Thursday Murder Club
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Thursday Murder Club


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  



Legend Of Magic'e hoşgeldiniz! Sizleri aramızda görmekten çok memnunuz. Sitemiz bilindiği gibi bir rol oyunu sitesidir. Karakterinizi yaratmanızın ardından aramızda rol oyunu yapabilirsiniz. Sitemizin kurgusu ve sistemleri tarafımızca hazırlanmıştır. Her türlü sorununuzda bize ulaşmanız ve eğlenceli dakikalar geçirmeniz dileği ile.

LoM Yönetimi Sihirli Günler Diler.



















Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) - Sayfa 2 Gf1k Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) - Sayfa 2 Puff1a Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) - Sayfa 2 Claw1-1 Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) - Sayfa 2 Sly1-1

00 | 00 | 00 | 00





 

 Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3  Sonraki
YazarMesaj
Kybelle
Admin
avatar


Mesaj Sayısı : 136
Kayıt tarihi : 24/01/09

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) - Sayfa 2 Empty
260109
MesajEski CK Rpleri (Geçici Başlık)

Kacey Leia Whitaker (Enormous Arguments-Rock Bar)


Forbidden Passions

O gün... Karl'ın odası... Joakim'in usulca anahtarı çevirip odaya girişini duyduğu an kendini dışarıda bulmuştu. Durmuş durmuş son anda gelmişti aptal yaratık. Ya yakalansaydı, o zaman boşa gidecekti bunca gizlilik. Belki Karl onun en yakın arkadaşıydı, belki de kendisi de takımının amigolarındandı. Ama gene de şu ne yapacağı belirsiz, deli çocuğa güven olmazdı. Bilirsiniz hani bazı şeyler vardır ya, yakanızı kurtarsanız bırakamazsınız, kronik bir hastalık gibi kanınıza girer ve bağışıklık sistemiz çöktüğü anda baş gösterirler. Ona en ufak koz vermek de bunun gibi bir şeydi. Ömür boyu düşmezdi yakanızdan, yeni sebepler bulurdu sizi ağına düşürecek. Oh o çocuğun ağına düşürdüğü bütün o kızlar... Bir de kendini hala iyi biri sanıyordu belki de o sersem şey. İçten içe onun kendisine gelmesi için gerçekleri yüzüne çarpacak korkunç bir olay diliyordu hayatında. Sonra vazgeçiyordu aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın felsefesi ile. Oh neyse Joakim'den söz etmeyi bırakalım. O kendinden zaten herkese yeterince söz ediyor biliyorum(kendini beğenmiş şey) Gel gelelim o ana. O sihirli anda perdeler kapandığında bir söz vermiş olduğunu Karl'ın aslında kendisine şaşkınlıkla fark etmişti. Ruhunun çalkantılarının zevke karıştığı o anda tenleri birbirine karışırken duymamıştı bu sözü ama davranışları, bakışları her şeyi bir vaatte bulunuyordu belki de onun için oldukça tehlikeli olacak. Hayır, belki de ikisi için de büyük tehlike teşkil eden ve aslında güvenli gözüken bir andaydı tüm o sözler. Kendisine dokunmasına bu sayede izin verdiğini çok net hatırlıyordu. Yoksa Karl'ın düğmelerini çözmez sadece kendisini bırakmasını fısıldardı ona. -bu ikinci seçenekte Karl'ın onu dinleyeceğini biliyordu- Ruhunu ıslatan kısa bir an sonra ayaklarını ıslatacak bir yağmura denk gelmeden buradan kaçması gerektiğini anlamıştı. Yukarıdaki, ayın çevresine toplanmış bulutlara bakılırsa yakında yağmur yağacak gibi görünüyordu. İçerden gelen şaşkın mırıltılara aldırış etmeden bahçenin arka kısmındaki aralığı buldu. Buraya gelmesi, dışardan geliyor olsaydı imkânsızdı. Oldukça yüksekte kalan bu alanı her ne kadar gelişmiş amigo becerilerine sahip olsan da tırmanamazdın o kayan toprak yüzünden. Bu yüzden ön kapıdan gelmek zorunda kalmıştı. Ama gene de o kayan toprak inmesini engellemiyordu. Aşağıda yılan çıyan olmadığından emindi zaten Karl'ı daha önce birçok kez ziyaret etmişti. (O zamanlar merdiven getirmeyi tercih etmişti ama şimdi uğraşmaya niyeti yoktu) saçını başını acele ile düzelterek arabasına koşmaya başlamıştı. Bedenini saran heyecana ve mutluluğa negel olamıyordu. Az önce kuzen ve bir arkadaştan başka bir şey olmayan birisi şimdi hayatında gördüğü en harika âşık olmuştu. Belki oydu uzun zamandır beklediği beyaz atlı prens, belki de oydu ruhunu güvenle ve bir hiç uğruna bile satabileceği yaramaz şeytan. Arabasına binerken bu geceyi büyükannesinin evinde ertesi günün heyecanı ile bekleyecek olduğunu biliyordu. Harika bir duyguydu bu ve keşke yanında Karl da yatıyor olsaydı ah ne kadar mutlu olurdu.

Forgotten Girl- Rock Bar

Ruhunun ıslandığı o ufak an... Gözlerini de aynı zamanda ıslatacağını nerden bilebilirdi? Günlerdir ağlamaktan artık makyaj yapamaz, makyaj yapmadığından dışarı çıkamaz olmuştu. Çizim yapmakla ya da karnındaki minik yavrunun gelişimini izlemek adına doktora gitmek dışında hep harap, hep bitaptı. Karl'ın habersizce ortadan kaybolmasından sonra ona o kadar büyük bir kin duymuştu ki... Oh karşısına çıksa gene kedi gibi yumuşayacaktı belki de. Hayır, olamaz Kacey bakur bir kızdı. Yapmazdı böyle şey, onu görmezden gelir yanına yaklaşırsa da canına okurdu. Ah Karl! Ondan şimdi bu kadar nefret edeceğini aylar önce söyleseler neler derdi kimbilir o şuursuza(Ne aptalsın sen sözlerine dikkat et tamam mı?) Ama şimdi... Ama şu anda bu hayali sözlerin ne kadar doğru olduğunu biliyordu. Beraber kaldığı Nia ve Lacy'e asla söylememişti ne kadar kahrolduğunu. Onlar sadece hamile olduğunu biliyordu. Gerisini onlar tahmin etmişti sanıyordu ki. Ancak Nia bile bilmiyordu nasıl üzüntüden kahrolduğunu. Karl'ın kendisini umursamadığı gibi Kacey'in de onu umursamadığını sanıyordu sevgili arkadaşları. Oysa ilk gün Nia'ya Karl ile aralarından geçenleri nasıl da -ayrıntılara değinmeyerek- ballandıra ballandıra anlatmıştı. Onu ne kadar sevdiğini tam olarak betimleyemese de anlatmıştı işte. O günden sonra çizimlerinde bir mutluluk bir aşk teması yerleşmişti.-ama şimdi o tablolarda bariz bir kaybolmuşluk, bir ruh çöküntüsü vardı- Sonra onun gittiği haberini alakasız birinden duyduğu andan bitmişti(!) aşkı. Belirtiler sönmüş bir umursamazlık gelmişti üstüne. Ağladığını bilmiyorlardı. Neden makyaj yapmaktan sıkıldığını iddia ettiğini bilmiyorlardı. Onlara şu andaki resimlerinin çok önemli olduğunu söyleyerek vaktinin olmadığını bahane etmişti. Kilo almasını da dışarı çıkmak ya da amigo çalışmalarına katılmak yerine resminin başında zaman geçirmesine bağlamıştı. Nia ve Lacy arkadaşları ile gezerken o odasında çizim bahanesi ile kalmış ve ses çıkarmamak için yumruğunu ısırarak hıçkıra hıçkıra ağlamıştı yatağına uzanıp. Neden hayat bu kadar kötüydü? Neden herkes bu kadar aptaldı? Nefret ediyordu bu dünyada yaşamaktan! Hayatını bir an önce tüketmek, yaşadığını yaşayıp ölüp gitmek istiyordu. Geçmişteki ataları gibi sırasını savmalıydı Kacey.

Barda... Uzun zamandan beri ilk defa zorunlu dışarı çıkmaları dışında bir zaman süslenmiş püslenmiş ve kendini dışarı atmıştı. Barda çoşkulu bir müzik çalıyordu. Simple Plan olmalıydı kesinlikle ama bu şarkıyı yeni duymuştu. Kacey ise müziğin en iyi duyulabildiği bir masaya oturmuş kendince eğleniyordu. Rock müziğinin her türlüsü çalınırdı burada. Kendisi de zaten bu enfes müziğin her türlüsüne bayılırdı. İçki kokteyli süsü verdirdiği portakal suyunu yudumluyordu uzun zamandan beri yaşamadığı bir kayıtsızlıkla. Karl'ın geri dönmüş olduğunu duymuştu ama gene de nerde olduğunu nasıl olduğunu sormamıştı. Rolünü iyi oynuyordu. Acımasız bir amigo kızdı sözde. Kendini ezdirmeyen, asla boyun eğmeyen bir cadı... Dudaklarına yayılan biri gülümseme ile zorunlu ayıklığını eğlenceli hale getiriyordu. Kendisine dans teklifinde bulunan adamları dinlememiş onlara aldırmaksızın şarkı sözlerini mırıldanarak onları hiçe saymıştı. Umursamazın tekiydi Kacey, gücü buydu. Onun düşmanları sadece görünmez olduklarını zannettirecek boş bakışlarla karşılaşırlardı yanına yaklaşacak olurlarsa. Oysa onları dikkatle incelerdi çaktırmadan Kacey. Resim hafızası ile kafasından yeniden ve yeniden çizerdi. Gözleri ile etrafı inceledi dikkatle. Sonra yumdu o mavi, parlak gözlerini. Çizgi romanın kapağı haline gelmişti o parıltılı manzara. Ama bu çizgi romana yakışmayan bir ayrıntı vardı. Keskin çizgilerle arka plandan ayrılan bayan bir karakterdi bu. Kocaman kafası, sıska ve biçimsiz vücudu ile kendini herkesten üstün olduğunu sanan kişilere özgü gülümsemesi ile karşına çıkmış bir kız. Beyaz bir askılı bluzunda siyah, kocaman, tokalı bir kemer vardı. Altına puanlı, gri-siyah bir etek giymişti. O sıska bacaklarını açıkça gösteren, kısacık bir etekti bu. Battal boy topuklu ayakkabıların bir kızda normalde şık durabilecekken onda nasıl da aptalca durduğunu açıkça fark etmişti. Ah bu kız ne kadar şık, ne kadar bakımlı olsa da bu kadar şapşal görünmeyi nasıl başarıyordu? Gözlerini açtı. Tam karşısında o aptal sırıtışı ile gerçek hali duruyordu şimdi onun. Neredeyse beyaza varan sarı saçlarına su dalgası yaptırmıştı bu sefer. Gözlerini süzerek ona baktı. Neden bu derece mutlu görünüyordu bu aptal? ''Ne var? Ne istiyorsun?'' diyecekti ilk başta. Ama sonra bundan vazgeçti. ''Bir şey mi aramıştın? Ama benim önerim konuşmayı baştan bitmiş sayıp gitmen çünkü aşağı yukarı alacağın cevap 'Defol' olacaktır. Şimdi bu barın sahibine beni taciz edip keyfimi bozduğunu garsonun biri ile iletmeden ve seni buradan attırmadan önce -bilirsin sahibi büyükannemin eski öğrencisidir beni çok sever- manzaramı kapatmayı kes artık.'' Ondan nefret etmiyordu pek. Normalde bu kadar sert davranmazdı ama sinirleri son zamanlarda o kadar bozuktu ki karşısına çıkacak en küçük sinir bozucu varlığa çatmak ihtiyacı duyuyordu. Sonra ondan gözlerini kaçırarak sanki çoktan gitmiş gibi yeniden müzik ve içki içip eğlenenlerin ne yaptığı ile ilgilenmeye başladı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://atlantis.benimforum.org
Bu yazıyı burda paylaş : reddit

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık) :: Yorum

avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:06 pm tarafından Kybelle
Nia Lanie Gaarder

Bir an için göz göze geldiği Joakim’in sözleri üzerine yüzüne ufak bir tebessüm yayıldı. ”Aslına bakarsan arabada oturup, kimin ne işler karıştırdığını izlemek daha zevkli.” Ardından derin bir nefes aldı ve sanki aralarında olan küçük bir espri, dostane bir lakapmış gibi ekledi ”Aşkım!”

Atılmamış çığlıklar erteliyor hayatı. Gökyüzünü yırtacak bir haykırışa dönüşmedikçe içimizdeki kelimeler, kanımıza karışıp nüfuz ediyor bütün hücrelerimize. Öldürmüyor belki ama uyuşturuyor. Yavaşlatıyor bizi. Biz kendimizi korumadıkça zaman da bize acımıyor. Söküp atmak bir yana, kabuk bağlamasına bile izin vermediğimiz yaralarımızı ruhumuza kazıyor yıllar. Ve ama bir gün geliyor, arınmak istiyor artık ruh. Acılarımıza dayanamıyoruz daha fazla. Ta içimizin derinliklerinden gelen bir çığlık atıyoruz. Rahatlıyoruz. Özgürleşirken bir hesaplaşma başlıyor bu defa. Bunu neden daha önce yapmadığımızı soruyoruz kendimize. Iskaladıklarımızı düşünürken yaşamlarımızın ikiye ayrıldığını fark ediyoruz; Çığlıktan önce ve çığlıktan sonra…

Dünyaya kendi çığlığını salamamıştı Nia, henüz. Cesaret edememişti belki, belki de fırsat vermemişti kimse buna. Engellenmişti hep, bir iki engellenmeden sonra da korkmuştu, cesaret edememişti tekrar denemeye. Dışarıdan bakılınca her şey iyi hoşken, içinde kıyametler kopuyordu. Ailesi ilgisizdi ve küçük oğul daha çok seviliyordu, Nia’nın içinde bulunduğu ruh hali kimsenin umurunda değildi. Ona yalnızca maddi destekte bulunuyor, manevi hiçbir destek göstermiyorlardı. Belki de bu yüzden böyle olmuştu; bencil, küstah, şımarık… Böyle olmayı seviyordu, o ayrı bir mesele… Kötülük dolduğunda içine, tozpembe hayallerinin pembesi gitti tozu kaldı. Hayaller birer birer çalıp kapısı girdiler. Sonra da terk edip gittiler. Ya da kendi istekleriyle gitmediler, birileri tarafından kovuldular; ne fark eder. Öldüler sonuçta her türlü… Birini kamyon ezdi, biri boğuldu, yok oldu tüm hayalleri… Kahkahalar yerlerini gözyaşlarına bırakırken can çekişiyorlardı zaten. Ah! Ne derdi büyükannesi; ”Kızlar, böyle somurtmayın! Kahkahalar savurun gökyüzüne!” ‘Bir gülüş savur gökyüzüne, eski zamanlardan gülücükler getirsin. Öyle içten, öyle samimi gözyaşlarını bile tebessüme çevirsin…’ Bu sözü ezberlemişti büyükannesi sayesinde. Hatta öyle bir noktaya gelmişti ki, büyükannesi her bu sözü söyleyecek olduğunda kuzenleriyle ondan önce davranıp, söz birliği yapmışçasına beraber söylerlerdi. Ah! Eski, güzel günler… Büyükannesinin ölümünden sonra elbet hiçbir şey eskisi gibi olamamıştı. Ne gülüşler savrulmuştu gökyüzüne ne de içtenlik kalmıştı. Bazı ölümler yeni bir başlangıçken bazı ölümlerde birçok hayatın parçalanmasına, mahvolmasına neden oluyordu. Ölüm neydi ki? Ölüm dıştaki her şeyimizi alır ve içsel olarak kendimizi geliştiremediğimiz takdirde doğal olarak hiçbir şeyi ölümden koruyamayacağımız ve sahip olduğumuz her şeyi yitireceğimize dair korku duyarız. Ancak içsel benliğimizi geliştirip, dış etkenlerden bağımsız olarak huzur, mutluluk, sükûnet ve neşeye kavuşabilmişsek, benliğimizin ait olduğu bahçeye varıp, saf bilincimizin açan çiçeklerini görebilmişsek, ölüm korkusu diye bir konu bizim için söz konusu bile olamaz. Yaşayabildiğimiz kadar yoğun ve dolu dolu yaşayalım ki, yaşamın tadı, ölümün neden korkulacak bir şey olmadığına dair bir ipucu sunsun bize. Yaşamımızı tanıdığımız takdirde, onun ışığında ölüm diye bir şeyin olmadığını anlarız. Kişinin ancak dolu dolu yaşayarak tanıyacağı bu yaşam sonsuzdur. Biz yaşadıkça, bu sonsuzluk duygusu da eş zamanlı olarak ortaya çıkacaktır. Ne kadar yoğun yaşarsak bu duyguyu da o kadar derinden hissedecek, ölümün olmadığını da o kadar hızlı kavrayacağız.
Bir kitapta tam olarak böyle bir şey okuduğunu hatırlıyordu. Elbet, ilk okuduğu zaman, hayatı boyunca etrafındaki hiç kimse ölmemiş biri olarak, ne denmek istediğini pek anlayamamıştı. Fakat birkaç yıl sonra, büyükannesi öldüğünde kesinlikle netlik kazanmıştı her şey. Ve ilk defa büyükannesinin cenazesinde fark etmişti bir dua bildiğini… Tanrıyla arasının pekiyi olduğu söylenemezdi doğrusu. İnanırdı ona, fakat çok inançlı olduğu söylenemezdi. Nia’nın tanrı kavramı, aslına bakılırsa gerçekten oldukça ilginçti. Tanrıya inanırken onun gönderdiği söylenilen ve ‘peygamber’ adı verilen adamlara, yine tanrının bu ‘peygamber’ler aracılığıyla gönderdiği kitaplara inanmazdı. Yalnızca tanrı vardı inanılacak ve o da bahsedildiği kadar katı, kuralcı değildi.

Ah! Tüm bu düşünceler bir şişeye bakarken mi üşüşmüştü aklına? Ne garipti! Bir şişe, bazen gerçekten de çok şey değiştirebiliyordu. Daireden bir kişi şişeyi tutup çevirdiğinde, Lacy gelip daireye katılmış ve tam da Leonard ve Joakim’in arasına oturmuştu. Bu da yetmezmiş gibi Nia onun bir ara Joakim’e bir şeyler fısıldadığını gördü. Sevgili dostu(!), oda arkadaşı ne yapmaya çalışıyordu acaba?! Hoş, gerçi bunu pek umursamıyordu. Belki geçmişte olsaydı kıskançlık krizine tutulurdu ama şimdi değil kıskanmak, umursamak, içinde ufacık bir kıpırtı bile yoktu. Joakim ne yaparsa yapsın, umursamıyordu Nia onu. Şişe döndü, dönmeye devam etti ve bu süre içerisinde Nia, Ice ile tekrar göz göze geldi. Ey fani okuyucu! Hayatında ‘gözlerinle anlaştığın’, bunun sırrının birbirinize karşı çok hassas olmanızda saklanan birisi oldu mu? Nia’nın oldu; Ice ve Nadya! Garip bir biçimde anlaşıyorlardı gözleriyle, ruhlarını okuyorlardı. Saatlerce birbirlerine baktıklarında hiç ağızlarını açmadan, dışarıdan bakanlar onların konuşmadıklarını sansın, onlar durmadan konuşurlardı. Hiç susmadan, gözleri ağrıyana kadar, konuşacak bir şeyleri kalmayana kadar… Fakat bu sefer onun gözlerindeki ışıltının yok olduğunu fark etti Nia! Sönmüştü ışığı ve sanki çığlık atıyor, yardım istiyordu. Ah! Ne yapmıştı Nia? Kendisi olmasaydı belki şimdi kuzeni bu halde olmayacaktı, böyle çaresiz, acı çekiyor halde. Asla Joakim’e yaklaşmamalıydı, Joakim kendisi için yasaktı, tehlikeliydi. Gözleri çaresizlik içinde kısıldı ve bu sefer onun ruhundaki karamsarlığı okudu. Şişe durdu ve bir ses duyuldu. ”Joakim ve Nia! Nia, sen soracaksın! Ardından onun gerçeklerle arasının iyi olmadığını söyleyişini dinledi, hala Ice’a bakarak. Şeytan, zihnine bir şekilde girmeyi başarmıştı ve onu dürtüklüyordu. Ya da bazılarına göre o şeytan zihninden hiç çıkmamıştı. Tıpkı yanlarına gelip, Joakim’e bir şeyler söyledikten sonra kendisine laf sokmaya çalışan Sussie gibi. Ne demişti? Joakim’in kendisini umursayıp umursamadığını, taktığını mı sanıyordu bu lanet kız? Şen bir kahkaha atarken Sussie çoktan oradan uzaklaşmıştı. Dediğim gibi, normalde olsa Nia tüm bunlara oldukça içerlerdi fakat şimdi kendisi de onu zerre kadar önemsemediği için bir sorun teşkil etmiyordu. Oturduğu yerden yarı yarıya ona doğru döndü ve duyabileceği bir sesle seslendi. ”Sussie! Tanrı aşkına! Joakim’in beni umursayıp umursamadığı, seni benden daha çok ilgilendiriyor gibi. Ah! Tatlım… Gerçek anlamda kimin kimi umursayıp umursamadığını göremeyecek kadar körsün. Yazık!” Sesine kattığı alaycı tonlamayla birlikte tekrar önüne döndüğünde gerçekten de herkesin aynı şeyi düşündüğünü fark etti. Herkesin Joakim’in onu umursamadığını, Nia’nın da bu yüzden kahrolduğunu düşündüğünü biliyordu. Sonra cesaretlik diyen Joakim’e baktı. Bu oyunda, genelde cesaretlik diyen birisini, diğer kişinin seçtiği birisiyle öpüştürürlerdi. Niçin Nia da Joakim’e birisiyle öpüşmesini söylemiyordu? Hem böylelikle onu umursamadığını kanıtlardı.

Son aniden Ice’a döndü tekrar. Evet, öptüreceği kişi Ice olmalıydı. Bir taşta iki kuş vururdu böylece. Kuzeniyle arasını sonsuza dek düzeltirdi aynı zamanda. Ice da anlamıştı ne yapmak istediğini, okumuştu gözlerinden. Yüreğindeki küçük kızın yerde can çekiştiğini ve içinde ölen birinin olduğunu hissetti. Son çığlığını attı yüreği, son ve ilk çığlığını, duyan olmadı sandı. Hâlbuki daha ilk dakikada o çığlıkla dostluk kalkıp geldi arka sıralardan… Aydınlık bir ifade ile tekrar Joakim’e döndüğünde, onun yüzünde beliren tekinsiz gülümsemeye kimse bir mana veremedi. Ve ardından Nia, beklenen cesaretlik sorusunu sordu, sadece Joakim için değil, kendisi için de büyük cesaret isteyen bir şeydi bu. ”Madem gerçeklerle aran yok ve cesaret konusundan kendine güveniyorsun… Öyleyse burada bulunan ve gerçekten sevdiğin, âşık olduğun kızı öp. Ve sakın kendini ya da bizleri kandırmaya kalkma; çünkü herkes o kişinin Ice olduğunu biliyor!” Zaman durdu sanki ve herkes bir anlığına dondu kaldı. Şaşırmışlardı, herkes… Beklemiyorlardı böyle bir şeyi Nia’dan. Kim beklerdi ki, sadece Nia’dan değil, kimseden beklenmezdi. Kim, sevgilisinin başka birisiyle öpüşmesini, hem de kendisi haricinde sevdiği kişiyi öpmesini isterdi ki? Gözlerinde kesin bir ifade vardı buna karşın ve gözlerini Joakim’im gözlerine dikmişti, hadi dercesine…
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:06 pm tarafından Kybelle
Searlus Quinn L'Ombre

Who Are You? Get Out!

Hayır ruhumu ele geçiremezsin, demişti zamana. Aklının buğulanmasına, onu bambaşka biri yapmasına izin vermemişti. Geri dönerse eğer tamami ile eskisi gibi olarak dönecekti. Dönmeyecekse, her anını hala orada geçiren o genç aptal olarak kalacaktı. İnat ediyordu, zamana, değişime, hatta kuzenine bile. O ise büyük bir gayret ile kendisini değiştirmeye çalışıyordu. Oysa görmüyor muydu bundan ne kadar korktuğunu, kendisinden farklı olmaktan, beğenilerinin başkasına mahkum olmasından.. Daha önce buna izin vermişti bir kere. Onun için bileğindeki kanı altından kaseye boşaltabilir, banyo yapması için sunabilirdi. Ya da yıldızların ışıklarını birer ipmişler gibi parmaklarına dolar, beceremese bile elinden geldiğince hayallerinin ipliği ile ona kalbi sıcacık ısıtan, hafif ama bir o kadar da ruhu saran bir örtü işleyebilirdi. Belki biraz orantısız olurdu, azıcık da yamuk ama ne önemi var? Onu güzelliği ile baştan çıkarırdı bu ışıktan örtü. Dahası aşkının kanıtı olarak daima kalırdı onun için kalplerde. Ama olmamıştı. Yok olmuş, yıkılmıştı her şey. Searlus ise sadece kırdığı, kırıldığı arkadaşları ile kalakalmıştı başbaşa. Hep hayalinde resim olarak hayal ederdi onları: Searlus önde, korku içinde gözlerini iri iri açmış, kollarını birbirine dolamış halde onlara sırtını dönmüşken onlar da gözlerini kısmış ona nefret girdabı içerisinde bakıyorlardı. Ve resimde yanında olması, kollarını ona sarması gereken kişi yoktu, gitmişti. Sadece Sea'nın yüzüne doğru dökümlenen mavi şalı gözüküyordu resmin kenarından. Kendisi ise gitmişti uzaklara ardından kırgınlıklar, dehşet ve nefret bırakarak. Özür dileyememişti Searlus, konuşamamıştı bile. Af dilemek için geçti, yeniden eskisi gibi olmak içinse... Ah bu imkansızdı işte. Ama artık daha fazla değişmeyecekti. Kalacaktı tutunduğu yerde. Artık kimseye taviz vermeyecekti. Ne ıllarını paylaştığı, yanında olmasa bile kalbinde her zaman için var olmuş kuzenine, ne St. Tropez'in tatlı esintisini yeniden yanına getiren, eski sevgilisi şimdi dostu olan Ice'a, ne de şimdi şuracıkta iki delikanlının arasına oturmuş cilveleşen, ailesine olan sarsılmaz güvenini, aklındaki saygın imgelemleri mahveden sevgili(!) kızkardeşine verecekti tavizi. Şu anda St. Tropez anılarının göbeğinde, oyun dairesinin kenarında oturmakta olan Sea hafifçe yerinde kıpırdandı. Bacaklarının uyuşmuş olması için yeterli zaman geçmemişti ama gene de sanki onu rahatsız eden bir şeyler vardı inkar edemezdi. Hafaçe yerinden kalktı bacaklarını hafif yükselterek, bir dal parçası vardı orada onu arkaya fırlattı. Birinin ayağına çarpmıştı. ''Ah Üzgünüm mösyö.'' dedi kibarca. Ama çok da ilgilenmedi onunla hemen önüne döndü.

Şişe çevirmece ilk bir kızla başlamıştı. Kardeşinin oturduğu yerde duran iri yapılı-Searlus bunlardan birine dalaşırsa sıkı bir dayak yiyeceğinden emindi onlara göre oldukça zayıf kalıyordu çünkü- delikanlılardan birine denk gelmişti şişenin ucu. Gülümsedi ne diyecek diye pür dikkat kesilerek. Onun söylediklerini net bir şekilde duyabilmişti onca uğultuya rağmen. Cesareti tercih etmişti havalı tavırlarla. Sanki dünyayı kurtarıyordu bir oyunla. Ondan ve o kendini beğenmiş tavrılarından açıkçası hoşlanmamıştı. Belki de tanımadan yargılıyordu ama bu yeni ortam zaten bunu gerektiriyordu. Gözleri Lacy'e kaydı ister istemez. Kardeşine bakmamaya çalışıyordu elinden geldiğince ama ondan aklını alamıyordu. Kan mı çekiyordu yoksa sadece ilgi çekici görüntüsü yüzünden mi bilmiyordu ama onunla ilgilenmekten alıkoyamamıştı kendini. Onun kardeşi olduğunu ilk kendisinden öğrenmemişti direk olarak. Annesi gelmişti -nerden çıktıysa-yanlarına onlar konuşmaya yeni başlamışken. Oldukça eğlenceliydi doğrusu Lacy. Flörtöz tavırları ile kırık kalpli herhangi bir erkeği rahatlıkla baştan çıkarabilirdi. Araya girmişti kadın, ''Sen Searlus L'Ombre olmalısın.'' diyerek hafif bir fransız aksanı ile. Dikkatini çekmişti 'L'Ombre' sözcüğünün üstüne vurgu yapması. Sonra devam etmişti kadın başını sallayıp uzun saçlarının savrulmasına sebep olarak. ''Bunu söylemek sanki bir film klasiği gibi olacak ama... Siz kardeşsiniz canım. Baban oldukça romantik biriydi. Tabi her erkek gibi kızla işi bitene kadar.'' demişti yavaş ve anlaşılır şekilde. Searlus kadını şöyle bir süzmüş ardından Lacy'e bakmıştı şok dolu bir ifade ile. Benzeyen yerleri vardı gerçekten de, gülüşleri aynıydı, saç, göz renkleri, gözlerindeki o hınzır bakış. Ah nasıl görmemişti bunu daha önce. Hoş görse de inanmazdı ki. Benzerlik mümkün kız zaten fransız der geçerdi herkesin yapacağı gibi. Bir an sanki acı çekermiş gibi kalakalmıştı konuşamadan. Nasıl yapardı bunu babası? Üstelik kız kendi yaşlarında görünüyordu. Annesi ile beş yıldır çıkıyorlardı evlenmeden önce dediklerine göre oysa. Bir de küçük bir çocuğu daha vardı onun. Çok merak ediyordu. Acaba geceleri nasıl bu yaptığını, şurada karşısında duran kızı, yani gayrimeşru kızını düşünmemiş miydi? Dilinin son anda çözüldüğünü hissetmişti. Büzdüğü dudaklarını gevşetmişti sonra. ''Derse yetişmem gerek.'' Aklına bu gelmişti birden. Oysa az önce ders bitmişti bile tıp bölümündeki. ''İngilizcem için, özel ders...'' devamını hatırlayamamıştı. Zaten konuşmak da istemiyordu artık. Bembeyaz olmuş bir yüzle arkasına dönmüş ve koşar adımlarla oradan gitmişti aniden. Kadının kızına söyledikleri uzaklaşma esnasında da kulağına çarpmıştı. ''Ne kaba, Bir L'Ombre olduğu nasıl da belli.''

Kaşlarını bir an çatmış olan Searlus da Lacy'nin, önüne gelen her fransıza asılacak kadar hafifmeşrep olan bir kadının kızı olduğunun nasıl da belli olduğunu düşünüyordu. Gözlerini ondan kaçırdı. Ondan utandığını hissediyordu. Bu ufak sırrı duyarken etrafta kimse yoktu ve umuyordu ki ne Lacy ne de o babasına yamanan annesi hiçbir şekilde bir şey söylemeezdi kimseye. Bunu, amcasına büyük bir saygı duyan kuzenine hele hiç söyleyemezdi. Ne tepki verirdi acaba? Bunu öğrendikten sonra Sea'ya her şey olabildiğince sahte gelmişti. Acaba ona da aynı etkiyi eder miydi? Kuzenine çevirdi bakışlarını. Onun direk gözlerine bakmıştı. ''Peki Lacy? Ondan da uzak durmam gerekiyor mu?'' dedi kısık bir sesle. Amigo kızların hala var olduğuna inanamıyordu. Lise yıllarına dönmüştü sanki. Sonra saçma bir şey sormuş olduğunu fark edip sırıtmaya başladı. Gülüşü tıpkı Lacy'ninkine benziyordu, gözlerinde tıpkı onun iri yapılı gençlerle yakınlaşırkenki kurnaz ışıltı vardı. ''Salt soru pratiği olsun diye sordum Jam.'' Sonra onun gözlerindeki anlamı aramaya başladı. Acaba kıvırmayı başarabilmiş miydi? Sonra gözü az ilerde duran sarışın, zayıf kadına kaydı. Kesinlikle saçları aşırı derecede açık renkliydi. Ama gene de kendisine sempatik gelen bir yanı vardı. Gene de şişe çevirmece oyunu başlatan kız kadar dikkatini çekemiyordu kimse. Ona bir kere bakıp gözlerini kaçırmıştı ama aklında durmadan imgesine bakıp duruyordu. ''Nia ve diğer amigolar... Neden anlaşamıyorsun? Ne kavga var?'' İçten içe biliyordu ki cümle kurarken saçmalamıştı. Bir iki kelime unuttuğunu biliyordu açıkçası. Ama düzeltip yeniden söylemeye de üşeniyordu. Kuzeni geri sormadıkça da düzeltmeyecekti de. Daha sonraki konuşmalarda düzeltirdi. Sustu yanıt bekleyerek. Oyunla ilgisini tamamen yitirmiş gibiydi.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:07 pm tarafından Kybelle
Anechka Cerés Désmarais

Siyahi örtüler içinde, süt beyaz taze bedeni…
Yanık tütsü kokusu ve müzik sarıyor tüm bedeni…
Odada hoş bir hava aleni…
Buradayım, sırf tutmak için ellerini…

Cerés… Uzanmıştı, annesinin altına sığınabileceği bir örtü olsun diye hediye ettiği nevresimlerin içinde. İhtiyacı var mıydı saklanmaya, bu kadar mükemmelken? Sarı hafif dalgalı saçları anlaşılmaz desenler çizmişti, karşı çıkıyordu adeta, siyahi yastığın üzerinde. Elleri? Yatağın kenarından sarkmış elleri hiç olmadığı kadar ruhsuzdu şimdi, terk edilmiş yalnızlığa itilmiş gibi. Aslında hiç ihtiyacı olmamıştı ki onları ısıtacak birine. Kendine güveni, dayanıklılığı, neşesi ısıtmaya yetmişti tüm bedenini. Garip renkli maske bile çirkinleştirmeyi başaramamıştı zarif simasını aksine altında gizli bir hazine saklar gibi bir hali vardı. Uyuyordu, kulağında müzik sesi, burnunda tütsü dumanının süzüle süzüle yaydığı koku.

“ ♪… ♪♪, ♪… ♪♪ ♪♪♪♪… ♪, ♪♪… ”
“Efendim?” Telefonun sesiyle birden açıvermişti gözlerini.
“CA!! Hazırlan kampa gidiyoruz. Yarım saat sonra orada olurum.” Arayan Tim’di Cerés’ in yeni dünyasının ilk aktörü, en yakın dostu…
“Nasıl?... Ciddi misin..? Daha önce gelmeyeceğini söylemiştin hatırlarsan, ben de hiç hazırlanmadım boşuna… Sensiz sıkıcı olurdu çünkü..” Bu son cümleyi ondan sonra geleceklere yol açabilmek için söylemişti. “Her neyse..” Yataktan seri bir hareketle kalktı. “Yarım saat olmaz… İmkansız…” dedi yüzündeki rengine rağmen hoş kokulu maskeye endişeli bakışlar atıyordu aynada. Yarım saat mi? Dalgamı geçiyordu? Şu yüzündeki çamurdan kurtulması ancak o kadar zaman alırdı zaten.
“Üzerimi giyinip hemen çıkıyorum ona göre…” Genç kızın sözlerini hiç umursamıyor gibiydi.
“Tim, yarım saat çok erken… Tim? Kapama!! Ouuff..” İki ayağını bir pabuca sokmaya bayılırdı zaten. Cerés bir anlık afallamanın ardından tekrar aynaya döndü, derin bir nefes alarak telefonu yatağın üzerine fırlattı ve duşa girmek için hazırlandı. Suyun ısınmasını beklerken tekrar aynı melodi yükseldi odadan. Gerçi zar zor duyabilmişti suyun sesinden.
“Yine ne oldu? Şimdi de vazgeçtiğini söylersen hiç de şaşırmam doğrusu…” Sesindeki bezginlik Tim’in sinir bozuculuğunu ifşa ediyordu. Bazen ona neden katlandığını anlayamıyordu.
“Biliyorum… Ne yapıyorsun?” Acele edip etmediğini anlamak için aramıştı, eğleniyordu anlaşılan.
“Beni oyalamazsan hazırlanmaya çalışıyorum…”
“İyi… Çünkü gelmek üzereyim güzelim ve kapının önünde hazır olmazsan hiç uğramadan geçmeyi planlıyorum.” Herkese karşı bu şekilde davranmazdı ama Cerés’ i sinir etmek açıkça hoşuna gidiyordu, birbirlerine verdikleri değer ve aralarındaki bağ bu tür şakalar için esnek sınırlarla çevriliydi.
“O da ne demek? Beni almadan gidemezsin!! Değil mi?” Bu çocuk insanı delirtmek için yaratılmıştı.
“…”
“Peki.. Sana yalnız gidemeyeceğimi düşündüren ne bilmiyorum. Sen çok istiyorsan, ki seni çok hevesli görüyorum, gidebilirsin canım…” dedi ve ekledi “Orada görüşürüz...” Daha fazla konuşmasına izin vermeden telefonu kapattı. Geleceğine neredeyse emindi.

Konuşma sırasınca suyun yeterince ısınmış olduğuna kanaat getirerek hemen duşa girdi. Çıktığında kapı zili durmadan çalıyordu. Hızla havlusuna sarınarak kapıyı araladı. “Tim… Sen miydin? Girsene…” derken onun çekici ifadesinin, yenilgi ile bozulduğunu görmenin verdiği hazla gülümsüyordu.
“Hiç gülme! Kapıda ağaç oldum. Sorabilir miyim acaba neden kapıyı açma zahmetine girmedin?” Sesini yükseltmişti fakat gerçekten sinirli olmadığını anlayabilecek kadar iyi tanıyordu Cerés onu. Bir şey söylemeden içeri geçmesini bekledi, suratındaki gülümsemeden hiç taviz vermemişti.

“Yaklaşık kırk beş dakika daha beklemen gerekecek üzgünüm… Önceden haber vermiş olsaydın…” Cümlenin gerisini getirmeye gerek bile duymadı çünkü o sırada Tim ağar bedenini kızın yatağına bırakırken ‘Biliyorum.. Biliyorum..’ der gibiydi. “Eğer bana yardım edersen daha hızlı hazırlanabiliriz tabi.” Dedi saçlarını sert bir havluyla kurulamaya çalışırken üzerinde hala ördek yeşili havlusu vardı. “Ben saçımı kuruturken sende bavuluma eksikleri atabilirsin mesela.” Tim’ in yanına oturdu, onu rahat bırakmayacağı kesindi. Çocuğun kolunu çekiştiriyordu. “E hadi!?”
Tim ise derin bir iç çekişle kalktı. “Emredin…”
“Güzel, dolabın en alt rafındaki bluzları bavula yerleştirmekle başlayabilirsin…” Konuşmaya devem ederek banyoya girdi ve kurutma makinesiyle saçlarını kurutmaya koyuldu. “..Makyaj malzemeleri... Ve aynanın önündeki fırçayı unutma… Tim!! Onları tıkmazsan sevinirim..” Görmüyordu ama Tim hareketleri tahmin edilemez biri değildi. “..Ayrıca o kırmızı olanı giderken giymeyi düşünüyorum..”

Yellowstone Irmağı

İki arkadaş beraber yolculuk etmeyi hep sevmişlerdi zaten. Yol boyunca çok sohbet ettikleri söylenemezdi ama gerek de yoktu. Birbirlerinin ne düşünüp ne hissettiklerini hareketlerinden anlayabiliyorlardı zaten. Cerés henüz cd çalara kaçamak bakılar atmaya başlamıştı ki Tim hemen en sevdiği parçalardan birini çalmaya başlamıştı.

“Bıraktığın için teşekkür ederim, Tim” dedi, Tim’se sadece kafasını sallamakla yetinmişti. “Şişe çevirmece ha?” Arkadaşına kaçamak bir bakış attı. “Bak sen.. Eğleniyor gibiler..” derken masanın etrafındakilerden özellikle ikisini kastettiğini pek kişinin anladığını sanmıyordu. Lacy… Ne hakla önce Leo’ ya iltifat edip, ki Cerés’ in sinirlerini asıl bozan kısmı buydu, sonra da takım arkadaşının sevgilisini baştan çıkarmaya çalışabilirdi. Pek sevgili takım kaptanı ve bayan cazibenin işine karışmak hoşuna giderdi elbet. “Seni birkaç dakika yalnız bıraksam alınmazsın değil mi? Hoş etraf bu kadar kalabalıkken yalnız kalacağını da düşünmüyorum ya…”
“Sen beni düşünme güzelim eğlencene bak, hiç sorun değil… Hatta beni yalnız bıraktığın için sana minnet bile duyabilirim.” Köşedeki kızları itinayla sümekteydi.

Hızla Joakim ve Lacy’ nin arkalarından yaklaşıp yanlarına gelmişti. “Merhaba L…” dedi onları yeni görüp şaşırmış bir ses tonuyla. “Böldüm sanırım..” Lacy’ e yargılayan bir ifadeyle gözlerini dikmişti. Masanın hemen karşısında oturan Nia’ ya uzun sayılabilecek bir süre baktıktan sonra bakışlarını tekrar ikiliye çevirirken ekledi “Rahatsız edilmek istemezsiniz tabii… Bendeki de ne büyük düşüncesizlik değil mi?” derken Joakim’ in sandalyesine dayandı. “Eh, iyi eğlenceler…” dedikten sonra suratında tehditkar bir gülümseme ile el sallayarak Lacy’ nin diğer yanında bulunan Leonard’ a yöneldi.

“Merhaba Leo…” Leonard… Cerés hayatında hiç kimseye, ona olduğu kadar teslim olmak istemişti. Erkeklere ihtiyacı olmadığı söylerdi ama Leonard farklıydı. Tabi kimse kendi değerlerinden önemli olmazdı değil mi? Yanına otururken elini omzuna atmıştı. “Bu gün ne kadar hoş olduğunu söylerdim ama eminim benden önce davrananlar olmuştur.” Dedi biraz önce kulak misafiri olduğu konuşmalara dayanarak, Lacy’ e de bakmaktan kendini alamamıştı.

Sonunda bütün dikkatini oyuna odaklamış gibi görünerek masaya döndü. “Ee, sıra kimde??”

_____________________________________________________________

rp out: Rplerde kullandığım şiirlerin tüm hakları bana aittir... Fazla bir şey beklemeyin..

Tim ile ayrı rp yapmaya üşendim kusura bakmayın..
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:07 pm tarafından Kybelle
Ewelyn S. De'qim

Kendini dünyadan koparmışçasına hala arabasının üstünde oturuyordu Ewe. Anıları onu alıp götürmüş, yeniyle eski arasında biryerdeyken tanıdık bir ses onu kopardı anılarından. ‘Selam Ewe ! Nasıl da özlemişim seni. Neden sende diğerlerine katılmıyorsun? Ahh! Şu amigoların yüzünden anladım, ama onlardan uzaklaşmak yerine iyice yaklaşıp gıcık etmek varken böyle uzak kalmak – ıı – olmuyor. ‘ Bu ses üzerinden hafifçe bir tebessüm oluştu yüzünde. Gene Sussie’ydi işte. Bu kadar yırtık, çatlak olmayı nasılda beceriyordu ? Hafifçe gerindi olduğu yerde ve Sussie’ye bakmaya başladı, tam olarak yanına gelmemişti ama yolu üzerindeki adeta her canlı varlığa laf yetiştiriyordu. Belki de bu yüzden çok seviyordu onu, her zaman bir sürprizi vardı. Sussie kendisine doğru ilerlerken yavaşça kendini sarmaya başlayan anılarında kaybetti kendini. Ilk Sussie’yle tanıştığı günler gelmişti gözünün önüne. Göründüğü kadar tatlı değildi başlangıçlar, ama herkes bilirdi her duygu bir anlıktır, devamı sadece yansımadır, belki de diğer adıyla bir yanılgıdır.

Ağustos 2006

Kazanın üstünden sadece birkaç ay geçmişti ki Ewe gene aynı haldeydi. Kendi parasıyla tuttuğu bir stüdyoya yerleşmiş ve yeni taşındığı bu şehirde tek yaptığı sokağa atılmamak için dansederek para kazanmak oluyordu. Şimdiye kadar birkaç dans şovunda ve onun dışında da çoğunlukla şehir meydanınday dı sıcak hava yüzünden. Gene aynı günlerden biri denebilirdi, tek bir fark dışında; bu gün işini erken bitirmişti ve garip bir duygu sayesinde etrafı görmeye karar vermişti. Eşyalarını topladıktan sonra sırt çantasını omzuna attı ve büyük anıtın bulunduğu meydanı geçerek yürümeye başladı bilinmez bir yöne. On- onbeş dakikalık yürüyüşün ardından genelde cafélerın ve küçük restoranların sıralandığı bir alana gelmişti. Etrafına hafifçe bakındıktan sonra karnının gurultusuna karşı koyamayarak en yakın caféye daldı. Pek ahım şahım birşey değilgi café ama gene de hoş görünüyordu. Masaya oturmasıyla beraber cırtlak bir garsonun yanına üşüşmesi bir oldu. Klasik ne alırdınız, ne istersiniz, vs. faslından sonra Ewe yemeği önünde düşünceler arasında etrafı izlemeye koyuldu. Bazen hayat bir oyun bazense dalga geçilmemesi gereken önemli bir mevzuat gibi geliyordu. Zaman zaman Ewe’in düşüncesi değişiyordu ama genelde büyük bir oyundan ibaret olduğuydu. Gene bu düşüncelerle zaman öldürürken az ileride bir cafénin panosuna iliştirilmiş bir afiş gördü. Zaten gördüğü gibi herşeyi unutarak yerinden fırlaması bir oldu. Bazı insanların meraklı bakışlarına aldırmayarak afişe uzanarak çekip aldı. Hafifçe gülmeye başladı, gerçekten inanamıyordu. Ya bugün şanslıydı, ya da hayal görüyordu; şanslı olmayı umdu içten karşı koyamayarak. Bir kaç kere kendini cimcikledikten sonra gerçekliğine karar verip yavaş adımlarla yerine döndü. Yemeğini bir yanda büyük bir sevinçle atıştırırken bir yandan da elindeki afişi okuyordu. Afişin üstünde büyük sarı harflerle ‘Champell Üniversitesi OSDA’ yazıyordu. Ama Ewe’i en çok ilgilendiren altındaki başvuru kısmı ve yazılar olmuştu. Afişin sonundaki iletişim bilgisi gözüne çarptı ve oradaki adı hafifçe mırıldandı ‘Sussie St. Clairvoyant’. Işte aradığım insan diye geçirdi içinden.

Birkaç gün geçmemişti ki Ewe seçmelerin olacağı alana gelmişti bile bugün. Ne de olsa bir üniversiteye gitmeye ihtiyacı vardı. Ama işin gerçeği sırf üniversite için danstan kopmaya hiç niyeti yoktu. Belki de bu yüzdendi birkaç gün önceki kontrol edilemez davranışları. Ne de olsa bulduğu afişte bir üniversitenin dans takımı seçmeleri vardı. Normalde nefret ederdi böyle şeylerden çünkü genelde dans takımı dedikleri şey bir avuç beceriksiz paralı sürtükten başka birşey olmazdı ve Ewe’in kesinlikle o tip beceriksiz insanlarla uğraşmaya niyeti yoktu. Bunları düşünürken etrafına göz attı yavaşça, tek görebildiği birkaç yetenek ve onun dışında salaklar sürüsüydü. Içinden doğru yere mi geldim acaba diye geçirmeden edemedi. Ama birkaç dakika sonra yanlış yere gelmediğini anladı. Seçme alanındaki jüri kısmına baktı ve kendinden emince oturan birkaç kız gördü. Belli ki ya onun yaşında ya da ondan hafifçe büyüktüler. Hepsi liseyi yeni bitirmiş gibiydi, ama tiplerinden salak olmadıkları belliydi. Orta da oturmuş hafif afra tafrayla etrafa bakan kız gözüne çarptı ve hemen Sussie adı geçti aklından. Hafifçe masaya yaklaştı ve kıza baktı.

‘Sussie senmisin ?’ diye hafifçe ama niyetini belli eden bir ses tonuyla konuştu Ewe. Hafif sinirli ‘Evet’ cevabının gelmesi uzun sürmedi. Gülümsedi ve hafif alaylı bir sesle ‘Iyi izle o zaman, çünkü bir kere dans edeceğim daha sonra istesende yok.’ dedi. Arkasını dönüp çantasının bulunduğu yere doğru ilerlerken sırtında ki bakışları hissedebiliyordu. Sinirli ve kabul edilemez. Umursamıyordu çünkü biliyordu iyi olduğunu ve gene biliyordu eğer bu kızlar işe yaramaz olsaydı ses çıkarmamak yerine yaygara koparırlardı. Gülümsedi hafifçe ve onun hayatını değiştiricek dakikalar olarak kabul edilebilecek sürecin başlamasına izin verdi. Bu sefer kalıyordu, kaçmayacaktı veya unutmayacaktı, çünkü biliyordu o vardı ve her zaman olacaktı; güvendiği sürece kendine...

Günümüz Zamanı

Işte öyle başlamıştı şu an en iyi arkadaşlarından biri olan Sussie’yle tanışıklıkları. Belki de öylesi daha iyiydi. Her arkadaşlık, her ilişki nefret gerektirirdi ne de olsa. Mükemmel, saf yoktu bu dünya üzerinde; kabul etmesekte. Anılarından koparken Sussie yanına yaklaşmıştı bile ve çenesini kapamaya hiç niyeti yoktu. Gülüyordu Ewe çünkü gerçekten komikti, bazen anlamıyordu nasıl bu kadar çok konuşabildiğini. ‘Senin şu kukla nasıl ? Ne zaman ayrılacaksınız ?’ Gene uğraşıyordu işte Ewe’le. Nedense arkadaşları onu tam tanımıyla player olarak görüyorlardı. Aslında öyleydi ama göstermeyi pek sevmiyordu. Ne de olsa o da hayatını sadece tek adama harcayamayacak kadar değerli görüyordu. Hafifçe kaşlarını kaldırdı Ewe ve arabasından çimlerin üzerine zıpladı. Sussie’den biraz daha uzundu boy olarak ama pekte umurunda değildi açıkçası. Gözlerini Sussie’ye dikti. ‘Sen ne zaman evlenirsen ben de o zaman ayrılıcam kuklamdan.’ Hafifçe sırıttı ve bir kolunu Sussie’nin omzuna attıktan sonra onu şişe çevirmecenin oynandığı yere doğru ilerletmeye başladı. Belki de Sussie haklıydı biraz eğlenceye ihtiyacı vardı Ewe’in. Bunun üzerine yürürlerken gene konuşmaya başladı. ‘Hem sen onu bunu bırakta bak gene geç kaldın, kalleş karı.’ Hafifçe sırıttıktan sonra Sussie’nin karnın şakadan bir yumruk attı ve hafifçe geriye sıçradı. ‘Ben biraz Leo’yla uğraşıcam, gelirim gene.’ Sözlerini bitirince yere çökmüş muhabbet eden Leo’yu gördü. Hafifçe arkasından yaklaştı ve bir kızın ona kolunu attığını gördü, umursamazca ilerledi ve hafifçe sertçe kıza bakarak kolunu itti. Alayla ‘Fazla yaklaşma çocuk enfeksiyon kapıcak.’ Diye söylendi. Hemen ardından Leo’nun sırtına atladı ve onun hafifçe sarsılmasına neden oldu. Diğer kızın hafif homurdanlarına aldırmayarak konuşmaya başladı. ‘Leo, sevgili dostum bugün nasılsın ?’ Neden bilmiyordu ama seviyordu bu çocuğu, oldum olası çok iyi bir arkadaş olmuştu ona; zaman zaman iyi zaman zaman kötü ama herzaman eğlenceli. Belki de bu yüzdendi bu rahatlığı. Ve şu an emindi ki onla konuşmak istiyordu, kimsede ona engel olamazdı.

Rp Dışı: Ahmet, Leo sensin dimi ? Yanlış birinin üstüne atlamış olmayayımda xD
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:07 pm tarafından Kybelle
Jamie Lea d'Estaign

Hüzün… İfade ettiği şeye uygun bir tını mı yaratmak istemişler, yoksa anlamı yüzünden tınısına inemiyor muyuz bilmiyorum. Ama sözcüğü geçtim, ses olarak çok güzel, hiç bilmediğim bir dile de ait olsa üzerimde yaratacağı etki aynıymış gibi geliyor… Hüzün… Kutsal bir ruh hali, hüzünlenmek de güzel, hüzünlü birini seyretmek de… Sadistçe bir şey değil bu, hüzünlü insan en insan ve en kendi haliyle orada duruyor karşınızda. Üzgün gibi bir şey değil, teselli etmeniz gerekmiyor, hüznünü yaşamalı o, siz de ortak olmalısınız belki. Ama çaktırmadan, hüzün yalnız çünkü… Hüzün çekirdek tuh hallerinden hiçbirine benzemiyor. Bütün canlılar korkuyor, acıkıyor, öfkeleniyor hatta üzülüyor ama hüzünlenmiyor. Hüznün keyfini çıkarın…

Beyazın masumiyeti vurmuştu grimsi gökyüzüne. Kış… Sevmiyordu bu mevsimi, beki soğuğu sevmediği için, belki kendisine hüzün verdiği için… ‘Gözün aydın hüzün, kış geldi…’ Hoş, illa kışın hüzünlenecek diye bir kaide yoktu ama bu mevsim, hüzün çiçeklerinin açma mevsimiydi. İçindeki ateşi daha da harmanlıyordu… Huysuzlanarak oturduğu yerde kıpırdandı. Nia’nın Joakim’e ne yaptıracağını merak ediyordu. Büyük ihtimalle birisini öpmesini söyleyecekti ama bu ihtimal oldukça uzaktı. Sonuçta kimse sevgilisinin bir başkasını öpmesini istemezdi. Ardından Sussie’nin gelip Joakim ve Nia’ya laf sokmalarını izledi dikkatle. Ah! İşte bu onu az da olsa güldürmeyi başarmıştı. Giderken de kendisine selam vermişti sarı saçlı bu kız. Güneşin parıltısına sahip saçlarına baktı onu başını kaldırıp oturduğu yerden ve arkasından seslendi. ”Selam Sussie, geciktin…” Zümrütler, onları seviyordu. En azından amigolar gibi değillerdi. Sadece kendilerini düşünmüyorlar, herkese önem veriyorlardı. Şımarık değillerdi ve insanlarla dalga geçmiyorlardı. Yani insan gibi insanlardı. Ardından az Tim ve CA’nın geldiğini gördü. Onlara sadece gülümsemekle yetinirken bir yandan da dairedekileri inceliyordu. Gözüne Leonard ve Joakim arasındaki Lacy ilişti. Ne rezil bir kızdı bu Lacy. Tamam, tüm amigolar öyleydi ama Lacy… O hepsinden daha beterdi, zengin erkeklere, yaşlarına başlarına bakmadan yamanan bir tipti. Küçümsercesine baktıktan sonra ona, Nia’nın sözlerini duydu. Ice ile mi öpüşmesini istiyordu Joakim’in? Yok, canım daha neler! Hepsi ayrı bir âlemdi bunların. Onların bulunduğu durum, kimin eli kimin cebin durumuydu tamamen. Ardından başını Searlus’a doğru çevirdi ve onunla göz göze geldiler. Onun kahverengi gözlerindeki dalgınlığı ve çektiği yabancılığı bariz bir şekilde görebiliyordu Jam. Ve hüzün, o da vardı o gözlerde… Zavallı kuzeni, ne büyük acılar çekmişti Fransa’da… Kalbi kırılmış, parça pinçik edilerek atılmıştı bir kenara. Onunla ilk geldiği günlerde konuşmuştu bunu. Sabaha kadar oturup dertleşmişlerdi ve Jamie kuzenine yardımcı olamamanın verdiği ızdırapla dinlemişti onu. Sonunda yalnızca her şeyi unutacağını, bunu gelecekte tatlı bir anı olarak hatırlayacağını söylemekle yetinmişti. Söyleyecek başka bir şey bulamamıştı çünkü. Zaten o zaman anlamıştı kuzeninin Oxford gibi saygın ve prestijli bir üniversiteyi değil de Champell gibi küçük bir yeri tercih ettiğini. Basbayağı uzaklaşmak istemişti ve bu uzaklaşmak ülkeyi değil, kıtayı terk etmek anlamına geliyordu. Kaçmıştı işte kuzeni, apaçık bir şekilde anılarından kurtulmaya çalışmış, onları Fransa’da bırakarak geldiğini sanmıştı. Fakat şimdi kendisi de anlıyordu ki; yanılmıştı. Anıları daima onunlaydı, kırgınlıklar ve kızgınlıklar da gelmişlerdi peşinden. Ne illet şeylerdi onlar, insanı ölüme kadar götürebilirlerdi. İsterlerse, insana her şeyi yaptırabilirlerdi.

Ardından Sea’nın kısık sesle sorduğu soruyu duydu. Lacy’den de uzak durup durmaması gerektiğini mi soruyordu bu şaşkaloz?! Dehşet saçan bir ifadeyle baktı ona. O, ona tüm amigolardan uzak durmasını söylüyor, Sea ise Lacy’den de mi diye soruyordu. Neden illa Lacy diye düşündü. Yoksa… Yoksa kuzeni ona gönlünü mü kaptırmıştı? Bu korkunç bir şey olurdu! Tamam, onun burada yeniden aşkı tatmasını, aşkı tatmasa bile kızlarla çıkmasını hatta gününü gün etmesini istiyordu fakat Lacy… İşte bu olamazdı. Sea, Lacy gibi birine âşık olmamalıydı. Değil âşık olmak, Lacy Searlus’un tek gecelik ilişkisi bile olamazdı, olmamalıydı. Lacy ya da diğer amigolar… Hiçbirisiyle yakınlaşmamalıydı kuzeni. Ona karşı içinde kabaran anaç duygularla uzak tutmalıydı Sea’yı, o pis mahlûklardan. Onlar kirliydi ve kuzenini de kirletemezlerdi. Hoş, Searlus da sütten çıkmış ak kaşık değildi, bunu kabul ediyordu fakat yinede… Kuzeninin kalbinin yeniden kırılmasına göz yumamazdı. Ve onlar kalbini kırarlardı Searlus’un, onu kullanırlar, dalga geçerler ve atarlardı bir kenara. Umursamadan, bir çöpmüşçesine… Son anda kuzenin yüzünde bir gülümseme belirdi ve bunu sırf ‘soru pratiği’ yapmak için sorduğunu söyledi. Kıvırmaya mı çalışıyordu? Yok canım… Rahatlaması gerekse de yine de içindeki kuşku yok olmadı. Sert bir şekle bürünen bakışlarını yumuşatmaya çalıştı. ”Hepsinden Sea, hepsinden uzak dur!” Yine de yanıtlamıştı onun sorusunu kesin bir tavırla. ”Lacy, Ruby, Ice, Kacey, Nia, Angel… Hepsinden… O kız, Lacy… Kokot!”(havai) Derin bir nefes aldı ve o esnada geldi kuzeninin yeni sorusu. Ne demişti? ‘Hönk’ diye bakakaldı önce bir süre kuzenine şaşkınca. İstem dışı ”Hı?” sesi çıkmıştı ağzından. Onun ne demek istediğini düşündü bir süre. İrdelemeye çalıştı ve en sonunda kavrayabildi. Aralarındaki sorunun ne olduğunu soruyordu kuzeni. Şen bir kahkaha attı, kendisine engel olamadan. Fakat ardından hemen ciddi bir tavır takındı ve Sea dışında kimsenin duyamayacağı bir ses tonunda, tane tane açıklamaya başladı, kuzeni irdeleyebilsin diye. ”Sadece ben değil, onlarla kimse anlaşamaz. Etrafına bak, kaç kişi onları seviyor gibi gözüküyor? Onlar sadece kendilerini sever, takım içinde birbirlerine bile kin, kıskançlık besleyebilirler.” Yutkundu ve kaşlarını büzüştürüp, gözlerini kısarak devam etti. ”Onlar başlı başına bir sorun. Bencil, şımarık, insanlara saygı duymayan iğrenç yaratıklar. St. Tropez’de ki kızlar bile onların yanında birer azize kalır. Altlarına girmedikleri erkek kalmamıştır. Hele şu Lacy, zengin erkeklerin peşinde koşturur, isterlerse babasının yaşında olsunlar, umurunda değildir. Ice, iyi kızdır ama her amigo gibi şımarığın teki. Nia, ona yorum bile yapmıyorum, gördüğün gibi sevgilisine bir başkasıyla öpüşmesini söyleyebilecek kadar bayağı bir tip. Sonra Kacey var, sen henüz görmedin sanırım onu. Kampa da gelmedi. Son günlerde çok fazla kilo aldı ve kampüste hamile olduğuna dair dedikodular var. Hoş, bu ne kadar doğrudur bilinmez… Kısa bir ara verdi ve soluklandı. Sonra çok geçmeden devam etti. ”Sea, onları kimse sevmez ve onlarda kimseyi sevmez. Onlardan uzak dur diye boşuna demiyorum. Senin kalbini kırarlar, bir oyuncakmışsın gibi seninle oynarlar. Lütfen, onlara bulaşma.”
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:08 pm tarafından Kybelle
Vivien Lorelei Luxerina

“Gökyüzünde süzülen bir comet, insanların daha çok dilek tutmasını istercesine yavaşça süzülüyor.. Etrafındaki her şeyi yakıp yıksa da, uzaktan baktığında o kadar büyüleyici, ilk gördüğünde ne bir dilek tutmak geliyor aklında, nede başka bir şey. Etrafında yaydığı o mucizevî ışığı zevkle izliyor insan, geçip gittiğinde onu tekrar görmek için harcanan çabalar cevap vermez veya onu hafızasında muhafaza edip, asla unutulmayacak bir anı gibi saklamaya çalışsa da, hatıralar asla *an*ın yerini tutamazdı çünkü. Daha hayatında hiç mucizelerle karşılaşmamış genç kız, arkasından dakikalarca bakıyor, gerçek mucizenin o olduğunu hissediyor, ansızın yok olduğunda geri gelmesini istiyor tüm benliği, bir daha asla onu ilk gördüğü an hissettiği gibi hissetmeyeceğini bilemiyor. Toyluğunu fark etmemek işten değil, bu anın sadece kendisine ait olduğunu düşünemiyor. Bencil, kendini bir şeye adamaya hazır, tatminkar ve zayıf “

Lise yazılarından ufak bir pasaj, dedesine hitaben ve daha sonra vasiyet yoluyla ona miras kalan 1963 Mercury Comet. O kadar anlam ifade ediyordu ki onun için Mezuniyetini kutladığı, içinde oturup saatlerce müzik dinlediği, ilk defa öpüştüğü ve onu hep yüz üstü bıraksa da, sahip olduğu anılarının onunla saklayabileceğini düşündüğü cometi. Ve genç kız arkasından öylece baka kaldı… Nereden gelmişti tanrı aşkına bu pasaj aklına, Joakimin arkasından bakarken düşünüyordu bunların hepsini.. Comet, bir kuyruklu yıldız. Rusyada eski bir garajın içinde çürümeye bırakılmış bir araba olduğunu düşünmek, ne kadar acı vericiydi onun için. Buraya getirmeliydi belki de onu, tekrar kullanmaya başlayabilirdi belki. Üstü açık, deri koltuklar, siyah yanlarında beyaz şeritler, eski ama özenle korunduğu belli. Hurda değil, tarihi simgeleyen bir sembol biçiminde. Ah, özlemişti gerçekten arabasını, gerçekten ona ait olduğunu hissettiği tek arabayı. Çevresinden gelen geçen insanlar, gözlerinin önünde beliren figürü silmeye yardımcı olmuşlardı. Sesler artık daha bir net, daha anlaşılır, görüntüler hayali değil gerçek.

Vivien selam verenleri selamlamak, suratına halinden hoşnut bir eda takmaya çalışarak devam ediyordu oturmaya. Ama aklı ileride şişe çevirme oynayacağını söylediği Joakimdeydi, yanına gitse mi gitmese mi karar veremiyordu bir türlü. Gitmemesi daha iyiydi belki, uzaktan izliyordu şişe çevirmece oynayan çocukları. Joakimin yanında duran çocuğun adı, ehm neydi onun adı, herneyse şuan hatırlayamıyordu ama ne şeker şeydi o öyle, Joakimin gölgesinde oturacak bir tip değil tam tersine onunla yarışabilecek bir güzelliğe sahipti suratı. Ameliyat geçirdiği her halinden olan bir burnu vardı, minicik, dudakları ona orantılı bir biçimde ufaktı ayrıca. Sarı saçları kısa kesilmişti, gözleri mavi olmalıydı hatırladığı kadarıyla, yakışıklıydı yani, tartışma kabul etmeyecek bir yakışıklılık hem de.. Tipik bir beyaz atlı prens masalında, sarışın karakteri oynayacak bir çocuktu yani. Evet hatırlamıştı sonunda adını, Leonard. Joakime kaydırdı gözlerini, incelemeye başladı kara prensi, ancak birkaç saniye geçmemişti ki amigoların bir numaralı sürtüğü olan Lacy oturmuştu ortalarına. Leonardın dudağına kondurduğu öpücüğü görünce Vivien irkildi, yazık birini daha kaybetmişlerdi işte. Kafasını çevirdi onlara baktığını görmemeleri için, cebinde titremeye başlamış olan telefonunu çıkardı hızlıca, arayan annesiydi. Basit bir selamla açtı telefonu, sesi samimilikten çok uzaktı. “ Evde değilim anne, nerede miyim bu senin için sorun olur mu, ah evet gelmeyi düşünmüyorum bu gece. Teşekkür ederim, sanada iyi eğlenceler. Ah bu arada az kalsın unutuyordum ; Seks için teşekkür etmeyi unutma “ dedi ve telefonu kapadı. Seks için teşekkür etmeyi unutma, klişeleşmiş sözlerinden biri. Kullanıldığı yere göre o kadar değişiyordu ki anlamı, ancak bu tabirde aralarında saygı bitmiş bir anne-kızın incitmesinden çok sinir etmesine neden oluyordu.

Eweleyn’nin yanından kalkmasını fark etmesi çok uzun sürmemişti, bunun nedeni annesinin akşam sevgilisiyle baş başa yemek yemesi için eve gelmemesini rica ettiğini, büyüterek ve sinirlenerek anlatmak için döndüğünde yanında olmayışıydı. Nereye gittiğine görmek için sağa sola bakınıyordu ki Sussienin onu çağırdığını işitti. Ewe de onun yanında duruyordu, oturduğu yerden hızlıca kalktı, onların yanına gitmek biraz daha güvende hissettirecekti kendini belkide. Sinirle gülüyordu yanlarına vardığında “ Kızlar inanamayacaksınız, annem eve sevgilisini atıyor, bu sefer ki sanırım biraz çulsuz kendine ait bir evi yok, yada bir gezgin olabilir. Barda tavlamış filandır, bahse varım en fazla 24 saat olmuştur tanışalı. Ah, bir insanın annesinin yosma olması ne garip değil mi “ suratında ki sinirli gülümseme devam ediyordu. Şişe çevirmenin ordan gelen gülüşmeler, sesler dikkatini dağıtıyordu ama. Döndü ve tekrar 3lüye baktı, Lacy Joakimin kulağına bir şeyler fısıldıyordu. Derin bir iç çekti, şimdide sıra Joakime gelmişti. Eweleyn bir şeyler söylenmiş ardından, o bölgeye doğru yürümeye başlamıştı. Eweleyni takip etmeye başladı, yanlarına gittiğinde Ewe çoktan Leonun sırtına atlamıştı, Lacynin suratını görünce Vivien gülümsedi, irkilmiş miydi küçük kız. Gördüğü, tattığı onca şeyden sonra acaba, saçma düşünce diye adlandırdı beyni bunu. “ Rahatsız etmiyorum değil mi, Lacy tatlım biraz yana kayarmısın, işte şöyle “ dedi ve biraz da olsa zorlanarak Joakimin yanına oturdu. “ Biraz kilo mu aldın sen son zamanlarda, Ewe ve ben senin oturduğun yere sığabilirdik eminim “ dedi gülümseyerek, karşındakinin siniri bozmanın verdiği sevinç vardı suratında. Birkaç saniye sonra Nia o beklenmedik cümleyi patlatmıştı ; ”Madem gerçeklerle aran yok ve cesaret konusundan kendine güveniyorsun… Öyleyse burada bulunan ve gerçekten sevdiğin, âşık olduğun kızı öp. Ve sakın kendini ya da bizleri kandırmaya kalkma; çünkü herkes o kişinin Ice olduğunu biliyor!” sözleri bitince gözlerindeki alevi görmemek imkansızdı, ve Vivien gözlerini Joakime dikti, oradan kalkmayı düşünüyordu, suratına bakıyordu ama yalnızca, sadece bakıyordu…
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:08 pm tarafından Kybelle
Georghe Igor Dragomir

Dragomir İkizleri

Hayat bazen karmakarışık gelir insana ,yaşanması zor anlar yada umursamadığın anlar geçer hayatından ama aradan zaman geçince bir bakmışsın umursamadığın anlar veya umursamadıkların senin için senin hayatında çok önemli bir yer taşırlar.Nefretin bile anlamı önemsemekti ve ikizinden nefret edicek kadar önemsiyordu onu.Belki içindeki nefret değildi hiçliğe karışmış duygularının bir yansımasıydı ahh! Anghel bir bilseydi ondan nefret edebilecek kadar önemsediğini ama aynı zamanda içindeki soğukluğun gitmemesi için çabaladığını ve ona olan nefretinin sevgiye dönüşmesinden korktuğunu. Dragomirler birbirlerinden o kadar farklılardıki ,bunun sebebide Anghelin kendine has kullandığı aptalca tarzıydı.Kemik yapıları yüz şekilleri göz ve saç renkleri dışında pek benzer tarafları yoktu huyları düşünce tarzları,tavırları farklıydı. Anghele olan nefretinin tek sebebi annesi ve babasıydı.Transilvanya'da doğmuşlar ilk defa orda ilk adımlarını beraber atmışlar ve yine ilk defa yaşam kavramını birlikte çözmüşlerdi. Anghel ve Igor gelişme çağına gelmeden daha çok benzerlerdi birbirlerine ama ikisininde yetenekleri tavırları davranışları birbirinden farklıydı. Uzun zaman önce Transilvanya'da zenginlere has büyük evlerden birinin salonunda Anghel'in resim kabiliyetini tartışıyorlardı anne ve babası Igor ise diğer odada yarı aralık kapıdan onların muhabbetlerini dinlemeyi tercih etmişti muzur yaramaz bir kişiliği vardı ikizi gibi değildi hiçbir zamanda olamamıştı zaten. "Ahh! oğlumuza baksana hayatım ne güzel resim yapıyor büyük bir yeteneğe sahip olucak ileride"demişti babası. Annesi ise
"keşke Igorunda bir yeteneği olsa böyle giderse ileride yaramaz haşarı birşey beceremeyen bir çocuk olup çıkıcak ikisine baksana bir, Anghel ne kadar uslu ve becerikli ya Igor şimdiye kadar bir yeteneğini göremedim yaramazlığı dışında" demişti babası ise karşı çıkmıştı "sus duyucak konuştuklarını" demişti ama artık çok geçti Igor duymuştu annesinin ikizini kendisinden daha fazla sevmesinden nefret etmişti hep. Onun eleştiri dolu bakışları birşey beceremediğini ikizinin ondan daha iyi olduğunu söyleyen annesine ve ikiz kardeşine nefret duymuştu. Oyun oynadığı odanın kapısını hızla kapatıp kendini dışarı atmıştı. Gözleri dolmuş ve içindeki kıskançlığı engelleyemeyen bir hızla evin yakınındaki göle koşmuştu. Evden çıkarken babasının arkasından seslendiğini duymuş ama yanına gitmek yerine göl kenarında yosun bağlamış bir taşın üstüne oturmuştu.Dizlerini bedenine doğru çekip kendi kendine salınmaya başlamıştı. Dışarıdan bakıldığında basit olarak görülen bu olay Igor'u yaralamıştı gözlerinden yanaklarına doğru yaşlar süzülüyordu alınmıştı annesine babasına ikizinin kendisinden daha iyi olduğunu her seferinde hatırlatmalarından bıkmış usanmıştı. Halbuki çocuklar araasında rekabet açmaya sebep olmak yerine ikisinede farklı davranmak birinini iyi diğerinin kötü olduğunu söylemek yerine daha anlayışlı bir ebeveynlere sahip olsalardı belkide bu gün Anghleden bu kadar nefret ediyor olmazdı.
Nasılda ağlamış ve içerlemişti beceriksiz birşey yapamayan bir çocuk olarak görülmek asabi ve yaramaz olmasını sağlamıştı.İnsanlara güvenmiyor onlara yalan söylemekten çekinmiyordu.Kişiliğinin temelini oluşturan annesine ve babasına minnettardı ve yine kardeşleri birbirine düşman eden annesine şükran borcunu ileticekti zamanı gelince.
"Ben beceriksiz değilim ,ben aptal ve yeteneksiz değilim,pis ucube aptal Anghel" yerdeki taşları teker teker toplayıp hırsla göle savuruyordu.
"Aptal Anghel ,ucube Anghel, pislik Anghel" bir yandan yanaklarında biriken göz yaşlarını siliyor bir yandanda göle eline topladığı taşları savuruyordu.Daha önce bu kadar sinirlendiğini ve nefret duyduğunu hatırlamıyordu.Babası yanına gelmiş ve Igorla konuşmaya çalışmıştı.
"Igor anneni yanlış anladın sana beceriksiz demek istemedi"
"yaklaşma yanıma hepinizden nefret ediyorum"
"Igor beni dinle" demiş ve yaklaşmaya çalışmıştı Igor ise elindeki taşı babasının kafasına nefretle fırlatıp ayağa kalkmıştı
"Sana yaklaşma dedim"
"Çabuk eve cezalısın"demişti babası başını ovuşturarak. Igor ise eve koşmuş odasına çıkmıştı günlerce odasından dışarı çıkmamıştı. O üzgünken ağlarken Anghelin tek yaptığı neşeyle gülüp konuşmak olmuştu.Yanına gelip konuşmaya bile tenezzül etmemişti.
Aradan seneler geçmiş Dragomir ailesinin beklediğinin tam tersi olmuştu Anghel daha içine kapanık karamsar Igor ise dışadönük neşeli vurdumduymaz ama aynı zamanda yalancı ve ailesine nefret dolu bir olup çıkmıştı.Tek yaptığı yetenekli bir film yıldızı gibi rol yapmak olmuştu. Anghel ise odasına günlerce kapanıp resim çiziyordu yine annesi onun üstüne çok düşüyor ve en çok onunla ilgileniyordu. İkiside büyüp genç delikanlı olmuşlardı Igor daha atletik çevik bir yapıya sahipti Anghel ise daha kısa boylu beyaz tenliydi Gothic tarzdan etkilenip saçlarını siyaha boyatmış beyaz teniyle zıtlık oluşturmuştu onunla arkadaşlarının yanında hep dalga geçer Transilvanyanın Draculası olduğunu söylerdi.
Yalnız kaldıklarında pek umursamazdı hep arkadaşlarının yanında rezil edip küçük düşürmeye çalışır ve tepeden bakardı. Champell'den ikisine o fakültede burslu eğitim almaları için teklif geldiğinde ailesi sevinçle kabul etmiş ikisine yurtta oda ayırmışlar ve Champell'e göndermişlerdi.
Igor karamsar boğucu evden kurtulmuş olduğu için sevinmişti. İlk uçakla Champell'e gelmişler birlikte Amerikada üç sene geçirmişlerdi.Anghel sırf boyu biraz daha uzasın Igor gibi uzun olsun diye Dare Devil'e girmişti. Doğrusu bu konuda çabalamasını taktir etmiş ama aynı zamanda dalga geçmedende edememişti.Igor hiç uğraşmadan istediklerini elde ediyordu ama Anghel... yazık oluyordu ona bu kadar çabalamasına.İkizinden farklı tamamen farklı bir bölüm seçmişti.
Siyasi bilimlerin bir kolu olan Uluslar arası ilişkilerde okuyordu .Tam Igora göreydi bütün siyaset adamları yalancı olmuyormuydu zaten dış görünüşüde konuşma kabiliyetide inandırıcıydı.

Champell

"Küreselleşme, ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik açılardan global bütünleşmenin, entegrasyon ve dayanışmanın artması anlamına gelmektedir. Farklı ülkeler arasındaki ekonomik ilişkilerin, her bir ulusal ekonominin diğerlerine bağlı olduğu bir dünya ekonomisi yaratma noktasına dek genişlemesidir. Hiçbir ülke kendine yeterli değildir, hepsi de ürünlerini diğer ülkelerle değişime sokma ihtiyacını duyar. Potansiyel olarak, ekonominin uyumlu bir biçimde uluslararası ölçekte planlanmasının temelini döşeyeceği için, bütünleşmiş bir dünya ekonomisinin yükselmesi, aslında zorunlu olarak olumsuz bir şey değildir.Sosyal adalete ve üretim araçlarının (fabrikalar, teknoloji, sermaye) ortak mülkiyetine dayalı bir ekonomik sistemde, bu, insanlık için görülmedik bir ileri adıma olanak tanırdı. Fakat kapitalist sistem, üretim araçlarının özel mülkiyetine ve her bir kapitalistin en yüksek kârı elde etmeye çalışmasına dayanır. Bu da gelişmeyi olanaksız kılar ve gezegendeki insanların çoğunun yaşam standartları düşerken, küçük bir azınlığın muazzam ölçüde zenginleştiği bir durum yaratır"
Profesör geniş beyaz tahtaya kalemiyle yazılar ve çizelgelerle ülke ekonomisini ve gelişimini küreselleşmeyi anlatıyordu. Anghel yetişmeye çalışarak hızla not aldı konuşulanları yorgunluktan bitap düşmüştü. Hafta sonuda ders olması sinirlerini germişti aptal ikizi keyfine bakarken o burda kafa patlatıyordu.Igor elini kaldırmış ve
"Profesör Kapitalizmle yönetilen ülkelerin başında güney kore gelmiyormuydu ayrıca bildiğim kadarıyla kominzminde çounlukta bulunduğu bir ülke" birden konuşması bölünmüş ve zil çalmıştı Igor hızla kitaplarını topladı "izninizle profesör artık bir dahaki derse tartışırız"demiş ve hızla çıkmıştı kolundaki saate baktı neredeyse aklşam olmak üzereydi. Lacy'nin kampa gideceğini biliyordu ona dersi olduğunu gelemiyeceğini söylemişti ama son anda vazgeçip gitmeye karar verdi. İlk önce yatakhaneye uğradı Anghel yoktu odaya eşyalarını bıraktı çekmecelerden birinden bornozunu çıkartıp eline aldı şampuanı dişfırçası losyonları.
"Ahh! Anghel neden bu kadar bakımsız"diye konuştu kendi kendine Anghelin çekmecesini karıştırırken birkaç kalem çizim kağıdından başka birşeyi yoktu zavallının... Diğer arkadaşlarınında kullandığı duşkabinlerin olduğu yere geldi içeride çok fazla kimse yoktu hafta sonu olduğu için çoğu dağılmıştı hızla banyoya girdi sıcak bir duş alıp çıktı odasına geçip kıyafetlerini değiştirdi aynada saçlarına düzen verip kamp çantasını hazırladı.Birkaç konserve ve içecek yerleştirdi dolapta Anghele hiç yiyecek birşey bırakmamıştı pis pis sırıtmayla yetinmişti yatakhaneden çıkınca. Kamp yerine gelmişti arabayı durdurup indi.
"Muhteşem grup"dedi sırıtarak gruba yaklaştı Lacy geldiğini görmemişti yavaşça arkasından yaklaştı yanına Vivien denilen kız oturmuş Lacy'e laf atıyordu “ Biraz kilo mu aldın sen son zamanlarda, Ewe ve ben senin oturduğun yere sığabilirdik eminim “ Igor bu konuşmadan hiç hoşlanmamıştı sevgilisi olduğu kızlara laf edilmesinden nefret ederdi. Lacy'e iyice yaklaştı belinden kavradı saçlarını çekip boynuna küçük bir öpücük kondurdu. Sessizce "Ben yokken işlermi karıştırıyorsun yine"dedi sonra Viviene döndü
" ahh! Vivien Lacy'nin vücudu hatlarını her erkek arzular tatlım ,biraz çabalarsan belki sende Lacy gibi çarpıcı bir fiziğe sahip olursun son zamanlarda fazla zayıflamışsın böyle giderse yalnız kalıcaksın" dedi göz kırptı . Sonra Joakime baktı ilgiyle süzdü "Selam Joakim "dedi onun Lacy'nin yanında oturmasından hoşlanmamıştı sonuçta ne kadar çapkın olduğunu biliyordu yatakhanede konuşulanları duymuştu.Tekrar Lacy'e döndü "Benimle geliyorsun"dedi belinden kavradı kucaklayıp oturduğu yerden kaldırdı.Kolundan tutup arabasının olduğu yere sürükledi gruptan uzaklaşınca çenesinden tutup başını kendine çevirdi
"Sen benimsin bir başkasına ait olmıycaksın anlatabiliyorum değil mi? aşkım! " eğildi dudaklarına öpücük kondurdu "beni burada bekle bir yere yok olma sakın "dedi Lacy'i arabanın olduğu yerde bırakıp tekrar gruba yaklaştı "Selam Searlus Jamie...!!! Champellin güzeli! nasılsın bakalım salı günü Champell'de toplantı var gidicekmisiniz ikiniz" Jamie yakın arkadaşlarından biriydi onun muhabbeti hoşuna gidiyordu her zaman yüzünü güldürmesini bile kızlardan biriydi tavırları rahat davranışları hoşuna gidiyordu.Searlus'da onun kuzeniydi Onada en az Jamie kadar ısınmıştı ama onun gibi değildi çekingen tavırları vardı sanki belkide tamamen yabancı ülkede olduğu için zorluk çekiyordu.En sonunda Niaya gözü takıldı bu kıza bayılıyordu yanına oturdu "Nia yoksa sevgilini başkasınamı öptürmeye çalışıyorsun sen? Joakimden bu cesareti bekliyorsun peki senin bunu yapıcak cesaretin varmı" dedi Nia'ya yaklaştı iyice "Burda bana güzel öpücüklerinden birini verirsen Joakimden dayak yermiyim sence"dedi gülerek . Dayak yeme ihtimalinin sıfır olduğu kanısındaydı en az Joakim kadar boylu ve güçlüydü ama yese bile hakedeceğinin farkındaydı. Lacy ve Joakimin arasında birşeylerin geçtiğinden adı gibi emindi hissediyordu bunu ve hiç hoşuna gitmemişti.

edit: laf yapıştırma veya herhangi birşey olmasa iyi olur çünkü lafımı bitirdikten sonra oradan uzaklaştım.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:09 pm tarafından Kybelle
Neil Jesus Pérez

Denizin dalgaları büyük bir azimle kıyıya vuruyordu çakıl taşlarının botunun sert tabanına rağmen her adım atışında ayaklarına batmasına aldırış etmiyordu.Rüzgar inadına yüzüne sert bir şekilde esiyordu o gün yine sivildi aslında FBI ajanları çoğunlukla takım giyerdi ama bu merkezde çalışanlar için geçerliydi. Denizin sert dalgalarıyla beraber kıyıya vurmuş cesedin başına gitti kaç gündür burda olduğunu henüz öğrenememişlerdi tek düşündüğü cesedin iğrenç kokusu ve şişmiş ölü bedeniydi.Yüzlerine geçirdikleri maskeler ve eldivenlerle olay yerini inceliyorlardı. Neilin aslında bu görüntüye midesinin bulanması gerekirken hiçbirşey hissetmiyormuş gibi soğuk ve duygusuzca bakıyordu cesede. Ölümle o kadar burun buruna gelmiştiki artık ne ruhları bedenlerinden zorla çekilip alınmış cesetlerden nede ölümün kendi soğukluğundan korkuyordu. Tek düşündüğü cinayetin yada cinayetlerin sebeplerini öğrenmek için çabaladığı günlerdi. Criminal labaratuar görevlileri çoktan cesedin başına geçmişler DNA analizlerini ellerinde küçük poşetlere yerleştiriyorlardı. Herhangi bir saç teli,boğuşma esnasında cesedin boynunda bırakılan parmak izleri herhangi bir kalıntıyı incelemek için labaratuara götürüceklerdi. Bu cinayetler peş peşe gelmeye başlamışlardı.
"Bu cesette seri katile kurban gitmiş Neil boğuşma izleri görülüyor ama üzerinde herhangi bir parmak izine veya kalıntıya rastlayamadık" Pete heyecanla yanında belirmişti ama Neil yine anyı soğuk ifadeyle yerde yatan cesede baktı geldiğinden beri ayırmıyordu gözlerini sanki açık kalmış gözlerinin içine bakarsa Neile kendisini kimin öldürdüğünü söyleyecek gibiydi.
"Demek intihar değil"sesi soğuk ve anlamsız çıkıyordu ölümün soğukluğu Neili kuşatmış ve içine almış gibiydi aklını kaçırmış gibi cesede bir süre gözlerini bir saniye bile kırpmadan baktı.
"Neil iyi değilsin bugün, sana sıcak bir kahve getiriyim iyi gelir " Pete merakla süzüyordu yakın arkadaşını son zamanlarda garipleşmişti iyice eski neşesi gitmiş yerine buz gibi bir adam gelmişti.
"İyi olur aslında sıcak kahve içine biraz votka karıştır olurmu , cesed poşetini getirin Nathan Hill, adli tıpda incelemeye alsınlar ailesi veya bir yakını varmı araştırın otopsi için izin alınması gerekiyor" dedi Pete kahvesini çoktan getirmiş bir tanede kendisine almıştı.
"Son zamanlarda kurbanlar çoğaldı şu lanet pisliği bulabilsem aşşağılık dmuz"dedi yine aynı soğukluk ve sabitlenmiş bakışlarla cesede bakarak kahvesinden biraz içti havanın soğukluğundan çok ölümün soğukluğu Neilin ürpermesine sebep olmuştu günlerdir araştırıyorlardı Champell de işlenen cinayette hiçbir kalıntı bulunamamıştı nasıl bir insandı bu yada ne kadar yetenekli bir seri katildi ki cesedin üzerinde herhangi bir DNA analizi bırakmıyordu. Yeteneklimi ? demin aklından yetenekli katil diyemi geçirmişti, gittikçe kafayı yiyiyordu anlaşılan. Yeteneği bir kenera bırak, bu cinayetleri her kim işliyorsa şeytanın oğluydu yada ta kendisi. Bu katili bulduğunda anlayacaktı iyininmi yoksa kötününmü kazandığını.
"Umarım bu katille karşı karşıya geliriz en yakın zamanda, en yakın zamanda Pete" dedi yüzünde garip bir sırıtma vardı yeşil gözlerini korkusuz bir bakışla Peteye dikmişti. Beyaz plastik bardağın içinde dolu sıcak kahve elini yakmaya başlamıştı ,kahve bardağını yavaşça 'şerefe' der gibi Petenin bardağına vurdu. Cesed poşete konulmuş ve adli tıppa götürülmek için yola çıkarılmıştı criminal labarotuvar görevlileri bulduğu bir kaç analizi poşetleyip çantalarına yerleştirmişlerdi. İçlerinden tanıdığı arkadaşı Hill yanına gelip elini sıkmıştı
"Sonuçlar için seni ararım Neil"
"Tamam Hill cesedin kimliğini teşhis ettiğinizde ailesine haber verirsiniz onlarla görüşmem gerek"
"Tamam sana bildiririz" dedi ve arabasına binip yola çıktı. Neil kahvesini bitirmişti yanında çalışan adamlardan birine uzattı bardağını sonra Peteye
"Hadi gidelim artık bu gün yorucuydu"dedi kıyıya sertçe vuran denizin sesi artmış ve soğuk poyraza dönüşmeye başlamıştı. Arabasına bindi Peteninde yerleşmesini bitince arabasını sahil kenarından ana caddeye doğru sürdü önce Peteyi ailesinin yanına bırakıcak sonra kendi evine gidicekti.

Akşam olmuştu , akşam denilince Neilde bir rahatlama oluyordu evinin sakinliğine kendini bırakmak düşüncelere dalmak istiyordu keşke yanında Sussiede olsaydı onun tatlı yumuşaklığını altın sarısı saçlarını özlemişti.Evin dış kapısını sert bir haraketle kapattı anahtarı yerine takıp kapıyı kilitledi üst tarafındaki demiri indirdi belindeki tabancanın soğukluğunu yeni yeni hissetmeye başlamıştı ama kemerinden çıkartmak yerine olduğu yerde bıraktı botlarını çıkartıp çıplak ayaklarla taş zeminde yürümeye başladı evi küçüktü ama çok rahattı tam bekar eviydi mutfağa geçip buz dolabındaki pizzayı çıkarttı mikro dalga fırına yerleştirip ıslık çalmaya başladı yarın ve ertesi gün izinliydi bütün günü boştu ilk işi sevgilisinin yanına gitmek olucaktı tabi o otoriter annesi yine sorguya çekmezse geri kalan günlerini rahat bir şekilde geçirebilirlerdi. Mikrodalga fırında çıkan ses pizzanın ısındığını hatırlattı. Bir parça pizzayı dolaptan çıkarttığı tabağa yerleştirip yanınada içecek alıp salona geçti . Telefonun düğmesine basıp sekreteri dinlemeye başladı kendisine bırakılmış bir not varmıydı merak ediyordu. Telefondan çıkan bip! sesiyle pizzasını yemeyi bir kenara bırakıp dikkatle dinlemeye başladı.
"selam yine ben bu kaçıncı aramam sayamadım ama eminim önemli bir işin vardır, yarın izinli olduğunu öğrendim umarım okul kampına gelirde beni yalnız bir başıma ve savunmasız bırakmazsın geceleri ne kadar korktuğumu tahmin edemezsin,kamp Yellowstonede seni orda bekliyor olucam " mesaj bitmişti Neil gülerek mesajı dinlemişti Sussie yine baştan çıkartmaya çalışıyordu onu. Evet ertesi gün gidicekti yanına, özellikle Sussie orda olduğu için bu kız için herşeyi yapabilirdi fena çarpılmıştı onun baştan çıkartıcı sesini ve tavırlarını seviyordu.
Tabağında son kalan pizzasınıda yedikten sonra mutfağa götürüp bulaşık makinesine yerleştirdi içinde tabaklar birikmeye başlamıştı kapağını sakince kapatıp yatakodasına geçti o cesed gözlerinin önüne gelince kendini leş gibi hissediyordu sanki kokusu üzerine sinmiş gibiydi yüzünü ekşitti. Üzerindekileri çıkarıp koltuğun üzerine savurdu banyoya girdi suyun altında kendisini günahlarından arınmış gibi rahat ve sakinleşmiş hissediyordu.

YELLOWSTONE


Bu ışıkta neyin nesiydi böyle karanlık birden dağılmış ve kapalı göz kapaklarının içine girmeye çalışan ışıktan gözlerini açamıyordu. Başucunda çalan saat odanın içinde yankı yapan sesiyle Neili kendine getirmişti. Başını yastığa gömdü inleme dolu bir ses yastığın derinliklerinden çıktı yüzünü yastıpa kapamayla birşey çözülmüyordu elini saatin alarmına götürdü tepesine bir iki defa vurdu ama susmuyordu. Unutmuştu tabi saati değiştirdiğini aslında önündeki rakamlara basarak durdurabileceğini. Ne aptal bir saatti bu kim almıştı bunu? kim almış olabilirdiki annesi ona bu tarz garip hediyeler almaya bayılıyordu çocukmuş gibi üstüne titremesinden bıkmıştı gidipte biraz diğer oğluyla ilgilenseydi ya.
Aten Victorun kıskançlık dolu tavırlarındanda sıkılmıştı artık. Uyuz herifin tekiydi ne kadar yanına yanaşmaya çalışsa o kadar uzaklaşıyordu. Yatakta doğruldu ayaklarını yataktan aşşağı sarkıtıp yatağın hemen ucundaki yumuşak kilime bastı bir süre oturup kendine gelmeye çalıştı saati susturmayı başardıktan sonra. Zaten gece yatmaktan dağılmış saçlarını eliyle iyice karıştırıp başını ovdu çalar saatle uyanmaktan nefret ediyordu sersemleyip bir süre kendine gelemiyordu o zaman. Sakince ayağa kalktı başucundaki Sussienin resmine baktı birtek onu görünce böylesine içten gülümseyebiliyordu zaten. Sonra kampa gitmesi gerektiğini anımsadı ama o gün geç gidicekti önce bir kaç işini halletmeliydi.
Kamp eşyalarını hazırlamaya başladı önce üstünü bile değiştirmemişti. Çadır? hayır çadır almayacaktı tabiki.Sebebi Neilin yüzündeki sırıtma dolu ifadeden anlaşılıyordu. Bir kaç yiyecek ve kazak ve bir köşede bıraktığı hamağını çıkarttı.
Eşyalarını hazırladıktan sonra mutfağına geçip kahvaltılık birşeyler atıştırdı. Daha sonra diğer kamp eşyalarını arabasına yerleştirdi spor kıyafetlerini spor ayakkabısını ve kışlık kalın şişme ceketini üzerine geçirdi. Cüzdanını aldı kotunun arka cebine yerleştirdi silahını ve kemerinide beline yerleştirip ceketinin arkasına sakladıktan sonra yola çıktı.
Sevgili kardeşini görmeye gidicekti o kendisini her ne kadar sevmesede aralarındaki kan bağını arada bir hatırlatmak hoşuna gidiyordu.Keşke yeğeni Aarondanda bahsedebilseydide yüzünün halini görseydi oğlundan haberi yoktu ve o kadına ettiği yemin olmasaydı Victorun yaptığı pisliklerin kendisini geçtiğini yüzüne haykırırdı. Tavırlarından umursamaz hallerinden bıkmış usanmıştı ablası ve kendisi biliyordu bir tek birde yeğenleri Renee ve Joakim.
'''Renee sevimli yeğenim benim''' onun güleç yüzü gözlerinin önüne gelince gülümsedi. Hector'a en yakın arkadaşına gönlünü kaptırmıştı. Ehh ondan daha iyisinide bulamazdı zaten
Victorun yanına gittiğine pişman olmuştu onun kendisini eleştiren sesi sinirlerini bozmuştu ne diye umursayıp gittiğinide anlamıyordu ve neden kendisine bu kadar soğuk ve mesafeli davrandığını ona hiçbirşey yapmamıştı ama böyle giderse birşeyler yapması yakındı suratına güzel okkalı bir yumruk geçirebilirdi mesela.
Yellowstoneye geldiğinde arabadan inip etrafına bakındı tanıdığı bir kaç kişi haricinde kimse gözüne tanıdık gelmiyordu . Gözüne ilk Sussie takıldı

"Kızlar bu tarafa gelin" eliyle diğer arkadaşlarını çağırıyordu. Çok uzakta bir dağın yamacında batmakta olan güneşin kızıllığı Sussienin altın sarısı saçlarına vurmuştu. Akşamın alacakaranlığı bile sevgilisinin altın sarısı saçlarını soldurmaya yetmiyordu. Yavaş adımlarla Sussieye yaklaştı Joakimin yanından geçerken gözü ona takıldı. Onu seviyordu ama Joakimde Victor gibi kendisine cephe almıştı umrunda değildi ne halleri varsa görsünlerdi kimseye kendini zorla sevdiricek değildi. Onların bu tavırları gururuna dokunuyordu ama belli etmek istemiyordu.
Sussienin yanına gitti " bu gün nasılsın aşkım dün mesajını geç aldım o yüzden çadırımı ve bir kaç kamp eşyamı evde unuttum "dedi ve belinden tutup kendine yaklaştırdı "iyi yapmışmıyım yoksa bana gidip arabamdamı sabahlamamı söyleyeceksin" dedi eğilip dudaklarından öptü . Masum bir soru sormaya çalışıyor gibi bir hal almıştı ama Sussie uyanık bir kızdı ve onun bilerek çadırı evde bıraktığını bakışlarından anlayacağından adı gibi emindi.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:10 pm tarafından Kybelle
Joakim Suman Linares

Game's Overing For Joakim

Nia.. . Ah tatlı Nia. Her ne kadar aralarındaki her türlü iletişim daha başlamadan bitmiş olsa da aklı onda kalmıştı. Onun tatlı öpücüklerinin daha fazlasının olabileceğini düşünmeden edememişti onu gördükçe. Hapishanede hayatını irdelediğinde bunun anlamsızlığına kanaat getirmeden önce kesinlikle ondan bunu elde etmeden onu bırakamayacağını sanıyordu. Ama işte bırakıyordu. Çekici, harika bir vücudu olan ve büyük ihtimalle onun her arzusuna boyun eğebilecek bir amigoyu dindar bir zümrüte tercih ediyordu. Belki de yeniden dine dönmeyi arzuluyordu. Nia cehennem, Vivien cennetti. Ancak ikinci bir sebep daha vardı. Armina'dan onun Ice'ın kuzeni olduğunu çok geçmeden öğrenmişti. Onunla olmayı anlamsız kılan da daha çok bu olmuştu. Durumu anlamış ve bunun saçmalığına karşın sorgu odasının soğuk duvarlarına doğru bir kahkaha savurmuştu. İki kuzen ha? Birbirlerinden nefret ediyorlardı. Oysa kendi kuzenleri ile arası her zaman iyi olmuştu. Uzaklar onları ayırana kadar onlarla birbirinden güzel bir kaç hafta geçirmişlerdi. Neler yapmışlardı bu haftalarda? Neler yapmamışlardı ki... Normalde son derece uslu olan Renee bile baştan fena halde çıkmıştı. Joakim de zaten bir erkek çocuğu olarak şiddetin ve yaramazlıkların oyunlarına yansımasından büyük zevk almıştı. Ve şişeyi çevirmişti Nia... Şişe dönmüş, dönmüş garip bir tesdüfle onu bulmuştu. Tam o sırada Leonard ile aralarına amigoların en hızlısı Lacy oturmuş ve takım arkadaşının dudaklarını öptükten sonra kendi bacaklarına saldırtmıştı elini. Onun kendisini tahrik etme çabalarını anlıyordu. Kendi eli de onun sırtına, kısa ceketinin altına girmişti. Ama eldiven takmadığı buz gibi elleri ile bluzunun altına dokunamıyordu bunu istemesine rağmen. Onun elinin iyice yukarılara yaklaşmasına pek de aldırış etmiyordu derin derin nefes almaya başlamak dışında.-ona etki edemiyordu işte- Yüzü bile kızarmamıştı. Kendisi izin vermedikçe duyguları kolay kolay yüzeye çıkmazdı zaten. Parmaklarını hafifçe oynatarak Lacy'nin beline doğru yaklaştırdı elini. Ona istediği etkiyi belki de vermeyecekti. Ama gene de ona karşı kayıtsız kalmadığını da belli edecekti. Onun fısıldadıklarına karşı yüzünde bir gülümseme oluştu. Ne şeytansı bir kızdı öyle. Eh kabul etmemek aptallık olurdu. Yavaş bir hareketle elini kızın belinden çekti. Lacy okşamalarını sanki daha bir arttırmış gibiydi. Onun sırtını okşadığı eli ile onun ellini buldu. Sanki kurbanının kımıldamasına izin vermeyecek bir atmaca gibi kıskıvrak kavramıştı bu minik eli. Başını çevirip onun kulaklarını buldu. ''O halde şimdi sabredelim ki işin heyecanı bitmesin Lacy.'' Onu elini şu anda çok yakın olduğu belinden uzaklaştırdı ve onun kendi bacaklarına nazikçe yerleştirdi. Bir süre onun elini bırakmak istemezmişçesine parmaklarını teker teker gevşeterek elini çekti. Zaten çok geçmeden birileri etrafında leş görmüş akbaba misali dolanmaya başlamıştı. Bu sevgili zümrüt takım kaptanıydı. Adını hep unutup dururdu. Birçok kere ona seslenirken farklı isimler uydurma zoruda kalırdı. Suzey miydi, Sushi miydi, yoksa Susan mıydı adın diye geçirdiği içinden. Ama ona yanıt vermedi. Kendince avunarak oradan gitmesine izin verdi. Ona acıyordu. O kadar zengin olmasına rağmen tıpkı Dimitrie gibi bir kaybeden olarak kalacaktı. Tuh oysa onda amigo kız ışığı olabilirdi. Ne yazık ki kaybedilmişti. Diğer bir sebep de sevgili dayısı ile çıkmakta oldukları gerçeğiydi. Dayısının buraya geleceğini biliyordu ve onunla herhangi bir şekilde muhatap olmayı hiç mi hiç istemiyordu. Bu yüzden onun dediğini yapacak peşinden gidip herhangi bir şey söylemeyecekti. Hoş bunu umması onun ne kadar da komikti. Joakim onun başka bir yere seğirtişine alaycı bir sırıtma ile bakmaya başlamıştı. Bir zümrütün kendisini Legend takım kaptanı ile bir tutmaya çalışması bir tavşanın aslanı kendisi ile bir görmesinden farksızdı. Onun çekiciliği düşünülünce tavşanın Suzy olacağı pek ala apaçıktı. Ancak yüzünde beliren alaycı tebessümü başka başka bir leş kargasının,-Joakim artık özel işlerine burnunu sokanlara bu ismi veriyordu içinden direk yüzüne söylemese bile- yanlarına gelmesi ile belirdiği gibi kayboldu. Bu Anechka oluyordu, amigoların arasına girmek isteyen ama henüz deneme aşamasında bir kız. Kendisine gayet iyi davranıyordu dolayısı ile Joakim Renee'ye hakkında iyi şeyler söylüyordu.(Çekici, yetenekli, görsen zarif de ve anahtar kelime onu ayartmaya niyeti olmadığını gösteren: İyi bir kız, kişilikli) Onun kindar bir hal alan sözlerini sakince dinledi. O daha uzaklaşmadan otomatikman söylemişcesine duygusuz bir sesle yanıt verdi ona. ''Yo hayır.'' dedi yüzünde beliren yapmacıklığını bilerek belirginleştirdiği gülümsemesi ile. Dişlerini gösteren ama gözlerin gülümsemediği soğuk bir gülümsemeydi bu. Daha çok tehdit anlamı içerebilirdi kişisine göre. ''Tabi ki rahatsız etmedin. Ne de olsa burası Champell, burada Joakim'in özel konuşmaları, özel hayatı hep ortadadır. Tabi kader arkadaşım Lacy'nin de... Anladığın tam yerine geldin.'' Son cümleyi söylerken başını çevirdi yeniden Lacy'e. Joakim'in anladığı kadarı ile tek ruh ikizi oydu. Ama ona bile en ufak sevgi duyamıyordu. Sevgi zaten durumu saçma bir hale getirirdi. Birbirleri ile vakit geçirecek, sonra da unutacaklardı. Sevgi kavramı ise bağlılıktan başka bir şey getirmezdi. Dudaklarını ani bir şekilde bükerek önüne döndü. Tam karşısında Hector ve Renee duruyordu. (Sevgi demişken Joakim bak işte seni saçma sapan bir sebepten yaralıyor baksana hakkı değil mi? Neden bu derece nefret ediyorsun onlardan?) Gözleri kısılmıştı refleks olarak. Hector'a bir türlü normal bir şekilde bakamıyordu. Onu görünce sanki iğrenç bir böceği görmüş gibi hissediyordu. İçten içe bir kavga çıksa onu araya kaynatabileceğinin hayalini kurmaya başladı. Belki de Aaron ile bir plan yaparlardı çocukluklarında olduğu gibi ve Renee'nin yanına yaklaşan o çocuğa yaptıkları gibi dehşet içerisinde kaçmasına sebep olurlardı. Ah Renee üç gün konuşmamıştın abinle değil mi sonra? Şimdi bir şey fark etmeyecek o senle konuşmak konusunda isteksiz zaten.

Derken Vivien sanki Nia'ya karşılık kendisinin istendiğini bilirmişcesine yanına oturmuştu. Yanına derken, Lacy ile kendisinin arasına. Onun kendisni kıskandığını belirten iki sözcük çıkmıştı ağzından. Yüzüne yeniden bir gülümseme yerleşmesine ve Renee'ye sanki meydan okur gibi bakmasını sağlayan ufak bir tebessümdü bu. Oh Renee mutluyken, mutsuz olmasına rağmen bunu belli etmeyecekti. Oysa Renee'yi oradan alıp götürmeyi, ona sarılmayı, ona hala bebeksi gelen kokusunu şefkatle içine çekmeyi, tek tadını aldığı sevginin o sonsuz hazzına vararak onunla konuşmayı yeniden ona gülümsemeyi ne kadar da istiyordu. Ona ne kadar da ihtiyacı vardı bir bilseydi Renee. Ama bütün bunları meydan okurcasına bir gülümseme ile düşünüyordu. Ona dalıp gitmişken yanlarına yaklaşan Igor'un herhangi bir hareketini, Lacy'i alıp götürmesini falan hiç far etmemişti. Vivien ile dalaşmalarını da umursamamıştı. Ne de olsa az sonra onu oldukça güzel bir şekilde savunacaktı onu ne kadar arzuladığını göstererek. Derken Nia'nın sesini duydu. Onun dediklerinin ne kadar garip olduğunu düşündü bunu duyar duymaz. Telaşa düştü içten içe her ne kadar sakin tabiatını korusa da. Herkese, dünyaya Joakim ile resmen ayrıldıklarını mı ilan etmişti az önce? Kendisinin uzun süre cesaret edemediği şeyi yapmıştı ama hissettiği güven duygusunu yok etmiş, paramparça etmişti. Ah bunu bekliyordu. Eninde sonunda o an gelecekti. Ama bu şekilde? Hem de garip bir taleple. Aşkı mı? Sevdiği mi? Ice mı? Tüm iradesini kullanarak kahkaha atmamaya çalışması gerekmişti. Ancak aşkı, sevdiği denilen kısımlarda gözleri ister istemez Renee'ye kaydı. Oh tüyleri ürpermişti. Dudaklarındaki gülümseme o an söndü. Ama bu çok kısa bir andı. Kendine gelip yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirmesi çok zaman almadı. Oturduğu yerden kalkıp üstünü silkeledi ve kendini tutamayarak ani bir kahkaha patlattı. Kollarını kavuşturdu konuşmaya başlarken. ''Demek beni kuzenine attın Nia!'' dedi nazikçe söylemişti bunu. ''Ne eğlenceli kuzenlersiniz siz. Önce birbirinizin arkasından entrikalar çeviriyorsunuz sonra da birbirinizin sevgililerini paylaşmakta sakınca görmüyorsunuz. Ah ama ne yazık ki reddetmek zorundayım. Karl benle sevdiği diğer kızı paylaşmak istemeyecektir. Ama merak ediyorum doğrusu aramızda bizden sakladığınız başka bir akrabacığınız daha var mı? Yoksa bunn size değil de Profesör Cresswell'e mi sormalıyım?'' Gözleri aniden Ice'a kaydı. Gülümsemesi kindar bir hal almıştı. İçinde beliren kedere engel olamıyordu-kaybettim seni Ice, bu acıyı hakettim ben- ama saçma sapan bir oyunu bozmak eğlenceli gelmişti doğrusu. Sonra gözlerini Vivien'e kaydırdı. Onu görmek hem kendisine huzur veriyordu-katolizmi seçtiği ilk yıllar- hem de onu baştan çıkarıyordu. Masumiyet... Tatlı, masum bir aşk, aşk değilse bile bir tutku. Onu bu yüzden bu kadar istiyordu. ''Sanırım mızıkçılık yapan oyundan atılır. Hoşçakalın. Umarım bensiz daha iyi eğlenirsiniz. Bundan eminim tabi.'' dedi dalgınca. Vivien'e elini uzattı. Onun kendisine uzanan zarif ellerini tutarak onu yerinden kaldırıp kendine çekti. Onun bedenini kendisininkine iyice yaklaştırmıştı. Kolları ile isterse sıkı sıkı sarabilirdi onun narin bedenini. Onun da buna itiraz edeceğini hiç sanmıyordu. ''Gidelim mi Tanrı'nın en kutsal şarabı olan aşkın yudumunu içmeye Vivien? Hem yanımda gerçek bir şarap da getirdim. Seninle onu yıldızların güzelliğine olan övgüleri arasında kutsarız bizi örümcek kokulu, köhne kalıpları ile ayırmaya çalışanlara inat.'' Onun elini sıkıca kavrayarak az önce oturdukları yere doğru yöneldi. İçinde bira ve şarap şişeleri dolu olan çantasını hafifçe eğilip aldı yanından geçerken. Ve en sonunda Vivien ile beraber ormanın derinliklerinde kayboldular. Uçurum kenarına gitmeyi planlıyordu arkalardaki açıklıkta bulunan. Kamptaki herkesin onun işlerine burnunu sokmaya gene kalkarsa gizemli şekilde kaybolacağı bir yere... Ee ne de olsa katil suçlaması kendi üstüne atılmamış mıydı? Onları haklı çıkarırdı olur biterdi.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:10 pm tarafından Kybelle
Sussie St.Clairvoyant

Amor Amor Amor =D

”Sussie! Tanrı aşkına! Joakim’in beni umursayıp umursamadığı, seni benden daha çok ilgilendiriyor gibi. Ah! Tatlım… Gerçek anlamda kimin kimi umursayıp umursamadığını göremeyecek kadar körsün. Yazık!” Sussie Niaya sataşmaktan zevk almıyordu aslında tam tersi Kacey'e sataşırken daha bir farklı zevk alıyordu çünkü onun verdiği cevaplar Sussie'ye göre daha akılcıydı. "Nia hani derler ya boy var ama akıl yok" dedi eliyle Niayı baştan aşşağı gösterir gibi işaret yaptı "işte onun güzel bir örneğisin"dedi havadaki nemden dolayı bukleleşmiş saçlarını omuzundan geri savurdu Nia'dan daha kısaydı ama ona oturduğu yerden tepeden bir bakış atmak güzel oluyordu sakin bir şekilde derince nefes aldı yüzünde kahkaha dolu bir gülümseme vardı. "Joakimi umursuyorum evet ama ona gönlümü kaptırıcak kadar veya nasıl derler haremine giricek kadar aptal değilim ama acınıcak bir durum sen girmiş ve çıkmışsın belliki"dedi küçük bir kahkaha attı gözü Joakime takılmıştı yüzünde kurnaz bir gülümseme vardı. ”Madem gerçeklerle aran yok ve cesaret konusundan kendine güveniyorsun… Öyleyse burada bulunan ve gerçekten sevdiğin, âşık olduğun kızı öp. Ve sakın kendini ya da bizleri kandırmaya kalkma; çünkü herkes o kişinin Ice olduğunu biliyor!” şişe çevirmece oynuyorlardı şansa bakki Nia ve Joakim'e denk gelmişti Vivienle Joakimin ne cevap vereceğini ilgiyle dinliyorlardı. ''Demek beni kuzenine attın Nia! Ne eğlenceli kuzenlersiniz siz. Önce birbirinizin arkasından entrikalar çeviriyorsunuz sonra da birbirinizin sevgililerini paylaşmakta sakınca görmüyorsunuz. Ah ama ne yazık ki reddetmek zorundayım. Karl benle sevdiği diğer kızı paylaşmak istemeyecektir. Ama merak ediyorum doğrusu aramızda bizden sakladığınız başka bir akrabacığınız daha var mı? Yoksa bunun size değil de Profesör Cresswell'e mi sormalıyım?Sanırım mızıkçılık yapan oyundan atılır. Hoşçakalın. Umarım bensiz daha iyi eğlenirsiniz. Bundan eminim tabi.'' Sussie Niaya laf yetiştirmeyi bırakmış ilgiyle suratının alacağı şekle bakmıştı . Sussie daha önce hiç bu kadar eğlendiğini hatırlamıyordu kırmızı ojelerle çevrili biçimli tırnaklarını dudağına götürüp üfledi sonra kırmızı kazağına sürtüp cilalıyormuş gibi yaptı. "Ahh ! evet bu çocuğu sevmeye başladım sanırım, yazık iyi bir Dare Devil olabilirdi Legend'de harcanıyor." dedi biçimli kaşları alaycı bir şekilde kalkmış yüzünde istediğini elde etmiş haylaz bir çocuğun ifadesi yerleşmişti. Mırıltı halinde konuşuyordu Nia'nın yanından uzaklaşıp Ewelwyn'e yanaştı. Vivien'e baktı napıyordu bu saf böyle birden sinirlendiğini hissetti Joakimden hoşlanmadığını bile bile onunlamı gidiyordu. Eweleyn'e döndü ne demişti Ewe ona öyle ‘Sen ne zaman evlenirsen ben de o zaman ayrılıcam kuklamdan.’ yeşil gözlerini hayretle açtı. "Böyle yapma Ewe yüreğimemi indiriceksin"dedi elini kalbinin üstüne götürdü kalp krizi geçiriyormuş gibi haraket ediyordu sonra kahkahayla güldü "Ben hiçbir zaman evlenmiycem ne gerek var, bu duruma bakılırsa sende hiçbir zaman ayrılmıycaksın"dedi yapmacık bir şekilde üzgün bir surat ifadesi takınıp dudaklarını büktü.
‘Hem sen onu bunu bırakta bak gene geç kaldın, kalleş karı.’ karnına yumruğu indirmiş geriye doğru sıçramıştı "Arghh! Ewe!!! ben hassas bir kızım incinebilirim böyle yapma" dedi gülerek karnını ovuşturdu. Sonra onun Leoyu gördüğünü farketti ''Ben biraz Leoyla uğraşıcam gelirim gene'' Sussie'nin bu Ewe'den çektiği neydi anlamıyordu bir türlü birbirlerini tamamlayan iki dost gibiydiler aralarındaki tek fark Ewe Sussie'den daha olgundu. "Tamam Ewe keyfine bak bende çadırı çıkartıyım"dedi küçük bavulunun yanına gitti. ' Ahh! Leo tabi yha nasıl unutmuşum' hoşlanıyordu bu çocuktan onunda kendisine kayıtsız kalmadığından emindi karşılıklı bir kaç kur ve cilveden bir şey olacağını sanmıyordu. Hem madem Joakim Vivien'in peşindeydi Sussie'de pek ala Leo'nun peşine düşebilirdi. Yüzüne yine kurnaz bir ifade gelmişti, fakat Eweleynin tanımadığı bir kıza söylediği sözler neşeyle gülmesine sebep olmuştu. ' Fazla yaklaşma çocuk enfeksiyon kapacak' Ewe ahh! Ewe sanırım seninle dost olmakla güzel bir iş yapmışım. dedi kendi kendine mırıldanarak bir yandanda çadırı çıkartmaya çalışıyordu ama başarılı olamayınca durdu sonra birden gözüne Neil ilişti. Kendisine doğru yaklaşıyordu gözlerini birkaçkez kırpıştırdı dolgun dudaklarının uçları tatlı bir gülücükle yukarı doğru kıvrıldı. " bu gün nasılsın aşkım dün mesajını geç aldım o yüzden çadırımı ve bir kaç kamp eşyamı evde unuttum iyi yapmışmıyım yoksa bana gidip arabamdamı sabahlamamı söyleyeceksin" demiş belinden tutup kendisine çekmişti dudaklarına değen Neil'in sıcacık dudakları baştan çıkarıcı geliyordu her seferinde .
"Ahh! Neil çok fenasın" dedi omuzunu yumrukladı "senin gibi askeri bir eğitim almış adamın çadırını unutmayacağını pek ala biliyorum tabikide ama kalma işine gelince benim uyku tulumum iki kişilik beraber kalabiliriz içinde sen ben... "dedi parmağını Neil'in dudağına dokundurdu bu haraketi oldu olası severdi Sussie önce parmağıyla okşar ve sonra öpücüklerini kondururdu dudakları sıcacıktı sonra birden durdu dikkatle Neil'in gözlerine baktı "Ama Eweleyn'de aynı çadırda kalıcak"dedi kıkırdayarak. Kollarını Neil'in boynuna doladı parmak uçlarının üzerinde doğruldu vücudunu onunkine yaslarak destek aldı ve sonra ardından gelen öpüşler. Kimseyi umursamıyordu o an ne Nia ne diğerleri kendi dudaklarını okşayıcı bir teslimiyetle Neil'inkilere bırakmıştı.İki sevgilinin birbirine olan cilvesiydi bu, sesler kesilmişti sanki, uzaktan gelen arı fısıldamalarını anımsatıyordu Sussie'ye Neil'inde kendisine karşılık verdiğini hissetti gerçi onu hiçbir zaman karşılıksız bırakmamıştı ya!
Zaman sanki birden hızla geriye doğru gitmiş etraflarındaki insan simaları şekiller birbirine karışarak yok olmuş yerine eski bir anılarını getirmişti. Gök yüzü ağaçlar şubatın soğuğu çevrsindeki insanlar gitmiş yerine yaz aylarının verdiği sıcaklar New York'un kalabalık siması gelmişti. O gün nasılda dalgındı Sussie, sevgilisi Richard'dan o gün ayrılmıştı zaten onun oldu olası kıskançlık tavırlarından nefret etmişti arkadaşlarıyla konuşmasına bile tahammül edemezdi ama en azından sevmiş ve içinde biraz olsun duygu kırıntısı bırakmıştı ve caddelerden birinin ortasında dalgınlaşıcak kadar üzülmesine sebep olmuştu. O sırada üzerine gelen arabayı görmüyordu nede çaldığı korna sesini ,gözleri buğulanmış dolmuş ve Rich'in kendisini basit bir kıskançlık olayı yüzünden terk etmesine dayanamamıştı. Annesi Lilian mağazalardan birine girmiş yeni doğmuş ikiz kardeşleri Math ve Mike'a yeni kıyafetler alıyordu. O sırada aniden birinin kendisini kucaklayıp yere attığını hissetti.Neye uğradığını şaşırmıştı o an tek görebildiği kaldırımda yerde yatmış bir vaziyette üzerinde olan adamdı. Şaşkın bir şekilde birbirlerine bakıyorlardı ikiside kıpırdamayı akıl edememişlerdi. Adamın yeşil gözleri kendisine o kadar yakındıki soluksuz kaldığını hissetmişti ama sonra kendine gelmiş ve bunun sebebinin üstündeki ağır cüssesine vurmuştu.
"Ne akla hizmet yolun ortasında bekliyorsun canındanmı bezdin sen" adam sert bir şekilde kendisini yargılamıştı ama şaşkınlıktan olsa gerek ikiside kıpırdamayı aklına getirmiyordu.
"Üstümden kalkıcakmısın yoksa sapık var diye bağırıyımı" demişti Sussie sonunda adamda ayağa kalkmış ve üstünü silkelemiş sonrada Sussie'yi elinden tutup kaldırmıştı ama elini bırakmamıştı dikkatle gözlerine bakıyordu.
"Demin hayatını kurtardım bana sapık muamelesi yaparakmı teşekkür ediyorsun" demişti adam bu lafın sonunda Sussie utançla kızarmıştı yüzünün yavaş yavaş yandığını hissetmişti tepesinde topladığı saçları dağılmış anlından çıkan bir kaç perçem yüzüne dökülmüştü karşı karşıya iki sevgili gibi el ele durmuş ve bir müddet süzmüşlerdi birbirlerini sonra adam ellerini bırakmış ve " Bu benim kartım dalgınlığından kurtulunca belki beni ararda bir teşekkür edersin" demiş ve anacaddede yürüyerek gözden uzaklaşmıştı. Sussie yüzünde pembelikle arkasından bakakalmıştı. En sonunda annesi tanıdık mağaza görevlilerinden biri tarafından Sussie'nin bir yabancı tarafından kurtarıldığını öğrenince dükkanlardan birinden hızla fırlamış ve Sussie'nin yanına gelip azarlamalarını dikkatsizliğini dinlemek zorunda kalmıştı ama Sussie şaşkınlıkla elindeki karta hala bakıyor ve Lilian'ın dediklerinin hiçbirini anlamıyordu. "Neil Jesus Pérez FBI 'mı" bürosunun ve kendi şahsi telefonunun numarası vardı. Annesinin dediklerine ve etrafındaki gözlerin kendisine bakışına aldırış etmeden kartı cebine atmıştı. Rich bile kendisini bu kadar heyecanlandıramamıştı ve Neil o günden sonra gözünde bir kahraman olarak kalmıştı.
Şimdi ise sevgilisi olarak kollarının arasındaydı, traş losyonunun kokusu burnuna geliyordu ne güzel kokuyordu o öyle kivimiydi yoksa herhangi bir meyve çeşidinin kokusumuydu masumiyetin berraklığını ilk kez Neil'in kollarında tatmış ve ilk kez onun kollarında kaybetmişti. Dudaklarını yavaşça çekti Neil'inkilerden sanki zaman tekrar bulundukları ana geri dönmüş etraflarındaki şekiller tekrar yerine oturmuştu. Neil'in kollarından sıyrıldı rüzgardan dağılmış saçarını eliyle düzeltti. Yine eski şen havasına dönmüştü. Eweleyn'e döndü sesli bir şekilde elini sallayarak dikkatini çekmeye çalıştı " Heyy! Ewe rahat bırak çocuğuda yanımıza gel bak seni kimle tanıştırıcam" dedi Eweye gülerek sonra Neil'e döndü yüzünü avuçları arasına alarak konuşmaya başladı
" Bak Ewenin sevgilisine laf ettim demin kesin bir şekilde intikam alıcaktır o yüzden sakin ol ve derince nefes al "dedi Neil'e taktik vermeye çalışıyor gibiydi. Elini Neil'in beline götürdü üstünü yokluyormuş gibi yaptı "Hiiee! tabancan yanındaymış yoksa kelepçelerinidemi aldın sakın tutuklama aşkım tamammı Eweyi sakin ol olurmu"dedi kıkırdayarak sonra Ewe'nin yanlarına gelmesini bekledi.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:11 pm tarafından Kybelle
Nia Lanie Gaarder

Trajedinin Sonu(Her son yeni bir başlangıçtır…)

Bir aleve sarılmak mümkün mü?

Bir uçurumun kenarında durup da kolaylıkla aşağı bırakmak kendini?

Hızla gelen bir aracın önüne atlayıvermek korkmadan?

Kutularca ilacı yutarken ağlamamak?

Küçük düşüreceğini düşündüğü duyguların peşinden koşup onun kulu kölesi olmak, geçmişini ve geleceğini hiçe saymak?

Mümkün mü insan için tüm arzularını kabullenip utanmadan, saklanmadan çekinmeden, başkalarını umursamadan onlarla birlikte yaşamak?

Yaradılışındaki farklılıkları hastalık ya da zaaf olarak addetmekten hoşlanacak olanlara göğsünü gere gere karşı durup kendini savunmak, hatta belki savunmaya gerek bile görmeden bunun için hiç çaba sarf etmemek?

Beyazlarla çevrili ormanın üstünde soğuk havalar eserken, akşamın karanlığı etrafa tatlı kokular yayıyor ve sis perdelerini indirerek tatlı bir huzur veriyor ve insanın kalbini bir çocuk saflığı ve heyecanı ile sarıyordu. Böylece yorgun insanlara günün kapısını kapatırken, bu soğuk günde kamp yapan şamatacı arsız gençlere sonuna kadar açıyordu o kapıyı. Artık akşam olmuştu. Yıldız yıldıza ekleniyor, büyük ışıklar ve küçük kıvılcımlar uzakta ve yakında parlıyorlardı fakat bunları hiç kimse göremiyordu gökyüzünü kaplayan karanlık bulutlar yüzünden. Hâlbuki tüm bu parıltının gölde yansıyarak ışıldaması ve ayın, tüm güzelliği ile derin bir huzur sağlayarak ortalığa hâkim olması gerekiyordu.
İşte saatler bir bir gelip geçmiş, acılar uçup gitmiş ve yeni hazlar, arzular kapıyı çalmaya başlamıştı.
Her yer yavaş yavaş beyaz masumiyetle kaplanıyordu. Tepeler kabararak, gölgeler ise sükûn veren kuytuluklar oluşturuyordu.

Derin soluklar alarak Joakim’in cevabını beklemeden önce gökyüzüne baktı bir anlığına. Ne zümrütleri, ne kendisine imalı bakışlar atan AC’’yi ne de bir başkasını umursamak istemiyordu. Yaşamak istiyordu sadece ve hissetmek istiyordu birçok duyguyu aynı anda. Hafifçe inen küçük kar taneleri soldan sağa, sağdan sola titreyerek ve kaçarak, bazen tüyler gibi uçuyor, bazen dökülüyorlardı. Karın düşüşü, kelebeğin uçuşuna benziyordu. Kelebek kısa bir ömre sahipti ve uçarken birdenbire düşüp ölürdü. Bu kısa hayat hikâyesi aynı zamanda karda da vardı. Yere düşen her kar tanesinin eriyişi bir ölümdü. Bir keresinde annesi ona her bir kar ve yağmur tanesini gökten bir meleğin indirdiğini söylemişti. Ne büyük saçmalıktı! Yeniden daireye odaklandığında etrafa olan şeylere baktı. Igor’un gelip Lacy’i kucaklayarak götürmesi fakat hemen ardından geri gelip yanına oturması, Vivien denilen yellozun Joakim’le arasında olan yakınlaşma, oyundakilerin aralarında olan fısıldamaları… Önelcikle itiraf etmeliydi, Igor’un Lacy’i oradan uzaklaştırmasına sevinmişti. Her ne kadar Joakim’i umursamasa da en yakın dostlarından birinin kendisine bunu yapması hiç hoşuna gitmemişti ve Igor’un yanına gelip söyledikleri de içindeki intikam ateşini harmanlamıştı. Ardından Sussie’nin sesini duydu. Ne komikti bu kız! Nia’yı gerçekten de eğlendiriyordu. Başını çevirip yüzünde garip bir tebessümle ona doğru baktı. Sanki milyarda bir görülen bir hastalığa yakalanmışta o yüzden böyle davranıyormuş gibi baktı ona, acıyarak. Yine de hiçbir şey söylemedi, geri döndü daireye, sadece Joakim’in cevabını bekliyordu. Ondan sonra istediğini yapabilirdi. Ne de olsa büyük bir cesaretlik örneği göstererek resmi olarak ayrıldıklarını söylemişti dolaylı olarak herkese. Joakim’in aksine başarmıştı bunu ve utanmadan, sıkılmadan söylemişti. Belki biraz, tamam baya garip bir yöntem seçmişti ama kime ne! Şu anda kaybetmenin verdiği bir huzur anı yaşıyordu. Joakim’i kaybetmişti, isteyerek… Oysaki hiç ‘gerçek’ sevgili olamamışlar, masum öpücüklerin perdesini aralayıp ardına geçmemişlerdi. Aralarında görünmez bir mesafe vardı hep, istemediklerinden değildi yoksa… Bir de üstüne Joakim’in hapse girmesi eklenince o mesafe kocaman bir uçurum olmuştu. Korku ve pişmanlıklar uçurumuydu ve belki bir nebze de entrika…
Derken Joakim’in ayağa kalkmasını izledi kısa bir süre içinde. Onun yüzündeki alaycı gülümseme bile içindeki huzur duygusunu yok edememişti. Fakat sonra onun söyledikleri içinde bir telaş uyandırdı. Kaşları büzüştü ve gözleri kısıldı. Yine de bu çok uzun sürmedi. Demek kuzen olduklarını öğrenmişti ve şimdi de herkese duyuruyordu. Birkaç ay önce olsaydı buna çok kızar, Joakim’e ağzına geleni söyler ve ısrarla Ice ile kendisinin kuzen olmadıklarını iddia ederdi. Ama her şey değişmişti artık, Ice ile barışmışlardı ve eski günlerin özlemi ile birbirlerine yeniden kavuşmanın tatlı heyecanı içerisindeydiler. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm belirdi ve hiçbir şekilde ona cevap vermemeye karar verdi. İsteyerek ya da istemeyerek büyük bir iyilik yapmıştı Joakim onlara. Çünkü nihayetinde Ice’ta, Nia’da kuzen olduklarını açıklamak istiyordu. Nadya’yı da kabul ederek, utanmadan, sıkılmadan… Buna rağmen onun şu son sözleri üzerine içinde bir şeyler kıpırdadı. Nadya… O da vardı, o da onların kuzeniydi. Ice’a baktı bir anlığına, açıklamalıydılar, hele ki Nia’nın kırk yılda bir gelen cesareti yine gelmişken… ”Aslına bakarsan…” diye başladı sözlerine ama devam edemedi. Bunu üçü birlikteyken yapmalılardı yapacaklarsa. Şimdi aile antrikalarıyla daha fazla uğraşmak istemiyordu üstelik, hele ki herkesin içinde...
Sonra Joakim’e aniden hak vermeye başladı. Gerçekten de küs oldukları dönemde arkalarından birçok iş çevirmişlerdi ve itiraf etmeliydi, entrikalarla dolu bir yaşamları vardı. Tıpkı Joakim ile olan ilişkisi gibi… Elbet birbirlerinin sevgililerini paylaşma kısmı ağır bir ithamdı ama yine de yarı yarıya haklı sayılırdı. Belki sevgililerini değil ama eski sevgililerini paylaşmakta sakınca görmezlerdi. Tıpkı şu anda Ice’ın, Nia’nın eski sevgilisi olan Karl ile birlikte olması gibi… Ve Nia’nın da birçok kez kuzeninin eski sevgilileriyle çıktığı gibi… Hoş, bu durum artık Nia’da bir aşağılanma hissi yaratıyordu, o ayrı… Onun gibi mükemmel(!) bir mahluk –kendisine göre insan olamayacak kadar harikaydı- nasıl oluyordu da kuzeninin artıklarıyla besleniyordu?! Kesinlikle büyükannelerine çekmişlerdi. Eh! Ne diyorlardı; körle yatan şaşı kalkıyordu. Son günlerde büyükannelerinin torunlarıyla daha fazla vakit geçirdiği de hesaba katılırsa…

Nia, daima o kadına hayran olmuştu! Tanrı bilir, kaç koca değiştirmişti ama kesinlikle harika bir kadındı. Yaşına rağmen bakımlı, güzel, eğlenceliydi, bildiğiniz, ihtiyarlara benzemezdi yani… Çapkınlığı dillere destandı; Rusya, Amerika, İngiltere… Birçok kez evlenmiş ama en uzun evlilikleri kendi büyükbabası ve kuzenlerinin büyükbabalarıyla olmuştu. Diğerleriyle de kısa süre içerisinde boşanmıştı anlatılanlara göre. Son zamanlarında da uslu durmamıştı. Hastanede orta yaşlı doktoruna, Nia’nın piyano öğretmenine, evli olmasına karşın komşuları Bay Berna’ya… Fakat bazen kafasına eser, torunlarını şömine ateşinin başında, dizlerine oturtur ve onlara öğütler verirdi. Pek öğüt denemezdi aslında, bir erkeği nasıl elde edersiniz, nasıl avucunuzun içinde oynatırsınız, nasıl size tapınmasını sağlarsınız, her isteğinize nasıl evet dedirtirsiniz… Stefan, Samuel ve Nicol, bu konu onları ilgilendirmediği için hemen terk ederlerdi orayı ama üç kuzen onun ağzından çıkan her harfi irdeleyerek dinlerlerdi. Sanki büyükanneleri sonsuz yaşamın formülünü söylüyordu. O zamanlar farkında değillerdi hiçbiri, onlar bir zincirdi ve zincirin en ortasındaki halka büyükanneleriydi. O öldüğünde bütün zincir bozulmuştu ve hepsi bir tarafa savrulmuştu.

Anıların tatlı esintisi kaybolurken Joakim, Vivien’i de alarak ormanın derinliklerine doğru gidiyordu. Bunu pekte umursamadı. Yüzündeki tebessüm daha da yayılırken, kendisine iyice sokulan Igor’a döndü. Onun son sözlerinden sonra gözlerinde hince bir parıltı belirdi. Kendisine kazık atan Lacy’den intikam almak için yanıp tutuşuyordu ve bunu en iyi Igor ile yapabilirdi. Ona karşı koymadı, aksine o da yanaştı ve başını omuzlarına dayadı. ”Dayak yiyeceğini sanmıyorum. Az önce onunla resmi olarak ayrıldık.” Onun koluna girdi, bulundukları pozisyonu hiç bozmadan. Sonra aniden başını çekti omuzdan ve kaldırarak Lacy’nin bulunduğu arabaya baktı. İçinde kesinlikle hiçbir vicdan azabı yoktu. Başını önüne çevirdi ve dairede kimlerin kaldığına baktı. Pek tanıdığı kalmamıştı. Leonard ve Igor dışında… En azından arkadaşı olanlar… Sonra lanet Jam ve şu yeni çocuk. Ne sinir bir şeye benziyordu öyle, tamam belki tatlıydı ama biraz… Yüzünü ekşitti ona bakarken fakat hemen Igor’a geri döndü ve onun kulağına yaklaştı iyice. Öyle ki dudaklar neredeyse değecekti kulağına. ”Emin ol bundan daha fazlasına cesaret edebilirim ve eğer o tatlı ve bu soğukta seni ısıtacak öpücüklerimden birini istiyorsan, önce hak etmelisin.” diye fısıldadı. Ardından da hiçbir şey olmamış gibi geri çıktı ve tatlı bir ses tonuyla devam etti. ”Bana bira uzatabilir misin?” İşaret parmağıyla onun arkasındaki çantayı gösterdi. ”Şunda olması lazımdı!”
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:11 pm tarafından Kybelle
Anechka Cerés Désmarais

Who’s Turn?

At Last, It’s Time 4 Me…

Işıklar… Sahne…
O gece kar ile sıkı sıkıya örtünmüş ormanda oturanlar usta aktörlere taş çıkarırdı eminim. Her biri sırası geldiğinde repliklerini söylerken dramı izleyenler hayretler içinde kalıyordu. Oyunculardan bazıları incinmesine rağmen gerçek bir dramdı bu. Her şey doğruydu da, bazılarına boyundan büyük replikler verilmişti sanki ve işte onlardan birincisi konuşuyordu.

“Fazla yaklaşma çocuk enfeksiyon kapacak.” Şu zümrütler neden olduklarından zeki davranmaya çalışırlar ki? Komik duruma düşmekten başka bir şey değilmiş gibi… Kızı henüz pek tanımamasına rağmen Kendini ele veren tavırlarını hemen fark etmişti AC. Umursamazca cevapladı “Belki... Ama önce sen boğmazsan tabi…” Kendi sözlerinin çok önemli olduğunu gerçekten düşünmüyordu değil mi? Ardından Leo’ ya dönerek alaycı bir tavırla ekledi. “Zümrütlerle bu kadar iyi anlaştığınızı bilmiyordum ama kullanılmaya hazır narin bir zümrüdü kim kollarından kaçırmak ister ki…” Yüzündeki soluk gülümsemeyi iyice belirginleştirmişti. Konuşurken kızı ima etmesine karşın o orada yokmuş gibi davranmak hoşuna gidiyordu. “İyi iş Leo... Böyle giderse yakında sizin için tezahürat yapmaya başlayacaklar.” Daha fazla üzerine gitmek isterdi elbet ama kafasına koyduğu birkaç şey vardır ve aptal bir zümrüde ayıracak boş vakti yoktu maalesef. O sırada Sussie’ nin çağrısı, AC’ yi kızı başından savma zahmetinden kurtarmış oldu. “Heyy! Ewe rahat bırak çocuğu da yanımıza gel bak seni kimle tanıştıracağım” demişti heyecanla… Bunun üzerine AC tekrar kıza döndü. “Oyun bitti ustan ipleri çekiyor canım… Eh sen de şimdi iyi bir kukla ol da itaat et.” Kuklalar… Ne büyük hakaret, AC nefret ederdi kuklalardan -Tabi babası olacak adamın, o iğrenç varlıklar üzerine bir koleksiyonu olduğunu öğrendiğinden beri- Hayatında hiç ergin bir erkeğin kontrolüne girmeden büyümüştü. Kendi deyimiyle ipleri daha doğduğu gün kesilmişti. Annesi yaptığı hataların sonucu olsa gerek suçluluk duygusuyla AC’ ye fazla bahsetmemişti babasından, önemli de değildi, üstelik sadece bir hafta tanıdığı birini ne kadar tanımış olabilirdi ki kızına anlatacak. Hiçbir zaman eksik hissetmemişti AC, zaten hiç olmamıştı öyle biri… Olmayan biri için üzülmezsiniz değil mi? Büyükannesi… O kadar mükemmel bir kadındı, kendi kurallarından taviz vermez, özgür, hayata karşı dimdik… Torununu da öyle yetiştirmişti besbelli.

Bazen en iyisi gerçeklere boyun eğmektir…
Havanın soğuğunun tüm hücrelerine işlemesi kadar gerçekti orada olanlar, kar tanelerinin sıcak ellerinde erimesi kadar… Nia’ nın Joakim üzerinde oynadığı küçük oyunun şokunu ala üzerinden atamayanlar vardı. Oysa AC sadece gülümsemekle yetinmiş ardından gözlerini kıza dikmişti. “Sahne sırası senin Joa...” diye mırıldanmıştı ardından ama Joakim çoktan kuklalardan birini koluna takıp gitmişti bile, gövde gösterisi yapıyordu sanki. Nia gibi güçlü bir kızı alt edeceğini düşünmüyordu ya? Nia hemen kafasını dağıtacak yeni uğraşlar bulmuştu elbet, Igor… En son Lacy ile takılmıyor muydu o? “Ödeme zamanı…” AC etrafına bakınırken arkadaşı Tim’i arıyor gibi gözükmeye çalışmıştı oysa sadece yerinden kalkıp mikrofonu almak için zaman kolluyordu. “Leo… Üzgünüm canım çok acil Tim’i bulmam gerek.” dedi ve ekledi “Telefonum… Ah, evet, telefonum onda kalmış sanırım.” Leo’ nun yanından hızla kalkarken Nia’ ya hafifçe göz kırparak işaret etmeyi ihmal etmedi. Nereye gideceğini tahmin edebildiğinden emindi adeta.

Lacy arabadaydı değil mi? Oradan ayrılacağını sanmıyordu ama Joakim’ e yetişmek istediğinden acele etti. “Güzel oyuncak Joa…” Vivien’ i baştan aşağı tiksinti dolu bakışlarla süzdü. “Tim de istiyordu bunlardan bir tane… Memnun kalırsan bir yardımcı olursun artık…” Niyeti Joakim ile uğraşmak değildi, sadece zümrüt fikri onu deli ediyordu. Sırf bu yüzden onlara yetişmişti zaten fakat fazla oyalanmadan yoluna devam etti.

“Adi… Aşağılık… Yüzsüz…” Lacy’ i arabanın kenarında beklerken görünce yavaşlamış kendi kendine bir şeyler mırıldanıyormuş gibi yaparak kıza doğru ilerledi. “Ah... Lacy? Sen bilirsin en yakın arkadaşının sevgilisini ayartmaya çalışan kişiye ne denir? Soldan sağa altı harfli…” Lacy’ nin yanına geçerek arabaya yaslandı… “Bingo… Sürtük, evet…” Aniden doğrularak parmaklarını hafifçe şıklatmıştı. “Nedense birden aklıma geldi.” Kafasını çevirerek ormana doğru bakarken alay dolu tavırları sürüyordu ama kızın bozulmaya başladığını fark ederek ciddileşti. Lacy’ i omzuyla dürterek “Alınma sakın… Joakim’ le ne gibi fanteziler kurduğun beni ilgilendirmez ama biliyor musun? Nia’ yı sevdim ve emin ol kendimi daha çok severim. İleride takım arkadaşı olduğumuzda aynı şeyleri bana yapmaya kalma diye söylüyorum. Aksi halde onun kadar soğukkanlı olamayabilirim canım.” dedi ve yanlış anlaşılmak istemediğinden devam etti. “Niyetim anlaşmazlık çıkararak birinizin ayağını kaydırıp yerine geçmek falan değil, ben ne Venüs’üm ne de başka biri… Aksine huzur için buradayım. Amigoların bu denli anlaşmazlıklarını bazı gereksiz insanların önlerinde yaşamaları önemsiz sayılsa da reklam açısında kötü, değil mi? Katılacağım topluluğun prestijinin düşük olmasından hoşlanmam da, bir el atayım dedim.” Bunları söylerken kızı konuşmaya katmaya çalışıyordu. Ne kadar oyalarsa o kadar ders alacaktı Lacy, hak etmişti çünkü. Nia’ yı sevdiğinden yapmıyordu sadece. Kendi çıkarı olmadan kılını bile kıpırdatmazdı zaten. Takım yararına Lacy’ nin iyi bir ders alması gerektiği kanaatine varmıştı, hem gecenin eğlencesi çıkmıştı fena mı?
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:11 pm tarafından Kybelle
R.Lacy Dumas

Hep Gözyaşımı Düşer Gülün Payına


Aşk anlaşılması zor bir kavram ,sevgi daha basit ve sade.. Ama aşkın ardından gelen değilmiydi sevgi? Önce büyük bir aşkla bağlandığını sanırsın sonra zamanla aşk yerini sevgiye bırakır daha sonrada zamanla uzaklaşırsın ilk başlarda delicesine tutkun olduğun kişiden. Neydi bu aşk denilen kavram çözemiyordu anlayamıyordu az önce kendisini tutup oturduğu yerden kaldıran ve peşinde arabaya kadar sürükleyen Igora karşı ne hissediyordu. Tek hissettiği onun sesini ensesinin dibinde duyunca kalp atışlarının hızlanmasıydı.Saçlarını eliyle çekipte boynuna öpücüklerinden birini değdirince gülümsedi her zaman baştan çıkarıcı olmasını biliyordu. Ama ya gördüyse Joakime yaklaşımını ya farkettiyse yada herhangi birşey hissettiyse? "Ben yokken işlermi karıştırıyorsun yine" kulağına fısıldadığı sözler yüreğinin hoplamasına sebep olmuştu. Ağzını açıp herhangi bir söz söylemesine fırsat bırakmamıştı. Igor kendisinden intikam almakta gecikmiyecekti biliyordu çünkü sevgilisini tanıyordu onunla onu çok iyi tanıyacak kadar yakınlaşmıştı.Daha sonra yanında duran zümrütlerin en aptalı Viviene laf sokuşturmasını zevkle dinledi. " ahh! Vivien Lacy'nin vücudu hatlarını her erkek arzular tatlım ,biraz çabalarsan belki sende Lacy gibi çarpıcı bir fiziğe sahip olursun son zamanlarda fazla zayıflamışsın böyle giderse yalnız kalıcaksın" herhangi bir kelime veya cümle sarfetmedi yapmayacaktı çünkü Lacye göre Vivien o kadar katıksız saf ve aptaldıki onun için herhangi bir cümle sarfetmeye gerek bile duymuyordu sadece bakışlarıyla kızı küçümsemek daha eğlenceli oluyordu. Joakimin sırtında dolaşan ellerinin soğukluğuna ve vaat içeren tavrına pek aldırış etmemişti evet ikisi için çok güzel bir eğlence olurdu hafta sonu. Onu baştan çıkarmak zevkli olucaktı Nianında artık Joakimi umursamadığını biliyordu nasıl olsa. Ama Igor hepsinden farklıydı ne yanında oturan Leo nede Joakim yerini tutabilirdi gelip geçici bir heves küçük birer oyuncaktılar.
"Benimle geliyorsun" demişti Igor sertçe, gülen yüzü birden solmuştu Lacynin, kolundan çekip sürüklemesine aldırış etmeden peşinden gitti çenesinden tutup bakışlarını kendisine çevirmişti korkusuzca baktı gözlerinin içine meydan okur gibi. "Sen benimsin bir başkasına ait olmıycaksın anlatabiliyorum değil mi? aşkım! " eğilipte dudaklarına öpücük kondurduğunda hiç ses çıkarmadı "beni burada bekle bir yere yok olma sakın " nasıl oluyorda Lacye bu şekilde emir verebiliyor ve kendisini böylesine sahipleniyordu. "kimsenin değilim ben" dedi yanından hızla uzaklaşırken mırıldanmıştı sözleri ama duyduğunu pek sanmıyordu orada arabasının yanında bırakıp Nianın yanına gitmişti. Arkasından bakakalmıştı, ne yapmaya çalışıyordu Niaya yaklaşarak bakışlarını iyice odakladı ikisine "Nia? benim sevgilimle gözümün önünde bana gösterişmi yapıyorsun iyi tadını çıkar Igorun beni istiyor seninle sadece gönül eğlendiriyor" dedi kendi kendine konuşuyordu ama içindeki kıskançlık duyguları ortaya çıkmıştı hırsla dudaklarını ısırıyordu kollarını hışımla birbirine kavuşturdu gözleri dolmuştu gitmiycekti yanına hır çıkartmayacaktı istediğini eline vermiyecekti umursamıyordu onu . "Cidden umursamıyormusun Igoru Lacy ?" kendi kendine konuşuyordu sanki düşünceleriyle. Umursamıyordu tabi varsın istediğini yapsındı kimle ne yapıyorsa. " Yalan. umursuyorum kıskanıyorum onu başka kızlarla takılmasından nefret ediyorum" bu düşüncelerine hak vermişti ama yerinden kımıldamasına gururu el vermiyordu. Gözleri buğulanmıştı arabanın camına döndü camdaki yansımasını görünce yüzündeki hayal kırıklığını farketti parmağıyla yavaşça gözüne doluşan göz yaşlarını sildi. Sonra Searlusa takıldı bakışları - kendisini böylesine yaralayabilen iki erkek biri sevgilisi diğeri ise kardeşi olduğunu kabullenemeyen ağabeyi. Hepsinden nefret ediyordu onların sevgisine ihtiyacı yoktu. Aşk mı? Sevgi mi? böyle bir şey yoktu. Dostluk arkadaşlık - gözleri Niaya takıldı Lacy ayrılmak üzere olduklarını bile bile Joakime gitmişti ama Nia.. Igoru sevdiğini biliyordu oysa Nia Joakime en ufak bir sevgi beslemiyordu o bunu bile bile yanaşıyordu sevgilisine. Dostlukmu? oda yoktu artık yüzeyselleşmiş kalıplar maskeler ardına gizlenmiş sahte yüzler vardı sadece o gün bir kez daha hayata bağlanabilecekken bütün herşey yerle bir olmuştu bu üç insan sayesinde . Lacynin hiç suçu yokmuydu günahsız değildi tabi ama ama bunu beklemiyordu .Nianın kendisini sırtından vurmasına Igorun duygularını umursamdan başkasına gitmesine ya Searlusa ne demeliydi suçu neydi Lacynin kendi öz babasının soy adını taşıyamamasımıydı . Babasının günahını neden Lacy çekiyordu ya, şimdiye kadar bir türlü elde edemediği baba şefkatinin eksikliğini yaşıyordu. Searlus kendisini tanımaya bile kalkışmıyordu ondaki kibirden nefret ediyordu kendisine adi bir p.. gibi davranmasındanda.
Hayatı bırak kayıp gitsin ellerinden gözlerini yaşama inat kapa son nefesten önce birkez daha yüzüne vuran kar tanelerinde inat kaldır başını gökyüzüne haykır düşüncelerini nefretini seni sürükleyen duygularının frangalarından kurtul ,bırak zincirlemesin seni hapsetmesin duyguların o karanlık bomboş zindana umutsuzluğa kapılma. Birer birer gelecekler ayaklarına seni sevdiklerini söyleyecekler senden nefret etmediklerini seni olduğun gibi kabul ettiklerini söyleyecekler.Umudu hisset sarıp sarmalasın seni gök yüzünün sakinliğine götürsün. Sakın ağlama sakın yıkılma belli etme zayıf duygularını..
Ağlamayacaktı ne Igor nede Searlus ağlatabilecekti Lacyi ama ağlıyordu ya işte neydi o gözlerinden akan yaşlar. Yaralanıyordu kalbi kırılıyordu birkez daha ama o ne olursa olsun kötü olmuştu kötü kız evet. Kötülükleri oluşturan sevgisizliğin kaynaklarının kendileri olduklarını hiçbir zaman bilmezlerdi seni yargılayan seni bir başkasıymışsın gibi gösteren kişiler.Sana bir pislikmişsin gibi davrananlar hep sana en yakının olması gereken kişiler olurdu öylede olmuştu Lacy için. Gözlerini birkez daha sildi kendine çekidüzen verdi ama yanına biri yaklaşıyordu bıkmıştı artık bunlardan kendini çekemiyen adi pislikler hep Lacynin kıskanılacak birşeyini bulurlardı.
“Ah... Lacy? Sen bilirsin en yakın arkadaşının sevgilisini ayartmaya çalışan kişiye ne denir? Soldan sağa altı harfli…” yanına gelmiş ve hakaret etmeye başlamıştı işte önemsiz bir kişilik daha diye mırıldandı kendi kendine. Lacy kibirle baştan aşşağı süzdü karşısındaki kızı sözlerini bitirmesini bekliyordu. “Bingo… Sürtük, evet…” alaycı tavırla kaşlarını kaldırdı oysa Anechka denilen basit ezik kız kendini öne çıkartmak için baya çaba sarfediyordu alaylı bir tavırla sözlerini bitirmesini bekledi. “Nedense birden aklıma geldi.Alınma sakın… Joakim’ le ne gibi fanteziler kurduğun beni ilgilendirmez ama biliyor musun? Nia’ yı sevdim ve emin ol kendimi daha çok severim. İleride takım arkadaşı olduğumuzda aynı şeyleri bana yapmaya kalma diye söylüyorum. Aksi halde onun kadar soğukkanlı olamayabilirim canım.Niyetim anlaşmazlık çıkararak birinizin ayağını kaydırıp yerine geçmek falan değil, ben ne Venüs’üm ne de başka biri… Aksine huzur için buradayım. Amigoların bu denli anlaşmazlıklarını bazı gereksiz insanların önlerinde yaşamaları önemsiz sayılsa da reklam açısında kötü, değil mi? Katılacağım topluluğun prestijinin düşük olmasından hoşlanmam da, bir el atayım dedim.”
Lacy sesli bir şekilde kahkaha attı önce umursamaz bir şekilde camdaki yansımasına bakıp başındaki şapkayı düzeltti , saçlarını kıyafetini sahneye çıkan kişiler gibiydi tavırları. "Şimdi bir kağıda yazıp zorla ezberlediğin cümlelerin bittiyse sıra bende canım" dedi yine o çapkın gülüşlerinden birini attı yanağında gülünce bir gamze belirirdi ama bu seferki gülüşünde kendisinden emin bir tavır vardı elini zarifçe karşısındaki kızın elbisesine götürdü.
"Bunu nereden aldın sen Champell bildiğim kadarıyla zengin kesimin bulunduğu yer böyle ucuz basit şeyler fazla bulunmaz kasabadan falanmı geldin , bana sarfettiğin cümlelerde basit bir köylü olduğunu gösteriyor canım " sonra elini çekip mikrop bulaşmış gibi yüzünü buruşturdu cebinden ıslak mendil çıkartıp elini sildi " malum bit yada pire bulaşsın istemem"dedi iyice uzaklaşıp tepeden baktı
"Niaya gelince onun sevgilisini ayartmaya çalıştığımı nereden çıkardın Joakimin ayartılmaya ihtiyacı yokki bunun dışında zümrütlerden Vivienle değil benimle gelirdi kaldıki bu senin benim yanıma gelip bana sataşarak ne kadar salak olduğunu gösterir acıyorum doğrusu böyle boş bir kafaya nasıl sahip olabiliyorsun ,hem senin daha önce sevgilin oldumu acaba merak ediyorum seni beğenecek erkeğe acıyorum doğrusu ve elbet bir gün belki bir umutla karşına birisi çıkarsa belki gelirde ayartırım malum senle ben karşılaştırılınca bahsettiğin prestijin pek sönük kalıyor bizim topluluğumuzun pirestijine gelince nasıl giriceksin takıma Renee senin gibi basit birini almaz takıma. "dedi gülerek
"Renee gibi becerikli yönetim kabileyeti olan aynı zamanda güzelliğiyle öne çıkabilen birisimisin yoksa Kacey kadarmı güzelsin ve onun kadar zekimisin , hiç sanmıyorum bana sataşarak aptallığını ortaya koydun peki Nia gibi çekicimisin Ice gibi masum görünüşünlemi çekiyorsun herkezi kendine, yoksa benim gibi asil bir görünüşünmü var ve hangimiz gibi dans edebiliyorsun söylede alalım seni takıma" dedi
"Sende Venus gibi aptal damgası yemeye layıksın canım belki şansın yaver giderde takıma alınırsan o zaman sana birşeyler öğretebiliriz şimdi yanımdan gitsen iyi olur" dedi gözleri Igor'a takılmıştı yanına gelmesini konuşmasını istiyordu özlemişti onu ama yaptığı muzırlıklar yüzünden bir gün kaybedicekti. Lacy böyleydi güveni yoktu artık kimseye Igora her ne kadar aşık olduğunu Nianın kollarında görünce anlamış olsada gururu yaklaşmasını engelliyordu.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:18 pm tarafından Kybelle
3. sayfanın sonu
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:20 pm tarafından Kybelle
1. sayfa

Eugenie Renee Linares

Filizlenmiş Duygular


Gök yüzündeki yıldızlara elleriyle dokunabilmek isterdi teker teker ne kadarda ulaşılmaz ve parlak duruyorlardı.Linareslerin terasının üstüne teker teker damlıycakmış gibiydi gecenin koyu karanlığına serpiştilmiş küçük simlere benziyorlardı durduğu yerden bakınca.Gecenin bu saatinde vücudunu saran küçük bir battaniye ile balkonda dikilip beklemek akıl karı değildi.Oval hatlarla çevrilmiş küçük yüzünü kaldırmış öylece bakıyordu sanki yıldızlar onu içine alıyor hipnotize ediyor gibiydi bakışları.Aklından milyonlarca düşünce geçiyordu yine,düşünceleri hiçbir zaman boş kalmamıştıki zaten!!! Soğuk yavaşça etkilemiş olduğu bedenini küçük titremelere bırakmıştı çenesi soğuktan birbirine vuruyordu keskin havanın ciğerlerine kadar işlediğini hissetti birden dolgun dudaklarının arasından çıkan buhar taneleri havaya karışıp gidiyordu.Bütün bunlara rağmen kilitlenmiş gibi orada öylece durmayı yeğledi üzerindeki battaniyeye biraz daha sıkı sarındı.
"Seni gökyüzündeki yıldızlara benzetiyorum Renee onlar kadar ulaşılmaz ve göz kamaştırıcısın" bu sözler o günden sonra bir kez daha yanaklarının kızarmasına sebep olmuştu.Nasıl oluyorduda böylesine utandırabiliyordu kendisini.Dudak kırvrımlarına hafif bir gülümseme yerleşti.Bakışları,duruşu,sesi...ne kadar etkileyiciydi çarpılmıştı adeta onun gece karası gözlerine ya bir o kadar kara saçlarına.Sesindeki etkileyici ton hapsetmişti Renee'yi Hector'un dudaklarından dökülen bir kaç cümleye.Aşk neydi onun için? Aşk kavramı...Yüreğini çılgıncasına kafesinden kurtulmak isteyen yırtıcı bir kuşu özgür bırakan duygumuydu bu? Aşıkmı olmuştu Renee? yoksa oda diğerleri gibi hevesini aldıktan sonra bırakabilecekmiydi,kolayca vazegeçebilecekmiydi Hector'dan diğerlerinden geçtiği gibi.Şu an yaptığı gibi bir gün sonrasını onla buluşmak için sabırsızlanıcakmıydı?Göğüs kafesinin içinde çılgınca atan kalbine götürdü ince ve zarif elini,elinin altında hızla atan kalbine nasıl böylesine sahip olabiliyordu.Nasılda bırakmıştı kendini onun kollarına.Daha yeni and içmemişmiydi kimseyi sevmiyceğine.
Örümcek ağlarına benzeyen korkuluğa yaklaştı yavaşça yerden ne kadarda yüksekteydi bu teras! Bedenini korkuluğa yasladı sıkıca ellerini serbest bırakıp üzerindeki battaniyenin yavaş yavaş mermer zemine düşmesini izledi kışlık bir gecelikleydi şimdi ,biraz daha yakıyordu üzerine doğru esen rüzgar canını.Kollarını iki yana açtı demin güzel bir desenle örülmüş korkuluğun demirlerine bakan bakışlarını yine gökyüzüne doğru kaldırdı yumuşak terlikli ayaklarını kaldırdı bu sefer gözlerini kapatıp kendini gecenin çılgınca esen serinliğine bırakmıştı.Hectorun yüzü gözlerinin önünde belirdi yine.Her saniye onu düşünmek içinde çılgınca bir zevkin oynaşmasına sebep oluyordu.
Senenin ilk karı iki gün önce düşmüştü şimdi ise yerler diz boyu karla doluydu ama Renee bunları umursamadan hasta olacağı korkusunu taşımadan duruyordu orada öylece. Yavaşça süzülen küçük kartanesi Renee'nin ufak düzgün burnunun üzerine düştü uzun kipriklerle çevrili mavi gözlerini hızla açtı.Düşüncelerden hayallerden sıyrılmak işine gelmiyordu ama artık daha fazla daha keskin bir sızının vücuduna sarılmasına dayanamamıştı yere yığılmış pikeyi hızlı bir haraketle aldı camla çevrilmiş kapıyı sürgüsünden çekip iteledi ellerinin soğuktan sertleştiğini hissetti sürgüyü çekerken. Aptalca çılgınca haraket ediyordu.Biraz daha beklerse zatüreye yakalanacağını hissetti.Yumuşak tüğlerle kaplı halının üzerine adımını attı ayağındaki terlikleri çıkartıp boy aynasında kendi yüzüne baktı.Bu gün aynaya hiç bakmamıştı soğuktan pembeleşmiş yanaklarına götürdü ellerini.Gözleri buğulanmıştı küçük bir fileyle tutturulmuş saçlarını tokasından kurtardı.İpek bir şal gibi omuzlarından aşşağı döküldü yavaşça; ne kadarda uzamıştı ama kestirmiycekti Hectorun saçlarına dokunması hoşuna gidiyordu.Yine tatlı bir gülümseme belirdi dudaklarında gözleri bir farklı bakıyordu sanki. Karşısına çıktığından beri ne yaptığını bilmez bir hale dönmüştü Renee sanki eski kendini beğenmiş umursamaz kız gitmiş yerine başka birisi gelmişti.
Aradan bir kaç ay geçmişti okul balosunda Joakimin kendisini ortada aptal gibi bırakıp başka bir kızla ilgilenmesini kaldıramamıştı.Onun kendisiyle ilgilenmesi her zaman hoşuna gidiyordu istiyorduki sürekli etrafında pervane olsun kendisiyle ilgilensin konuşsun gülsün.İkizinin gülüşünü hep güneşe benzetirdi içinde sevgi damlacıklarını oynaştırabilen bir gülümseyişi vardı inci gibi beyaz dişleri ortaya çıkar gözleri küçülür ve yanaklarındaki gamzeler ortaya çıkardı.Ne kadarda çok seviyordu onu, ama o değerini anlayamıycak kadar sinir bozucu br şekilde davranmıştı o gün Renee'de Profesörler ilgilenmeye başlamıştı.Acaba sırf ikizini sinirlendirmek içinmi ilgilenmişti onunla,peki başarabilmişmiydi? her ne olursa olsun utanç vericiydi.İkizine indirdiği yumruk içini sızlatmıştı böyle olmasını istememişti ki! Ya oda kendisine ciddi bir şekilde kızdıysa ve belli etmiyorsa?kendisinden soğumasını istediği en son kişi Joakim'di onun tarafından unutulmak berbat birşey olurdu sırf bu yüzden kendisine berbat bir mazoşist gibi acı çektirebilirdi.Yüzünü aynaya bakarken birkez daha utanç kıvılcımlarının sardığını hissetti.Dayısı Victor'un Pieri öptüğünü bilseydi okuldan kovulurdu heralde.Yüzünü ekşitti demin Hectoru düşünürken oluşan yumuşak yüz hatları şimdi sert bir hale gelmişti. Birbirleriyle oynamaktan vazgeçmeleri iyi omluştu.Evet yakışıklıydı harikaydı ama profesördü kendisi yüzünden işinden olmasını istemezdi.Üstelik yeni yeni filizlenmiş bir duygunun eşiğindeyken Hectoru kızdırmak işine gelmiyordu.
Fakültede bir cinayet işlenmişti.Christian...nasılda acımasızca öldürülebilmişti.Ice'a birkez daha acıdığını hissetti.Bu kızın aşktan yana hiç şansı yokmuydu ya ikizi gibi umursamaz acı çektirmeyi sevebilen birine düşüyordu yada yeni sevmeye başladığı birinin ölümüne şahit omlak zorunda bırakılıyordu.Bu konuyu irdelemek hoşuna gitmiyordu düşünmek yerine diğerleri gibi umursamazca savurmayı yeğledi.
Hectorlada bu sayede tanışmamışmıydı onun fakülteye adım attığı ilk gün bakışları üzerine çevrilmişti.Amigo kızlardan oluşan küçük topluluğun arasından çıkıp çapkın erkekler gibi küçük bir ıslık çalmış fakat bakışlarının kendisine çevrilince çaldığı ıslığı kendisine laf atmak için olduğunu anlamıştı Hector.
Ehh ikizi kadar olmasada bir çok yönlerini yine fazlasıyla birbirine benziyordu onun gibi patavatsızca bir şekilde tavlama peşinde olduğunu farkedince yüzünde geniş bir gülümseme oluşmuştu.Eğer erkek olsaydı yine kesin Joakimin tam bir kopyası olurdu.
Fakat Hector ağır başlı biriydi görünüşte üzerindeki üniforması hoş bir çekicilik katmıştı.Yarın yine kampta onu görücekti.Arkadaşlarıyla bir kamp planlamışlardı ama bu karda kamp yapmak akıl karı değildi.Bütün eşyalarını hazırlamış soğuk geçirmez çadırı bir kenara bırakmıştı.
Yeteri kadar aynanın karşısında dikildiğine kanaat getirdikten sonra odanın ortasındaki koca yuvarlak yatağının yorganını kaldırdı sıcak ve yumuşacık bir yatağın verdiği rahatlık içini ısıtmıştı.O gün hafta sonu olduğu için o aptal kız Verayla aynı odada kalmaktan kurtulmuştu. Ondan bir türlü hoşlanamamıştı Pieroyla olan yakınlıklarını hazmedemiyor gibi bir hali vardı ve bu sinirini bozuyordu ama ona belli etmekte işine gelmiyordu nede olsa dıştan bakıldığında şirin ve sevecen biriydi ama içi ne yaptığını bilmez tavırları ve kendisiyle olan muhabbeti hiç hoşuna gitmiyordu.Negatif bir enerji alıyordu ondan ama bunu belli etmek işine gelmiyordu.Nede olsa o zengin züppesi nüfuslu ağabeyinin biricik kardeşiydi. Bu iki sinir bozucu insanı düşünüp ertesi güne sinirli bir şekilde başlamak istemediği için hemen aklından çıkardı ve uykunun derinliklerine yavaşça teslim oldu.


Çılgınlık Ötesi Kampta


Bütün eşyalarını toplamıştı yanına aldığı konserveler tulumlar kalın kışlık kıyafetleri arabanın bagajına yerleştirmek yerine arka tarafına koymayı yeğlemişti.Tedbirli davranmak hazırlıklı olmak Reneenin en güzel özelliklerinden biriydi.Fakat eşyaları o kadar çoktuki arka koltuğun tamamını kaplamıştı.Altı üstü sadece bir gün kalacaklardı ama Renee yinede "Dünya hali bu ne olacağı belli olmaz "deyip yanına her türlü ihtiyacı için bir sürü şey almıştı.Joakim Champell'den gelecekti kampa onunla konuşmalıydı kardeşine onu yine eskisi gibi sevdiğini aralarına kimsenin giremeyeceğini söylemeliydi.Konuşmaya dertleşmeye ihtiyacı vardı ve kendisine en yakın hissettiği kişi oydu.
Ona o gece öyle davranmak biraz saçmalıktı kızdığı için öyle davrandığını biliyordu ama emindiki artık oda kendisine çok fazla kızgındı.
Hector ne zaman gelicekti acaba? kampa tek başına gitmek işine gelmiyordu keşke erkenden gelebilseydide beraber gitselerdi Yellowstone'ye.
Ama işi gereği onun geç gelmesini anlıyordu.Tek başına yolculuğa çıkmak kadar berbat bir şey yoktu.Arabaya eşyalarını yerleştirdikten sonra tekrar eve girdi anne ve babası o gün yine evde yoktular.İkidebir hangi cehenneme yok oluyorlar anlamıyordu.Kendi evlerinden buraya birkaçgünlüğüne gelmişlerdi ama ikidebir dışarı çıkıyorlardı,bu durumda Renee'nin fazlasıyla gerilmiş sinirlerini iyice bozuyordu.
Sert zeminle kaplanmış mermer merdivenleri yavaş adımlarla çıktı çıplak ayaklarla soğuk zemine basmak içini ürpertmişti.Odasına girip dolabın kapağını açıp ilk işi ayağına yünlü çoraplarını geçirmek olmuştu böylece kendini daha rahat hissetmişti.Yine yumuşak kot pantolonlarından birini üzerine geçirdi bacaklarını sıkıca sarmıştı yeni aldığı içi yünlü siyah deri çizmelerini kotunun üzerinden geçirip ayağına giyindi kürklü bir ceket kalın bir kazak ve kadife şapkasıyla tatlı bir görünüme bürünmüştü.
Aynanın karşısına geçip kendini beğenmişlik yapmanın sırası değildi ama yansımasına gülümsemekten geri kalmamıştı konsolun üzerindeki kan kırmızısı lipstick'lerinden birini alıp dudağına yavaşça sürdü.Giyinmesi tamamlanmıştı kadife şapkasının ön kısmını iyice yatırdı bu haraket gözlerine gölge düşürmüştü bu haliyle gizemli birine dönüşüvermişti birden.Elini bir kez daha konsolun üzerine götürdü gümüş kaplama saatini ve yüzüğünü parmağına geçirdi.Yüzüğünü her zaman başparmağına takardı Renee tarzı diğer kızlardan farklıydı kibar ve aynı zamanda sıradışı görünmek hoşuna gidiyordu.
En sonunda aşşağı indi ve soğuk havadan bir kez daha sıcaklığa adımını attı arabanın içi demin çalıştırdığı için otomatik olarak sıcak havayla dolmuştu.Karda dikkatli sürmeye özen göstererek YellowStone Irmağına doğru ilerledi.
Vardığında henüz kimse gelmemişti bir tek Renee'nin olması içini ürpertmişti Yellow Stone bilindik bir yerdi hatta bir kaç mil ötede bağzı arabalar göze çarpıyordu ama yinede orda tek başına olmak hoşuna gitmemişti.
Yinede ne şanstırki YellowStonede Irmağın buz tutması haricinde fazla kar yığını birikmemişti ve şanslarına o gün hava daha sıcaktı.Belki kendi bulundukları yerden daha aşşağıda olmasından kaynaklanan bir şeydi , yinede ağaç dallarının üzerinde bir kaç kar yığını birikintisi vardı.Arabadan çıkmamayı yeğleyerek orada öylece durdu.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:20 pm tarafından Kybelle
Hector Gordon

Yine yeniden bir kış daha sarmıştı Champell'in koca şehrini dışarıda esen rüzgara inat içerinin sıcaklığı sarmalıyordu Hectoru.Gümüş gibi parlayan binanın dış hatları içerinin gözükmesini engelliyordu.Champell'in en büyük polis karakollarından biriydi.Uzunca bir süredir burada çalışmak kendisini iyi hissetmesini sağlamıştı daha yirmiyedi yaşındaydı ama cama vuran yansımasında şakaklarında beliren bir kaç gümüş tel sabahın erken saatinde moralinin bozulmasına yetmişti,fakat o saçındaki gümüşümsü telleri boyuyacak kadar züppe değildi.Kendini zamana olduğu gibi bırakmayı yeğleyenlerdendi ama beyaz tellere inat siyah gölgelerin düştüğü saçına tezat oluşturacak yüzü ve vücudu bir etletizm şampiyonununki kadar sağlam ve dinçti.Üzerindeki lacivert kumaşla çevrilmiş üniforması ve belindeki kemerine yerleştirdiği siyahımsı tabancası görünümünü tamamlıyordu.Uzun zamandır tatil yapamamıştı geceler boyunca çalışmak sıkıcı bir durum olsada buna katlanmak zorundaydı.
Kendisiyle beraber bir arkadaşına daha ayrılmış küçük boğucu odada memur olarak çalışmak en son hayallerinden biriydi ama olan olmuş oda babasının istediği gibi bir polis olmuştu.Zaten hep onun istediği olmuyormuydu? Her seferinde hep haklı çıkan o olurdu.Kendisini emirlerini yerine getirmeye hazır bir robot gibi hissetmesini sağlamıştı.Uzun zaman önce ayrı bir eve çıkmasınında pek bir faydası olmamıştı,yine bir telefonla yönetiyor ve yapacağını yapıyordu.Odanın ortasında küçük adımlarla bir oyana bir bu yana yürümeye başladı.Düşünceli olduğu zamanlarda hep böyle yapardı.Arkadaşı kendi masasında gözlerini dikmiş Hektora bakıyordu. -Yine düşüncelere daldı. der gibi bir hali vardı.
Aklına yine Renee gelmişti onun masmavi gözleri içini yakıp kavuruyordu ya sarıya kaçan kumral saçları..Dudakları karşı koyamadığı bir gizemle doluydu ona bakarken kendini hapsolmuş gibi hissediyordu.Günlerdir düşüncelerinde hayallerindeydi.Bir kez daha öpebilmek bir kez daha balımsı dudaklarına dokunabilmek için neler vermezdi o an ama bir türlü işini bitirip çıkamıyordu.Reneeyle birlikte olmak yaşadığı en güzel anlarından biri olurdu her seferinde.Neşeyle gülen gözlerinde mutluluğun aşkın yansımasını görürdü.Nasılda kapılmıştı onun cazibesine,ya biçimli vücudunun güzel hatlarına Hectora bir çok şeyler vaat eden dudaklarının sıcaklığına.Kollarının arasında olmasını o an o kadar çok istiyorduki bir türlü bitmek bilmeyen işini yarıda bırakıp gitmeye karar verdi.
"Henry benim çıkmam gerek dosyaları gelince hallederim"dedi kalın şişme montunu üzerine geçirdi.Masanın üzerinde duran anahtarını aldı.
"Yinemi o kızın yanına gidiyorsun böyle giderse kovulacaksın"dedi Henry bıkmış gibiydi gözlerini bıkkınlıkla devirdi.
"Çok geçmeden gelirim beni idare et birşeyler uydur"dedi Henry'in sözlerinin devamını beklemeden kapıyı hışımla açıp dışarı çıktı.Bina o kadar büyük ve karışıktıki burayı bilmeyen biri içinde kaybolup gidebilirdi.Tamamen beyazlara boyanmış duvar karakoldan çok hastaneye benziyordu.Bir kaç arkadaşı hırsız olduğu belli olan genç bir çocuğu sert bir şekilde tutmuş götürüyorlardı.
"Selam Hector ihbarmı geldi?"dedi bir yandanda kollarından tutmuş olduğu gencin kaçmasını engellemek için sıkıca tutuyor ve iteliyordu.
"Hayır Lucas bir işim var gelicem"dedi aceleyle yürümeye başladı karşısına bir kaç kişinin daha çıkmasını engellemek istermiş gibi hızlanmıştı adımları.Sonunda asansörlerden birine bindi zemin kata inip senenin ilk soğuna adımını attı.Kendi arabası sanki emir bekliyormuş gibi orada onu bekliyordu.Hector elindeki anahtarın üzerindeki küçük düğmeye basarak kapıyı açtı birkez daha sıcak bir yere girmek rahatlatıcı olmuştu.
Ne tür bir çılgındı Hector bütün işini yarım bırakıp yeni tanıştığı bir kız için daha önce hiç gitmediği bir kamp yerine gidiyordu üstelik havanın soğukluğuna bile aldırış etmeden, ama öncelikle eve gitmeli bir kaç şey almalıydı erkenden ayrılacakta olsa orda diğerlerinden otlanmak işine gelmiyordu.Anahtarı yerine takıp arabayı çalıştırdı elini çekerken yanlışlıkla srene dokunmuştu.Aniden canhıraş bir sesle çıkan sren sesini aceleyle susturdu.
"Lanet olası"dedi bir yandanda telsizden gelen sesler sinirini iyice bozmaya yetmişti.Araba asfalt yolda hızla ilerlerken bir kez daha Renee'yi düşündü yüzünü gülümsetebilen ender kişilerdendi.Tatlı sıcakkanlı,sevimli ve olağanüstü derecede güzeldi ona aşık olduğunu ve birlikte olmaya başlamalarını söylemeliydi.Belki bu gün bunu denemeliydi.Şansına şaşıyordu Hector Renee gibi bir güzelliğin kendisini etkilemesine izin vermişti.
Babasının bu işede burnunu sokmayacağından emin olmak istiyordu o herşeye burnunu sokardı zaten halleri ve tavırları sinirini bozmaya yetsede ses çıkartmayıp kendisini tutmasını bilmişti.Hayatı hiçbir zaman sıradışı geçmemişti yaşadığı kovalamacalar haricinde hep sıradandı.Bıkmıştı artık işten eve evden işe günleri monotonlaşmıştı bütün bunlar canını o kadar sıkıyorduki hayatındaki tek değişiliğe bütün gücüyle bağlamıştı kendini Reneenin güzel gözlerine ve kirazımsı dudaklarına. Yüzünde beliren gülümsemeyle ona kavuşabilmek için gaza biraz daha fazla basmıştı.
Sonunda gelmişti evine bir kaç eşya yeterliydi.Araban hızla çıktı kapıyı çarparken çıkan ses sokaktaki bir kaç başın kendisine dönmesini sağlamıştı.Elindeki anahtarı şıngırtarak evine girdi.Aceleyle dolabından bir kaç eşya çıkarttı küçük çantlarından birine sıkıştırdı.Üniformasını çıkartmıycaktı nasıl olsa arabasından bir polis olduğunu anlarlardı değişmeye gerek yoktu.
"Aslında garajdaki arabayı çıkartabilirim" kendi kendine mırıldanırken evin içinde ne dediğini bilmez deliler gibi görünüyordu camdan bakan meraklı komşuları onu bu halde görselerdi kesinlikle deli damgası vururlardı. "Yada kalsın ne diye değiştiriyorumki arabayı"dedi çantayı tekrar aldı kapıyı açıp çıktı ardından kilitleyip güvenlik ayarlarını çalıştırdı.Her türlü hırsızlığa karşı tedbirli davranarak babasının gözüne girmişti bir kez daha alarmı taktırttığında.
YellowStone ırmağına gitmek kimin aklına gelmişti bilmiyordu ama ne yaptığını bilmez gençlerin aptalca haraketlerinden biriydi.Renee gitmişmiydi acaba? kendisini görünce sevineceğinden emindi.Hep gülümseyen yüzü o kadar tatlı dururduki kendi durgun bakışlarınada sıcaklığını geçirirdi.Sabahın erken saatlerinden biri olduğu için hava serindi fakat gökyüzündeki güneş diğer geri kalan zamanın daha güneşli ve güzel geçeceğini belirtir gibiydi.Bir kaç kuş sesinin şakırdamaları geldi kulağına . Arbaya eşyalarını yerleştirip bindi. Bir kez daha yola çıktığında telsiz yeniden büyük bir gürültüyle çalıştı ama bunu pek umursamadı nede olsa yaşanılan hırsızlık olaylarını halledebilecek kendi dışında bir çok memur çalışıyordu Champell'de. Fakat bir kaç ay önce fakültede işlenen cinayeti bir türlü unutamamıştı.Hangi aşşağılık pislik genç bir çocuğu böyle acımasızca ve hangi nedenden öldürebilirdiki. Bu araştırma kendi bölümüne ait değildi ama komiser Arminanın bunun peşini bırakacağını sanmıyordu.İşlenen bir seri katil cinayetimiydi yoksa öldürülen kişiyle bir alıp veremediği olan birimiydi? Her ne olursa olsun Renee'ninde o okulda olması hoşuna gitmiyordu ek güvenlik olarak okula sürekli gitsede içini bunaltan bir his sürekli onun yanında olması gerektiğini söylüyordu.
Yellow Stoneye vardığında bir tek Reneenin arabasının orda oluşu dikkatini çekmişti.İyiki erkende gelmişti yanına arbayı durdurup içinden çıktı Renee şöför koltuğunda oturmuş bekliyordu.Cama tıkladı gülen gözlerle bakıp kapıyı açtı Reneenin arabadan inmesine yardım etti.Sıkıca kolalrının arasına aldı incecik belinden sarmak dudaklarına dokunabilmek nefesinin sıcaklığını hissetmek harika bir duyguydu.
"Nasılsın bakalım bu gün işim vardı gelemiyecektim ama dayanamayıp erkenden çıktım"dedi iyice yakınlaşmıştı dudaklarından öperken bir yandanda sorular soruyordu.
"Seni özledim"dedi boynunu okşarken nasılda masum ve etkileyici bakışları vardı içine işliyor ve kendisini etkisi altına alıyordu.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:21 pm tarafından Kybelle
Vivien Lorelei Luxerina

Vivien saatlerdir hazırlanmaya çalışıyordu, niye bu kadar telaş yaptığını kimse kestiremiyordu sonuçta kampa gidiyorlardı ve büyük ihtimalle bir eksiği olursa oradakilerden ödünç alabilirdi. Ayrıca bir gece kalacaklardı bu kadar abartılmasına gerek yoktu ama sonuçta bu Viviendi, - her şey kusursuz ve mükemmel olmalıydı o varken -, yatağının üstünde duran küçük denilemeyecek kadar şiş bavula göz attı. 2 tane sweatshirt, birkaç tane çorap ve 1 pantolon. Giyecekler hazırdı, bavulun diplerine atmış olduğu makyaj kutusunu açtı, eksik var mı diye onu kontrol etmeye gelmişti sıra, odasında ki makyaj masasının üstündeki bütün malzemeleri almaya kalksa, bu bavuldan 2 tane daha gerekliydi, Vivien her şeyin elinde ekstra olarak bulunmasını seven bir kızdı, hemen hemen her şeyin yedeği olurdu onda, ve seyahatler için bunların minyatürleri. Makyaj kutusundaki bütün malzemeler minyatür boyutlarda, sevimli şeylerdi, ufak birkaç göz kalemi, rengârenk rujlar, 1 tane allık ve rimel. Makyaj anlayışı buydu, sadeliği çok sevmese de bunlar ona yetiyordu, elindeki az malzemeyle harikalar yaratabilirdi, bunu Fransa’dayken gittiği kurstan öğrenmişti tabiî ki de. Kendine nasıl bakması gerektiğini, cilt tipine uygun maske hazırlamayı, doğal meyvelerin suratına nasıl bir etkide bulunacağını, hangi yiyeceklerin ona kilo değil de enerji vereceğini, burca göre diyetleri ve daha bir sürü şey. 2 sene olmuştu bu kursa gideli ama hala dün öğrenmiş gibi hepsi aklındaydı, bunun nedeni annesine göre annesinin o zamanlar tutturduğu defterdi, Viviene göre bunun nedeni zekâsıydı, gerçi bu kadar ufak bir şeyle zeka ölçülemezdi, ama Viviendi bu, zekiydi ve güzeldi. Ayrıca bunu başkalarına ispatlamak gibi bir amacı yoktu özellikle şehvet düşkünü annesine, öz güvenini tatmin etmek ona yeterli geliyordu, bunun ötesinde bir ihtiyacı yoktu. Makyaj kutusunu aceleyle kapatıp bavulunun içine koydu, ardından bavulun içinde ki ilaçları kontrol etti, gece olacak bir yaralanmaya karşı önlemdi bunlarda. Uyku tulumu, çadır gibi esas ihtiyaçlarını akşamdan arabaya koymuştu bile. Bavulunun fermuarını kapattıktan sonra sıra hazırlanmaya gelmişti, üstündeki gri hırkayı çıkarınca, içindeki askılı t-shirt üşümesine neden olmuştu, ayağında duran gri eşortmanıda çabucak çıkararak yatağının kenarına oturdu. Yatağının üstünde duran poları aldı ve bacaklarına örttü, ne giyeceğini düşünürken daha fazla üşümek istemiyordu çünkü. Açık gardırobun önünde birbiri üstüne atılmış tonlarca kıyafete bakıyordu amaçsızca, krem rengi önü çok açık olan kazağı kestirdi gözüne, evet buna göre giyinecekti bugün. Ayağa kalktı ve kazağı dolaptan aldı yatağının üstüne fırlattı ardından, krem rengi olmasına rağmen daha kahverengimsi duran kargo bir pantolon buldu ve son olarak içine giyebileceği düz bir gömlek. Evet hazırdı kıyafetleri, açık saçlarını bileğinde duran lastik tokayla hemen topladı ve üstündeki askılıyı da çıkardı. İç çamaşırlarıylaydı şimdi, gardırobunun kapılarını kapadı ve kapaklarının üzerindeki aynaya baktı, fiziğini inceliyordu, tamam kendine aşık o budalalardan değildi ama yine de kendini seviyordu, fiziğinin düzgünlüğü, hoşuna gitmesi çok abartılacak bir şey de değildi ona göre.

Aynanın karşısında yeteri kadar zaman harcamıştı ve saat aleyhine işliyordu, gömleğini çok çabuk giyindi ve üstüne kazağı hızla geçirdi, kazağının yakalarını aynanın karşısında düzeltti ve ardından pantolonunu giydi, fermuarını çektikten sonra gereğinden düşük duran pantolonu dikkatini çekti, kilomu vermişti, zaten yeteri kadar zayıf değil miydi? Dolabının kapağını yeniden açtı ve dolabın altındaki çekmeceyi açtı, rengârenk kemerlerle doluydu bu çekmece, oradan pantolonuna uyacak en iyi kemeri aldı ve bir yandan takmaya çalışırken bir yandan da odadaki dağınıklığı ayağıyla bir yere toplamaya çalışıyordu. Bu şekilde evi bırakmak hoşuna gitmese de daha fazla zamanı yoktu. Kemerini taktıktan sonra, yerdeki kıyafetlerden oluşan büyük yığını kucakladığı gibi apar topar banyoya götürdü. Ardından hızlıca odasına geldi ve saçlarını dağınık bir atkuyruğu yaptı, dudaklarına açık pembe bir parlatıcı, gözlerine hafif mavi kalem ve birazcık rimel. Evet hazırdı Vivien, eksik olan başka hiçbir şey kalmamıştı. Çantasını ve bavulunu aldıktan sonra aşağıya indi, oturma odasındaki sehpanın orda duran sigara paketini çantasına atmadan önce kontrol etti, çok fazla yoktu ama yinede idare ederdi onu. Mutfağa gitti ve dolaptan bir içki şişesi çıkardı, votka, soğuk bir gecede onları ısıtacak en kısa çözüm, içkiyi fazla sevmese de, arkadaşlarıyla oluşan bir ortamda lazım olabilirdi, yiyecek konusuna gelince, en ufacık bir fikri yoktu. Arkadaşı Ewelyn’e bırakmıştı yiyecekleri, onun getirmesi gerektiğini söylemişti, umarım unutmaz diye iç çekti ve içkiyi de zaten yeteri kadar dolu olan bavulunun içine aceleyle tıktı. Evet, evden bir an önce çıkmalıydı, yoksa her geçen saniye daha çok şey alacaktı yanına. Çantasını koluna taktı ve bavulu sağ eline aldı, solaktı ve sağ eli kullanma konusunda tam bir beceriksizdi, kapıyı kilitlemek için yarım saat uğraşacağı kesindi, kapının önünde durdu, terliklerini çıkarıp, çizmelerini giydi çizmelerinin içine girmiş pantolonunu düzeltti ve portmantodan uzun siyah montunu aldı, arabaya geçecekti nede olsa giymesine gerek yoktu şuanlık. Fazlasıyla dolu olan ellerinin izin verdiği en kısa sürede kapıyı kilitledi ve arabasının kapısını açıp arka koltuğa bavulunu koydu. Ardından ön koltuğa çantasını bıraktı ve montunu giyindi. Ardından arabasına oturdu ve çantasından telefonunu çıkardı, Eweleyn’i arıyordu, sesli mesaja düşmüştü telefon, kim bilir ne yapıyor diye iç geçirdi Vivien ve Eweleyn’nin mesaj bırakma notundan bu not Eweley’nin saçma sesleri ve gülüşlerinden oluşuyordu tabi “ Ewe benim Vivi yiyecekleri sakın unutma, ve en kısa sürede gel, ben şimdi yola çıkıyorum. Görüşürüz öptüm. “ kısa ve aceleyle konuştu ve telefonunu kapadı, ardından arabasının anahtarlarını çıkardı çantasından ve evet, yola çıkmıştı işte.

Son virajdan dönerken Vivien yolculuktan sıkılmaya başlamıştı, bir an önce oraya varmak, arkadaşlarını görmek istiyordu doğal olarak. Müziğin sesini kıstı ve arabanın gazına biraz daha bastı, birkaç dakika sonra ırmağın olduğu yerdeydi bile, iki tane araba vardı, bunlardan biri tanıdıktı sadece oda Renee’di, daha da yaklaşınca bunun Reneenin sevgilisi olduğunu fark etti, hiçbir zaman olmadığı gibi yine yalnız bırakmamıştı sevgilisini, arabanın kenarında sarmaş dolaş, iç içeydiler. Viviennin dudaklarında uçuk bir gülücük doğdu, ve aynı anda da yok oldu. Arabasını onlardan daha geriye park etmişti, dışarı çıkarken fazla ses çıkarmamaya çalıştı, fazla soğuk değildi, esmiyordu da, güzel denilebilecek bir havaydı hatta, derin bir nefes aldı, ve merakla çevresine bakındı, göl donmuştu, gölün üstünde duran birkaç kuş güzel manzara oluşturuyordu, çifte biraz daha yakınlaştı. “ Erkenci miyim, yoksa diğerleri mi geç kaldı “ dedi ve onların onu fark etmesiyle, kafasını çok az yana eğip gülümsedi, şaşkın bakışlar altında Vivien mutluydu
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:21 pm tarafından Kybelle
Jacqueline Lyons

"Ölümün soğuk elleri sarmışken çıplak bedenimi
Nasıl bağlanabilirimki hayata bir kez daha umursamazca
Üzerimdeki toprak yığını engellerken gelmemi sana
Gözlerimdeki bir damla yaş yeni aşkların filizlenmesine nasıl sebep olabilir..."

Siyah boyayla kaplanmış duvarlar ve yine siyah kaplama piyanodan çıkan ses ruh halini yansıtıyordu.Melodi o kadar hüzünlüydüki piyanonun tuşları üzerinde dolanan ince kemikli parmakları çıkan sese uyum sağlayarak haraket ediyordu.Genç kız müziğe uyan hüzünlü sesiyle ağıt yakan bir anka kuşuna benziyordu.Siyah saçları öne eğik yüzünü örtmüştü.Parmakları tuşlar üzerinde gezinirken vücududa uyumlu bir şekilde öne arka sallanıyordu sanki kendinden geçmiş gibiydi.Şarkı söylerken hep böyle olurdu ama onun şarkıları hep hüzünlü acı dolu olurdu.Mavi gözlerinden aşşağı bir damla simsiyah göz yaşı dökülse o anki ruh haline ve görünümne tam uyum sağlayacaktı.Hiçbir zaman gülmemişti,gülememişti.Hayatında neşeli olmasını şen kahkahalar atmasını engelleyen acı dolu anıları vardı.Her zaman mutsuz bir çocuk olmuştu.İnsanlardan dokunuşlarından yanlarına yaklaşmalarından nefret ediyordu.Teninin fildişi beyazlığında hiçbir duygu belirtisi görülmemişti gözleri her zaman donuk bakardı.Buna rağmen nasıl olupta Andrey'in diğerlerinden biraz daha yanaşmasına izin verebilmişti bilmiyordu.Aşk yoktu onun hayatında,aşk koca bir hiçlikti.Söküp alınmış ruhundan sadece bir parça kalmıştı bedeninde koyu ve karanlık olan tarafı.
"Ölümün soğuk elleri sarmışken çıplak bedenimi nasıl bağlanabilirimki hayata bir kez daha umursamazca..." bestelediği şarkının son notolarıda bitmiş piyanodan sert ve ani bir duruş sesi gelmişti.Oturduğu sandalyenin üzerinde öylece umursamazca ve amaçsızca sessizliğin getirdiği uğultuyu dinlemeye başladı başı hala önüne eğikti kapkara saçları gözlerini kapamıştı.Saçlarını toplamayı hiçbir zaman sevmezdi;olduğu gibi dümdüz salardı,kalçasına kadar gelirdi saçları kestirmeyi ve diğer kokoşlar gibi şekil verdirmeyi sevmezdi sadece sol tarafında bir tutam sarı boya vardı buda ona gothic bir görünüm vermişti.
Omuzlarını tutan sert bir elin ani dokunuşuyla oturduğu yerde sıçradı saçları geriye gitmişti şimdi gözleri irice açılmış nefesini tutmuştu.Elleri titriyordu bedeni buz kesmişti vitrinde duran taş mankenler gibi kıpırtısız bedeninin aksine titreyen elleri zıtlık oluşuruyordu.
"Nolur dokunma bana yapma,ben sana hiçbirşey yapmadımki ne istiyorsun benden"dedi arkasına bile bakmıyordu.Yine o kabuslarından birini görmeye başlamıştı.

1989 Aralık 24

O sene kış erken gelmişti ülkenin geneli karla kaplıydı.Diz boyu karlar ve evilerin çevresinde oluşan kar yığınını temizlemeye çalışan bir çok insan görülüyordu çevrede ama diğerlerine nazaran daha küçük ve eski olan evlerden birinde acı dolu çığlık sesleri duyuluyordu.
"Biraz daha gayret et Cecilia " acıyla bağıran kadının aksine sesi soğuk ve nefret doluydu yinede doğum yapan kadına destek vermek işine geliyordu.Çocuk doğucak ve annesine belli etmeden onu çalıcaktı.Yüzünde kin dolu bir gülümseme geçti ama bunu acıyla kıvranan kadının farkedecek hali yoktu.Bir türlü gelmek bilmiyordu bebek.Ikınmaktan ve acı çekmekten yorgun düşmüştü.Geceden beri başlayan sancıları halsizleştirmişti.Aradan geçen bir kaç dakika içerisinde bir ağlama sesi duyulmuştu.Cecilia bir kız çocuğu dünyaya getirmişti.
"Cinsiyeti ne Brenda kızmı"dedi Cecilia bitkin bir şekilde gülümsedi.Brenda neşeli görünmeye çalışarak "evet kız ufak ve sevimli"dedi göbek kordonunu kesip bebeği temizledi. Bir bezle sarıp yatakta yatan kadının kucağına verdi.
Bundan sonra yapacakları için yeni planlar kuruyordu bebeği Cecilia uyurken kucağından alıp kaçırıcak ve anlaştığı gibi kendisine yüklü bir miktar para verecek adamın kucağına teslim edicekti. Cecilia ise ne kadarda mutluydu gözleri ışıl ışıl ve parlaktı bebeğinin tepesinde birkaç siyah saç tutamına gülümseyerek bakıyordu saçları kendisininki gibi siyah olucak gibiydi.Gözleri ise henüz yumuk yumuk olduğu için ne renk olduğu belli olmuyordu.Kucağında ne kadarda tatlı uyuyordu sıcacık ve minnacık. Daha görür görmez bağlanmıştı sıkıca kendine sardı üşümesini istemiyordu.Bebekten gelen kokular o kadar hoştuki.
"Senin adın Lana Magnolia olsun küçük hanım" gülümserken bembeyaz dişleri ortaya çıkıyordu Cecilianın.İkisi beraber uyuya kalmışlardı yatakta Cecilia koruyucu kollarıyla bebeğinin sarıyordu. Kocası onu yalnız başına terk edip gitmişti ama şimdi yanında küçük Lana'sı vardı güvenle ve rahatlıkla uyuyabilirdi.Artık yanlız değildi nede olsa.ama Brendanın yaptığı planlardan habersizdi. O uyurken kucağından aldığı bebediğ sarıp sarmalamış kendisini bekleyen adamın yanına götürmüştü .

1998 Temmuz 19

"Nolur dokunmayın bana ben ne yaptım size" Jacqueline henüz dokuz yaşındaydı bedeni o kadar küçük ve savunmasızdıki kendisine yaklaşan adama ve arkasında duran kadına korku dolu gözlerle bakıyordu. Jacqueline'nin sorusuna karşılık adam alaycı bir şekilde güldü "Köşeye sıkıştın ufaklık son zamanlarda ne kadar güzelleştiğinin farkında değilsin değil mi? Barbara kızı tut" Jacqueline ne yapmaya çalıştıklarını anlamıyordu henüz açılmamış saf bir çiçekti.Nereden ve nasıl bilebilirdi sadece korkuyor ve yanaşmamaları için direniyordu.Uzun zamandır bu adamın elindeydi kendisine hergün acı çektirmekten zevk alırdı temizliğini yapar yemeklerini hazırlar evini temizlerdi.Şimdi ise yatağını sıcak tutmasını istiyordu.Yediği dayaklardan vücudunda oluşan morluklar kendisine uzanan kollara karşı koyarken acı çekmesini sağlıyordu. Ne zalimdi şu kadın ne acımasız her seferinde Jacquelineyi kontrol etmeye gelir işlerini iyi yapıp yapmadığını kontrol ederdi.dışarı çıkmasına oyun oynamasına başkalarıyla arkadaşlık etmesine izin verilmezdi.
Şimdiyse kollarından tutmuş çırpınmasını engelliyordu.Nasıl bir insanlıktıki bu küçücük bir çocuğun bir adamın kollarında acı çekmesine izin veriyordu.Sonra olanlar bütün dünyasını karartmıştı Jacqueline'nin herkezden nefret ediyordu.Kaçıp kurtulmanın kayıplara karışmanın planlarını yapıyordu günlerce. Her gün sessizce kendisine tecavüz eden adamın yemeğini hazırlayıp karanlık kuytu odasına çekiliyor ve kapısını iyice sürgülüyordu.Korkuyordu bir kez daha aynı acıları çekmekten hor görülmekten çocukluğunun ve saflığının acımasızca elinden alınmasından.
Günler geçmişti aradan sonunda istediği planları yapmıştı sabahın erken saatinde kalkıp küçük bavulunu hazırladı.Tren istasyonuna kaçıp oradan başka yerlere gidicekti bunu yapmalı ve tamamen yok olmalıydı bu adamın kendisini bulmasına izin vermemeliydi.Üzerine geçirdiği ince montuna sıkıca sarınıp gizlice evden dışarı çıktı. Tren istasyonuna geldiğinde küçücük ve savunmasız hali görevlilerin dikkatini çekmişti.Jacqueline küçük bir yalanla anne ve babasının birazdan geleceğini söyleyip trene bindi.

2008 Şubat 1

Nasılda titriyordu elleri ama Jacqueline'nin arkasından sakin teskinleştirici bir kadın sesi duyuldu
"Sakin ol Jac benim afedersin sana dokunmamı istemediğini umutmuşum sadece söylediğin şarkı çok hüzünlüydü belki dışarı çıkıp biraz gezersen sana iyi gelebileceğini düşündüm"
"Korkuyorum Nelly herkezden herşeyden" dedi Jac gözleri yaşarmıştı kipriklerinden aşşağı dökülen bir kaç damla Nellyin dikkatini çekmişti."Yüzüme maske takmaktan hiçbirşey yokmuş gibi davranmaktan yoruldum artık ölmek istiyorum"dedi sesi soğuklaşmıştı.Nellyin yüzünden bir şok dalgası geçti.
"Bir daha bundan bahsetmeni istemiyorum hadi şimdi kalkta arkadaşlarının yanına git"
Nelly hayatında hep destek olmuştu onu yorgun ve aç bir şekilde sokakta bulan yardımcı olan sıcak bir yuva verende Nellydi ama yinede kimseye güvenemiyor ve hayata karşı soğuk davranıyordu.
Odasına gidip çantasını hazırlamaya başladı siyah ojelerle kaplı tırnaklarını küçük beyaz beneklerle süslemişti.Çantasını hazırlayıp koyu renk birkaç kazağını kamp eşyalarını ve siyah beresini başına geçirdi gözlerine siyah kalemini çekip iyice uzattı mavi renk gözlerine çekik bir görüntü veriyordu.Dudaklarını hafifçe renklendirdi.Makyajın inceliklerini iyi bilirdi üvey annesi Nelly yetenekli bir kuafördü ve bildiği herşeyi ona öğretmişti.
Bir taksi çağırıp Yellowstone ırmağına gitti kamp yapıcaktı eğer şansı varsa tanıdığı bir kaç arkadaşına rastlayabilirdi orda. İstediği yere vardığında düşündüğü gibi şansının yaver gittiğini gördü
“ Erkenci miyim, yoksa diğerleri mi geç kaldı “ Vivienin sesini duyduğunda ona doğru ilerledi yine her zamanki gibi Jacın yüzünde donuk gülümsemeyen ciddi bir ifade vardı.Vivien en yakın arkadaşıydı.Muhattap olduğu kişilerde birbirlerine sarılmış duruyorlardı biri Amigolardan Eugenie diğeri ise tanımasada polis olduğu her halinden belli olan sevgilisiydi.Eugenie'yi severdi diğer Amigolar gibi şımarık değildi.
"Sanmıyorum diğerleri geç kalmış olmalı"dedi taksiden çıkıp parayı verdi sırt çantasını eline alıp Viviene yaklaştı
"Selam Renee yine birini bulmuşsun"dedi alaycı bir şekilde.Dokunuşlardan nefret ettiği için kimseye elini uzatmaz ve yaklaşmazdı yine öyle yaptı. Bu sefer muhatabı olduğu kişi.Viviendi. " Benim bildiğim zümrütler çıtkırıldım amigolara göre daha asi olurlar"dedi boynunu yan yatırdı saçları yana düşmüş ve kedi resmi ortaya çıkmıştı.
"Ama sen yine çok cici giyinmişsin"dedi Jacqueline'nin sesinde sert bir ton vardı ama en yakın arkadaşını azarlamak gibi bir maksadı yoktu kendisini yanlış anlamaması için içten bir şekilde gülümsemeye çalıştı
"Ewe'yi gördünmü"dedi çantasını yere bıraktı çadırı nereye kuracağından emin değildi.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:22 pm tarafından Kybelle
Ewelyn S. De'qim

Ağır ve kesik kesik nefes alışları bozmuştu sessizliğe gömülmüş, yer yer boyası dökülmüş duvarları bulunan odayı. Hafifçe inledi Ewe ve üstüne abanmış olan Jun’u zorlukla yana itti, Zaten yeterince sıcaklamıştı Jun’la geçirdiği dakikalar nedeniyle. Gerçekten seviyordu ama arada sırada, özellikle de iki ruhun tamamiyle birleşmesinden –basitçe seksten- sonra biraz rahat kalmak ona daha iyi geliyordu. Herkes gibi değildi Ewe, sevgilisine sarılıp uyumak yerine hafifçe uzaklaşmak daha iyi geliyordu ona. Zaten Jun alışmıştı buna, artık eskisi gibi homurdanmak yerine gülümsemekle yetiniyordu. Ewe’in adeta sırtında hissettiği bakışların ardından, Jun’un sesini duyması pek zaman almadı. ‘ きゅてい. Duş almak istermisin ? Yoksa seni sevdiğim için bir daha benle konuşmayacakmısın ? ‘ Sözlerini bitirince Ewe hafifçe Jun’a döndü ve adeta duygusuz bir şekilde ona bakmaya başladı. Nasıl oluyorduda bu kadar rahat olabiliyordu bir çocuk ? Başkası olsa bozulup gitmişti bile ama Jun öyle değildi, her zaman inatla beklerdi ta ki istediğini alana kadar. Bu düşünceleri onu meşgul ederken Jun hafifçe beline sarıldı Ewe’in, zaten sarılmasıyla onu kucaklaması bir oldu. Ewe üstündeki yorganlarla Jun tarafından banyoya doğru adeta sürükleniyorken hafifçe debelendi ama sonra vazgeçti ne de olsa biliyordu hiçbirşeyin fayda etmeyeceğini. ‘ Kim dedi sana senle duş almak istiyorum diye ? Neden herşeyi kendi kafana göre yapıyorsun ?! ばか!’ Konuşması yarı Japonca yarı öz dilini almışken en sonunda kendini tutamayıp gülmeye başlamıştı. Dıştan ne kadar Jun’u sevmiyormuş gibi bir hali varsada aslında onsuz duramayacak kafadaydı. Zaten en büyük nedenlerinden biriydi bu Jun’un yanına taşınmasında. Bu düşünceler aklına takılmışken banyoya varmışlardı bile. Ewe hafifçe sıçrayarak Jun’un onu taşıyan kollarından kurtuldu ve çıplak ayaklarıyla soğuk mermer zemine bastı. Üstündeki yorgan yavaşça sıyrılıp narin çıplak vücudunu ortaya çıkarırken duşa girdi ve hafif ılık suyu açtı. Tanzikli su hafifçe vücuduna değerken daha da rahatladığını hissediyordu. Hatta bu rahatlık Jun’un da duşa daldığını farkettirmeyecek kadar işlemişti içine.

‘Zırrr !’

Duştan çıkalı yirmi yirmibeş dakika olmuştu ki belliki önceden kurduğu ama hatırlamadığı alarm ötmeye başlamıştı. Hafifçe yataktan doğrularak az ilerideki komodine ilerledi ve eline aldı saati. Alarmı kapatırken gözüne masanın üzerindeki not ilişti ve kendini tutamayarak hafif bir çığlık attı. Nasıl olurdu bu ? Ewe’in bu tepkisi üzerine ıslak saçları kafasına yapışmış, yüzünü ve omuzlarını saçlarından damlayan sular ıslatmış olan Jun koşarak içeri daldı. ‘ Noldu Ewe ? Neden çığlık attın ? ‘ Jun bu sözleri sarfederken Ewe etrafta koşturmaya başlamıştı bile. ‘ Unuttuğuma inanamıyorum ! ‘ diye homurdandı ve odanın köşesindeki dolaba ilerleyerek kapağını açtı. Büyük bir hışımla tepede duran, büyük bir kum torbasını andıran bavulunu çekip çıkardı. Ta ki Jun onu durduruncaya kadar eşyalarının çoğunu çantaya yerleştirmişti bile. ‘Ewe, neler oluyor ? Ne bu acelen ? ’ Bu sözlerin ardından kıpırdayamaz hale gelmişti Jun’un hareket etmesini engelleyen kolları yüzünden. Koşuşturmasına devam etmesi için cevap vermesi gerektiğini biliyordu. ‘Kızlarla kampa gidicektik ama her zamanki gibi unutmama neden oldun !’ Sesinde hafif bir alay ve isyan vardı. Sanki suçunu Kabul etmek yerine Jun’a atmayı seviyordu, tabi buna alacağı cevap hoş değildi. ‘Yeter ama Ewe ! Herşeyin suçlusu ben değilim. Gitmeyi unutmak senin suçun, benim değil !’ Sinirli bir tonal cevap veren Jun arkasını döndü ve başka bir söz söylemeden geldiği banyoya geri döndü. Genelde şakacı cevaplar veren çocuk şu an adeta bağırıyordu. Bu cevabın üstüne hafifçe durakladı Ewe ama birkaç dakika içinde kendini toparlayarak devam etti koşuşturmasına. On dakika içinde herşeyi bitirip, üstüne birde etrafı toplamıştı az önceki olaydan dolayı. Üstünü değiştirip çantasını sırtına aldıktan sonra hafifçe yatağın yanına ilerledi ve elindeki minik kartla, az önce yaptığı kağıttan kuşu yavaşça saten örtülerin üzerine bıraktı. Bir süre onları inceledikten sonra Jun hala banyodan çıkmamış olduğundan dolayı kapalı olan banyo kapısına ilerledi. Hiçbirşey söylemeden gitmeyecekti. Jun hala kızgın olduğundan dolayı kapıyı açmayacaktı biliyordu ama en azından üzgün olduğunu bilmesini istiyordu. ‘私は愛する’ Sözlerinin ardından belki kapı açılır yerine bekledi ama tek duyabildiği dışarıda esen rüzgarın sesiydi. ‘Dönünce hallederim’ diye içinden geçirdi ve yerde duran araba anahtarlarını aldıktan sonra aşağı kata inerek evden çıktı.

Sol dirseğini sonuna kadar açık camın kenarına yaslamış hafifçe arabayı sürüyordu. Yola çıkalı yarım saatten belki biraz daha azdı ama genede sıkılmıştı. Yanında ne Jun, ne de arkadaşları vardı. Oldum olası sevmiyordu tek başına araba sürmeyi önemli durumlar dışında. Bu şekilde hayıflanmaya dikkat ederken az kaldı sapağı kaçırıyordu. Sertçe frene bastıktan sonra direksiyonu sağa doğru kırdı ve hafif taşlı yola girdi. Beş dakikalık bir sürüşten sonra hafif bir açıklığa gelmişti. Zaten gelmesiyle arkadaşlarını ve baz gereksiz insanları görmesi bir oldu. Gözlerini devirirken bir yandan da arabasını parkediyordu büyük bir ağacın altına. Parkettikten sonra adeta zıplayarak arabadan indi ve arka kısıma ilerleyerek bagajı açtı. Çantasını aldıktan sonra ona delici gözlerle bakan Jacq ve Vivien’e doğru ilerledi. Sırıtması kontrol edilemez bir şekilde yüzüne yayılırken konuşmaya başladı Ewe. ‘Biliyorum beni öldürmek istiyorsunuz ama gerçekten benim suçum değil.’ Hafifçe durakladı ve bahane aramaya başladı. Hafıf bir sessizliğin ardından gene konuşmaya başladı. ‘Yolda kaza vardı ya. Bilirsiniz işte salağın teki başka birisine çarpmış, falan falan. Herneyse, siz nasılsınız ?’


Rp disi : Ozur dilerim boktan rp icin, derste anca bu kadar yazabildim =(
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:22 pm tarafından Kybelle
Vivien Lorelei Luxerina

Daha hiç kimsenin konuşmasına fırsat vermeyen Jacq’ın sesini duydu. Olduğu yerde dönen Vivien Jacq’ı incelemeye başladı, yine herkesin hayran olduğu o mükemmel bakışları yaratmıştı, günden güne daha çok dikkat çekiyor, alımlığıyla daha çok insanı büyülüyor ama her zamanki o soğuk havasından hiçbir zaman taviz vermiyordu ve tabi insanın içine işleyen o bakışlarından. Geldiği günden hiçbir farkı yoktu. Onu ilk defa sınıfta görmüştü, derse geç kalmıştı ve soğuk bakışlarıyla profesöre üzgünüm demiş ve hiçbir açıklamaya gerek duymadan, amfinin uzak bir köşesine geçmişti daha doğrusu çekilmişti. Zümrüt takımının seçmelerine katıldığı zaman da pek farklı olmamıştı durum genelde kızların yaptığı gibi dedikodu yapmak yerine, elemenin yapılacağı yerden bayağı bir uzak yere oturmuş ve insanları izlemeye başlamıştı, tabi ki de en son gruba girmişti dans etmek için. Yani Vivien’in olduğu gruba, şarkı çaldığında o soğukluğundan eser kalmamıştı ama her şeyden kopmuş gibiydi, müzik ve dansı bir olmuş o kendini değil müzik onu yönetiyor gibiydi. Vivien onu izlerken dansı unutmuş, kurulun uyarısını almıştı ardından oda başlamıştı dans etmeye. Şarkı bittikten sonra durduklarında, Jacq ona sadece bir kez bakmıştı, dönüp bakmış ve yürümeye başlamıştı, Vivien bir süre arkasından bakmış ardından koşarak yanına gitmişti, seslenmek için durduğunda bir an ne diyeceğini bilememişti, bakışları, duruşu yürüyüşü, aslında kendisi bir garipti, insanda merak uyandırıyor ama aynı zamanda çekingenliğe neden oluyordu. Vivien sadece bakar mısın diyebilmişti, yanında gitmiş ve kendini tanıtmış, aynı sınıfta olduklarını, çok güzel dans ettiğini söylemiş ardından elini uzatmıştı. Jacq Vivienin elini görmemezlikten gelmek yerine, eline birkaç saniye bakmış ardından uzatma girişiminde bulunmadan kendini tanıtmıştı, evet en iyi arkadaşlarından Jaqueline ile tanışması böyleydi. Evet, o zaman anlamıştı hiçbir zaman onunla fiziksel bir temas kurmaması gerektiğini ve bu işi genellikle son derece iyi başarıyordu, aşırı sakar olan Vivien içinde çok dikkat gerektiren bir işti bu aslında.

Suratındaki gülümsemeyi bozmaya yaramıştı bu düşünceler Vivienin çünkü Jacq bunu her zaman bir laubalilik olarak algılardı, bu kadar sevdiğin bir insanın yanında bu kadar kendine dikkat etmek gerektiğini bilmek bazen huzursuz etse de, alışmıştı buna. Bazı hareketleri de Eweleynin yanında yeteri kadar rahat yapabilmesi, bu durumun kolaylaşmasına neden oluyordu aslında, o yüzden duruma artık kendini yeteri kadar adapte edebilmişti, . “ Gelebildiğine sevindim Jacq “ dedi ama Jacqın onu duymadığından emindi, buz gibi bakışları çiftin üzerindeydi, laf sokuşunun ardından suratında hoşnut bir ifade oluştuğu gözden kaçmayacak kadar ortadaydı, en azından Viviene bunu rahatlıkla fark edebiliyordu. Şimdi laf *sokulma* sırası kendisine gelmişti, Jac’ın söylediklerini dinlerken kaldırdı, dikkatle dinlediğine işaretti bu ve söylediklerinin pek hoşuna gitmemesine, onun gibi olamazdı, onun gibi davranamaz veya onun gibi yaşayamazdı. “Ben hep böyleyim Jacq, şu asi kız tavırları, giyinişi sana yakışıyor, çünkü sen Jacq’sin. Seni nasıl benim kıyafetlerim içinde hayal edemiyorsam, kendimi de senin ki gibi kıyafetler içinde hayal edemiyorum. Hem öyle giyinmemem öyle olmadığım anlamına da gelmez, istediğim zaman çok asi olabilirim, - bunları söylerken kendini hayal etmeye çalışıyordu, ama becerikli olduğu söylenemezdi, beceriksizce gülümsedi – kimi kandırıyorum ki, asla olamam “ son cümleyi kendine söylüyormuş gibi söylemişti.

Jacg soruyu bitirdikten hemen sonra taşlı yola bir araba daha girmişti, en fazla bir sonra önlerinde beliren arabayı iyice ayıran Vivien Jacq’a dönmeden, dosdoğru arabaya bakarak “ Sorunun cevabı, tam karşında. – birkaç saniye sonra arabadan inen arkadaşına, hafif yüksek sesle bağrındı - Selam Ewe “ der demez Ewe konuşmaya başlamıştı bile, belli etmemeye çalışsa da sesindeki telaş ön plandaydı. Trafik kazası olduğunu söylediğinde Vivien mavi gözlerini kıstı, 5 dakika öncesine kadar olmayan kaza dedi kendi kendine, mazeret arıyor, doğruydu bu, geç kaldığını sanıyor, saate bakmadığından eminim, körde olabilir gerçi kimsenin gelmediğini fark etmedi. Kendi kendine konuşmaya başlamıştı yine, dünya ya dön Vivi, tamam buradayım.” Geç kalmadın Ewe, mazerete gerek yok. Yeni geldik zaten “ Bavulu dikkatini çekti fermuarının yarısı kapanmamıştı bile, yavaş adımlarla yanına yürüdü, bavulunu elinden aldı ve tartıyormuş gibi bir aşağıya bir yukarıya indirmeye başladı. Çok ağır değildi, gereksiz şeyleri bavuluna doldurmuş olması gerekiyordu aslında, telaşı bu yüzdendi uyuya kalmış olmalı diye geçirdi içinden, ardından yine dünyadan koptuğunu fark edince dünyaya dön Vivi dedi, bu laf onun sloganıydı, birisi daldığı ve kendi kendine düşünmeye başladığı zaman dünyaya dön blabla derdi. “ Yemeği unuttuğunu söyleme, yemin ederim ki buradan dosdoğru geri döner ve yiyecek bir şeyler alırsın Ewe, tanrım bekle, yoksa senin şu seks şempanzen Jun hazırladıklarını mı yedi, omie omie Ewe o yemekler bizim içindi değil mi , knıf knıf üzgünüm sevgilim gel senden özür dileyim, sarılayım sana hadi Ewe naz yapma“ daha fazla devam edemiyordu Jun’ın taklidini yapmaya, gülmeye başladı, komik olmasa bile komikti. Ardından çantayı Eweleynin eline tutuşturdu ve hızlıca sarılıp kendini geri çekti, özlemişti. Eweleyn’i Jacqdan sonra tanımasına rağmen en az onun kadar seviyordu onu, onun sorumsuz, sinirli bazen aşırı alaycı hareketlerini. Her şeyi uç noktalarda yapmayı seven bir kişiliği vardı, onun yanında istediğin kadar rahat olabilirdin, en özel sırlarından, en iğrenç anılarına, en boş muhabbetlerinden en ciddi konulara kadar her şeyini paylaşırdın, dilediği kadar özgürdün, asla yargılamaz, üstüne gitmez veya garipsemezdi. Herkesin yeri ayrı derler ya, öyleydi buda, Jacq ne kadar soğuk ve laf yemezde olsa, onun yanındayken kendini hayatında olmadığı kadar disiplinli tutmak ve düzgün davranması gerekse de, paylaştıkları iki kelime bile yetiyordu ona sevgi duymaya. Ewe ise, Ewe Eweydi işte, baştan başlayarak saymak gerekirse, sayamazdı. O aklına gelince sadece gülmekle yetinirdi, bazen bir bar anısı, bazen şempanzesiyle olan diyaloglar bazen ailesiyle olan tartışmalar, bazen yaptıkları salaklıklar, bunlar gelirdi aklına. Eweyi kelimelerle anlatamazdı asla, sadece seviyorum onu derdi, bambaşka ve özel. Evet, hem Jacq hem Ewe hem de Vivien özel kişilerdi.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:23 pm tarafından Kybelle
Ewelyn S. De'qim

‘Çok hainsin ama Viv ! Jun’a laf etmeyi kesermisin ?! Hem sen onu bırakta bana söyle, okulumuzun bir numaralı sürtüklerinden biri olan kız artık yaşlı adamlarlamı takılıyor ?’ Sözlerini hafifçe kıkırdaması bozdu ama bir sure sonra tekrar konuşmaya başladı. ‘Birde bana garipsin diyorsun, bunlar benden de beter baksana babalarının yaşlarında adamlarla takılıyorlar.’ Sözlerini bitirince Vivien’ı hafifçe inceledi ve hemen ardından bir şey söylemeden arabaya ilerledi. Arabanın kapısını açtıktan sonra, hafifçe arka koltuğa eğildi ve yerde duran birkaç renkli torbayı çekip aldı hızla. Bunları yaparken düşüncelere dalmıştı. Hernekadar Vivien’in dalga geçtiğini bilsede düşünmeden edememişti. Gerçekten herkes Jun’u onun oyuncağı olarakmı görüyordu ? Hah, öyle olsa pek umursamazdı ama değer verdiği için birazcık kızmıştı kendine. Belki bir dahaki sefere onu da getirirdi. ‘Of !’ Bu düşüncelerin üzerine hayıflanmıştı biraz, ne de olsa Vivien pek hazetmezdi Jun’dan; belki fazla haşarı belki de fazla konuşkan olduğu için. Zaten Jacq’dan hiç bahsetmiyordu bile. Onun Jun’u sevme olasılığı yeni bir Dünya bulunması kadar uzak bir olasılıktı, ama gene de minicik, küçücük, mikroskobik bir umut vardı.

‘Pat.’

Kapının çarpmasıyla çıkan bu ses Ewe’in düşüncelerine ara verip yürümeye başladığını gösteriyordu. Ama temiz hava bile onu hayalgücünden uzaklaştırmayı başaramamıştı. Düzeleli iki dakika olmamıştı bile ki gene kuruntularına gömülmüştü. Sanki bir masaldaydı da herşeyi tepeden görüyor, sesleri derinden dinliyordu. Kendi silüeti geldi gözünün önüne. Kalp atışları ve ağır adımlarının sesi kulaklarında yankılanırken. Geçmişe gidiyordu sanki bir tünelde. Sanki herşey kararmıştı; bir anıları bir de kendisi dışında. Eskiyi görüyordu, neredeyse hiç tanışmadığı anne babasını, onu büyüten abisini ve arkadaşlarını, eski hayatını. Yaptığı şeyleri, bulaştığı pislikleri ve hayatı boyunca etkisinden kurtulamadığı o büyük kazayı. O görüntüler aklına doluşmaya başladı.

Mayıs 2006

Sert bir müzik, bağrışlar, çığlıklar ve su gibi akıp giden içkiler. Herşey çok normaldi bir rock konserine göre, hatta az önce sebepsiz yere çıkan ve gittikçe büyüyen kavga bile. Ewe etrafına bakınırken, bir yandan da az önce yanından ayrılmış olan Johnny’i arıyordu. Hızla yanından geçen şişeler ve insane yığını altında ezilmemek için o da aynısını yapıyordu; vahşileşiyordu karşı koyuyordu ve adeta ciğerlerinin el verebildiği en yüksek sesle bağırıyordu. ‘Johnny ! Nerdesin ? Johnny !’ Bağrışları ta ki bir el onu yakalayıp sürüklemeye başlayana kadar sürdü, hatta o zaman bile devam etti ne de olsa kalabalıkta göremiyordu kimin onu sürüklediğini. Hafif bir açıklığa geldiklerinde Ewe hışımla döndü arkasını ve bir anda rahatladı. Alnında hafif çizikler olsa da abisi karşısında sapasağlam duruyordu. Olayların çirkinliğine karşı Ewe’in yüzüne bir gülümseme yayıldı. Johnny hafifçe sırıtsa bile hızlıca kendini toparladı ve arabanın olduğu tarafı göstererek konuşmaya başladı. ‘Sayuri eğer burda biraz daha durursak gazetelerin baş sayfasına haber olacaksın; ama mükemmel dans yeteneğinden değil..’ hafifçe durakladı Ewe’in yüzü garipçe bakarken ve kısa bir kahkahadan sonra konuşmaya devam etti Johnny. ‘ehem nasıl desem mükemmel ölü vücudundan.’ Sözlerini bitirince tekrar gülmeye başladı Johnny, Ewe’nin şakacı yumruklarına aldırmaksızın. ‘Çok adisin Johnny !’ Ewe’in sesi kalabalığın çığlıklarında giderek kaybolmaya başlamıştı. Bunun üzerine Johnny hadi anlamında kafasını salladı ve ikisi beraber kahkahalarla bile olsa koşmaya başladılar arabaya doğru. Beş dakikalık bir koşunun ardından sonunda ’68 model Shelby Cobra karşılarındaydı işte bütün ihtişamıyla. Ewe oldum olası bayılırdı bu arabaya, ne de olsa hurda gibi alıp Johnny’le beraber en baştan yapmışlardı en küçük parçasına kadar. Japonya’dan bu ülkeye taşındıkları günden beri belki de yaptığı ve en sevdiği işti tabi dans etmenin dışında. Kapıyı açarak yolcu koltuğuna atladı ve kapıyı kapadı hemen ardından. Beş dakikaya taşlı yoldan çıkıp ana yola ulaşmışlardı bile. Arabanın yenilenmiş motorundan çıkan derin ses ayrı bir haz veriyordu Ewe’e. Sanki yolda değillerdi de süzülüyorlardı havada. Zaten çakır keyif olmuş halde radyoyu açtı. Şanslarına tam konserdeki grubun şarkısı çalıyordu. Johnny ve Ewe bir ağızdan bağıra bağıra şarkı söylerken gecenin karanlığı adeta onları yutmuştu. Deniz feneri misali etrafı tek aydınlatan arabanın xenon farlarıydı. Herşey uyum içinde giderken birden bir boşluk oldu. Kulaklarında Johnny’nin ‘Ewe !’ denen sesi çınladı ve koluna dokunan parmakları hissetti herşey bembeyaz bir ışıkla körleşirken.

Uzun bir uykunun ardından, nasıl olduğunu bilmiyordu ama hissediyordu bir şeylerin yanlış olduğunu. Gözlerini hafifçe kırpıştırdı bulanıklığı geçene kadar. ‘Neden burası bu kadar sessiz ?’ diye geçirdi içinden. Kokuyu ve sessizliği sevmemişti, bir gariplik vardı; birşeyler tersti. Zaten bunun nedenini öğrenmesi geç olmadı. Çığlıkları hastane koridorlarında yankılanırken içi yanıyordu. Halsiz olmasına rağmen, acısından bağırıyordu. Inanamıyordu, olamazdı, hayır ! Kabul etmek istemiyordu. Neden bu sözleri duymuştu ? Kafasında yankılanıyordu, dönüyordu herşey. ‘ Ewelyn üzgünüm ama kötü bir haberim var. Johnny’i ne yazıkki kaybettik, yaraları çok ağırdı; ama sen iyileşeceksin dert etme.’ Durakladı, dünya durmuştu, dönmüyordu adeta ama o hala nefes alıyordu. Neden ? Neden o ? Sözleri boğazında düğümlenirken, çırpınışları kolunda hissettiği hafif bir acıyla gene sessizliğe gömüldü.

Gözlerini tekrar açtığında sessizdi geçen seferin ardından. Biliyordu olanları ve artık körelmişti duyguları. Ağlamak acizce geliyordu ona, nefret ediyordu etrafında her gördüğü şeyden. Gözlerini tekrar yumarken arkasında bir ses duydu. Yakından geliyordu ama uzaktı. Hatırlıyordu bu sesi ama belli ki hatırlamak istemiyordu. ‘Ne istiyorsun ?’ dedi hafif boğuk bir sesle konuşan kişinin lafını bitirmesine izin vermeden. ‘Ewelyn biliyorum tatlım böyle olmamalıydı ama artık bizle yaşaman daha iyi. Herşey daha kötüye gitmeden.’ Daha kötüye gitmeden ? Daha ne, ne kadar kötü olabilirdi ki ? Hayatında ki en sevdiği varlık ortadan yokolmuştu ve aldığı cevap daha kötüye gitmedenmiydi ? Nasıl bir haksızlıktı bu ? Zaten yeterince uktesi, acısı vardı içinde. 18’ine döndüğü yıl abisini, en yakınını kaybemişti ve annesi – evet, sesin sahibi – daha kötü olmadan diyebiliyormuydu ? Kollarına bağlı olan cihazların yerlerinden neden olacak bir hışımla yataktan doğruldu ve doğruca dosdoğru tanımadığı, yıllardır görmediği annesinin gözlerine baktı. ‘Daha önce hayatımda yoktun ve bundan sonra da olmayacaksın.’ Buz gibi bir sesle söylemişti bunları Ewe. Damarlarında dolaşan kanın bir an sanki soğuklaştığını hissetti Ewe ve tekrar bir uykuya daldı.

Birkaç ay sonra ..

Işte çantası sırtındaydı ve otobüsü bekliyordu. Arabayla gidebilirdi ama istemiyordu. Ne de olsa her araba görüşünde özellikle eski arabasını, içi acıyordu. Düşüncelere dalmışken büyük bir hıslamayla koca otobüs yanında durdu. Umarsızca çantasını bagaj kısmına fırlattı ve biletini adama göstererek otobüsün yüksek merdivenlerinden tırmandı. Arka taraflarda cam kenarı bir yer bulduktan sonra koltuğa oturdu ve dizlerini kendine çekerek dışarıyı izlemeye başladı. Havada hafif bir sis bir loşluk vardı; arabaların farları gözlerini alıyordu ve hafifçe titremesine sebep oluyordu. Her yeni gün o sahneyi adeta tekrar yaşıyordu. ‘Pardon, burası boşmu ?’ Johnny’nin sesi kulaklarında yankılar yaparken soruyu soran erkek sesi onun düşüncelerini bölmeye neden oldu. Kafasını bile çevirmeden ‘Hayır.’ diye cevap verdi Ewe ve çocuğun hafif tıslamasına kulak asmadan dışarıyı izlemeye devam etti. Otobüs hafifçe hareket edince Ewe sırt çantasında ki defterini çıkardı. Birkaç senedir bu defterle gitmediği yer olmamıştı neredeyse. Johnny’nin ona onaltıncı yaş günü hediyesi olan defterin kalın kapağına graffiti şeklinde Sayuri yazılmış ve yanına da bembeyaz bir zambak çizilmişti. Hafifçe parmaklarını çizimin üstünde gezdirdi ve küçük bir damla gözyaşı yanağından çenesine doğru süzülürken hafifçe gülümsedi. Çok iyi hatırlıyordu o günü Ewe; küçüklükten beri Johnny ona ‘zambak’ anlamına gelen Sayuri diye seslenirdi. Johnny’e göre Ewe narin vücudu ve bembeyaz teni nedeniyle bir zambağı andırıyordu. Belki de bunu ona unutturmamak amacıyla böyle birşey hazırlamıştı Johnny. Herzaman düşünceliydi ne de olsa. Gözlerini kapadı hafifçe ve tek başına çıktığı bu yolculukta herşeyin iyi olmasını umut ederek hafif bir uykuya daldı.

Gene günümüz zamanı

‘Dünyaya dön Ewe !’ Vivien’in sözleri kulaklarında yankılanırken hafifçe irkildi ve adeta boş gözlerle etrafa baktı. Belli ki düşüncelerine fazla kapılmıştı. Hafifçe gözlerini devirdi ve elindeki torbaları Vivien’in gözüne sokarcasına suratının önünde salladı. ‘Benim aç şempanzem, buyur işte yemeğin.’ Sözlerini bitirince elindeki torbaları Viv’in eline sıkıştırdı ve hafifçe ırmağın kenarına yürümeye başladı. Belli ki uzun zaman olmuştu, böyle dalıp gitmeyeli, anılarıyla başetmeyeli..
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:23 pm tarafından Kybelle
Vivien Lorelei Luxerina

Vivien sıkıntıyla bir Eweye birde Jac’a baktı, ikiside konuşmuyordu düşündükleri belliydi suratlarından, gözlerinde parıldayan ışık bir an gidip sonra tekrar geliyordu, tıpkı bir deniz feneri gibi. Vivien bir şey söylemeden öylece dikiliyordu aralarında, gelgitleri düşünüyordu, şimdiki zamanla geçmiş arasında yaptıkları, çoğu zaman ona acıdan başka bir şey tattırmayan anılarımız ve ya şimdi ne olacak diye kendimize sürekli sorduğumuz şimdiki zamanımız. İkisini de yaşamak, hatırlamak veya ummak acı verirdi bazen bize, bazense sıcak bir tebessüm yayardı çehremize. Yinede o geçmişe gitmek, onun etkisinden kurtulmaya çalışmak bazen o kadar yorucu olurdu ki, çevreni unutup, hayatını unutup, en sonunda kendini unutup kapatıveririz dünyaya kendimizi. Vivienin hatırlamayı istemediği olaylar olmuştu hayatında her insan gibi, bunlar kendine göre hesapladığında çok acı olsalar bile başkalarıyla kıyasladığında gülüp geçilmesi sorunlar olabilirdi belki de. Yine de, onlara kaptırmamak gerekiyordu, evet kısa süreli yaşam koçu bunu ona öğretmişti. Önüne bakmayı ve daima gelecek için hazırlanmayı, yarının güzel olsun diye çalışmayı öğretmişti Viviene, taki yaşam koçuyla annesinin arasında bir şeyler geçtiğinden şüphelenmeye başlayıncaya kadar. Kendi kuruntusuydu belki, ama o zaman Viviene göre her şey o kadar açıktı ki, aralarında mutlaka bir şeyler olmalıydı, gerçi flörtöz yapıdaki annesinin hayatında ki her erkekle gereğinden çok samimi olması ve zavallı babasının daha doğrusu cici babasının -gerçek babası annesini daha o daha 2 yaşındayken terk etmiş ve adamın hayatında yaptığı en mantıklı işte bu olmuştu, tabi ardından kadınsızlığa dayanamayarak yarı yaşındaki bir kadınla İtalya’ya yerleşmişti – yaptıklarını göz ardı etmek zorunda oluşundan kaynaklanabilirdi bu durumda, ama içindeki şüpheciliği yok etmeye çalıştıkça daha beter gün yüzüne çıkıyor olması durumu zorlaştırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Birkaç görüşmeden sonra adam denilemeyecek kadar genç olan yaşam koçundan ayrılma kararı almıştı, böylece annesinin en azından flörtlerini canlı canlı yaşamak zorunda olmayacaktı nede olsa.

Yine ufak bir şeyden bu kadar şeyi hatırlamak zorunda kalmıştı, imgeler kafasında hızla dolaşmaya başladı, annesi, yaşam koçu, geçmiş, gelecek, babası, babasının genç sevgilileri, İtalya, üvey kardeşi, annesinin hazırladığı o aptal balolar.. Düşüncelerini yok etmek istercesine salladı elini, başarısızdı ama yinede, geçmiş gerçekten korkulması tehlikeli bir hayvan gibi belki de hepsinin en savunmasız anında ele geçirmişti onları, sessizce bakarken ufuğa, gözlerinin ışıkları sönerken birer birer çok geçti geçmişin elinden kurtulmak. Gerçek dünyaya geri dönmek, zamanı yaşamak, hissediyordu bunu, o her zaman kitaplarda karşısına çıkan kötülük misalleri gibiydi işte, bütün benliğinizi sizden alır, ruhunuzu alır, çıkmazı olmayan bir sokağa iterdi sizi, onunla baş etmeye çalışmak o kadar zordur ki bırakı verirsiniz onun ellerine kendinizi. Hangi anısını ele geçirse bilemiyordu ama Vivien bu kadar saçma düşüncenin arasında öyle çaresiz bekliyordu ki, ancak beynine gelen acı bir uyarılmayla kendine gelmişti. Kafasında dönüp dolaşan o keskin acı dindirmek istercesine ellerini kafasına götürüp bir basketbol topunu tutuyormuşçasına tuttu kafasını, olabildiğince çok baskı uygulamaya çalışıyordu ama nedense bu acısını dindirmiyordu, birkaç derin nefesin ardından acının etkisi de azalmaya başlamıştı. Ellerini çokta uzun olmayan montuna götürdü, önünü çekiştirdi ve öyle bekledi, belki saniyeler beklide dakikalar geçmişti bu şekilde duralı, kafasında olan şey sadece manzaraydı, ani bir rüzgarın at kuyruğunu suratına doğru savunması, yeniden bir nevi uyandırdı onu. Reene’ye baktı, sevgilisine sarılmış öylece mırıldanıyorlardı, Jacq’ın gözleri şelaleye dönmüş orayı inceliyor gibi görünse de neler düşündüğünü bilemiyordu. Ewe ise büyük ihtimal Jun’ı düşünüyordu. Fazla ses çıkarmadan yanlarından yavaşça sıvışarak arabasından malzemelerini çıkardı. Bavulunu arabada bırakmıştı, zar zor taşıyarak çadır ve tulumları onların yanına sürükledi. Yanlarına gittiğinde yere eşyaları sert bir şekilde bıraktı, ama bu bile kendilerine getirmemişti kızları

“ Dünyaya dön Jacq , Dünyaya dön Ewe, kızlar hadi ama kendinize gelin “ 2. söyleyişiydi bu ve diğerinden daha yüksek sesleydi, Ewe bir anda dönüp Vivien’e baktı, elindeki poşetleri onun eline tutuşturup, “ Al bakalım aç şempanzem “ dedi ve ırmağa doğru yürümeye başladı, sorularından kaçtığına emindi Vivien, ardından onu takip etmeye başladı, gölün kenarına geldiğinde ikiside durdu, Vivien kuru bir yer bulmuştu ve oraya oturdu, “ Neden gelmiyorsun yanıma “ dedi sakince, dertleşme havasında değildi ama aklına güzel bir fikir gelmişti, elini yanındaki toprağa yavaşça vurdu ardından, Ewelyn’nin suratına ve yere ardı ardına bakması ve hızla yanında bitmesi birkaç saniyelik olaydı. Vivien elini Ewenin omzuna attı ve kendine çekti, ikiside bir süredir öyle duruyordu, konuşmamaktan sıkılmıştı, neşelendirmek için şenşakrak bir sesle “ Belki de hayvanat bahçesi açmanın zamanı gelmiştir he “ dedi ve ardından kıkırdamaya başladı , Ewe dediğini anlamamışa benziyordu suratına anlamsızca bakmaya devam ediyordu çünkü, Vivien başını salladı, “ Şempanzeler, aç şempanzen, seks şempanzen benim haberim olmayan başka şempanzelerin de varmı Ewe, baş şempanzede sensin tabi, seksi şempanzemiz “ ciddi bir tavırla söylemişti , Ewe’ de ciddi ciddi dinliyordu onu, dalga geçtiğini fark edince suratındaki ifadeyi görmek, işte o an güzel bir andı.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:24 pm tarafından Kybelle
Nia Lanie Gaarder

”Eğer çoğunluğa göre farklı bir kalıptan çıkmışsanız, bu sizin hüneriniz değildir; tabiat öyle yapmıştır.” Farklı bir kalıptan çıkmıştı gerçektende. Son derece karmaşık bir karakter; İnançları doğrultusunda hareket etmeyen, direngen, acıya dayanıklı, tutkulu, seçici, şımarık, duyarsız bir genç kız… Fiziksel olarak mükemmel, gizliden gizliye kendi güzelliğini saplantı haline getirmiş, ruhu hastalıklara metal biri… Zengin, bugüne dek istediği her şeyi öyle ya da böyle elde etmiş, bencil, korkusuz ve maceracı… Ne kadar da muhteşem bir hayat... Kimimiz şanslı doğarız. Diğerlerinden daha zengin daha kültürlü, biraz daha zeki… Yaşadığımız ev bir iki oda fazladır ya da üç yaşında piyano başına geçtiğimizde, müzik yeteneğimizle herkesi şaşkına çeviririz. Okula başladığımızın ikinci ayında kelimeleri hatasız yazabilmemiz mahallede dedikodulara yol açar. ”Bu oğlan biraz ileri zekâlı galiba.” ”Jones’ların kızında sen de bir tuhaflık sezdin mi?” Her şekilde başkalarından farklı oluruz. Bilim adamları bunu genlerle açıklamaya çalışırken, din adamları tanrının izninden bahsediyor. İşte, Nia da onlardan biriydi. Hayatta kalmaktan çok kendine zaman harcamayı hala öğrenemedi. Şanslıydı. Masalar, konuşmalar, şarap kadehleri… Oldukça büyük bir aileydiler. Haftada bir, pazar brunch’larında bir araya gelirlerdi. Annesi muhteşem yemeklerini, tatlılarını servis eder, babası amcalarıyla koyu bir sohbete dalardı. Daha sonra İspanya’ya yatılı okula gidecek olan erkek kardeşi Samuel teyzesiyle bir müddet sohbet eder, ardından onun küçük kızı ile ilgilenirdi. Nia ise kuzenleriyle, sadece Noel tatillerinde ya da cenazelerde görüşenler hakkında dedikodu yaparlardı. Yukarı Champell’da şamdanlarla döşenmiş masalarında inanılmaz mutlulardı. Babası şirket sahibi olan dedesinden artakalanlarla ünlü işadamı olmayı başarmış bir avukattı. Amerika’ya Polonya’dan gelen Yahudiler... Onlar hakkında söylediklerini bilirsiniz. Bankalara güvenmezler ve hep harcayacaklarından çok paraları olur. Yahudilerin aksine babası cimri değildi, hoş gerçi o hiçbir dinin mensubu olmadığını söyleyip dururdu. Annesi ise tam bir sanatçıydı. Kumaşlara desenler çizer, yağlıboyayla muhteşem portreler yapardı. Annesinin ataları zamanında Rusya’dan İngiltere’ye göç etmiş ve İngiltere’yi benimsemişlerdi. Annesi babasıyla İngiltere’de tanışmış, evlendikten sonra da Amerika’ya gitmişti. Evde John Coltrane ya da Fitzgerald eşliğinde dans eder, akşamları sofistike yemekler hazırlardı. En çok lazanya pişirirdi, Samuel seviyor diye. Mantarlı, kıymalı ya da sebzeli… Kafasına ne eserse… Ve her akşam babasıyla ikisi, bir şişe kırmızı şarap içerlerdi. Hatırlıyordu da, ilk şarabını on dört yaşında bir aile yemeğinde içmişti. Anlayacağınız oldukça farklı bu iki karakterin evliliği sonucu olan Nia, Amerika’da doğan herhangi bir kızdan daha şanslıydı. Hafif züppe, oldukça şımartılmış ve özgür… Annesiyle arası pekiyi olmadığı için ve babasının da genelde işleri olduğu içindi tüm bunlar da. Bundan daha iyi bir başlangıç hayal edilebilir mi? Amerika’da yaşamak bir ayrıcalıktı. Arkadaşları hafta sonları için Brooklyn ya da Queens’ten gelen metrolara bağımlıyken, o bacaklarının izin verdiği sürece her yere gidebilirdi. Annesi arada sırada kızını hatırlar ve Bronx’tan uzak durmasını söylerdi. Gerçekten bir nedeni olmadıkça oralarda fazla takılmazdı. Ah! Ne mutlu günlerdi o günler. Ey meraklı okuyucu! Düşünebiliyor musun, Nia, Ice ve Nadya’nın bir zamanlar aynı masada, aileleriyle birlikte oturup yemek yediğini? Oturup dedikodu edişlerini hayal edebiliyor musun? Okuldaki yakışıklılardan bahsederkenki kıkırdamalarını duyabiliyor musun? En önemlisi fısıldaştıklarında –ki muhtemelen bunu da hayal edeceksin- bunun hangi konu üzerinde olduğunu merak edebiliyor musun? İçin içini yiyebiliyor mu? Düşün bir kez daha. Senin yerinde diğer öğrenciler olsaydı tüm bu düşüncelerle birlikte kahkahayı basıverirlerdi büyük ihtimalle. Her neyse, biz konumuza dönelim. Tüm bunlar şimdi nereden gelmişti aklına? Yüzünde buruk bir gülümseme ile yatakhanedeki odasının penceresinden dışarıyı izlerken geldiği söylenilemezdi. Eşyalarını karıştırırken bulduğu, geçmişin sığ sularına gömülmüş, küçük bir fotoğraf götürmüştü. Çocuk parklarından birinde çekilmiş fotoğrafta Nia ve Nadya salıncakta sallanırken, Ice onların, iki salıncağın tam ortasında durmuştu. Üçü de gülüyor muydu? Evet, üçünün yüzünde de kocaman bir gülümseme vardı. Sahte olmayan, görünenin dışında hiçbir anlam taşımayan, gerçek bir gülümsemeydi. Muhtemelen altı ya da yedi yaşındaydılar ki Nia’nın o zamana dair tüm anıları sanki silinmiş gibiydi. Fotoğrafı tutan eli sanki çok ağır bir şeyi tutuyormuş da kaldıramıyormuşçasına sarkarken, o dışarıda yavaşça yağan karı izliyordu. Her şey yoluna girmiş sayılırdı. Çoğu gitmiş azı kalmıştı her şeyin. O üzücü olaydan sonra normal seyrine yavaş yavaş dönmeye başlamıştı. Ice ile barışmışlardı. Hoş, gerçi hala herkese kuzen olduklarını söyleyecek kadar olmasa da raylar yerine oturmuştu. Bundan sonrası zamana bağlıydı. Nadya ile olan ilişkisi ise Ice ile işleri tamamen hallettikten sonra kesinlik kazanacaktı. Şöyle ki; Nia, Ice ve Nadya ile ilişkisi konusunda ailesine kafa tutmayı aklına takmıştı. Ya Joakim? Onu nasıl unutmuştu? Ice’a rağmen hala çıkıyorlardı. Hoş, gerçi Nia amacına ulaşmış sayılırdı. Veyahut amacına ulaşmak demeyelim de, Joakim ile çıkmasının hiçbir anlamı kalmamıştı. Tamam, ilk başta hoşlanıyordu aynı zamanda ondan ama hevesini almış sayılırdı. Yine de bir türlü ayrılık konuşması yapamıyordu onunla. Bu gidişle pek yapabileceğe de benzemiyordu, hoş. Arkasına döndü acele etmeden. Saat kaç olmuştu? Vakit gelmiş miydi? Hafta sonu ve kamp… Eğlenceli olacağa benziyordu. Eşyaları hazırdı ufak bir çantanın içinde. Fotoğrafı yatağının üzerine attı ve yerden çantayı kaldırarak omzuna taktı. Yalnız olmanın en kötü tarafı buydu herhalde, lanet olasıcası bavullar. Gerçi Joakim vardı ama beraber gitmeyi reddetmişti Nia. Bunu neden yaptığını kendi de bilmiyordu aslında. Tamam, ondan ayrılmalıydı en kısa zamanda ama hala içinde ufacık bir parça, minnacık, hatta mikroskopla bile görünemeyecek denli küçük bir parça, hala onunla olmayı istiyordu. Peki ya Kacey neredeydi? Şu son günlerde, hatta aylarda fazla ortalıktan kaybolmaya başlamıştı. Kampa gelmeyecek miydi? Her neyse diye düşündü ve odadan çıkmadan önce son olarak cüzdanını, telefonunu, makyaj malzemelerini e daha bir sürü ıvır zıvırla doldurduğu koyduğu çantasını aldı. ”Makyaj malzemeleri? Tamam. Yiyecekler? Tamam. Uyku tulumu, çadır? Tamam. Yedek giysiler? Tamam. Tamam. Hmm… Sanırım hazırım.” diye kendini çıkmadan önce telkin ettikten sonra odanın kapısından çıktı ve kilitledi. Koridorda yürürken kendisine selam verenleri görmezden gelerek kampüsün otoparkına geldi. Arabasının arka koltuğuna yiyeceklerin ve çadırın olduğu çantayı koyarken, ön koltuğa, yani yanına hayati önem taşıyan makyaj malzemeleri ve diğer ıvır zıvırların olduğu çantayı koydu.
Yol boyunca radyo dinledi ve çıkan şarkıya sesli bir biçimde eşlik etti. Yalnızdı ve istediğini yapabilirdi ne de olsa, değil mi? YellowStone’a geldiğinde, yumuşak bir şekilde frene bastı ve arabadan inmeden etrafa baktı. Kimler gelmişti? Henüz çok kişinin geldiği söylenemezdi. Biraz ileri de Renee ve Hector vardı. Ah, şu Renee… Yüzünde muzip bir gülümseme beliriyordu ki hemen öbür taraftaki Zümrütler dikkatini çekti. Zavallı, kendilerini bir şey sanan aptallardan başka hiçbir şey olmayan ezikler… Yüzündeki tebessüm anında silindi ve kaşları çatıldı. ”Harika, bir bu şapşallar eksikti.” diye söylenirken kendi kendine bir yandan da radyoyu kapattı. İnip Renee ve Hector’ın keyfini bozamazdı. Yalnız başına dikilip Zümrütlerle de uğraşamazdı. Torpidoyu açtı ani bir hareketle ve çıkardığı moda dergilerinden birini okumaya başladı. Bakalım son moda nelerdi?
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:24 pm tarafından Kybelle
Jacqueline Lyons

Hayatı şuracıkta bir zamanlar akıp giden henüz buz tutmamış şelale gibiydi.Irmağın üzeri biraz daha buz tutmuş şelale biraz daha akmak için inatla kayalıkların arasından ilerliyordu.Jac'de hayatının buz tutmuş bir türlü akıp gitmek ilerlemek bilmeyen hayatının bir dönemini zihninden çıkarmaya çalışıyordu.Soğuktu,yüreği hissettikleri, birer buz kütlesinden farksızdı,bakışlarına yansımıştı duyguları. "Tanrım bir insan nasıl bu kadar duygusuz olabilir" annesi Nelly'in yakın arkadaşlarından birinin evde geçirdiği bir hafa sonunda kendisi için bu sözleri sarfettiğini duymuştu.Kapı dinlemek kapı aralığından sessizce ve gizlice kulak kesilmek.Ohh! aman tanrım Nelly yaptığını görse ne derdi acaba?Ama umrundamıydıki o zaman insanların hakkında ne düşündüklerini arkasından neler konuştuklarını bilmek hakkıydı ve o yaşlanmaya yüz tutmuş yüzünde çizgilerin birer birer peyda olduğu koca kadına söylediği bu lafları ödeticekti."Duygusuz değilim ben"nehrin başında dikilip kalmışken bu sözleri mırıldandı hafifçe.Dalmıştı; sürekli geçmiş hayallerinin derinliklerine iner hayatının acımasızlığını birkez daha tartardı.Keşke diğerleri gibi umursamaz ve hayatı dalgaya alabilen birisi olabilseydim.
“Ben hep böyleyim Jacq, şu asi kız tavırları, giyinişi sana yakışıyor, çünkü sen Jacq’sin. Seni nasıl benim kıyafetlerim içinde hayal edemiyorsam, kendimi de senin ki gibi kıyafetler içinde hayal edemiyorum. Hem öyle giyinmemem öyle olmadığım anlamına da gelmez, istediğim zaman çok asi olabilirim" Vivien'in sesi biraz kırgınmı çıkıyordu ne? Jac hep böyleydi işte yılan misali dilini tutamaz söylediği sözler bir ok gibi karşısındakine saplanırdı.Böyle giderse arkadaşsız kalacağını düşündü bir an için ama birşey demeye pek fırsatı olmamıştı.Karşısındaki insanları kırmak onları rencide etmek değildi amacı o böyleydi hayatı hep karanlık tarafıyla görürdü.
“ Sorunun cevabı, tam karşında." Ewe'ye çevirdi bakışlarını yine herzamanki gibi ışıl ışıldı yaramaz çocuklara benzerdi dış görünüşü gerçi huyuda öyleydi ya! gülümsemek yanına yaklaşmak, tokalaşmak ,sarılmak isterdi dostlğunu belli eden herhangi birşey...ama o öylece uzak soğuk ve mesafeli kaldı.Nasıl oluyorduda bu iki insan kendisine böyle katlanabiliyorlardı.Keşke anlatabilseydi derdini,çektiklerini,içinde kalmasaydı, ruhunu karartmış alçaltıcı duyguları hükmetmeseydi zihnine. Keşke keşke keşke! hayatı geçmişi hep keşkelerle doluydu.‘Biliyorum beni öldürmek istiyorsunuz ama gerçekten benim suçum değil.’ onun suçu değilmiydi.İşte Jacın yüzünde yine alaycı bir gülümseme belirmişti. Suçlu olmayabilirdi ama şu aptal sevgilisine her zaman bir bahane buluyordu.
"Geç kalmadın Ewe, mazerete gerek yok. Yeni geldik zaten . Yemeği unuttuğunu söyleme, yemin ederim ki buradan dosdoğru geri döner ve yiyecek bir şeyler alırsın Ewe, tanrım bekle, yoksa senin şu seks şempanzen Jun hazırladıklarını mı yedi, omie omie Ewe o yemekler bizim içindi değil mi , knıf knıf üzgünüm sevgilim gel senden özür dileyim, sarılayım sana hadi Ewe naz yapma“
‘Çok hainsin ama Viv ! Jun’a laf etmeyi kesermisin ?! Hem sen onu bırakta bana söyle, okulumuzun bir numaralı sürtüklerinden biri olan kız artık yaşlı adamlarlamı takılıyor ?’ Junmu demişti ikisi karşılıklı konuşurken Jacın yüzü gerilmişti.Tek kelimeyle uyuz oluyordu o adama Jac kukla gibi kendini beğenmez aptalın tekiydi.Zaten Eweyede böyle biri lazımdı.Hiçbir şey söylemeden bir kelime etmeden yanlarında ilerledi.Düşüncelere dalmış gibi yapıp konuştuklarını dinlemek sonrada birdenbire paldırküldür konuya atlamak hoşuna gidiyordu.Ellerini kotpantolonunun arka ceplerine soktu olduğu yerde yaylandı bir balet gibi gerinmeye başlamıştı. "Şempanzeler, aç şempanzen, seks şempanzen benim haberim olmayan başka şempanzelerin de varmı Ewe, baş şempanzede sensin tabi, seksi şempanzemiz “ Jac burda konuya atlama gereği duymuştu.Yine yüzünde her zamanki gibi ciddi ifade vardı ama Vivien ve Ewe bu haline alışmışlardı. Ne zaman şaka yapıp ne zaman ciddi olduğunu biliyorlardı yine o anlardan biriydi.
"Şempanzemi? seks şempanzesimi? o aptal herifmi? yapmayın kızlar DareDevilde bir sürü yakışıklı çocuk varken gidip bula bula o aptal kuklaylamı ilgileniyorsunuz. Chane o çocuğu ikiye katlar doğumgünümde bana eşlik etmesini istiycem yada Andrey" dedi ilginç bir tarzı vardı Andrey'in bir türlü çözememişti kendi yanaşmayı yeğlemiyordu ama belkide uzaktan flört..." offf ne düşünüyorum ben böyle " yine içine kapanmıştı Jac bakışlarını ırmağa çevirdi hiçbir zaman diğerleri gibi olamıyordu .Andreyin adını duyması içini bir hoş yapıyordu ama yine korkmaya ve hayattan uzaklaşmaya başlamıştı. -Benimle dost ol hatta sevgili ol ama bana sakın elini sürme. Ne biçim yaşam felsefesiydi bu.Neden birisi kendisine dokununca travma geçirirmiş gibi titremeye ve korkmaya devam ediyordu.Geçmiş geçmişte kalmıştı yeni bir hayata başlamak bu kadar zormuydu?
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 3:25 pm tarafından Kybelle
Eugenie Renee Linares

"Nasılsın bakalım bu gün işim vardı gelemiyecektim ama dayanamayıp erkenden çıktım" Hectorun ılık nefesini hissetmek şahlanmış duygularını açığa çıkartıyordu dudaklarına küçük öpücükler kondururken yüzünün kızardığını hissetti.Demin gelen herkesin gözleri üzerindemiydi yoksa onamı öyle geliyordu,utanç duygusunun biraz daha arttığını hissetti."Seni özledim" Hectorun kadifemsi sesi kulaklarında çınlıyordu,yüzünün deminkinden biraz daha kırmızılaştığını hissetti.
"Bende seni özledim"dedi Hector'un gözlerinin içine bakmaya çalışarak.Neden şimdi böyle birden bire liseli kızlar gibi utangaç bir şekle bürünmüştü Renee alışık değilmiydi böyle öpüşüp koklaşmalara.Ama Hectorun yanında kendini hep böyle hissediyordu.Kalbi yerinden çıkıcakmış gibi güm güm atıyordu.“ Erkenci miyim, yoksa diğerleri mi geç kaldı “ "ahh! Vivien hayır geç kalmadın" dedi utancını gizlemek için ondan yana bakmıştı.İlginç bir kızdı diğer zümrütlere benzemiyordu.En azından onlar gibi kendini çok beğenmiş değildi ve daha ağır başlıydı.Diğerleri ne kadar oynaksa Vivien o kadar oturaklıydı.Özellikle o Sussie ve Ewelyn pisliği. "Selam Renee yine birini bulmuşsun" Jacqueline'nin sesini duyunca başını otarafa çevirdi. "Ne demek şimdi bu Dimitrie ile anlaşmamı yaptınız siz zümrütler" dedi ama sesi kısık geliyordu ve Jacquelinenin duyduğundan emin değildi.Bakışlarını Hectora çevirdi moralinin bozulmuş olduğunu anlamış olmalıydı.
"yine birini bulmuşsun Renee , oo! bakıyorumda başka bir sevgiliye geçmişsin Renee,sürtük Renee" - yeter ama! bıkmıştı bu sözlerden neden zümrütler kendini hedef olarak seçiyorlardı.Neden neden? zihninin bir köşesinde bir sesin. "Neden olabilirki aptal Amigoların takım kaptanı sensin seni ezip hor görürlerse diğerlerinide kolaylıkla bezdirebilirler,bu sözlere kanma Amigo kızlara lazımsın"dedi. Ahha! sebebini kolaylıkla bulmuştu işte.Yüzüne o sevimli gülücüklerinden birini oturttu.O sırada Ewelyn'de gelmişti. -Tanrım bu kız sinirimi bozuyor,kendini beğenmiş pislik Sussiedeki bir çok özellik bundada vardı-al birini vur ötekine hesabıydı bunlarınki. " Yolda kaza vardı ya. Bilirsiniz işte salağın teki başka birisine çarpmış, falan falan. Herneyse, siz nasılsınız ?"
"Çok hainsin ama Viv ! Jun’a laf etmeyi kesermisin ?! Hem sen onu bırakta bana söyle, okulumuzun bir numaralı sürtüklerinden biri olan kız artık yaşlı adamlarlamı takılıyor ?Birde bana garipsin diyorsun, bunlar benden de beter baksana babalarının yaşlarında adamlarla takılıyorlar." diğerlerinin konuşmasını duymamıştı bile Ewleyn'in ettiği laflara ağzı açık kalmıştı bir kaç saniye içerisinde geçen konuşmaların hepsi sinirini bozmaya yetmişti.Küçük bir kahkaha attı ama hiç oralı olmadı.Ewelyn'e cevap yapıştırarak istediği kozu eline vermiycekti.Bırak kendi kendine hırlasın Renee... dedi kendi kendine mırıldanır gibi bir sesle. Hector nasıl babası yaşında olabilirdiki daha yirmiyedi yaşındaydı tamam saçlarının arasındaki beyazlarlar göze çarpıyordu ama bu Reneeyi etkileyen en güzel özelliklerinden biriydi.Ellerini Hectorun saçları arasında gezdirdi.Renee zaten kendi yaşıtlarından hoşlanmazdıki,kendi yaşıtında erkekler hep çocuk gibi gelirlerdi ona olgunlaşmamış bir çocuk...ama Hector öyle değildi. Şu an yanlarına gidip Jacqueline'nin omuzlarını okşayıcı bir şekilde dokunup bu üçünün günlerini berbat etmek vardı ama Hectoru bırakıp gitmek işine gelmiyordu,varsın istedikleri kadar uğraşsınlardı şurada geçirecekleri dakikaların tadını çıkarmak istiyordu.Eweleyn aptalını kafasına takarak zamanını ziyan edemezdi.Nasıl olsa birazdan diğer amigolarda gelicekti onlar rahatlıkla ilgilenebilirlerdi...
Tam o sırada Amigolardan Nia'nın arabısını diğer arabaların yanında durduğunu farketti.Yüzünde rahat bir gülümsemeyle Hectora baktı fakat zihnindekileri sözcüklere dökmeye gerek duymamıştı "Bırak Renee keyfine bak Nia nasıl olsa onlarla ilgilenicektir" yüzündeki gülümsemenin yerini tatlı bakışlar aldı.
"Yapmasana Hector beni utandırıyorsun"dedi yüzüne ciddi bir ifade katmıştı ve buna tezat oluşturan pembelikte cabasıydı ,boynunu okşayan elleri garip duyguların birkez daha oynaşmasını sağlamıştı.O sırada kollarının arasından hızla sıyrıldı zümrütlerden oldukça uzağa ırmağın kenarına ilerledi.Hectorunda peşinden geldiğini hissediyordu üzerindeki cekete biraz daha sıkı sarıldı demin Hectorun kolları arasında ne kadarda rahattı ne gereği vardı şimdi birden bire kaçmanın.Yoksa hayatında ilk defa aşıkmı oluyordu Renee, evet ilk defa, daha önceleri böyle bir duyguyu tatmamıştıki en azından kendini böylesine heyecanlandıracak birine rastlamamıştı.Onun kolları arasında olmak kadifemsi sesiyle aşk sözcüklerini mırıldanmasını dinlemeyi ne kadarda arzuluyordu bir bilse ama ilk defa birisiyle sevgili olan kızlar gibi utangaç bir şekilde kaçmış ve Hectordan uzaklaşmıştı.Yanına geliceğini biliyordu kendisini hiçbir zaman yalnız bırakmamıştıki zaten.Onu okulda ilk gördüğü andan beri hep yanında olmuştu.Diğerleri bırakıp gitmişti.Reneenin yalnızlıkltan ne kadar korktuğunu bile bile bırakıp gitmişlerdi.Ya o ikizi Joakime ne demeliydi ihmal ediyor ve ilgilenmiyordu kendisini eskisi gibi sevmediğini hissediyordu Renee , ne kadar üzüldüğünü bir bilse böyle yapmaya uzak ve mesafeli durmaya devam edermiydi acaba ve Renee'nin sevgisiz kalmaya dayanamadığını bilse. Daha önceleride her umursamazlığında kendini başka erkeklerin kollarına attığını bilse ne derdi acaba. Ona ne kadar düşkün olduğunu sevgisine ihtiyacı olduğunu bilemiycek kadar kendini az ileride arabanın içerisinde oturan Niayla oynaşıp vakit geçirerek harcamıştı. Niayı bu yüzden kıskanıyor ikizini en sevdiği varlığı elinden aldığı için ona hınç duyuyor ama bir yandanda dostluğunu veriyordu.Duyguları büyük bir çıkmazdaydı. İstediği yere gelince şelaleye yakın bir yere oturdu akan suyun sesini dinlemek ve yanında bulunan adamın varlığını hissetmek huzur veriyordu. Doğanın bütün güzelliği Reneeyi sarıp sarmalamıştı.Bakışlarını şelaleden çekip Hectora yöneltti .Dudaklarında küçük bir gülücük belirmişti yavaşça elini uzattı kendi elleri Hectorunkiler arasında kaybolmuştu.
"Bu gün benimle kalıcaksın burada değil mi? gitmeni istemiyorum yalnız kalmaktan hoşlanmadığımı biliyorsun"dedi sesi kırık çıkıyordu.

rpout: önemli değil hepimiz kısa yapıcaz =)
 

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)

Sayfa başına dön 

2 sayfadaki 3 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3  Sonraki

 Similar topics

-
» Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)2
» Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Thursday Murder Club :: Rp Dışı-
Buraya geçin: