kollarının arasına aldı şefkatle. Çok özlemişti onu, hem de çok, gerçekten onu seven kendisinin de sevdiği tek kişi oydu. Onu kollarında bir ağabey gibi sıktı, dudaklarına bir gülümseme yayılmıştı. Onun yanaklarını öpücüklere boğdu. Bu öpücüklerden birinin onun dudaklarına denk geleceğini nerden bilebilirdi ki? Ve bu öpücüğün aslında ailevi gelenekleri olan masum bir dudaktan öpmekten daha öte bir şey olacağı. Kendini geri çekerken yanakları alev alev olmuştu. Fener, elinden kayarak düşmüştü. Oh Ice haklıydı, kardeşine onu öpecek kadar âşıktı. Belki de daha başka kötü şeyleri yapacak kadar da... ''Bu... bunu gerçekten ben mi yaptım Renee? Ah ben ne art niyetli, uğursuz, yaşamayı bile hak etmeyen bir kardeşmişim. Kendimi yakmam gerek. '' Bu sözcüklerin sadece düşüncelerinde kalmadığını fark etmemişti. Şakakları hissettiği bariz şaşkınlıkla zonklamaya ve seğirmeye başlamıştı. Bedenini saran titreme daha da beter attı. Ama dediklerini uygulamayı bir an bile aklından geçirmemişti. Zaten kendinden o an ne kadar nefret ettiğini daha sonra fark edecekti. Ama bir çıtırtı mı yoksa hışırtı mı anlamadığı sesi duyana kadar paniklememişti. Yoksa kendilerini izliyor muydular? Ah yoksa Vivien mi görmüştü onları? Etrafına bakındı. Fener ışığı görmemişti. Sesin geldiği yönü de tahmin edememişti. Renee'nin yüzüne baktı. Ama ifadesini pek seçememişti, ağaçlar o kadar sıklaşıyordu ki burada ay ışığı yeterli olamıyordu. Eli ile ağzını kapattı ve sanki delirmiş gibi hızlı bir şekilde yürümeye başladı. Bir süre sonra adımları hızlanmış, koşmaya başlamıştı. Kamp yerine vardığında kimsenin yüzüne bakmadan sanki refleksmiş gibi eşyalarını kaptı ve arabasına doğru yöneldi. Kimseye bağlı değildi, kimse ile beraber gelmemişti. Gözüne sadece orada olmayan Ice çarpmıştı. Ice orada değilse nerdeydi? Karl'ın kollarında ah evet... Arabasına bindi ve hızlı bir şekilde çalıştırarak önce geri vitesle iki aracın arasından çıktı. Sonra da keskin bir virajla kampın çıkışına yönelip kayboldu. Birçok kişi bu ani gidişe anlam vermeye çalışacaktı belki ama kimse anlam veremeyecekti.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:04 pm tarafından Kybelle
4. Sayfanın sonu
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:05 pm tarafından Kybelle
3. Sayfa

Hector Gordon

"Yapmasana Hector beni utandırıyorsun" kollarının arasından kurtulup hızla uzaklaşan Reneenin ardından bakakaldı önce birden bire çekingen bir hal almıştı sevgilisi onun her an değişen tavırları hergeçen gün daha fazla ilgisini çekiyordu.Ve yüzü,yüzünü kaplayan muhteşem altınsı pırıltıların oluşturduğu saçları ,gözlerinin içine işleyen maviliği bu gözleri bakışların bir eşi daha yoktu ikizi Joakim bile Renee gibi bakamıyordu , onu ilk gördüğü andan beri hoşlanmamıştı belki polislere özgü o içgüdüsüyle haraket ediyordu ama anlayamadığı bir iticilik vardı ikizinde ,kendini beğenmiş küstah tavırlar ve kötü bakışlar oda bir türlü Hectora ısınamamıştı ve bunun Reneenin ikizi olmasından doğan bir kıskançlığa vuruyordu yinede her ne olursa olsun fazla umursamıyordu sonuç olarak Renee onundu artık.Reneenin peşinden gitti bu tavırlarını ilginç buluyordu ne diye şimdi birden bire kaçmış ve utanmıştıki kendisinden.Hafifçe gülümsedi yanına yaklaşıp oturdu.Ellerini tutmuştu genç adamın yumuşacık ve ince parmaklara sahipti dudaklarına götürüp öptü önce sonrada Reneenin dudaklarında beliren ufak parıltılı gülücüğe takıldı gözleri - Harika biçimli dudaklara sahipti .
"Bu gün benimle kalıcaksın burada değil mi? gitmeni istemiyorum yalnız kalmaktan hoşlanmadığımı biliyorsun" sonunda sihirli birkaç kelime dökülmüştü dudaklarından Hector büyülenmiş gibi eğildi cevap vermek istemiyordu şimdilik ,önce dudaklarının tadına bakmalıydı. Sanki etraflarındaki bütün sesler bütün görüntüler kesilmiş ve sadece ikisi kalmıştı.Yumuşacık dudaklarının üzerinde gezindi kendi dudakları. Eliyle sırtından tutmuş üzerine doğru eğilmiş öpücüklere boğuyordu Reneeyi onunda kendisine karşılık verdiğini hissetti.
-Keşke şu an burda olmak yerine daha sıcak kapalı bir mekanda olsaydık ne diye geldiğimizi anlamıyorum neden başbaşa geçireceğimiz saatleri burda bu kalabalıkta geçiriyoruz. dedi dudaklarını çekmişti ama yine çok yakındılar.Elleriyle sırtını okşadı hafifçe sonra yine boynuna eğildi .
-Bu kadar utanmana gerek yok ikimizde olgun insanlarız ve seni öpmek hoşuma gidiyor seninle kalmak isterdim ama gitmem gerek belki bir kaç dakika daha... seni seviyorum Renee ama eğer bir geleceğimizin olmasını istiyorsan işime gitmeliyim.dedi Reneeyi kollarının arasında tutmak hoşuna gidiyordu ama onun küçük bir kız çocuğu gibi davranması özellikle son zamanlarda bu kadar utangaç olmasını garipsemeye başlamıştı. -Neden sende benimle gelmiyorsun? bir kaç işim var halledip beraber eve gideriz. dedi arkadan esen rüzgar Renee'nin saçlarının yüzüne dağılmasına sebep olmuştu eliyle saçlarını kavrayıp okşadı ve omuzlarından geri attı.Başındaki şapkasını çıkarıp yere koydu .
-Saçların çok güzel bu tarz şapkalarla örtme. dedi birkez daha yaklaşıp dudaklarından öptü elini beline iyice sardı.Arkadan sesler geliyordu kamp kalabalıklaşmaya başlamıştı ama Hector Reneeyle ilgilenmekten farkedememişti. -Senin arkadaşlar dökülmeye başladılar.dedi başını çevirip geriye doğru baktı masalardan birinin etrafına toplanmış şişe çevirmece oynuyorlardı.Hector ayağa kalktı Reneeyide elinden tutup kaldırdı bu kadar yakın olmaları hoşuna gidiyordu. Deminden beri bir ses çıkarmıyordu dalgınlaşmıştı..

Bir kaç ay önce

Champell'de bir cinayet işlenmişti okul balosunun yapıldığı gece kesik bir baş bulunmuştu.Olayı günlerce araştırmışlardı ama katilin kim olduğunu çözememişlerdi.Okuldan birinin olması yakın bir ihtimaldi Armina Joakim'i suçlu bulmuştu ama Hector'a göre bu onun işi değildi olamazdıda çünkü onu tanıyacak kadar yakınlaşmıştı ikiziyle. Yapabildiği tek şey kindar cümleler kullanmaktı bir katil potansiyeli yoktu onda ama Armina bir türlü anlamak istemiyordu zaten oldu olası kimseye güvenmezdi o güvenmektende öte garip bir suçlamaydı yaptığı sonunda salık bırakılmıştı Renee'nin endişelendiğini üzüldüğünü biliyordu hergün onun hakkında sorular soruyordu.Bazen neden bu kadar üstüne düştüğünü anlamıyordu Joakim'e düşkün olması normaldi ama Joakim'in durduk yere Renee'ye sırt çevirmesi sinirlerini bozmuştu.Onun varlığı her seferinde Reneeyle aralarına giriyordu . Çoğu zaman yakasına yapışıp yumruklamak geliyordu içinden nezarette suçsuz bulunup salık bırakılana kadar her seferinde ziyaret ediyordu ona bazen tepeden bakmak hoşuna gidiyordu kardeşiyle birlikte olmasından hoşlanmadığını bildiği için her seferinde bunu hatırlatan tavırlar sergiliyordu. Doğrusu o kimsenin kızkardeşiyle birlikte olmasından hoşlanmıyordu.
'Garip bir kişilik' diye düşündü gözleri kampta oturan topluluğa bakarken gözleri Joakime ilişmişti. Renee'nin elinden tuttu
-Hadi yanlarına gidelim.dedi yavaşça o tarafa doğru yürüdüler sıkıca tutuyordu elinden üzerindeki üniformanın dikkatlerini çekeceğinin farkındaydı. Eweleyn denilen kızında ithamlarından hoşlanmamıştı yanına gidip onu polise hakaretten dolayı rahatlıkla içeri atabilirdi aslında zevklide olurdu onu dört duvar arasında korkmuş bir şekilde görmek ama olay yaratmak işine gelmiyordu.İnsanlarla dalaşmasını sevmezdi Hector zaten gün boyu bir sürü serseriyle uğraşıyordu.
Joakimden uzak bir yere geldiler ama sırf inat olsun diye tam karşısında bir yerde durdu Renee'ye sahiplenici bir tavırla belinden sarıldı ondan tarafa bakmak muhabbet kurmak bile istemiyordu.Renee'ye bakarak
-sıkıcı olmaya başlamadımı burası hadi gidelim artık benimle gel bugün. dedi

iğrenç oldu kübra biliyorum ama idare ediver
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:05 pm tarafından Kybelle
Leonard R. McGrath

Old Friends, New Crushes

Çadırların bulunduğu alanın ortasında birkaç kişi oturmuş, oyunun başlamasını bekliyorlardı. Leo tanıdık birilerinin gelip gelmediğine bakmak için etrafa şöyle bir göz attı, tam yalnız olduğunu düşünürken ilerde duran Vivien ve ona doğru koşan Joakim'i gördü. Birden neşesi yerine geldi. Hemen boş bulduğu yere oturup arkadaşlarının gelmesini bekledi. Fakat Joakim ilk olarak yeni gelen gösteriş budalası Venus'ün yanına oturup kulağına birşeyler fısıldadı, ve Joakim ile yanındakiler sırıtmaya başladılar. "Sanırım Joakim, bizim süs bebeğimize acı gerçekleri söyledi." dedi kısık sesle. Ardından Venus'un korkulu rüyası Nia gelip etraftakilerin de duyabildiği bir sesle; "Ice'a 'mal' yakıştırmana gelince tatlım annen kendini başkaları ile bir tutmamanı öğretmedi mi sana kronik bir zeka geriliği ile doğduğunu öğrenir öğrenmez? Hadi öğretmedi diyelim hayat bunu öğretmiştir kesin, kat kat boyadan kurumuş saçların gibi samandan olan aklına girmiyor mu senin?'' dedi. Ve Nia'nın sözlerini bitirmesiyle Joakim ve Nia aynı anda hızla oradan uzaklaştılar. Venus'un onca hakarete rağmen kızarıp utanmaması Leo'nun dikkatini çekmişti. Joakim koşar adımlarla hemen Leo'nun yanına oturdu. Nia'ya laf attıktan sonra Leo'ya;

''Son günlerde oldukça sık hastalanıyorsun dostum bağışıklık sistemini kontrol ettirsen iyi olur. Hem ah sana hapishane maceralarımı anlatacaktım değil mi? Sana unutturma demiştim.'' dedi. Leo'nun hasta olmadığını aslında herşeyin anlatılamayacak kadar farklı olduğunu Joakim tabiki de bilmiyordu. Leo kendini toparlayıp gayet sevecen bir ses tonu ile, "Ah, evet. Hapishane anıların nasıl da unuttum. Özellikle demiştin kampta anlatırım diye. Yarın ilk iş olarak anlat tamam mı?." dedi Joakim'e.

Tam oyun başlayacakken arkadan bir el Leo'nun omzuna dokundu ve son derece güzel bir ses, "Beyler ayrılın bakalım rahatsız ettiğim için üzgünüm ama aranıza oturmak istiyorum" dedi. Leo'nun dönüp baktığında en yeni ve en favori gözdesi Lacy'nin gelmiş olduğunu gördü. Omzuna düşen parlak kahverengi saçları ve yüzündeki o cezbedici gülüşüyle Leo'nun aklını başından almıştı çoğu kez. Ardından çabucak Joakim ile Leo'nun arasına oturdu, Leo'ya dönüp, "Bugün ne kadar da yakışıklısın" diyerek dudağına bir öpücük kondurdu. Leo ne olduğunu anlayamamıştı, herşey ışık hızıyla olmuş gibiydi. Bu olayla beraber Leo Lacy'e karşı hissettiklerinin karşılıklı olduğunu anlamıştı ama birkaç saniye önce gördüğü şey, Leo'ya aralarındaki aşka Joakim'in de dahil olabileceğini düşündürdü. Az önce gayet masum ama tutkulu bir şekilde Leo'yu öpen Lacy masanın altından gizli gizli Joakim'i elde etmeye çalışıyordu. Ardından Joakim'in kulağına fısıldayarak haftasonu bir kaçamak yapmak hakkında fikrini sordu. "Neden bana değil de ona sordu, ikili mi oynamak istiyor yoksa?. Uhm çözemedim ben bu kızları" diye düşündü. Çok karmaşık canlılardı kızlar gerçekten. Bu arada oyun başlamıştı, Joakim bir yandan Lacy ile aralarındaki bağları sıkılaştırmaya çalışırken bir yandan oyununu sürdürüyor. Hemen biraz ileride bir grup Zümrüt hararetli bir şekilde son dedikodulrı tartışıyordu.
 

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)

Sayfa başına dön 

1 sayfadaki 3 sayfasıSayfaya git : 1, 2, 3  Sonraki

 Similar topics

-
» Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)2
» Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Thursday Murder Club :: Rp Dışı-
Buraya geçin: