Thursday Murder Club
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Thursday Murder Club


 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  



Legend Of Magic'e hoşgeldiniz! Sizleri aramızda görmekten çok memnunuz. Sitemiz bilindiği gibi bir rol oyunu sitesidir. Karakterinizi yaratmanızın ardından aramızda rol oyunu yapabilirsiniz. Sitemizin kurgusu ve sistemleri tarafımızca hazırlanmıştır. Her türlü sorununuzda bize ulaşmanız ve eğlenceli dakikalar geçirmeniz dileği ile.

LoM Yönetimi Sihirli Günler Diler.



















Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3 Gf1k Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3 Puff1a Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3 Claw1-1 Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3 Sly1-1

00 | 00 | 00 | 00





 

 Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Kybelle
Admin
avatar


Mesaj Sayısı : 136
Kayıt tarihi : 24/01/09

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3 Empty
260109
MesajEski CK Rpleri (Geçici Başlık)3

(Balo Salonu) Cinayet: Eğlencenin Sonu Kabusun Başlangıcı

Jared Magiure

Rüya: Atmaca'nın Saldırısı

Bir rüya görmüştü. Daha doğrusu hezeyanlarla dolu bir sürü kabus. Birinde bir köy meydanındaydı. Geceydi ve karanlıktı. Şehir ışıklarının aydınlatamadığı bir vahşilik vardı. Etraf yeşillklerle kaplı ve ürkütücüydü. Daha doğrusu kendinden başka herkes için ürkütücü olabilirdi. Hatta kız kardeşi Vera için bile... Ama Jared'in kendini oldukça hissettiği bir ortamdı. Hava o kadar temiz ve güzeldi ki soluk alıp verdikçe sanki besleniyor, yenileniyor ve temizleniyordu. Aslında farkında değildi rüyalar bazen tersine çıkardı. Temizleniyor gördüğü ruhuydu. Ve aslında temizlenmiyor, kirleniyordu. Gel gelelelim rüyanın diğer kısımlarına. Jared köy evlerinden boş olana yönelmişti. Bu evin bir bahçesi vardı, bir de güzel verandası. Tipik bir köy eviydi. Duvarları kiremit yerine taştan yapılmış ve çamurumsu doğal bir boya ile boyanmıştı. Harap görünüyordu. Ve bomboştu. Ancak verandada bulunan floresan lamba hala yanmaktaydı. Anlaşılan burası terk edileli çok olmamıştı. Yavaş yavaş temkinli adımlarla önce ufak bahçeye sonra da evin ön kapısına yürüdü. O an lamba titredi ve söndü. Anlaşılan ömrü tükenmişti. Tıpkı partide öldürdüğü sevgilisi gibi. O an pencereye odaklandı, cama yansıyan yüzü gördü: Sussie... Ne de güzeldi. Sarı saçları ve otoriter bakışları ile tam dişine göreydi. Neden sonra yok oldu bu görüntü. Giderek mantıksızlaşıyordu rüya. Kendini evin içerisinde bulmuştu aniden. Evin tavanı yüksekti. Aynı ışığını içeri aldığından ev karanlık değil loştu. En azından mavimsi bir ışıkla eşyaların yerini tespit edebiliyordu. Eşyalara baktı. Terkedilmiş ve bembeyaz örtülere sarınmışlardı. Bu halleri Jarde'a ölümü anımsattı, ölüm de atmacanın çığlığını. Aslında anımsama değildi bu. Sesi duymuştu. Giderek artan heyecanla başını ay ışığının geldiği yöne çevirdi. Aslında ay ışığı değildi bu. Bir floresan ışıktı. Yavaşça ilerleyip odanın bittiği yere geldi. Orada duvar yoktu. Tavanı daha yüksek bir alana açılıyordu burası. Başının sağa çevirdi ve onu gördü. Orada yüksekte duruyordu. Ona hayranlıkla baktı Jared. Çok üzel bir kuştu. Sert kıvrık gagası vahşeti simgeliyordu sanki, sert bakışları vardı, gri-beyaz tüyleri hafifçe kabarmıştı. O tüylerin üzerinde başından kanatlarına kadar onu örten ve ona gizemli bir görüntü sağlayan beyaz bir örtü vardı. Ona şatafatlı ve aynı zamanda acınacak kadar zavallı bir görüntü veriyordu bu. Tıpkı büyükbabasına benziyordu bu haliyle. ''Ben birşey yapmadım büyükbaba. Sadece seni dinledim. Bana atmacaların daima büyük avlar peşinde oldğunu söylemiştin.'' dedi. Atmaca çığlık atarak üstüne doğru uçmaya başladı. Gözlerini oymak istiyordu. O yerinden fırlayınca üstündeki beyaz örtü dalgalanıp üstünden düşmüştü. ''Yemin ederim. Hayır!'' diye haykırarak gerilemeye başladı Jaricy. Eli ile yüzünü kapatıyordu. Ama atmaca onun sözlerine aldırış etmeden uçuyordu. İyice yaklaşmıştı şimdi. Tam o sırada yerde duran bir orak gözüne çarptı. Azrail'in efsanevi orağı olmalıydı bu. Hemen eğildi. Tam o sırada atmaca ona ulaşmaı başarmış ve sol kolunu didikliyordu. Zar zor orağı aldı ve savurmaya başladı. Bir kafa yere düştü. Kimin olduğunu bilmiyordu. Ama atmaca kendini bırakıp o kafanın ve ona ait bedenin üstüne konmuştu. Halen çırpınıp duran bedeni sivri gagasıyla didikliyor ve etlerini koparıp kendine ziyafet çekiyordu. Bu ziyafeti izlerken elindeki orak düştü. Orağı kaybetmişti. Buna kızdığı açıkça belli olen sert ve tok bir ses kulağını yırtarcasına bağırdı. ''BUL ONU GENE!''

Haykırarak kan ter içerisinde gözünü açtı Jaricy. Tertemiz, bembeyaz örtü ve çarşaflar serili yatağında yarı çıplak halde kabusundan uyanmıştı. Derin derin nefes alyordu ve içinde bir ateş hissediyordu. Susamıştı. Başını hafifçe yana çevirdi. Televizyon açıktı. ''Bul onu gene dedim seni sersem herif! Duymuyor musun beni ha?'' diye haykırıyordu kötü polis. Yana doğru kaymış ve kabusla çırpınıp duran bedeninin baskısıyla televizyonu açmıştı. Olduğu yerde doğrulup yatağa oturdu ve televizyona baktı bir süre boş boş. Kız kardeşini düşünmeye başladı. Artık onunla beraber bir iki deneme yapmaya başlasalar iyi olurdu. İlk cinayetin tadını bir partide almıştı ama o kazaraydı. O anki duygularının esiri olmuş ve haklı bir öfkenin zevk vermeyen, kavranmayan bir eseri olmuştu yaptığı şey. O boş bedeni ortalıktan yok edişi tek eğlenceli olan kısımdı. Ama bir dahaki sefer cesedi yok etmeyecek ve ortaya çıkaracaktı sanatını. Kız akradaşının ortaya çkması kimliğinin ortaya çıkması demekti ama diğerleri öyle olmayacaktı. Beyaz örtüyü üstünden atıp yataktan kalktı. Acele adımlarla önce ışığı kapatmaya sonra da dolaından kıyafet seçmeye gitmişti. Rahat ve koyu renkli giysiler seçti. Ama aynı zamanda seçtikleri insanda ne yapacağına dair en ufak şüphe bırakmayacak derecede şıktı. Ardından banyoya geçipi duşa girdi. Terden sırılsıkam olmuş olan bedenini yıkıyordu. Giysilerini de giyindikten sonra odasından çıktı. Kız kardeşinin odasının kapısına tıkladı. Vera, mahmur bir ifade ile kapıyı açmıştı. Onun şirin yüzünde baktı. Ciddi bir ifade ile süzdü onu. ''Hazırlan, bir işaret aldım bu gece başlıyoruz. Bodruma in ve kararlaştırdıklarımızı al. Diğerlerini de ben halledeceğim.'' dedi. Sanki vahşice bir cinayetten değil sanki sıradan bir görevden söz ediyordu. ''Ve eğer korkarsan şunu unutma. Geleneklerimiz en değerli varlığımızdır. Onları kaybedersek birer zavallı oluruz. Ruhumuz asla kendimize ait olmaz. Huzur bulmayan atalarımız da bizi delirtene kadar rahat bırakmaz.'' gözlerini kapıya tutunmuş olan parmaklara dikti. Bir süre konuşmadan böyle durmuştu. ''Hadi çabuk. Zaman azalıyor. Baloyla ilgili işlerimiz dururken erkenden uyumak aptallığını yapmam yetti. Bir de iyice gecikmek hiç iyi olmaz.'' Sözlerini bittirir bitirmez omuzlarını hafifçe silkeledi ve emin adımlarla az önce geldiği yönün tersine yürümeye başladı. Kendi odasına varmıştı ama orada durmadı. Daha ilerdeki odaya, büyük babasının çalışma odasına doğru ilerledi. Cebinden anahtarı çıkardı ve bunlardan biri ile kapıyı açtı. Kapıyı ardından kapatmamıştı. Zaten acele ile bir şeyler alıp çıkacaktı. Kütüphaneye yöneldi ve bir kitap seçti aralarından. Kitabın adı ''Atmaca'' idi. Kitabın dış kalıbını çıkardı. Kitap hayret verici bir biçimde beyaz bir kutuya dönüşmüştü. Kutunun kenarını çevirip şifresini girdi. Her kapattığında bu şifreyi değiştiriyordu. Ve sayıları aklında tutma yeteneği sayesinde asla da unutmuyordu son girdiği şifreyi. Bu iyi bir avantajdı polislere karşı. Kutunun içinde gümüş renkli bir anahtar vardı. Eski, köhnemiş kilitlere ait bir şeydi. Kendisi olsa daha modern şeyler tercih ederdi ama şu nda ona para harcamak şüphe çekebilirdi. En iyisi bilinmeyen bir güvenlik sistemiydi, her ne kadar eskimiş de olsa. Hem işine ayrı bir gizem katıyordu bu. Kütüphanenin yanındaki merdiveni aldı. Ve onu tablonun yanına dayadı. Merdiveni tırmanıp tavanı kontrol etmeye başladı. Beklediğini bulunca anahtarı kullanmakta tereddüt etmedi. Tavandan aşağıya düşen ufak merdivene tutundu. Gerekli işkence malzemeleri ve diğer şeyler hep buradaydı.

Gece: Atmacanın Yükselişi

Arabasından inmeden önce kardeşine bakmıştı. ''Vera, korkuyorsan sen burada bekle. Ben halledip geleyim.'' Ama kardeşi razı olmamıştı beklemeye. Büyükbabasından kalan miras ikisine de aitti sonuçta. Başını ''tamam'' anlamında sallayan Jared arabayı söndürdü ve dışarı çıktı. Ardından arabanın içine doğru eğilerek kız kardeşine son bir şey daha söyledi. ''Ben hediyemizi yakalayayım. Sen de sözleştiğimiz yere git. Önerim ortamı ısıtıp hazır etmen.'' Malzemeleri hazırlayarak bize zaman kazandır demek istiyordu. Doğrularak kapıyı kapattı ve gecenin yarı nemli yarı serin karanlığında yürümeye başladı... Rüzgar giderek hızlanıyordu ve hava git gide yarı serinden soğuk haline geçiyordu. Derin bir nefes alarak keyifli bir şekilde havayı içine çekti. Belki rüyasındaki hava gibi temiz ve harikulade değildi ama gene de ona güven sağlayan bir yapısı vardı havanın. Zaman zaman bulutların arasında kaybolan ayın ışığı bile ona güç ve güven veriyordu. Okulun ön bahçesine doğru ilerledi. Arka bahçede ışık gösterileri oluyor olmalıydı. Hemen herkes balkona çıkmış ve sözde süpriz bir doğum gününün heyecanını yaşıyordu. Bundan emin değildi aslında. Kim bilebilirdi ki? Oradaki herkes de Ice Rain'i seviyor değildi bellki de? Sonuçta o bir amigo kızdı ve amigo kızlardan genel açıdan kimse kişisel olarak hoşlanmazdı. Özellikle de Zümrütler, diye düşündü. Aklına Sussie gelmişti ve onun altın rengi saçları. Sessiz adımlarla ilerliyordu bahçede. Birinin orad bir yerde yalnız başına duruyor olmasını bekledi. Aslında onu günlerdir izliyordu. Günün birinde onu yalnız başına yakalayacağını biliyordu. Öfkelendiğinde ya da üzülüğünde yalnız kalmayı seçtiğini görmüştü. Onunla son konuştuğunda son derece büyük bir mutluluk içindeydi. Ama bu mutluluğun kısa zamanda belki de hemen bu gece bozulacağı da bilgilerinin içindeydi. Bu mutluluğa Vera aracılığı ile katkıda bulunmuştu çünkü. Daima başkasına vurgun olacak olan karamsar Ice'ın ilk başta ona bir can simidi gibi sarılacağını sonra kalini kıracağından adı gibi emindi. Herşey öyküdeki gibi gelişecekti sonra da... ''Dayanamıyorum. Bitsin artık.'' diyen bir ses işitti. Tam da beklediği zamanda planı işlemeye başlamıştı. En azından bir an vazgeçip uykuya dalmadan önce planladığı gibiydi. Kendini son derece güçsüz ve bitkin hissetmişti. Biraz vicdan azabı çekiyor da denebilirdi ve psikolojisi, fizyolojisini etkileyere bir an onu yorgun hissettirmişti. Az daha bu güzel anı erteliyordu. Neyse ki büyük babası tam zamanında onu uyarmıştı. Yavaş yavaş yaklaştı kurbanının oturup sızlandığı çardağa. Ruhsal acısına son vereceğini düşünüyordu. Ama ufak bir ayrıntıyla: Ona fiziksel olarak uzun uzun acı çektirecekti. Artık öyküsündeki gibi kurtuldum diyerek mutlu mu ölürdü yoksa farklı tepkiler mi verirdi ona kalmıştı. Kendisine düşen görev sadece ve sadece onun öyküsünü gerçeğe çevirmekti. Hem de en yakın hali ile.

Ona yaklaştı iyice. Kollaını gerdi. Sonra aniden çocuğun boynuna atıldı. Çırpınıyordu umutsuzca. Kurtulabileceğini cidden sanıyor muydu? ''Bitecek tabi ki üzülme az kaldı.'' dedi şefkatli bir ses ile. Sesi katilden beklenmeyecek denli merhametli çıkmıştı. Ama onun merhameti sadece bundan ibaretti. Boğazına iyice bastırıp nefessiz kalmasını sağladı onun. Kurbanın çırpınmaları azalıp bedeni gevşeyinceye değin bırakmadı. Adamın kendi olarını tutan elleri gevşeyip yana düşünce nefes almaya başlaması için bıraktı onu. Bilincini yitirmişti ama şimdi ölmesini istemiyordu. Bedeni hızlı bir şekilde banka yan yatırdı. Kollara ve bacaklara istediği düzeni verdikten sonra bankın çevresini dolanıp ön tarafa gelerek sanki ağır bir çuvalmış gibi omzuna aldı bilinci kaybolmuş genci. Umduğundan daha hafifti. Son seneleri olması nedeniyle bunun normal olabileceğini düşündü. Sonuçta son sene en ağır seneydi ve insanı eğer kendini kaptırırsa olduça yıpratır, zayıflatırdı. Son günlerde habire yalnız kalmayı seçmesinin sebebi de bu olsa gerekti. Omzuna aldığı koca gövde ile okulun bodrum katına giden pek de bilindik olmayan kapısına gitti. Genelde zincirle kapatılmış olurdu. Neyse ki kardeşi bunun yedek anahtarını yapmış ve içeri girmişti bile. Baygın bedeni yere kapıyı açtı. Sonra merdienleri yavaş yava indi. Geriye doğru dönüp cesedi yeniden omzuna aldı tek elini kullanarak ters halde inmeye başladı. Sanki az sonra onu öldürmeyecekmiş de sanki tedavi etmeye götürüyormuşçasına özenle, bir yere çarptırmadan taşıyordu onu. Sonunda aşağıya vardığında içi rahatlamıştı. Buradan inmek sandığından daha zordu. Tahtadan merdivenden eline azıcık kıymık batmıştı eldivenine rağmen. ''Yatağı hazırladın mı?'' dedi iş olsun diye. Hazırlamış olduğunu çoktan farketmişti bile. ''Güzel, yardım et bana omzum ağrımaya başladı.'' dedikten sonra Christian'ı omzundan indirip yıtık pırtık örtüleri olan, tozlu, her tarafından yaylar ve süngelrer fırlayan ve hiç de rahat olmayan yatağın üstüne koydu. Sonra yatağın çevresine yerleştirilmiş zincirlere bağlamaya başladı. Son olarak da artık uyanması için üzeri işkence aletleri ile dolu eski bir tahta masadan eteri alıp genç adamın burnuna doğru tuttu. Bulundukları oda oldukça genişti. Ve tabi tozlu, terk edilmişti bir o kadar da. Etraf buranın bir zaanlar bir müzik studyosu olduğunu belirtirten köhne, eski püskü eşyalarla dolu ve loştu ve cılız bir ışıkla aydınlatılıyordu. Christian'ın gözlerini bir bezle bağladı. Bilinmezlik daha kötü korkuturdu insanı. Bir ara gözlerini açabilirdi onun ama onun zamanı faklıydı. Vera'ya yeniden döndü ve fısıldadı. ''Koli bandını da aldın mı? Buranın ses yalıtımına güveniyorum ama başımızı fazla ağrıtacak olursa lazım olabilir.'' masada koli bandı görmemişti çünkü. Sonra gözünü kurbana dikti. ''Oh ne güzel bu yılkı doğum günü hediyesi uyanıyor. Biliyor musun hep birine el ürünü hediye vermeyi sevmişimdir. Umarım Ice da aynı şekilde sevinir buna.'' Masanın üstünden bu sefer bir tane testere aldı ve genç adamın yanına doğru yürümeye başladı. ''Öykün harikaydı doğrusu. Bu yüzden ilk olarak seni seçtim Christian. Bir adamın canlı canlı doğranıp aynı zamanda o doğranan organın yerine iğne iplikle yeniden dikilmesi fikri gerçekten hoş teoride. Şimdi bunun gerçeğinin ne adar eğlenceli olacağını hep birlikte göreceğiz.'' Kardeşine çevirdi başını. ''Sevgili kardeşim dikiş işi senin birtanem. Bu konuda beceriklisin bu yüzden benim kestiğim organları hemen dikmeye başlayacaksın. Tabi son keseceğim kafa hariç. Onun için farklı bir planım var.'' Christian'a mutlu bir şekilde gülümsedi. ''Sen de hatırlıyorsun onun ne olduğunu değil mi?'' Testereyi sıkıca tuttu ve kurbanının sağ bacağını kesmeye başladı yavaş yavaş. İlk başta giysileri kesilmiş derisi çizilmişti. Sonra testere iyice ete girmeye başladı. Etrafa sıçrayan kan, katilin yüzünü boyuyordu ve o yüzde giderek ilk başta ciddi sonra iyice mutlu bir hal alan bir ifade oluşmuştu. Christian ise istediği kadar haykırabilirdi. Onu hiç kimse hatta hiçbir şey bile duyamazdı bu odanı dışında kalan. Tavandaki kirişlerden bir fare hızla geçti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://atlantis.benimforum.org
Bu yazıyı burda paylaş : reddit

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3 :: Yorum

avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:32 pm tarafından Kybelle
Vera Darcey Maguire

KÂBUS İÇİNDE KÂBUS

Kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Issız bir ormanda, gecenin bir körü etrafına bakınıyordu. Neredeydi? Buraya nasıl gelmişti? Ağaçların dalları arasından vuran dolunayın sahte ışığı yüzünü aydınlattı bir ara ama anında yok oldu çünkü kapkara bulutlar önüne geçmişti. Hafif bir rüzgâr esti ve bununla birlikte üşüdüğünü hisseti. Rüzgârı teninde hissedebiliyordu sanki hatta daha da ötesinde, rüzgâr teninde esiyor gibiydi. Üstüne baktı ve küçük bir çığlık attı. Yarı çıplak denilebilecek bir şekildeydi. Altında bir paçası yırtılmış eski ve kanlı kaprisi, üstünde ise iç çamaşırı vardı. Endişelendi. Endişe denilen o berbat şeyi hissetti belki ilk defa değil ama oldukça yoğun bir şekilde. Yo, hayır bu endişe değildi, bu korkuydu. Saf korku ve Vera ilk defa saf korkuyla karşılaşıyordu. “Darcey, hayatım neredesin? Kaçman yersiz… Bugüne kadar kimse kaderinden kaçamadı ve elbette senin kaderini de ben yazacağım…” Ses tok ve duygusuzdu. Nereden olduğunu tam olarak kestiremedi, sanki beyninin içinden geliyormuşçasına derindi. Bu erkek sesini tanıyordu bir yerden ama nereden olduğunu bilmiyordu. En önemlisi derinliklerinden, taşlaşmış kalbinin içinden gelen bir ses kaçması gerektiğini söylüyordu. Duyduğu korkunun daha da arttığını hissetti ve nereye gittiğini bilmeden çıplak ayakla koşmaya başladı. Ayağına batan çalı dikenleri, çocukluğundan beri kendisini korkutan baykuş ve her türlü diğer canlı sesleri… Hiç birini umursamadan koşmaya devam etti. “Asla kaçamazsın!” Eğer imkânı olsaydı beynini söküp atardı çünkü artık emindi; bu ses beyninden geliyordu. Kendi kendisinden kaçıyor gibiydi bu durumda. Beyni sanki birileri tarafından yönetiliyordu. Yorulduğunu hissederek durdu ve sırtını ağaçlardan birine yasladı. Derin derin nefes alıp veriyordu. Göğsünün nefes alışlarıyla inip çıkmasıyla birlikte endişeleri ve korkuları da artıyordu. Doğruldu ve ellerini başına götürerek saçlarını tuttu. “Beynimden defolup git!” diye haykırdı isyankâr bir sesle. O anda bağırarak daha kolay yakalanacağını düşünemeyecek kadar aptal ve sersemlemiş durumdaydı. Arkasında birisinin varlığını hissetti ve toparlandı. Yaslandığı ağaçtan sırtını çekti ve geri dönerek ağaca baktı. Kaçmak için çok geç olduğunu biliyordu. Bir elin saçlarında dolaştığı hissetti. Ardından o el saçlarına dolandı ve Vera’nın diz çökmesine neden oldu. Acıyla inledi ve başını bunu yapanın kim olduğunu görmek çevirmeye çalıştı ama başaramadı. Zaten birkaç dakika sonra o el saçlarından çekildi ve elin sahibi tam karşısında durdu. Derin soluklar alarak karşısında duran adamın ayaklarına baktı. Aslınsa tam olarak bakamıyordu da, göremiyordu çünkü karanlıktan ve aynı zamanda korkudan. Başını kaldırmak istiyor ama aynı zamanda korktuğu için kaldıramıyordu. Ne o cesareti nereden bulduğunu ne de başını nasıl kaldırdığını biliyordu ama gördüğü surat karşısında nerede ise dilini yutacaktı. “J-Jared…” diye fısıldadı ya da içinden de söylemiş olabilirdi. Ağabeyi, kız kardeşinin önünde eğilirken Vera’nın aklından bir sürü şey geçiyordu. Kendisini bu hale ağabeyi sokmuştu, bu gayet netti. Peki neden? Solukları düzene girdiğinde Jared’in eli yüzünde dolaşıyordu. Kan bulaşmış yüzünde hissettiği ellere gözleri kapalı cevap veriyor gibiydi. Kan… Kimin kanı? Kendisinin kanı olamazdı çünkü hiçbir yerinde yara yoktu, öyleyse kimin kanıydı? Ağabeyinin içi kadar karanlık bulutlar dolunayın önünden çekilip de ay ışığı tekrar yüzüne vurduğunda, yüzünde gezinen el ya da eller boynuna inmişti ve yavaşça sıkıyordu boğazını. Aldığı nefesler azalırken karşı koymadı, çünkü biliyordu ki Jared, asla ona nedensiz zarar vermezdi. Kendisini şu anda öldürse de seviyordu ağabeyini ve güveniyordu ona. Yaşıyor olmak ama öleceğini hissetmek ne garip ve ne tanrısal bir duyguydsu. Gözleri yavaş yavaş kapandı ve kendisini ölüme teslim etti. Ne bir sitem, ne bir öfke duyuyordu, hissettiği tek şey huzurdu…

Gözlerini yavaşça açtı. Ölmüş müydü? Hala nefes alıyordu ama. Demek ki babası yalancının tekiydi, öldükten sonra yaşam vardı ama bir terslik olduğunu fark etti. Yattığı yerden doğruldu ve kendi yatağında uzanmakta olduğunu gördü. Loş odasına, hafif aralık perdeden giren ay ışığından başka ışık girmiyordu. Yatağından kalktı ve etrafına bakındı şaşkınca. Saat kaçtı? Günlerden neydi? Gözlerini ovuşturarak boy aynasının önüne geçti ve aynada kendi zıttına baktı. Gördükleri kötü birer kâbustan ibaretti sadece. Bunu düşündükçe içi rahatladı, derin bir nefes aldı ve aynada kendisine bakmaya devam etti. Ne kadar da berbat görünüyordu. Bir kâbusun kendini bu kadar derinden etkileyebileceğini düşünememişti? Jared haklıydı; bundan sonra daha erken yatmalı ve yatmadan önce abur cubur yememeliydi. Yüzünü yıkayıp geri yatmayı planlıyordu. Odasında ki kişisel banyosuna gitti ve tıpkı planladığı gibi yüzünü yıkadı. Ardından lavabonun üzerindeki aynada kendine baktı. Bir de ışıkta görmek istiyordu kendini. Aynanın camı mat ve buğuluydu. Bu yüzden aynadaki görüntüsü de bulanıktı. Vera aynadaki görüntüsüne acayip hareketler yaptı- bunu arada sırada yapardı-. Aynada ki görüntüsü de ona, tahmin edilebileceği gibi, yaptıklarının aynısını yaparak karşılık verdi.
Ancak bir an korkunç bir şey oldu. Bir keresinde, küçücük bir tek saniye süresince, aynadaki kızın her iki gözünü de kırptığını gördü. Vera korkuyla geri çekildi. Eğer kendisi iki gözünü kırpmış olsaydı, aynadaki görüntüsünün de iki gözünü kapamış olduğunu nasıl görebilirdi? Daha da ötesi, sanki aynada ki kız gözlerini Vera’ya kırpmış gibiydi. ‘Seni görüyorum Vera!’ demek ister gibiydi. ‘Ben aynanın öbür tarafındayım.’ Vera kalbinin korkunç bir hızla çarptığını hissetti. Aynı anda uzakta havlayan bir köpek sesi duydu. Ardından cam kırılması sesi, daha doğrusu karşısında durduğu ayna aniden parçalanmış ve aynanın öteki tarafında ki ‘diğer Vera’ boğazına yapışmıştı. Çığlık atıp Jared’i çağırmak istedi ama ‘öteki Vera’ kırık ayna parçalarından birisini almıştı ve şah damarını kesmişti. Banyonun ortasında ise şimdi sadece Vera’nın cansız bedeni bir kan gölü içerisinde yatıyordu ve şah damarına doğru gitmiş olan elinde de kırık aynanın bir parçası vardı.

Çığlık atarak uyandı. Rüya içinde rüya, daha doğrusu kâbus içinde kâbus görmüştü. Hoş, şuanda da gerçekten uyanıp uyamadığını kestiremiyordu. Yatağından doğrulmak istedi ama korkuyordu. Yine de doğruldu. Derin derin nefes alıyordu ve feci şekilde terlemişti. Ağlamaklı olduğunu fark etti ve saate baktı. Pek geç sayılmazdı neyse ki. Tam o esnada kapısının tıklatıldığını duydu. Telaşa kapılarak yatağından fırlayarak saçını başını düzeltti nedensizce. Bir süre korkuyla kapıyı açıp açmamakta tereddüt etse de hemen ardından kapıyı aralayarak açtı. Karşısında Jared’i görünce de biraz daha araladı fakat sonuna kadar açmadı. Hala korkuyordu ve rüya görüp görmediğinden emin değildi. Yüzüne şirin bir ifade yerleştirmeye çalışarak ağabeyine baktı. Sonsuza dek güveneceği tek erkeğe… “Hazırlan, bir işaret aldım bu gece başlıyoruz. Bodruma in ve kararlaştırdıklarımızı al. Diğerlerini de ben halledeceğim.” Ağabeyinin sesinde ki ciddiyet fark edilmeyecek gibi değildi. “Ne işareti acaba?” diye düşünmeden edemedi ama ağzını açıp tek kelime etmedi. Başını tamam anlamında salladı. Bu saniyeden sonra geçici olarak ağabey-kardeş değillerdi, ortaktılar. Birbirlerinin ebedi ve tek sırdaşları olduklarını, sonsuza kadar birlikte olacaklarını biliyorlardı. En azından Vera biliyordu. “Ve eğer korkarsan şunu unutma. Geleneklerimiz en değerli varlığımızdır. Onları kaybedersek birer zavallı oluruz. Ruhumuz asla kendimize ait olmaz. Huzur bulmayan atalarımız da bizi delirtene kadar rahat bırakmaz.” Korkmak mı? Hayır, Vera korkmuyordu, aksine bu iş için –bundan iş olarak bahsedebilecek kadar soğukkanlıydılar- sabırsızlanıyordu. Gülümsedi, karanlık, tekinsiz bir gülümseyişti. “Hadi çabuk. Zaman azalıyor. Baloyla ilgili işlerimiz dururken erkenden uyumak aptallığını yapmam yetti. Bir de iyice gecikmek hiç iyi olmaz.” Tamam, anlamında başını salladı ve ağabeyi giderken o da odasına girip üstünü değiştirdi. Elbette önce duş alması gerekiyordu fakat duş almak için yeterli zaman yoktu, bir an önce işi halletmeliydiler. Sıcacık duşu her zaman yapabilirdi. Rahat kıyafetler giymek istiyordu cinayet esnasında istediği gibi hareket etmek için ama işleri bittikten sonra baloya katılacaklarından fazla dikkat çekerdi bu. Altına siyah bir pantolon ve üstüne eskimiş, yer yer çamaşır suyu izleri olan bir t-shirt geçirdi ve hemen ardından eflatun, gri elbisesini çıkarttı. Zevkini konuşturarak aldığı ikinci elbiseydi. Genelde erkek gibi olduğu için elbiselerden nefret ederdi ve hayatı boyunca sadece lise balosunda, mecbur kaldığı için elbise giymişti. Bu ise ikinci olacaktı ve iç ferahlatıcı bir renk seçmişti şüphe çekmemek için. Elbisesini düzgünce kılıfına yerleştirdikten sonra ayakkabılarını da sırt çantasına koydu ve koşar adımlarla bodruma gitti. Merdivenleri ikişer üçer adımlarla inmişti. Kararlaştırdıkları şeyler paketlenmiş bir biçimde hazır duruyorken bunların o kadar da küçük şeyler olmadığını fark etti; testere, bir sürü kesici alet, koli bandı, halat, tel, birkaç şırınga, dikiş malzemeleri… Tüm bunlarla neler yapacaklarını tam olarak bilmiyordu Vera. Kendisini ağabeyi yönlendirecekti. Bazen ona acıyordu. Çünkü biliyordu ki Jared sadece rüyalarının esiriydi. O cinayet işlemiyordu, gördüğü rüyalar işletiyordu… Evet, eğer bir gün yakalanıp da birlikte mahkemeye, hâkim karşısına çıkarlarsa tam olarak böyle diyecekti. Kendi kendine gülerek malzemeleri yukarıya, arabaya taşıdı. İşi bittiğinde ise mutlu bir ifade ile arabaya bindi ve Jared’i beklemeye başladı.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:32 pm tarafından Kybelle
devam

KÂBUSLARDAN UYANIŞ

Susamıştı fakat bu öyle bir susuzluk değildi. Kana susamıştı, vahşete açtı ve birlerinin canının acıdığını görmek istiyordu. Sadist tarafı açtı ve o tarafı az sonra doyuracaktı. Elbette ne kadar tatmin etmeye çalışsa da o tarafı asla doymuyordu ve doyacağa benzemiyordu. “Vera, korkuyorsan sen burada bekle. Ben halledip geleyim.” Kaşları sinirle büzüştü. Jared’in arabadan inmeden söylediği bu sözler moralinin bozulmasına neden olmuştu. “Şaka mı yapıyorsun? Uzun zamandır bugünü planlıyorduk, beraber… Asla bu anı kaçırmam ve korkmuyorum.” Jared bu sözlerin ardından başını tamam anlamında sallayıp arabadan inmiş, ardından içeri doğru eğilerek tekrar bir şeyler söylemişti. “Ben hediyemizi yakalayayım. Sen de sözleştiğimiz yere git. Önerim ortamı ısıtıp hazır etmen.” Jared’in karanlığa doğru yürümesini izledi ve o gözden kayboluncaya kadar arabadan inmedi. Nihayet ağabeyi gittikten sonra arabadan indi ve bagajı açarak tüm malzemeleri tek tek okulun sadece hademe tarafından bilinen bodrum katına götürdü. Yedek anahtarı olduğu için şanslıydı ama bu yedek anahtarı yaptırmak için uzun ve işkence dolu birkaç hafta geçirmişti. O hademe bozuntusuyla ilgileniyormuş gibi yapıp tüm okula rezil olduğu yetmiyormuş gibi gece onun kaldığı küçük kulübeye gitmişti. Elbette Vera kişiliği kuvvetli bir kızdı ve ne yaptığını çok iyi bilirdi. Yanında götürdüğü bir şişe şarabı adama içirerek onun sızmasını sağlamış, ardından bodrumun anahtarını alarak yedeğini çıkartmıştı. Ertesi günse hiç kimse anahtarın yokluğunu fark etmeden geri koymuştu. Önce esas malzemeleri ardından da kıyafetlerini, ne de olsa işleri biter bitmez üstünü değiştirmesi gerekiyordu. İşe yatağı hazırlamakla başladı. Chris’in hayatı boyunca gördüğü en rahat(!) yatak olacaktı. Her tarafından yaylar fırlayan yatağı hazırladıktan sonra eski, yamuk duran ve tek ayağı sağlam olmayan tahta masanın üzerine getirdiği tüm işkence malzemelerini koydu. Eteri de unutmamıştı… Ne de olsa Jared zavallı Chris’i baygın getirecekti ve onu ayıltmak için eter en iyi yöntemdi. Her şeyi hazırladığında ağabeyi kapıdan içeri girmişti ve yanında kız kardeşi için bir hediye vardı; Christian. Jared’e yardım ederken yüzüne yayılan gülümsemeye engel olamadı. Kalbi aniden hızlı hızlı atmaya başladı ama bu korkudan değildi. Hayır, bu korku olamazdı. Olsa olsa heyecan ve arzusuna ulaşmış birinin sevinci olabilirdi. Hazırlıkları bittikten ve Chris yavaş yavaş eterin etkisiyle kendisine geldikten sonra biraz geriye çekildi ve Jared’i izlemeye başladı.”Oh ne güzel bu yılkı doğum günü hediyesi uyanıyor. Biliyor musun hep birine el ürünü hediye vermeyi sevmişimdir. Umarım Ice da aynı şekilde sevinir buna.” Bu sözler üzerine güldü ve gözlerini devirerek yanıt verdi. “Nankörlük etmese iyi olur, hayatı boyunca böyle güzel bir hediyeyi başka hiçbir yerde bulamayacak.” Ardından ağabeyi işine başlamadan önce Chris’e yaklaştı ve başını onun başının üstüne uzattı. Eliyle göz bağını hafifçe çıkartma için hamle yaptı ama daha sonra vazgeçti. Soluk alış verişleri çocuğun suratında hissedilebiliyordu ve bu kesinlikle onu daha fazla korkutuyor olmalıydı. İşaret parmağını pürüzsüz yüzünde gezdirmeye başladı çocuğun. “Ah, Jared!” diye tısladı ağabeyine bakmaksızın “Şuna bak, ne kadar da yakışıklı. Yazık olacak doğrusu, Ice yerinde olsaydım böyle bir çocuğu asla yanımdan ayırmazdım.” Parmağını gezdirmeyi kesti ve Chris’in dudaklarına tatlı ve sadistçe bir öpücük kondurdu. Geriye çıktığında Jared elinde testereyle çoktan hazırdı.”Sevgili kardeşim dikiş işi senin birtanem. Bu konuda beceriklisin bu yüzden benim kestiğim organları hemen dikmeye başlayacaksın. Tabi son keseceğim kafa hariç Onun için farklı bir planım var.” Sonra Chris’e baktı ve gülümsedi. “Sen de hatırlıyorsun onun ne olduğunu değil mi?” Testere çalıştığında Vera’nın gülümsemesi silindi ve sabırsızlandığını hissetti. Bir an önce açlığının yatışmasını istiyordu, tatmin olmak istiyordu. Chris’in acıyla haykırışları testerenin motor sesiyle karışıyor ve bu Vera’ya daha büyük bir zevk veriyordu. Gülümsemesi tekrar yüzüne gelirken dikiş takımını hazırlıyordu. Elinde iğneyle Jared’in yanına gittiğinde gördüğü manzara tatmin olmasına yetmemişti. İçindeki canavar daha fazlasını istiyordu, daha fazla kan, daha fazla haykırış, daha fazla acı… Evet, daha fazla kan istiyordu fakat daha fazla kan gördükçe içi bir hoş oluyordu. Aniden başının döndüğünü hissetti ve yandaki tahta masaya tutundu. Midesi bulanıyordu. Kusmak istiyordu. Ağlamak istiyordu. Kusarken ağlayabilmek istiyordu. Chris üzerinden çevirdi bakışlarını ama içindeki canavar rahat durmuyordu. Tekrar döndü haykırışların kaynağına, karanlığın merkezine… “Daha fazla dayanamayacağım!” diyerek olduğu yere kustu. O esnda testere sesi de kesilmişti. Ya Jared kardeşinin halini fark etmişti ya da kesim işi bitmişti. Elindeki iğneyi masaya bıraktı ve ağabeyine doğru bir hamle yaptı. Gözleri kararıyordu ve sanki kafasının içinde tam tam dansı yapıyorlardı. “Veeraa!” Bir uğultu duyuyordu, adıyla kendisine sesleniyorlardı. Derinden geliyordu, çok derinden. Ayaklarının kendisini taşıyamadığını hissetti ve olduğu yere yığılıp kaldı. Kandan hoşlanıyordu, daha doğrusu canavar olan tarafı hoşlanıyordu fakat diğer yanını kan tutuyordu. Ağabeyinin kendisine doğru bir hamle yaptığını hissetti ve bilincini kaybetti.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:33 pm tarafından Kybelle
Christian Gavin Manheim

Gladiatorun Düşüşü

O gün bütün yaşadıkları birer kabustu ve yavaş yavaş yaklaşan sonuna inat cessur olmaya çalışıyordu.Jared'in kendisini bir odaya getirip bağlamasına kadar hiçbir şeyi hatırlamıyordu tek hatırladığı odanın içinde dolaşan ayak sesleriydi.Küçük bir Kristalin içinde ışıklar oynaşıyor gibiydi.Oynaşıyor ve değişiyordu.Birkez daha odanın içinde biri dolaşabileceğini düşündü Xtian.Belkide gözkapaklarının kapalı olmasına rağmen yinede hissettiği ışığın yerini değiştirmişti birileri.Başını kaldırıp bakmak ne yaptıklarını görmek istedi.Üzerine yansıyan ışıktan gözlerini alamadığını hissetti.
Kristalin içinde gerçekten bir şeyler kıpırdıyormuydu? Sis miydi bu? Birden bire iki yanında güneş ışıkları ,şekiller belirdi...Sıralar sıralar, yüzlerce ,binlerce oradan oraya giden ,bağıran alkışlayan insanlar...
Sonra altında...hemen altındaki arenada, Xtian bu insanların neyi seyrettiklerini görebiliyordu.İki erkek dövüşüyordu! ikiside üniforma giyinmişlerdi.Güneş ışıkları miğferlerini,zırhlarını ışıl ışıl parlatıyordu.İki erkeğin kılıçları birbirine her deyişte seyirciler bağırıyorlar alkışlıyorlardı.Kalabalığın bağırışı giderek artıyordu.Şimdi çığlık çığlığaydılar.Xtian onların ne söylediklerini anlamıyordu.Ama kazananı övdüklerini kaybedenide yerdiklerinin farkındaydı.Şimdi biri yanına gelmişti.Farkındaydı bunun.Bu kişiyi görmediği halde varlığını,otoritesini hissediyordu.Bakışlarını iki erkeğin dövüşünden alamıyordu bir türlü.
Birden bire dövüş sona erdi.Elinde kısa bir kılıç bulunan adam bunu kaybedenin boğazına dayamıştı.Dönüp adamı bağışlasınmı,yoksa kılıcı boğazına saplasınmı diyeceği an gelmişti.
Xtian bu anın giderek yaklaştığını sorunun sorulacağını,cevabın verileceğini hissediyordu.Kalabalığın bağırışlarının haykırışlarının birden bire kesildiğini arenayı derin bir sessizliğin kapladığını hissetti.Onlarda işaretin verilmsini bekliyorlardı...Çünkü işaret bir tek kişi tarafından verilecekti.İşareti verecek kişi Xtiandı.Başını hafifçe yana çevirdiğinde yanıda oturan kadının üzerine beyazlar geçirmiş ve bir taç takmış olan kadının Ice olduğunu farketti.Nefesini tuttu,yalnızca kalbinin atışını,benliğini kaplayan kaygının farkındaydı.Şimdi kalabalık işareti vermeye başlamıştı.Ellerini baş parmakları aşşağı gösterecek şekilde kaldırıyorlardı.Ölüm diye haykırıyorlardı.Yenilenenin öldürülmesini istiyorlardı.O anda Xtian içinde bir şeylerin patlar gibi olduğunu hissetti.Sanki dayanacak gücü kalmamış gibiydi.Arenadaki adama verilecek ölüm,yada kalım işareti kendisinide içine alacaktı sanki.Galip Xtiana ve yanında oturan kadından tarafa Ice doğru bakıyordu.Dudaklarında bir güülmseme vardı.Zafer gülümseyişiydi bu.Yenik düşen adam yanına diz çökmüştü.Başını kaldırmıştı.Yüzünden ölüm okunuyordu ama korku yoktu.
Yenik düşenin gözleri açıktı.Arenanın toz ve kanla karışık uzaklığı içinde bu bakışlar Xtianınkiyle buluştu.Genç adam içinde bulunduğu çıkmaza ve perişanlığa rağmen bu gözlerdeki aşkı sevgiyi okuyabiliyordu.Xtianın arenadaki yenik halini görmek ve kraliyet tahtındaki haliyle kıyaslamak bütünü düşüncelerini altüst etmişti. Onun yanındaki kadına bakarkenki aşkı hissedebiliyordu.Bu içinde nefret uyandırmıştı arenadaki kendi haline kindar bir şekilde bakıp baş parmağını aşşağı indirdi.Ölüm kararı verilmişti Ice aşk dolu bakışlarla bakan gladiatör öldürülmeliydi...

Hayallerden Sıyrılmak ve Kaçınılmaz Son

Sonunun yaklaştığını biliyordu,karşısında kendisine acımasızca bakan katili süzdü eli kolu bağlanmıştı .Jared'in elinde testere vardı.Kendi sonunu kendi hazırladığı aptalca bir hikayeyle bitiricekti demekki.
''Öykün harikaydı doğrusu. Bu yüzden ilk olarak seni seçtim Christian. Bir adamın canlı canlı doğranıp aynı zamanda o doğranan organın yerine iğne iplikle yeniden dikilmesi fikri gerçekten hoş teoride. Şimdi bunun gerçeğinin ne adar eğlenceli olacağını hep birlikte göreceğiz.''
"Beni kendi planladığım bir hikayeylemi öldüreceksin hayal gücün bu kadar kıtmı Jared"dedi mırıltılı halde, korkmuyordu artık çekeceği acıdan ölümden hiçbirşeyden korkmuyordu.Bayıldığında gördüğü arenadaki gladiatör'dü şimdi Chtristian , o zalim kıralsa Jared'di.Hayatının yavaş yavaş elinden alınıp çekilmesini izlemek zorundaydı.Ölücekti kaçınılmaz sona yavaş yavaş gidiyordu üstelik en kötü şekilde öldürülüyordu.Testereyle kendisine yaklaşan Jared'in söylediği sözleri duyduğunu sanmıyordu."Ölsem bile seni rahat bırakacağımımı sanıyorsun sana azap olucam Jared bedenim değil ruhum peşini bırakmayacak her geçen gün biraz daha zihnine girip sana eziyet edicem"dedi oysaki katil dediğini duymuyordu bile testerenin çıkarttığı sesten.Yavaş adımlarla kendisine yaklaşıp bacağını doğramaya başladığında acı bir çığlık attı bedeninin her zerresi acıyor ,sızlıyor,işkence çekiyordu."Aşşağılık heriffff!"dedi kendinden geçirircesini bir sızıyla ve son kez Jared'in gözlerine baktı oluk oluk kan bedeninden boşalırken buz kesiyor üşüyordu.Ruhunun bedeninden yavaşça çekildiğini hissediyordu.Son bakışlar son acı...
Artık hiçbirşey hissetmiyordu.Tek hissettiği boşluktu.Yattığı yerde doğruldu şaşılacak derecede sağlam hissediyordu kendini.Nasıl oluyorduda ayağa kalkabiliyordu ki?Demin Jared testereyle bacağını kesmemişmiydi? Binlerce soru geçiyordu ? Jaredi görebiliyordu yavaş bir şekilde arkasına geçti sırtına dokunucaktı.Fakat...dokunamıyordu Xtianı hissetmiyordu bile.Bir kaç defa yumruğunu salladı sırtına darbeler indirmeye çalıştı ama nafile sanki eli büyük bir boşluktaymışçasına geçiyordu ve Jared dokunuşlarını hissetmiyordu.Ellerini çaresiz bir şekilde birbirine bağladı.Olduğu yerde döndü birden gözüne bir ceset ilişti.
Ölmüştü...orda kanlar içinde yığılmış hâlâ işkence yapılan cansız bedeni görmüştü.Bağırmak çığlık atmak istiyordu ama yapamıyordu bir türlü."Ice..." onu hayattan aşktan almıştı ,artık yoktu Christian dünyada sadece bir toprak parçası olucaktı artık oda cesedi bulunupta sevdiklerine teslim edilirse.Ya bulunmazsa... Bedeninide bir çöplük bir hiçlik gibi bırakırlarda ebediyen unuturlarsa...Ice'ı burada bekliycekti ruhu ebediyen onun olucaktı...Taki oda bu dünyayı bırakıp yanına gelene kadar...

Hayat ve Ölüm

Güneş tepelerin üzerinden erguvan renkli gökyüzüne usulca uzanarak yükselirken.Vadide sabahın erken sakinliğindekuşlar birbirlerine seslenmeye başlamışlardı bile.Xtian nemli otların üzerinde oturmuş,göz kamaştırıcı renklerin kaynaştığı parlak gökyüzünü sessizce seyrediyor,ağalardaki yapraklar diri bir meltemle hışırdıyorlardı.Kuşlar kısa sürelerle susuyorlardı,ama yinede vadinin ürpertici güzelliği içerisindeydiler.İneklerin dolaşıp otladıkları bereketli çayırları,geniş azametli tepeler çevreliyordu.Genç delikanlının babasının çiftliği,dolup taşan mısır tarlaları,ceviz ağaçları,üzümleri ve en büyük verimi kaynağı sağlayan doğurgan hayvanlarıyla bin dönümlük bir alanı kaplıyordu.Manheim çiftliği yüzyıldan beri faydanılan yerdi ama Xtian orayı kendilerine sağladıklarından dolayı değilde,olduğu gibi seviyordu.Tok nahoş bir sesle şarkı söylemeye başlayıp,uzun otların meltemde hafif hışırtısını izler kumral saçlarında güneş ışıklarının sıcaklığını duyarken,sanki oradaki ruhlarla sessizce konuşur gibiydi..Gözleri yas semasının rengindeydi.Ayaklarının altındaki nemli otları ezerek,aniden nehire doğru koşmaya başladığında bacakları uzun ve kaslıydı.Pürüssüz gri renkli bir kayaya oturdu.Taşların üzerine ulaşan güneş ışıklarını seyrederken.,buzlu suların ayaklarının üzerinde oynaştığını hissetti.Güneşin yükselişini seyretmeyi,tarlalarda koşmayı,başına buyruk olmayı,tabiatın içinde ,canlı,genç ve özgür,orada bulunmayı seviyordu.Müziksiz olsa bile çevresindeki şeyler sihirli bir şekilde dalgalanırken oturup şarkı söylemekten hoşlanıyordu.Onu işitecek sadece tanrı varken,şarkı söylemek özel bir şey oluyordu.Davarlarına bakacak çiftlik yanaşmaları,mısır ürünü,bağlarla uğraşacak meksikalılar bütün bunları yönetecek babası vardı.Ama bu toprağı ondan babası Jason Manheimden farksız gönülden seven biri daha bulunuyordu.Erkek kardeşi Neil okul dönüşlerinde babasına yardım ediyordu,ama onaltısından sonra arabayı alıp arkadaşlarıyla gezmek daha ilgisini çeker olmuştu.Babasının koyu renk saçlarına sahip bu yakışıklı çocuk,vahşi atları ehlileştirmede ustaydı.Ama ne o nede kız kardeşi Xtianın şiirsel güzelliğine ve çekiciliğine sahiptiler.O gün kızkardeşinin düğün günüydü.Xtian büyük annesinin ve annesinin mutfakta düğün hazırlıklarıyla uğraştığını biliyordu.Güneşin dağların üzerinde yükselişini seyretmeye kaçarken onların konuştuğunu duymuştu.Her ikiside o kadar heyecanlıydılarki büyük kızlarını evlendirmek onlar için büyük bir başarıydı ama Xtian ablasını sevmezdi ondan kurtulmasının hayatında büyük bir şans olduğunu düşünürdü.Kendisine sürekli eziyet edip her fırsatta ezmeye çalışan birini ne kadar sevebilirdinki zaten.O gün ilk defa birinden kurtulacağı için sevinmişti.Zaman gelipte yaşı biraz daha büyüdüğünde bu Vadiden ayrılıcak ve ailesini unutucaktı şimdiye kadar yaşadığı hayatında bulunduğu yerin zorlukları ve güzelliklerde olmuştu.Vadinin güzelliği Xtianı her zaman cezbetmişti ama ileride büyük bir adam olabilmek için bu kimsenin haberi bile olmayan fakat bir o kadar eşsiz güzelliğe sahip vadiden ayrılmalı ve kendi hayatını kurmalıydı...Ama ileride hayatına bir son verileceğini bilemiyecek kadar küçüktü o zaman...

Yasemin ben yazdım ama sanırım güzel olmadı sen düzeltirsin kafana göre idare et.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:33 pm tarafından Kybelle
Jared Maguire

İmkansızlıktan Bir Parça: Günahından Kaçmak

Herkes içinde kalbinin sol gözünde alevlerini salmaya, göğüs kafesini yakıp kavurmaya niyetli birer şeytan taşır. Bu şeytanın hepimiz farkındayızdır. Onu genelde hiçe saymaya, batırıp susturmaya çalışırız. Bazen ona uyarız ve zehir kusan fısıltılarının çekimine kendimizi kaptırırız. Ama farkında olmadığımız şey vardır. O da bu şeytan sandığımızın aslında tamamen bizim parçamız, hem de tamamen bizimle doğan, daima bizim olacak ve akrabalarımızla olan bağlarımız gibi bizden hiç kopmayacak birşey olduğudur. Kişiliğimizin en yerleşik parçalarındandır bu. Bizi iyi şeyler yapmaya, hoş görünümlü kalıplara sokan şeyle aynı şahsa aittir, bize. Jared de bunun tam olarak farkında değildi işte. O kişiliğinin bir parçası olduğunu kabul edemiyordu bu canavarın. Ona farklı anlamlar yüklüyor onu tamamen kendinden ayrı bir şey sanıyordu. O yanından nefret ediyordu aynı zamanda büyük saygı duyuyordu. Kız arkadaşını öldürdüğünde daha beter ayırıma girmişti işte bu yanı ile. Onu tamamen kendinden farklı, korkunç, bağımsız bir birey gibi görüyordu. Onu büyük babası ile bütünleştiriyordu giderek, kötü kalpli ölülerin huzur bulmadıkça onların ruhlarını ziyaret ederek onları zayıflatmaya, delirtmeye çalıştığına inanırdı çocukluğunda. Şimdi de büyük babası gelmiş ve kendisine dadanmıştı. Mektuplarını okuduğu kısa zaman önce büyük bir katil olduğunu öğrendiği adamdan her zaman korkmuştu. Mektuplardaki şifreleri çözerek onun gizli odasını bulmuş, notlarını okumuş ve kendisi ile giderek daha fazla özdeşleştirmişti. Şimdi de onunla geçirmediği vaktinin olmayacağına kanaat getirmeye başlamıştı. Eğer onun şu son istediğini yerine getirip yeni açılan klubun hikayelerini teker teker gerçeğe çevirmezse asla ondan ve onun çevresindekileri hatta kız kardeşini yok etmeye sevk eden hırsından kurtulamayacaktı. Ama bu sırada farkında değildi gerçekte var olmayan şeye hayat verdiğini. Korkularını ve sanrılarını güçlendirip gerçekten kontrol edilemez hale koyduğunu. O bundan kurtulmanın ilk yolu olduğunu düşündüğü şeyi yapmayı hiç istemediğini sanıyordu. Bu yüzden alternatif yollar arıyordu. Bu yollardan birini de şu anda uyguluyordu: Bir din adamından yardım istemek... Kilisenin alegorik ve sembolik çizimlerle, rengarenk, Hz. İsa, Hz. Meryem, Aziz ve melek resimleri ile donatılmış şatafatlı tavanının altında ilerlerken peş peşe dizilmiş tahtadan sıraların, karşıda duran sunakta çarmha gerilmiş isa heykelli haçın ne kadar huzur verici olduğunu düşünüyordu. Oysa çocukken babası onu buraya, bu kiliseye getirdiği zaman oldukça korkmuştu. Azizlerin ürkütücü bakışları, başındaki dikenden taç ve ellerindeki çivilerle acı çeken İsa'nın tasviri, hepsi ama hepsinden kötüsü kendinden geçmiş gibi cehennemi anlatan tıknaz, kısa boylu yaşlı bir peder onu o kadar dünyanın güvenli ortamından alıkoymuştu ki başka bir şey düşünemez olmuştu oradan kurtulmak dışında. Sonunda kurtulduğunda o akşam hayal edemeyeceği cehennem zebanileri, ne kadar yaramaz pis çocuk olduğunu söyleyen ve İsa'nın onun yüzünden acı çektiğini haykıran sert bakışları ile iyice koırkunçlaşmış, başında haresi ile bir aziz vardı. Arka planda ise çarmıha gerilmiş olan Hz. İsa çığlık çığlığa haykırıyor ve daha çok korkmasına nedenoluyordu. O gece sabahı zor etmişti Jared. Kilisenin içi kutsal suyla dolu sunağıan geldiğinde cebinden çıkardığı bozukluğu suya attı. Sonra günah çıkarma hücrelerinin olduğu yöne doğru ilerlemeye başladı. iki basamaklı, geniş merdivenlerden çıkarak adına kadar atılmış oldukça büyük kapıdan içeri girdi sessizce attığı adımlarla. İçeride birçok günah çıkarma kabini vardı. Ama bunlardan sadece birinin kapısı açıktı. Açık kapısı olan kabine yöneldi. İçeri girip kapıyı ardından kapattı ve tahtadan sandalyenin üstüne oturdu. Peder'in penceresine hafifçe vurdu. Pencere açıldı ve Arada kalan tahtadan kafesin ardından pederin gölgesi belirdi.

''Ne zamandan beri günah çıkarmıyordunuz çocuğum?'' diye söz başladı peder. Jared bir an düşündü. Oldukça uzun bir zaman olmuştu. Bu süreç içerisinde pazar ayinleri için bile aşındırmamıştı buranın kapısını. Bir süre sustuktan sonra söze başladı. ''Hatırlanmayacak kadar uzun zaman önce peder. Şu anda bile tam olarak günah çıkarmak için geldim sayılmaz. Birine danışmam gerekiyordu. Ölümle ve ölülerle ilgili. Bu yüzden din adamına danışmak en iyisi gibi geldi.'' dedi yavaş ve nazik bir sesle. Peder başını sallayarak hımmladı. Gölgesinden öyle anlaşılıyordu en azından. ''Dinliyorum.'' diye mırıldandı peder. Jared hafifçe öksürerek boğazını temizledi. Ceketinin dirseğinde duran oval şekilde, üzerinde ceketin markası bulunan deri yamaya takıldı gözleri. Asker yeşili ceketin üzerinde siyah bir deriydi bu. Ceketle ilgilenmeyi bıraktı biraz sonra. ''Peder ben öncelikle size günlerdir gördüğüm korkunç kabuslardan bahsetmek istiyorum. Hepsinde de büyük babam var. O bir atmaca ve bana saldırıyor. Sonra elime bir çapa alıyorum. Atmacadan kurtulmak içn savuruyorum. Sonra birinin başı düşüyor kimin olduğunu bilemiyorum. Ama şunu biliyorum ki o kişinin yüzü tanıdık hem de çok tanıdık. Hep aynı rüyayı görüyorum hep aynı.'' Bir an duraksadı. Asıl konuya gelebilirdi artık. ''Bu rüyaların bana bir işaret olduğunu düşünüyorum. Tanrı büyük babama bir izin verdi ve onun rüyama girmesini sağladı. Onu ölürken ziyaret ettiğinden tamamlanmamış işleri olduğunu söylemişti. Ona ne olduğunu sorduğumda bunu bana zamanı gelince anlatacağını söyledi bir gün ziyaretime gelip. Sonra çok dğil iki yıl kadar önce mektuplar geldi. Bir posta ile. Onları okudum açıp, günlükten kopan parçalara benziyordu. Ama bana hitap ediyordu hem de adımla. Direk adımla.'' biraz durup nefeslendi. Peder onu dinliyor muydu bimiyordu ama hafifçe başını sallayıp hımlayarak en azından dinliyormuş gibi görünüyordu. Onun bu dinliyor gibi görünme çabasını içten içe takdir etti Jaricy. İşini yapıyordu adam sonuçta. Konuşmasında devam etti yeniden. ''Bunu kız kardeşimle konuştum. Ve daha da kafam karıştı. Önce aldırış etmemeye karar verdim buna. Uzun bir süre hem de. Saçma gelmişti açıkçası. Ben batıl inançları hoş gören birisi değilim. Ancak rüyalarıma girmeye başladı ne kadar konuyu unutmaya çalışsam da, bana baskı yapmaya. Annem bana ölülerin görevleri tamamlanıp ruhu huzur bulmadıkça bunu yeine getireceğini ümit ettiği kişilere dadandığını anlartırdı. Çocukken inanırdım. Ve şimdi gene inanmaya başladım. '' Gözlerini kabinde gezdirdi. Sonra pederin gölgesine dikti taha kafesten pencereye vuran. ''Ne diyorsunuz peder? Ne yapmalıyım?'' Peder bir süre yanıt vermedi ona. Anlaşılan bu lafların deli saçması olduğunu söyleyecek ve en yakın psikoloğa randevu almasını önerecekti. Gergin bir şekilde dudakarını gererek donuk şekilde pencereye baktı ve bekledi cevabı. Bir süre sonra kabinde pederin rahatlatıcı ve güven veren, buulu sesi yankılandı. ''Evladım. Ruhun ferah olsun. Bazen ölülerin tamamlanmamış işlerinin yapılması gerekiyorsa Tanrı bize işaretler gönderir elbette. Eğer ki vicdanın rahatsız oluyorsa. Ve kendini diğer dünyaya bu yüzden hazır hissetmiyorsan bunu fazla ertelememeni öneririm.'' Jaricy teşekkür eder gibi başını salladı. ''Dediklerinizi yapacağım peder. Şimdi günah çıkartabilirim. Dün gece kardeşimle tartışırken....''

Yerine Getirilen İlk Vasiyet

Ah evet testere çok gürültü yapıyordu. Ama şu sinir bozucu oğlanın vızıltısını malesef net bir şekilde duyabiliyordu gene de. Bacağı kesmesi bitince yanıt verecekti ona. O zaman yarı agın hale gelecekti ama ayıltmak için elinde eter vardı sonuçta. Testereyi iyice bacağın içine batırdı. Kemiklerin kesilmesi çok kolay olmuştu. En son eti, deriyi bedenden ayırmak kalmıştı. Kurbanın bağlandığı yerde çırpındığını gördü göz ucu ile. Çok fazla çırpınıyordu. Onu yarı felç edecek iğneden yapmanın zamanı gelmişti. Aksi halde kan kaybedecek ve yeterince acı çekemeden ölecekti. Genç adamın attığı çılıkları müzikmiş gibi dinleyerek testereyi kapattı ve yere koydu. Sonra yavaş adımlarla masaya ilerledi. Bu sırada kardeşinin yere düşmüş bedeni gözüne çarptı. Eteri masadan aldı ve önceliği kurbana tanıdı. Onun kendine gelmesi için üstüne eter boşalttığı bezi yüzüne yaklaştırdı. Adam öksürerek kendine gelirken masaya tekrar döndü ve bezi bırakıp bir iğne aldı. İğnenin ucundak plastiği çıkardı ve masada bulunan ufak kapsülün içine daldırdı iğneyi. Onun içindeki saydam sıvıyı iğneye doldurduktan sonra pistona hafifçe bastırıp havanın çıkmasın sağladı. Kendine gelen adamın boynunu tuttu onun başını sebitlemek için ve boynunun diğer tarafındaki şah damarına batırdı iğneyi aniden. Sıvıyı boşaltıktan sonra çekti iğneyi.Felç etmenin yanı sıra kanın pıhtılaşmasını ve çok aşırı akmamasını sağlayacaktı. ''Hayal gücümü bu işe karıştırmayı umursuyor muyum sanıyorsun? Ah büyük ölçüde yanılıyorsun. Ben burada sadece sevgili öykülerinizi gerçeğe çeviriyorum. Bir öykü anlatıcısı için büyük bir mutluluk olmalı öyküsünün gerçekleştiğini görmek. Bence sevinmelisin.'' Çocuğu konuşacak halde olmadığını biliyordu. İğneyi yanda duran ufak çöp kutusuna fırlattı. Bir basketçinin inceliği ile tutturmuştu pota farz edeceğiniz çöp kovasını. Yavaşça ileleyerek masaya bir kere daha gitti ve eterle ıslanmış bezi alarak baygın yatan kız kardeşinin yanına gitti ve onun yanında çömeldi. Yüzüne doğru bezi tutarken gülümsüyordu ona. ''Hadi sevgili kardeşim. Uyan daha gecemiz çok uzun. İğne ipliğini hazırla birazdan dikmeye başlayacaksın. Ve vasiyeti yere getirmeye büyük katkılarından dolayı büyükbabam sana minnettar kalacak.'' Ardından ayağa kalktı ve kurbanın yanına gitti. Christian'ın son kez gücünü toparlayarak inlidediğini farketti. Sanki birşey demeye çalışıyordu. Neydi o? Ice mı? Hediyesini çok beğeneceğinden emindi Ice'ın. Özellikle de bu hediyenin son sözü kendi adı olan biri olması onu daha anlamlı kılmıyor muydu? Kesinlikle Jaricy'dan romantik bir aşık olurdu. Testereyi yerden eğilerek aldı. Onu çalıştırmadan önce bir şey eklemesi gerekiyordu. ''Ama öykündeki gibi bir annen olmadığı için yakınlarda biraz hayal gücümü çalıştırdım ve başı bir doğum günü hediyesi yapmaya karar verdim. Sevdiğine kavuşacaksın ne mutlu sana.'' Elinde tuttuğu testereyi gene çalıştırdı. Bir aslan gibi kükreyen testerenin kenarları sanki bir hayaletin dokusu gibi yar saydamdı. Bu durum ona hayaletlerin saydamlığının aslında kesiciklerinden olduğunu düşündürtüyordu. Testere ile ilk başta diğer bacağını kesti onun. Sıçrayan kan iyice üstünü boyamıştı. Christian artık çığlık atamıyordu. Acı dolu bir şekilde inildiyordu. Vera'nın yüzüne baktı bir an Jared. Belli ki bu çocuktan iyi etkilenmişti. Ona bir ağabeyin şefkati ile baktı. ''Ondan hoşlandıysan ona bir veda öpücüğü verebilirsin kardeşim. Merak etme ısıramaz felç durumda şu anda.'' Testere kurbanın kollarından birini ayırmıştı gövdesinden. Bağlarından yavaş yavaş kurtuluyordu beden ama birazdan yeniden bağlanacaktı Vera'nın dikiş mahareti sayesinde. Küçükken onun bebeklerine elbiseleri incelikle dikişini seyretmiş ve onun yaşın uymayan eli çabukluğuna ve maharetine hayran kalmıştı. Diğer kolunu daha da hızlı şekilde kesti. Artık zaman azalıyordu. Hem balonun sonu yaklaşıyordu hem de gereken zaman geliyordu: Doğumgünü. Testeretyi kapattı ve yanında ötürdü masaya doğru. Yapması gereken en harika işi en sona saklıyordu. Geri çekildi ve kardeşinin ikişi başlamasını izledi bir süre. Ardından bunu izlemeyi bırakıp asıl yapması gereken hazırlığı yapmaya başladı.

Elindeki kanlı eldiveni, ve elbiselerin çok kanlanmaması için önceden giydiği önlüğü çıkarıp çöpe attı. Sonra cebinden yeni, temiz, çift eldiven çıkararak eline taktı ardından masanın yanında duran yaldızlı hediye paketini eline alarak açtı. Buraya hediyeyi koyacaktı. Kardeşininin işini bitirmesini beklerke malzmeleri toplamaya başladı. Eteri, bezi ve gerekirse kullanacakları ufak birkaç işkence aletini daha çantaya yerleştirdi. Onların yerine temizlik için getirdikleri bez ve sıvı deterjanı çıkardı. Elbettki ki burayı temizleyeceklerdi. Çöpü de orada bırakmayacaklardı. Sonra oradan tüyeceklerdi. Tabi önce Jared hediyeyi teslim edecekti güvenli yere. Etrafı toparladıktan sonra kardeşinin işini bitirdiğini gördü. Artık Christian inildemeyi bırakmıştı. Gözlerini açmak için hamle yaptı ama kardeşnin çoktan onun gözlerini açmış olduğunu farketti. ''Şimdi beni dinle.'' diye fısıldadı kardeşine mi yoksa Xtian'a mı söylediği bilinmez şekilde. ''Bu balo için kapanış olacak ama bizim için açılış olacak. Asla son bulmayacak işaretler son bulduğunu söyleyene kadar.'' diye mırıldandı. Batıllardan nefret ederdi. İnanmazdı. Ama bunun batıl olmadığı da apaçık ortadaydı. Bir varsayım değildi bunlar, bu işaretler, onlar somuttu. Bu sefer testere kullanmayacaktı. Az önce masayı toplarken çantaya koymadığı kesin bir bıçakla kesecekti başını. Kol, bacak kemikleri gibi zor değildi boyun. Daha rahat edecekti. Christian'ın saçlarını kavradı ve sıkıca tuttu. Sonra boğazını yavaş yavaş kesmeye başladı. Onun faltaşı gibi açılmış gözlerinin ışığı söndü bir süre sonra. Ve başı gövdeden ayırana kadar durmadı Jaricy. Çok da kan kalmamıştı genç adamda. Dolayısı ile bu sefer üstünü batıracak denli sıçramamıştı kan. Kafayı alıp kan iyice akana kadar bekletti. Ardından hediye eğilip yanına çekerek içine kafayı özenle yerleştirdi. ''Çok iyi iş çıkarmışsın. Ceset burada kalacak. Burayı temizleyelim ve bir an önce gidelim.'' dedi kardeşine tatlı ama net bir sesle. Etrafı ve birbirlerini kandan beraber temizledikten sonra paketi aldı Jaricy ardından hızlı bir şekilde okulun içine giden koridora girdi. Kimseye görünmemek için özel bir çaba harcamasına gerek yoktu çünkü kimse yoktu orada. Kalabalık balo salonuna girdi hızlı bir şekilde. Kimse kendisi ile ilgilenmiyordu. Herkes başka bir şeyleri derdindeydi. Paketi diğerlerinin yanına bıraktı ve herhangi birine muhtap olmak zorunda kalmadan oradan çıktı. Koyu mavi yaldızlı hediye paketi üstünde bir notla duruyordu öylece: ''Umarım hediyeni beğenirsin. Ellerimle yaptım bu yüzden satın alınanların aksine benden bir parça taşıyor.'' Hediyelerin ışıklar kapalıyken açılacak olması da ayrı bir heyecan katacaktı işe. Gelgelelim bizim katile. Arabasına, kızkadeşinin yanına binmişti kısa süre sonra. Arabayı çalıştırıp direksiyonu kırdı ve eve doğru sürmeye başladı arabayı.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:34 pm tarafından Kybelle
Vera Darcey Maguire

RÜZGÂRIN UĞULTUSU, SIĞ SULAR

”Veeeraa!” Kulağına fısıltı halinde gelen ses öyle büyüleyiciydi ki, tıpkı müzik gibiydi. Armoni gibi, melodi gibiydi. Kimin sesiydi bu? Birinin sesine benziyordu; kendi sesine. Kendi kendine seslenemezdi ki? Gözlerini hafifçe araladı. Midesi yanıyordu sanki. Derin derin solumaya başladı, gözlerini tamamen açmaya çalıştı. Esen hafif rüzgâr tüm vücudunu okşuyor, ürpermesine neden oluyordu. Çıplaktı. Çırılçıplaktı ve bunu anlamak için üzerine uzandığı –ya da yatırıldığı dersek daha iyi olur- tahta zeminin vücudunun çeşitli yerlerine batan kıymıklarına gerek yoktu. Zaten kıymıklar da vücuduna değil ruhuna batıyordu, kalbine. Neredeydi? Başında duran ve kendi sesine sahip kişi kimdi? Neden yattığı yerin hareket ettiğini hissediyordu? Neden çıplaktı ve en önemlisi kim getirmişti onu buraya? Garip bir biçimde korkmadığını fark etti ve bulanık gören gözlerini ovalayarak doğruldu. Başında duran sarı saçlı kızı görünce ister istemez şaşırdı ve oturduğu yerden geri çıktı. Zaten bulundukları sal çok küçüktü. Kız ise kendisinden başkası değildi. Başak renginde uzun saçları, iri, parlak, yeşilimsi ela gözleri, dolgun kırmızı dudakları… Evet, bu kız ta kendisiydi. Yine de hala korkmuyordu, korkamıyordu. Çıplak vücudunun mahrem yerlerini eliyle örtmeye çalıştı önce fakat hemen vazgeçti bu aptalca fikirden. Etrafına baktığında şaşkınlıktan az kalsın küçük dilini yutacaktı. Gökyüzü masmaviydi, tek bir bulut yok ve deniz… Uçsuz bucaksız, sonu görülmeyen belki de olmayan sığ sular. Hiç hareket yoktu. Canlı yaşamına dair kendilerinden başka hiçbir şey… Ne gökyüzünde görmeye alışkın olduğu kuşlar ne de denizde ufacık bir kıpırtı, bir dalga… Etrafa bakmayı kesti ve bulunduğu sala bakmaya başladı. Derme çatmak, gelişi güzel odun ve tahta parçalarının birleştirildiği bir saldı işte. Eski bir şey olduğu belliydi ve Vera bu aptal salın içinde terk edilmişti tanrı tarafından. ”Tanrı hala cennette!” dedi ‘öteki’ Vera –biz bu saatten sonra ona Darcey diyelim- sanki düşüncelerini okumuşçasına. Ona baktı bu sefer, kendisi olduğuna inanmayarak, inanamayarak. O da çıplaktı ve Vera’ya gülümsüyordu. Tatlı, anaç ve bilgiç bir tebessümdü bu. ’Her şey yolunda.’ der gibiydi gözleri. Nedense huzur duyduğunu hissetti, bundan dolayı kendinden utanç duydu. ”Kimsin sen? Neden buradayım? Neler oluyor?” Sesinde annesini kaybetmiş küçük bir çocuğun çaresizliği vardı. Acıyordu içi ya da acı sandığı bu şey kendi içindeki karanlığı keşfedişti. Evet, kendi içindeki karanlığı keşfetmişti. Acemisiydi ama henüz karanlığın. Alışacaktı zamanla ona da. Darcey ise gülümsemesini hiç silmedi, sadece gözleri hafifçe kısıldı ve sefil bir yaratıkmışçasına baktı Vera’ya, kendine. Acıyordu ona, belliydi bu. Hiçbir şey bilmeyen, yeteneklerinin ve yapabileceklerinin farkında olmayan, sürekli tanrıdan bir şeyler bekleyen fakat beklentilerini gerçekleştirmek için kılını bile kıpırdatmayan zavallının tekiydi. Evet, hep beklemişti Vera, hiç çabalamamış. Belki bu yüzden terk etmişti onu tanrı. Vera’ya doğru hamle yaptı Darcey ve hemen karşısına bağdaş kurarak oturdu. ”Rahatla! Burada bizbizeyiz!” dedi içten bir sesle Darcey. Vera, başını tamam anlamında salladı ve tek kelime etmeden toparlanmaya çalışarak aynı şekilde bağdaş kurdu. Karşı karşıyaydılar, ikisi de aynıydı, tamamen. Öyle ki aynadaki yansımasına bakıyor gibi hissetti kendini. ”N-Nasıl?” diyebildi güçlükle karşısında duran kendisine bakarken. Aslında aynı değillerdi tamamen. Görünüş açısından belki ama karakterleri farklıydı. Vera’nın temiz bir kalbi varken Darcey hastalıklı bir ruha sahipti. Siyah fon üzerinde yaşanıyordu hayatı fakat herkes o siyahı gökkuşağının yedi rengi olarak görüyordu. Karanlık ruhuna, benliğine işlemişti, bütün olmuştu onunla. Darcey, kolunu uzatarak omzundan tuttu Vera’yı. Zavallı Vera çıplak omuzlarına dokunulunca irkilse de sesini çıkarmadı. Yavaş yavaş vücuduna yayılan sıcaklığı hissetti. ”Çıplağım…” deyiverdi aniden duygusuzca Vera. Darcey yine gülümsedi ve eli çıplak omuzlardan aşağıya kaydı, koldan düştü ve eli tuttu. Vücut pürüzsüz ve kadifemsiydi. ”Çıplak olduğunu kim söyledi?” Vera şaşkınlıkla dudaklarının hafifçe aralandığını hissetti. ’Ne biçim bir soru bu?’ diye düşündü şaşkınca. Fakat bunu düşünmesiyle Darcey’in cevabını duyması bir oldu. ”Cevabı olmayan bir soru!” Bu cevap üzerine daha da şaşırdı hatta korktuğunu hissetti. Nasıl oluyordu da düşüncelerini okuyordu? Darcey ise Vera’nın aksine soğukkanlı görünüyordu ve başından beri yüzünden silinmeyen gülümsemesi sinir bozucu olmaya başlamıştı. Şen bir kahkaha attı Darcey. ”Unuttun mu? Ben senim, sen de ben! Beyninin içindeyim, ruhunun en gizli köşesindeyim. Ben senin hep bastırdığın karanlığında doğdum Vera. Ben senim, sadece daha karanlık daha ürkütücü daha tehlikeliyim. Hep yapmak istediğin ama korktuğun için yapamadığın şeyleri yapan kişiyim. Güven bana, ikimiz dünyayı bile değiştirebiliriz.” Oturduğu yerden hareket bile edemedi. Sadece bakıyordu Darcey’e, şaşkın, ürkek ve gerçek bir zavallı gibi. Yutkundu zorlukla ve elini çekti hemen onun elinden. ”Ne diyorsun sen? Bu soru üzerine nihayet Darcey’in yüzündeki gülümseme silinmişti. Vera’ya biraz daha yaklaştı. Burun burunaydılar. ”Yapmak isteyip de korktuğun için yapamadığın onca şey vardı ya, daha sonra bir sabah uyandığında garip bir biçimde hepsini yaptığını görüyordun… İşte onların hepsini sen değil, ben yaptım! Gözlerinin fal taşı gibi açıldığını fark etti ve gözyaşları hüc*m etti. İki yıl önceki komşusunun kedisi geldi aklına. O aptal kediden nefret ederdi ve daima öldürmek isterdi. Bir de ismi vardı, kendisi gibi aptalca; Mr. Dickles. Bir sabah komşuları yaşlı Bayan Smith’in sesiyle uyanmıştı ve bunak kadının kedisinin leşi onların arka bahçesindeydi. Doğal olarak kimse kabullenmedi onu öldürme iddialarını. Vera da… İnsan yaptığını hatırlamadığı bir şeyi nasıl kabullenebilirdi ki? ”Mr. Dickles… Nasıl yapabildin? O ve diğer şeyler?! Argghh… Nasıl? Nesin sen?” diyebildi güçlükle. Sanki bu sözler kıza birer iltifatmış gibi onu tekrar gülümsetmişti. ”O aptal kediden ikimiz de hoşlanmıyorduk. Sen işinin bitmesini istiyordun, ben yaptım. SEN İSTEDİN! Hala anlayamadın mı? Ben senim! SEN! Bir başkası değil. Seni istiyorsun ben yapıyorum! Bu kadar basit… ”Hayır, hayır! Sen ben olamazsın!” diye feryat ederken Vera Darcey onu susturdu ve gözlerini kapattı. Nedensizce hiçbir şekilde karşı gelmiyordu. ”Sakın korkma ve beni bekle. İhtiyacın olduğunda yanında olacak tek kişi benim!”
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:34 pm tarafından Kybelle
devam
/CUUPP\
Vücudu yavaş yavaş batarken sığ sulara hareket etmiyordu, edemiyordu. Korkmuyordu da, Darcey öyle demişti ya. Hem beni bekle dediğine göre o da gelecekti. Yalnız işin garip bir yönü vardı; Vera yüzme bilmezdi. Denizi severdi fakat korkardı girmekten hep. Yine de şimdi bunu pek önemsemiyordu ve garip bir biçimde denizin altında nefes alabiliyordu. Aniden açtı gözlerini. Karanlık, hiçbir canlı belirtisi olamayan deniz… Balık mı olmuştu? Hayır, imkânsızdı bu! Gözlerini kapattı tekrar. Sıkıca yumdu. Denizin dibini boylarken hiçbir şey düşünemiyor, nefes alabiliyor ve korkmuyordu. Gözlerini tekrar açtığında bir banyodaydı. Kırık fayanslar, kirli yerler, çamurlu lavabo, küvet demeye bin şahit isteyen bir küvet bozuntusu…Küçücük bir banyoydu burası. Berbat kokulu, klozeti tıkanmış... Hala çıplaktı ve bastığı yerin pis olması onu huzursuzlandırıyordu. Tek sorun o da değildi. Soğuktu ve üşüyordu. Islak olan vücudundan damlayan sular yerdeki fayansa düşüyor ve çıkan ‘pıt pıt’ sesleri Vera’yı deli ediyor, huzursuz ediyordu. Loş ortamda aniden omzunda bir el hissetti ve irkilerek döndü. Darcey’le karşı karşıya geldiklerinde ‘öteki’ kendinin yüzünde sadistçe bir gülümseme gördü. Omzundan çekilen el nereye gideceğini çok iyi bilerek lavabonun hemen sağ üstündeki elektrik düğmesine gitti. Işık gözüne çarptığında önce hafifçe kısıldı gözleri fakat zamanla alıştı. Zaten ışık da kesik kesik yanıyor ve fazla aydınlatmıyordu. Darcey kendisine merakla bakan Vera’yı tuttu tekrar omuzlarından ve arkasını çevirdi onun. Küvetin hemen üstünde, tavana ayaklarından asılmış olan baygın adamı gösterdi. Vücudunda işkence gördüğüne dair kanıtlar, yer yer kan ve morluklar vardı. Vera çığlık atmak istedi fakat Darcey eliyle kapatıyordu ağzını. ”Şimdi dediklerimi iyi dinle ve hemen uygulamaya başla. Sakın sesini çıkarma ve küvete gir! Ardından bekle ve tekrar ediyorum, sesini asla çıkarma! Bu sadece bir aşama. Arınman için… Kulağına fısıldadığı sözlerden sonra ellerini hafifçe gevşetti ve Vera’nın bağırmayacağından emin olduktan sonra tamamen bıraktı. Vera ise tek kelime etmeden Darcey’in dediklerini yapıyordu. Sanki onun sözleri büyülüymüş de Vera’yı her dediğini yağmaya ikna ediyormuş gibi. Küvete girdi ve korkuyla bekledi. O esnada Darcey, nereden aldığını göremediği uzun bir bıçakla küvetin yanına yaklaşmıştı. Küvetin içindeki genç kız şaşkınlıkla neler olacağını bekliyordu. Hem korkuyor hem de merak ediyordu. İstiyor muydu? Evet, kesinlikle… Ne olacaksa olsundu artık. Darcey hafifçe parmaklarının ucunda yükselerek baygın olan adamın kuyruk sokumuna dayadı bıçağı ve acımasızca bir anda omuriliğine kadar kesti. Vera o anda fark etti, onun babası olduğunu. Yine de kılını bile kıpırdatmadı. Sevmezdi babasını, zaten babası da Vera’yı sevmezdi. Yüzüne birkaç damla halinde düşen kan nedense bütün korkusunu almıştı. Hâlbuki kan tutardı onu, nefret ederdi kandan. Darcey’in dediği gibi arınıyordu. Ardından gözlerini kapattı ve o berbat sesi duydu. Gözlerini tekrar açtığında sanki duşun altındaymış gibi kan akıyordu vücuduna. Başını hafifçe yana çevirdi ve babasının kopmuş başını gördü, aldırmadı. Akan kanın altında yıkandı sanki duş alıyormuş gibi. Saçlarını, vücudunu, mahrem yerlerini… Her yerini yıkadı, kutsanıyormuş hissine kapıldı. Küvet dolduğunda Darcey ona uzanmasını söyledi. Yaptı, küvete uzandı boylu boyunca. Arınıyordu, arındığına inanıyordu. Darcey de başında diz çöktü ve ellerini birbirini kavuşturarak bir şeyler söyledi, anlayamadığı. ”Kirlenenleri gören gözlerin sahibisin, oluk oluk kan çağıranları, toprağa kana boza yazanları, beyinsizliğin ve pisliğin göbeğinde, gerçeğe bir nebze olsun yakınlaşmayanları -ki gerçeğe yakınlaşmanın bilinmediği beyinler bunlar. Onlar ki unutanlar özlerini, onlar ki ibadetlerine dâhim mutlaklıklar döşeyenler, onlar ki katılığın ortasında kap katı, akı' nedir bilmeyenler. Ve lanettir ki seni isterler; bedenen ve ruhen. Cehennem sensin…” Anlamlı geliyordu tüm bu sözler Vera’ya ama gerçekten anlayamıyordu. Ne demek istediği onun için büyük bir soru işaretiydi! Göz kapaklarının ağırlaşarak indiğini hissetti. Sıcakkanın içinde yatarken bunların gerçek olup olmadığını düşündü ve aynı anda beyninde kendi sesi yani Darcey’in sesi yankılandı. ”Tabiî ki de gerçekti! Bu her zaman gördüğün rüyalardan değil. O rüyalar sadece başlangıçtı, bir kehanet… Sana olacakları haber veriyordu. ” Aniden bir şey tarafından çekildiğini hissetti ve burnuna keskin bir koku geldi. Aynı zamanda ittiriliyordu kan dolu küvette. Gözlerini açtı korkuyla, kırmızı kandan başka hiçbir şey görmüyordu. Sadece boynunda bir el; Darcey’in eli. Bir de onun sesi. ”Geri dönmene yardımcı oluyorum sadece, tatlım. Yalnız dediğim gibi bunların hiç biri rüya değildi. Korkma, her zaman senin ruhunda olduğumu biliyorsun. İhtiyacın olduğunda sana yardım edeceğim!” Gözleri yavaşça kapandı ve aynı anda ağabeyinin sesini duydu cızırtı gibi. Kapanan gözlerini hafifçe araladı ve başucunda kendisine gülümseyen Jared’le karşılaştı. Zoraki bir şekilde o da gülümsedi. “Hadi sevgili kardeşim. Uyan daha gecemiz çok uzun. İğne ipliğini hazırla birazdan dikmeye başlayacaksın. Ve vasiyeti yere getirmeye büyük katkılarından dolayı büyükbabam sana minnettar kalacak.” Başını kaldırdı önce ve ardından doğruldu tamamen. ”Bana minnettar kalacağını pek zannetmiyorum, o bunağı az deli etmemiştim.” Küçük bir kahkaha attı. Ağabeyi çoktan başından kalkıp Chris’in yanına geri döndüğünde Vera da düşünüyordu. Kendini toparlamaya çalışıyor ve az önce baygınken yaşadıklarını düşünüyordu. Ağzında hala bakırımsı bir tat vardı. Yüzünü ekşitti ve ayağa kalktı. Testere sesi arasında kollardan biri bedenden ayrılırken o dikiş malzemelerini hazırlamış ve ürpererek Jared’in yanına gitmişti. Testerenin o boğucu sesinin arasında bir ara belli belirsiz ağabeyinin ”Ondan hoşlandıysan ona bir veda öpücüğü verebilirsin kardeşim. Merak etme ısıramaz felç durumda şu anda.” dediğini duydu ve yüzünde güzel bir tebessüm belirdi. Evet, etkilenmişti Chris’ten ve itiraf etmeliydi ki ilk kurbanın o olması Vera’yı üzmüştü. Yine de gelip geçici bir üzüntüydü bu. Hayatında ki tek kalıcı erkek Jared, ağabeyiydi. ”Olabilir! diye kestirip atarken çoktan ağabeyinin işi bitmiş, kendisi başlamıştı dikiş işine. Yalnız bir ara kendisini yine kötü hissetti ve durdu. Jared o esnada diğer hazırlığı yapmakla meşguldü. Gözlerini kapattı bir anlığına ve o sesi duydu yine. Kendi sesi, Darcey’in sesi… ”Benim yapmama izin ver! Dayanamayacaksın! diyordu. Ses tok ve duygusuzdu. ”Hayır, Jared’e söz verdim, bu işi kendim yapmalıyım!” diye cevap verdi düşüncelerinde sertçe fakat yanıt geç kalmadı ”Ben senim, unuttun mu? Biz aynıyız, senin verdiğin söz benim sözümdür ve Jared… O ikimizin de ağabeyi!” Çaresiz teslim olduğunda Darcey’e bir şeylerin onu yine çektiğini hissetti. Bağnaz beyin hücrelerinden alev alev yükselen bir şeyler vardı. Zihnine çekiliyordu, gizli odasına. Kimsenin bilmediği o en değerli ve gizli arzularını sakladığı yere. Vera o odada dinlen dursun bedeninde tekrar gözleri açıldığında yüzünde sadistçe bir gülümseme vardı. Darcey, güzel şeytan, en bakir düşünceleri bile birer ölüm fermanına çevirebilen iblis… Dikiş işlemine tekrar başladığında yüzündeki gülümseme büyümüştü. Her defasında, iğneyi her deriden geçirişinde yayılıyordu. Yavaş halletmeye çalışıyordu elinden geldiğince. Zevk ala ala, tadını çıkara çıkara… Fakat aynı zamanda elini çabuk tutması gerekiyordu. Dikiş dikmesini severdi Vera ya da Darcey –fark etmez sonuçta ikisi de aynı- Oyuncak bebeklerine kıyafetler dikmeyi severdi çocukluğunda, şimdi ise kıyafetlerini kendi tasarlıyordu. Elbette arada Jared’in kıyafetlerine de el atmıyor değildi. Severdi Jared’i, hem de dünyada ki her şeyden herkesten çok. Dikiş işi bittiğinde Chris’in inildemeleri azalmıştı ve onun her inleyişi Darcey’e müzik gibi geliyordu. Klasik müzik gibiydi, insana huzur veriyor ve çabuk toparlanmasını sağlıyordu. Eğildi hafifçe Chris’e doğru ve dudaklarına ne uzun ne de kısa sayılabilecek tatlı bir veda öpücüğü kondurdu, tıpkı ağabeyinin izin verdiği gibi. ”Elveda!” Sesindeki sevinç bariz bir şekilde belliydi. Evet, üzülüyordu belki onun gibi birisinin böyle bir sonla gözlerini yummasına ama tatmin olmuştu sadist duyguları. Açlığı yatışmıştı ama şimdilik. Yeniden acıkacaktı, kanun böyleydi. Jared etrafı toparlamış ve Chris’e doğru bir hamle yapmıştı ki tam o esnada Darcey onun gözlerini açtı. Görmek istiyordu o gözleri ve onunda görmesini istiyordu –artık ne kadar görebilirse- Jared bir şeyler söylüyordu ama duyamıyordu Darcey onu. Kaybolmuştu gözlerde, dudaklarda… Onun acı çeken ifadesi zevk veriyordu Darcey’e. Tam o esnada ağabeyinin tatlı ama aynı zamanda sert sesini duydu. Çok iyi iş çıkarmışsın. Ceset burada kalacak. Burayı temizleyelim ve bir an önce gidelim.” Önce etrafı temizlediler birlikte. Daha sonra Darcey özellikle Vera’nın kusmuk lekesini temizledi, iyice, bastıra bastıra. En ufak bir kanıt, DNA izi bırakmak istemiyorlardı. Ardından da birbirlerini temizlediler özenerek. Her şey hazır olduktan sonra Jared hazırlanmıştı hediyeyi götürmek üzere. Darcey de Jared hediye paketini götürürken eşyaları ve çöpleri toplamış, depodan çıkarak arabaya yönelmişti. Tüm malzemeleri arabanın garajına koyduktan ve bagajın kapağını kapattıktan sonra nefesinin kesildiğini hissetti. Vera ise tüm bunlar yaşanırken olan biteni uzaktan izlemişti rüya görür gibi. Darcey gidip de Vera geri geldikten sonra yutkundu ve ön tarafa oturarak Jared’in gelmesini bekledi. Baloya katılmak istiyordu aslında, kendi okulunun balosuydu ve bunun için kıyafet bile getirmişti yanında. Yine de hem bugün Jared’i yalnız bırakmak istemiyordu hem de çok yorgundu. Olanlar oldukça ürkütücüydü fakat Vera garip bir şekilde çok normal karşılıyordu her şeyi. Ne de olsa arınmıştı ve karanlığın bir parçası olmuştu. Ağabeyi geldiğinde tek kelime konuşulmadı ve araba son sürat eve doğru yol aldı.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:35 pm tarafından Kybelle
Ice Rain Cresswell

From The BottoM oF Ice’s BroKen HearT

“Asla arkana bakma!” demişti babası ama onları bu kadar özleyeceğini nerden bilebilirdi ki? Çoğu zaman odasında otururdu yalnız başına ve birlikte geçirdikleri güzel günleri düşünürdü. Kimi zaman onlardan Ice’a kalan tek şeye –geçmişe ait küçük bir fotoğrafa- bakardı, anlamak için çok uğraşıyordu. Neyi yanlış yapmışlardı? Ya da yanlışı yapan onlar mıydı??

Gözlerine matemin rengi bulaşmış insanlar onların hayatlarını da matemin rengine boyamışlardı. Tek bir renk hâkimdi dünyasına: Siyah. Işık yoktu, göremiyordu ki… Satır aralarında kalmış güzellikleri bulamıyordu karanlıkta. Ayağı takılıyordu ve ayağının ucuyla itiyordu onları engeller diye. Yıkanmış, arınmış bakışlara sahip değildi ki artık, gizli ışıltıları görebilsin. Ya defalarca yaşanmış mutluluk tabloları… Onlardan neden eser yoktu artık, neredeydiler?? Babaannesinin evinin duvarlarında kalmışlardı sadece. Tıpkı çocukluğunun bütün güzel anılarının o evin dört duvarı arasına sıkışıp kaldığı gibi ve saf çocuk duyguları…

Hayat o kadar yorucuydu ki, bir labirent, hatta bir girdap. Sağlam adımlar atma- doğru yollar bulma çabası, ihanet- bağlılık, doğru- yanlış, iyi- kötü, güzel- çirkin, isyan-itaat, ailen ya da diğerleri... SeçimLer, ikilemler, bütün bu kaos, kaosa neden olan hayat onu göremeyecek kadar kaba ve meşgul hale getirmişti. Düşünce incelikleri, söylenmesi pek gereksiz görülmeye başlanan hoş sözler, yersiz bulunarak bir kenara itilmiş güzel davranışlar… Kısacası saf çocuk duyguları anılarıyla birlikte çoktan yitip gitmişti.

Nadya… Akrabalarından bir tek o kalmıştı yanında. Babasının tüm baskılarına rağmen kaçamak kaçamak görüşüyorlardı çok büyük bir suç işlermiş gibi. Ve babasının bahanesi hep hazırdı(!). Nadya bir barda striptiz yapıyordu ki Ice’a kötü örnek olabilirdi. Keza babasının çevresindekiler Ice’ı bir striptizciyle birlikte görse ne düşünür, ne derlerdi? “Ya çevrendekiler o barda striptiz yapan kızın senin öz yeğenin olduğunu ve ona yardım etmek için kılını bile kıpırdatmadığını bilseler ne derlerdi?” diye sorma cesaretini göstermişti Ice bir keresinde. Aldığı cevap… Cevap alamamıştı ki! Başkalarında kusur bulmak her zaman kolaydı. Ama insanlar kendileriyle yüzleşmeyi hep ertelerlerdi. Uzun zamandır aynayı kendine döndürmeyenlerdendi babası da.

Ve diğerleri- Nia ve Joakim… Artık duymuyorlardı gözyaşlarındaki neşeyi, umutlarındaki korkuları, korkularındaki umutları, gülüşlerindeki gözyaşlarını. Üzüntüsünü, acısını, tatlı anlarını… Paylaşmıyorlardı iyi ya da kötü hiçbir anını. Bir rüyada, bir görüntü de kaybolmuşlardı Ice için fakat onları uyandıracak kimse yoktu. Huh, onların da uyanmak ister gibi bir hali yoktu zaten. Her ikisi de Ice’ın yerini başka birine vermişlerdi. Nia Joakim’e, Joakim Nia’ya… İlişkilerinin ciddiyetinin ne boyutta olduğundan emindi değildi. Yine de Nia’nın onu kıskandırmak ve kızdırmak için Joakim’e yanaştığını düşünüyordu. Ama Joakim?

Birlikte geçirdikleri anları getirdi aklına, ona vaat ettiklerini. “Bana cenneti vaad ettin, sonra cehenneme attın.” diye geçirdi içinden. Cehennem, sıcaklık?? Yüzüne yayılan ateş sıcaklığıyla irkildi birden. Gözlerini açtı, şaşkınlıkla kırpıştırdı. Başka bir yerdeydi, başka bir ortamda. Yalnızlık önünde, boşluk arkasında kalmıştı. Eski günler… Hepsi birbirinden güzel ama bir daha yaşanması imkânsız günlerdi. Yaşayacağı hiçbir güzel anıyı onların yerine koyamayacaktı kuşkusuz. Anılara hapsolacak ve zaman zaman hatırlanacaklardı. Yüze küçük bir gülümseme yansıtacak ya da yüzde küçük bir hüznün izini bırakacaktı. Özellikle bu gün, Ice’ın doğum günü. Kocaman bir pastanın önünde duruyordu mumları üflemek üzere. “Iceeee dilek tut üflemeden, dilek!!” diye bağıran bir ses duydu. Ne dileyebilirdi ki?? Yavaşça eğildi mumların üzerine, nefes aldı. Gözleri titrek mum ışıklarının ardındaki bir noktaya sabitlendi aniden: Nia! Dileğini diledi –Keşke burada olsaydın. Biliyorum bazı şeyleri yoluna koyabilirdik.- ve mumları söndürdü. Çığlıklar, neşeli mırıltılar, tebrikler… Bütün o kargaşanın, gürültünün arasında çok tanıdık bir sesin kendine seslendiğini duydu. Tıpkı o gün gibi yüzünde bir gülümsemeyle “Ice” diye yanına yaklaşan Joakim’in konuşması Ice’ın konuşmaya başlamasıyla son buldu:

“Ve başladığım yere döndüm!!!”

UnForgeTtabLe

Şimdi gerçek Icela baş başaydı. Onunla yüzleşiyordu. Bu Ice’ı hiç sevmiyordu. Zaten o hiç Icela değildi ki. Geceyi seviyordu. Zira geceleri onu da alıp getiriyordu beraberinde. “Gitme” diyordu “Bırakma beni, insanlar kötü, korkuyorum. Sadece geceleri değil, gündüzleri de yanımda kal!” o ise cevap veriyordu “Ama gündüzleri rüya görülmez ki!” ve bugün bütün hayalleri de terk etmişti Ice’ı. Ona ait tek bir şey yokken yaşamda, neydi yaşamanın anlamı artık?

Çevresine bakındı. Her şey aynı, sadece isimler değişiyor, her gün biraz daha tükeniyor gibi görünüyordu. Yüzlerin daha soğuk olduğu başka bir yerdeydi. Sanki buradakilerin hepsi Ice’ı seviyor muydu, hepsi mutlu muydu yoksa yüzüne gülen çok muydu? Her zaman sorardı kendine ya bulmuştu. Soytarılar hiçbir zaman silinmeyecek gülümsemelerini takardı suratlarına. Ve Ice…

Bir meleğin gülümsemesi sattığı şeydi. Ruhu bedenini, bedeni ruhunu kirletiyordu. Duygu ise terk ediyordu küçük adımlarla hem ruhunu hem bedenini. Basitliklerle, acizlikle, kötülükle baş başa bırakıyordu onu. Ona ait olan tek varlık, ruhu da terk edecekti onu çok yakın bir zamanda. MutLu son!! Kalacaktı bir başına, beden gibi ruh da ihanetiyle ödeyecekti ona çektirdiklerinin cezasını. Merak ediyordu da ruhsuz bir bedende kan ne kadar akacaktı, aksa bile ne anlayacak, anlasa bile o da tükenip gitmeyecek miydi sonunda? Ice gibi…

Bir mum yak ve dünyayı uzaklara üfle. Saf sularda bile arınmayacak günahkâr, karamsar ruhun için… Bu evi ödünç aldığı mutluluktan temizliyordu zaten. Geçmişten gelen eski giysilerini yırtıyordu. Kendisine yeni giysiler alması lazımdı. Geçmişi silip attı (!) bir dokunuşuyla. Geriye dönüp bakmanın bir anlamı yoktu ki dokunamayınca.

“Uzakta görünen bir aşka ulaşmak için sonsuza kadar beklerdim. Kendini vaat ettin ama başka birine. Bense çaresiz bir şekilde hala burada olmanızı umuyorum!”

Yenilmişti bu kez Nia’ya. Daha fazla devam etmeyecekti bu savaşa. Kaybedeceği bir savaşa girdiğini en başından biliyordu. Zira 1-o yenik başlamıştı ama kabullenmesi o kadar zordu ki. “Unut gitsin!” der gibi bir hareket yaptı Jo’ya ve arkasına dönüp hızla yürümeye başladı kendini takip eden adımları geride bırakmak istermiş gibi. Arghh!! Her gün o kadar harikaydı ki –Sabah erken kalkıyordu. Kapı çalıyordu “tak, tak, tak!!” ve makyaj zamanı mükemmel bir gülümseme için. Soytarı yüzünden hiçbir zaman silinmeyecek gülümsemesini takardı suratına. Ama başaramazdı. – sonra birden nefes alması zorlaşıyordu. Karşısına o çıkıyordu ve maskesi düşüyordu aniden. Adi bir kısır döngüydü bu. Zira dünya dönüyor, zaman akıyordu hızla. Ehh akreple yelkovana laf olmazdı ya!!!

Özenle hazırlanmış paketlere doğru yürüdü Ice. Çoğunun heyecanla beklediği hediye açma merasimini geciktirmenin anlamı yoktu. Bir an önce bu boğucu ortamdan kurtulmak için de son adım olacaktı paket açma işlemi. Arkadaşı sıfatıyla partide bulunan insanların toplanmıştı yuvarlak masanın etrafına. İstediği kişilerin çoğu yoktu o an yanında, Christian bile. Nerde olduğunu merak etti, ne kadar kırmıştı onu. Aptal Ice… Şu aptal merasimi sonlandırdıktan hemen sonra ilk işi Christian’ı bulmak ve ona kendini affettirmek olacaktı. Paketlere yöneltti ilgisini. Karanlıktan isimleri ve notları tam okuyamadığı için hediyeleri en küçükten büyüğe doğru seçmeye özen göstererek rasgele açmaya başladı. Böylelikle çevresindekilerin heyecanı daha artıyor, açılan her paketle birlikte fısıltılar daha da koyulaşıyordu. Kimseyi umursamayarak son bir paket kalana kadar devam etti açmaya. Ve en büyük paket, koyu yaldızlı mavi bir jelâtine sarılmış üzerindeki notla birlikte masanın üzerinde duruyordu. Christian’ın sözünü ettiği sürpriz paketin bu olabileceğini düşündü Ice. Bu yüzden paketi heyecanla eline aldı, ağır sayılırdı. Notu – Umarım hediyeni beğenirsin. Ellerimle yaptım bu yüzden satın alınanların aksine benden bir parça taşıyor.- okudu ve yüzünde küçük bir gülümsemeyle paketi hızla açmaya başladı. Çıkarmıştı kutunun jelâtinini bir süre sonra. Kapağı açtı merakla, öyle büyüktü ki. Ama anlayamamıştı karanlıkta, neydi bu hiç de hoş kokmayan şey?? Ellerini uzattı paketin içine, ıslaklık hissetmişti. Kalp çarpıntıları eşliğinde nazikçe çıkardı nesneyi kutunun içinden ve fısıldadı güçlükle:

“C-ch-hriss-st-tiann!!”

Şok geçirmiş bir vaziyette bakakaldı elindekine. Tebessüm yerini dehşete, korkuya, şaşkınlığa bırakmıştı. Şayet ışıklar açık olsaydı Ice’ın yüzündeki gülümsemenin donduğunu fark edebileceklerdi ve buna neden olan faciayı. Elinde çok hoşuna gideceği söylenilen hediyesiyle donup kalmıştı ortada Ice ama insanlar neşeyle mırıldanmaya devam ediyorlardı, acaba neydi, ne kadar büyüktü, sevinçten - şaşkınlıktan mı donup kalmıştı, ya ne kadar şanslıydı bu kız böyle. Ve Ice istemsizce çekti ellerini, hediye yuvarlanarak tam ortaya gitmişti. Ellerini elbisesine sürdü korkuyla, kurtulmak istiyordu ellerine bulaşan kandan. Hemen sonra elbisesindeki koyu lekelere baktı ve vücuduna. Gözlerini kocaman açtı korkuyla ve şaşkınlıkla. Bütün bunlar rüyadan ibaret değildi ya?? Gerisin geriye yürümeye başladı yavaş yavaş ne olduğunun farkına varınca. Biraz sonra birinin çığlığı duyuldu mırıldanmalar arasında. Gözlerine yaşlar hüc*m etmişti. Damlaların gözlerinden yanaklarına, ordan da göğsüne doğru indiğini hissetti. Gözlerini yumdu sıkıca, geri açtığında hepsinin kaybolmasını umarak. Ve açtı ama her şey yerli yerinde duruyordu. Titremeye başladı, korkuyordu ölümüne bir bedene çarpıp durduğunda bile. Bu kez de yalnız olmadığını fark etmişti, tek başına yüklenmeyecekti bu yükü. Yine de iliklerine kadar her bir hücresini saran korkunç bir hisle döndü arkasını, Joakim’in mavi bakışlarıyla karşılaşmıştı kendi dehşet dolu bakışları. “Tenime ölüm bulaşmıştı.!” diye fısıldadı karanlığa telsi olmadan hemen önce. Vücudu ağırlaştı taşıyamayacağı kadar, yer ayaklarının altından kaydı ve karanlıkta boşluğa doğru düşmeye başladı cansız bedeni. Oyun bitti, perde indi ve ışıkLar yandı: Ortada bedensiz bir baş, hareketsiz yerde yatan bir başka beden, dehşet dolu bakışlar, sessizlik… Ve Ice…
Bir mum yakıp dünyayı uzaklara üfLedi. Hiç değişmeyecek oLan gerçekLer için…
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:36 pm tarafından Kybelle
Joakim Suman Linares

Incurability

Joakim harika, düşünceli bir sevgili ol, Joakim mükemmel bir ağabey iyi bir evlat ol, Joakim örnek bir öğrenci ol derslerine iyi çalış, Joakim, Joakim, Joakim... Bıktım bunlardan beni rahat bırakın artık, diye haykırmak istiyordu. Ama yapamıyordu. Direk söylenmese bile ondan beklendiğini çok iyi bildiği bu istekleri canla başla yerine getirmeye çalışıyordu. Aksi halde yalnız bırakırdı insanlar onu. Terk edip giderlerdi. Şurada yapayalnız dikilirdi şimdi olduğu gibi. Ah ama neye yaramıştı? Hiç bir dostluk hissetmediği arkadaşlıklar kurmuştu, ya yetersiz kalacağından korkup bitirdiği ya da artık anlamsızlaştığı için bitmiş ilişkilerle dolmuştu hayatı, kardeşi son umuduydu ama o da artık başkasının uğruna kendisine basmıştı yumruğu. İşte elinden geleni yapmanın sonu buydu işte. Etrafında ona sırıtarak bakan insanlar ondan nefret ediyordu. O da onları hiç sevmiyordu zaten. Sevemiyordu işte. Sahte geliyordu her şey. Neden zorluyorlardı ki onu? Zaten sevgisi neye yarıyordu. Bir iki gün güzeldi ama sonra kalbine atılan yumruk oluveriyordu. Kardeşini sevmeden yapamazdı. Ama başkalarına da yer açamazdı artık o kupkuru, boş ve tatsız kalmış kalbinde. O kazanan gibi görünen bir kaybedendi. Kaybetmeye mahkûmdu hayatı boyunca. Zengin züppeydi görünüşte evet doğru. Ama işin acı yanı asıl fakirler hep onlar olurdu. Ruhları çorak, düşleri karanlık, içleri kuru, içler acısı ve dirlikten yoksun olurdu. İyilik meleğinin kanatları asla dokunmazdı onlara. Mutluluğun, huzurun cinleri uğramazdı kapılarına. Kalırlardı ortada öyle, bir başlarına, havalı görünümleri ile yapayalnız. Tıpkı Joakim gibi... Ve asla geri dönüşü olmazdı bunun. Ne etrafındakiler isterdi değişimi ne de kişinin kendisi. Her gün nefret edecekleri, hayatlarındaki başarısızlıklar için suçlayacakları birine ihtiyaçları vardı etraftakilerin. Kişi de başka türlü olamayacağını zannederdi. Sudan çıkmış balığa döneceğini. Zaten kanına işlediğini düşünürdü bu hatanın farkında olsa bile. Ya da hatanın farkına bile varmazdı kimse de uyarmadığından. Hem kendininkini hem de muhatabı olacak onu seveceklerin hayatını çürütürdü nefes aldığı her anda. Şimdi bunun farkına varıyordu Joakim. Kendini mükemmel sanan zavallı bir budalaydı o sadece. Yıllarca yanılmıştı, uyumuştu kimse de dürtmemişti. en iyi arkadaşı, bir tanesi, belki de uzun zamandır tek aşkı olan Renee bile. Ve bunu kabullendi o an. Artık rolüne daha gönül rahatlığı ile devam edebilirdi. Bu sefer öfke doluydu. İntikam hırsı vardı. Oyununa, çökertmeye ve onlarla beraber batmaya bilerek devam edecekti. Tıpkı diğerleri gibi bunun dışında bir hayat olabileceğini aklına bile getirmiyordu çünkü. Ve şimdi içine itildiği bu yalnızlığı hak etmediğini düşünüyordu. O elinden geleni yapmaya çalışmıştı sadece. Oysa bilmiyordu ki elinden geleni yapmak oynamakla değil gerçekten hissetmekle olurdu. Gerçekten bir şeyler hissetmeyi reddederek bir yere varılmazdı. Filmlerde her sahnenin ardında her rolün içinde eksiklik olurdu. Uydurulan her senaryoda ise affedilmez bir hata olurdu. Joakim de bu hatanın bir parçasıydı artık ama bunun farkında bile değildi. Belki de körleştirmişti kendini.

Ice'ın kendisine aldırış etmemesine hatta sözünü bölmesine bozulmuştu. Oysa neler hazırlamıştı heyecanla kafasında. —ben ettim ben buldum- Ne gibi özürler tasarlamıştı ah bilseydi Ice bir bilseydi. Gene nefret eder miydi ondan bu kadar. Gene diğerleri ile bir tutar mıydı etraftaki sahte gülücüklü. Belki de tutardı. Belki de ona bu sefer neden içten olmayı başaramıyorsun diye haykırırdı. Nedenini sorardı tersine neden gittiğinin bu derece. Oysa ona ne cevap verebilirdi ki? Söylemezdi, söyleyemezdi ona eğer kendisi gibi olsaydı ne kadar zavallı olduğunun ortaya çıkacağını. Söyleyemezdi içtenlerin de her zaman içten olmayabileceğini. Onların da kabuklarının altında dolu kabuklar yattığını. Kendisininse tek kabuğunun bu olduğunu anlatamazdı ona. Eğer bu son kabuktan da sıyrılırsa ortaya çıkacak aşağılık insanla asla yan yana gelmeyi bile kabul etmeyeceğini anlatmaya dili varmazdı. Tutulurdu öylece, kalırdı içinde saçılmayı bekleyen iğrenç çöplerle. Tıpkı şimdi olduğu gibi... Yutkundu Joakim sözlerini zapt etmek ister gibi. Sanki çenesini açarsa ona tüm ruhunu açacak ve uzaklara, şimdiden çok daha uzaklara kaçmasını sağlayacak gibi sıktı dişlerini. Yüzündeki ifade artık sırıtan, sahte bir gülümsemeden ibaret değildi. Mavi gözlerinin üstünde, düzgün birer yay oluşturan kaşlarını çattı. Sanki kendi kendisine isyan ediyordu. Ice, hediyeleri dayanılmaz bir ağırlıkla açarken hediyelerin oluşturduğu diğer uca yürüdü yavaşça. Büyük bir kutu vardı burada. Bundan ilginç bir parfüm yayılıyordu. Sanki bir şeyi gizlemek ister gibi ağır bir parfümdü bu. Hediyeye bir süre baktı ve yanına kendisininki ile arkadaşınınkini yerleştirdi. Kendi hediyesine yazdığı kâğıdı aldı parmağının ucu ile. İmza koymamıştı ama özel şifrelerini koymuştu ondan başka kimse anlamasın diye. Bir sevgi sözcüğü, biraz da komik bir şey: Ballı sütten vişneli süte... Başkalarının gözünde rezil bir şey olabilecek kadar komikti bu lakaplar. Ama aralarındaki ilişkinin diğerlerinden farklı olduğunun ve onun aslında özel olduğunun bir kanıtı. Belki de bu kanıt yüzünden o nu kaybetmeyi göz almıştı. Belki de bu kanıt yüzünden intihar ettirmişti ilişkilerini. Ve ona zavallı kız lakabını bu saçma ama bir o kadar da içten olan bir kanıt için layık görmüştü. Ama asıl zavallının kim olduğunu anlaşılıyordu asıl şimdi. Belki de çoktan belliydi bile.

Hediyelerin sonuncusuna gelmişti sıra. Kendisi ve ortak arkadaşlarının hediyesi bile açılmıştı. Sonuncu hediyenin kime ait olduğunu merak etmişti. Neden gizlemişti kokusunu bu şeyin? Bu yüzden kalmıştı burada bir yandan. Ya da Ice'a bir yıl önceki gibi yakın olduğunu farz etmek için miydi anlamıyordu pek. Gerçekten sevebilmeyi başardığı tek kişinin neşe ile açtığı hediye üzerine sessizliğe büründüğü dikkatini çekti. Neden bu şekilde kalmıştı. Oysa her hediyenin sonunda teşekkür ederdi herkese. Şimdi ise sadece kalakalmıştı. Ve fısıldamıştı sadece: C-ch-hriss-st-tiann!! Joakim'in yüzü asıldı. Doğru ya.. Ne düşünmüştü ki zaten. Ne sanmıştı kendini öyle. Christian'dı artık onun sahibi, oydu ona özel lakaplarla seslenecek kişi, yatakta yaramazlık edip kıkırdayacağı, oyunlar oynayacağı çocukça artık başkasıydı. O bembeyaz dişlerle gülümsemesini görmek Ice'ın artık başkasına nasip olacaktı. Ve Joakim... Kendini başkasına sunmuş geri zekâlı, bomboş bir hayatın keyfini(!) sürecekti. Evet, bu hayat tam da istediği gibi titizlikle planlanmış olacaktı. Şimdiden ondan başkasının kollarına atlamayı hayal eden Nia'yı o farkında olmadan tuzağa çekecek ve onu yanında duran bir manken yapacaktı. Mükemmel eş adayı profili çizmeyi planlamış olan Joakim ona sunacağı rahat hayatı biliyordu elbette ki. Ama rahatlık sadece maddiyatta olacaktı. Ne mutluluk hâkim olacaktı yuvalarında ne huzur. Çünkü başkasının kalbini kırmıştı Joakim. Artık hak etmiyordu mutluluğu. O kederin, acıyı, kanı ve külü yutmalıydı sadece Cain efsanesinde olduğu gibi. Ama bu cehenneme neden başkasını da dâhil ediyordu ki? Yalnızlık sadece görüntüde olmasındı işte. Derken Ice'ın kendine doğru döndüğünü fark etti. Tenine bulaşan ölümden mi söz ediyordu? Bu dizeyi hatırlıyordu ama nerden? Onu tutmak için hamle yaptı. Hala parmaklarının ucunda duran kartın o son kutunun içine doğru süzüldüğünü fark etmeden son anda kafasını tutmayı başardı onun. En azından başından darbe almaması iyi olurdu. Bir süre derin sessizlik oldu. Ona yıllar gibi gelen derin sessizlikte olduğu yerde çömelip oturmuş ve Ice'ın başını kucağına almıştı. Omzunu sarsarak ve çenesini tutup kafasını sallayarak onu kendine getirmeye çalışıyordu. Ya ölmüşse, ya ona söyleyeceklerimi söyleyemeden şoktan artık geri dönülmez yola gitmişse. Işıklar bir süre sonra açıldı. Yanı başında bir çığlık işitti. ''Aaaaaaayyyyy!'' bir kadın sesiydi bu. Ve geriden gelen diğer çığlıklar... Daha da telaşlandı Joakim. Işıkların açılması ile yerde yatan kanlar içinde Xtian'ın kafasını görebiliyordu. ''Polis çağırın! Ambulans! Revirden birini çağırın işte! Görmüyor musunuz bayıldı.'' diye haykırdı aniden. Bir yandan da Ice'ı uyandırmaya çalışıyordu. Birinin burnunun ucunda bir şey tuttuğunu fark etti. Bir tür esans olmalıydı bu. Hemen onu eline boşalttı ve Ice'ın eline yüzüne masaj yapmaya başladı. Ardından kulağına doğru eğildi, sanki onu malum sondan çekip almak istercesine fısıldadı. ''Lütfen Ice. Bu aptal, bu zavallı, onu seven, sevdiği tek kişi dururken sözünü başkasına verme cüreti gösteren bu sersem, alıcıya ruhunu seninkinin yerine değiştirmeyi teklif etmeye hazır daha dünden. Lütfen bunu göz ardı etme.'' Oturduğu yerde belini doğrulttuğunda yapmış olduğu diğer bir hatayı fark etti: Bunu bile yüksek sesle açık açık söyleyememiş sadece baygın olduğunu bildiği bir kızın kulaklarında fısıldamıştı. Bu kadar mı korkulurdu açık sözlü olmaktan? Bu kadar mı korkak olunurdu? Ayrıca onun yüzüne sürdüğü şey işe yaramayacak mıydı? İlk yardım ne zaman gelecekti peki? Düşerken yaralandığından endişe ederek onu fazla kıpırdatmaya cesaret bile edemiyordu. Ne yapacağını bilmiyordu. Bu kalabalıkta nefes bile alınamıyordu ki. Çaresizlikle elini alnına vurdu. ''Lütfen artık gidin. Onu öldürüyorsunuz.'' diye fısıldadı aynı şekilde çaresizliğin hâkimiyetinde olan sesi ile. Bir yandan da belki de ben de onu öldürdüm, diye düşünüyordu acı bir şekilde. Oysa Ice bunu hak edecek son kişiydi.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:36 pm tarafından Kybelle
Octavian Anghel Dragomir

You Know, Sinking to The Bottom Isn't Far

İçi dolu olan teneke ses çıkarmaz durur yerinde mağrurca, ama içi boş olmaya görsün çın çın öter, demişler bazı büyükler. Aksakallıların o kendini beğenmişlik kokan ahkâm kesmelerinden nefret etse de bu söze hak veriyordu Anghel. Kollarını Nadya'nın enfes bedenine doladı elinden geldiğince nazik olmaya çalışarak. Ama yeterince nazik olamıyordu. Uzun zamandır görmemişti onu. Onu yeniden ve üstelik loş bir ortamda görmek onu iyice heyecanlandırıyordu. Onu sıkıca kendine bastırdı. Birini bir gün özleyeceğini hiç düşünmemişti. Hele ki bu kadar özleyeceğini hayal bile edemezdi. Artık içine kapanık yaşam düzenini değiştirmeliydi. Hayatını ona odaklamak fena fikir olmazdı. Gene de korkuyordu içten içe. Ya çekip giderse günün birinde... Ya Anghel'i merkezi bomboş kalmış bir hayatla baş başa bırakırsa. O zaman ne yapardı Anghel? Bu sefer ''E''ye mi başlardı merkezdeki boşluğu görmemek için yoksa onu bileğinden çıkan kanla mı doldurmaya çalışırdı? Emin değildi. Bilemiyordu. Benzer bir sürü şey yaşamıştı belki. Lisede kız arkadaşları onu terk etmiş, arkadaşları onu satmıştı ama bu hiç birininkine benzemiyordu. Baş etme yolunun da en az onlardan farklı olacağını düşünüyordu. Ya da... Ya da baş edemeyecekti. Olur ya insan bazen bir kamyonun altında ezilir ve bu konuda bir şey yapmayı aklına bile getiremeden dört köşelinin tadına varır. Öyle mi olacaktı bu sefer? Onun boynuna burnun dayadı. Kokusunu içine çekti tıpkı şeye benzeyen. Bu sefer çıkaramamıştı. Başını boynundan çekti onun. ''Nedir bu? Sonbaharın aşkı falan mı yoksa daha mı komik bir ismi var? Parfümünü değiştirmişsin.'' Bembeyaz yüzünde yeniden bir sırıtış belirmişti. Sıra sevdiğinin sözlerine yanıt vermekti. Diğerlerine yaptığı gibi konuşmada kafasına göre takılsa ona yanıt vermek yerine daldan dala atlasa uçukça ona karşı saygısızlık olacakmış gibi hissediyordu. Ve ilginçtir ki Anghel ilk defa birine saygısızlık etmekten korkuyordu. Hoş bir gelişme mi acaba? ''Alışık mıyım bilmiyorum ama şu anda bile kendimi zor tutuyorum. Her halde bu bedene resim çizmekten daha güzel şeyler de yapılabilir diye düşünmekteyim. Mesela umm... Yok, burada söyleyemem özellikle etrafımız bu kadar kalabalıkken.'' Nia'yı kastetmişti kalabalıkla. O direk saldırmak yerine ona bugün imaları kullanmaya karar vermişti. Hafifçe güldü. Ne kadar eğlenceliydi onunla takılmak. Kendini hiç olmadığı kadar akıllı hatta havalı bile hissediyordu onun yanında. Şimdiye kadar herkes hatta kardeşi bile pislikmiş gibi hissettirmişti. Bu yenilikler biraz ürkünçtü ama çok güzeldi orası kesin. Tıpkı yabancı ama güzel ve eğlenceli bir ülkeye ilk defa gitmek gibiydi. Londra gezisi aklına geldi ortaokuldayken yaptıkları. Hayatının en ilginç günlerinden biri olmuştu Igor'un pislikçe tavırlarına rağmen. Ama neyse ki kendisi ile yol boyunca uğraşamamıştı ilkokulda olduğu gibi. Artık kızlarla meşgul olmaya başlamıştı çünkü. Yaşına göre oldukça gelişmişti Igor. Sivilceleri olmayan tek ergendi. Ancak aynısını kendi için söyleyemezdi. Tamam, sivilceler onda da yoktu ama boyu daha kısaydı o sırada ondan ve cılızdı. Kolay kolay yemek yiyemezdi ki. Gene de her şeye rağmen egzotik bir deneyim olmuştu. Oysa Nadya, o hepsinden de etkileyiciydi. Bunu daha maskesini yüzünden çıkardığı andan anlamıştı. Ama bu kadarını da tahmin edememişti.

Etrafı derin sessizlik kapladı bir an. Hala Nadya'yı kollarında tutan Anghel kaşlarını çattı. Yüzünde tüm gülümsemesi anında kaybolmuştu. Zaten karamsar yapısı nedeni ile neşesini fazla koruyamıyordu. Ama bu sessizlik onu üstüne biraz endişelendirmişti. Aşağıda gördüğü siluet olmasa bunu umursamazdı. Ama orada tek başına bir felaketle baş başa olmak fikri hoşuna gitmiyordu. Sonuçta geçmişini duymuştu buranın. Özellikle de yeniden kurulan Cinayetler Kulübü'nün o lanet olası hortlağı yeniden ortaya çıkarmasından biraz korkuyordu. Bakışları şu anda ne Nadya'da ne de Nia'da odaklanmıştı. Az önce doğum günü şarkılarının yayıldığı ama şimdi gergin bir sessizliğin olduğu bölgeye yöneltmişti ilgisini. Kör gibi bakıyordu oraya. Loşluk orada iyice artıyor en son Ice'ın olduğu yerde de kör karanlığa dönüşüyordu. Belki de bir doktorun Anghel'in raporunda belirttiği, şu anda daha başlangıç aşamasında olan gece körlüğünün etkisiydi bu. Tıpkı ihtiyarlar gibi geceleri göremez olacaktı yakında. İşin güzel yanı böyle olmak ihtimali Igor'da da vardı. Ancak onun yakışıklılığı ve kendine güvenen tavırları, havası vardı bunu örteceği. Kendinde ne vardı ki? Nadya'nın ona hissettirdiklerinin gerçek olamayacağının farkında olacak bir zekâ vardı sadece. Ama Nadya napsındı bu kadarını? Geceleri kimseyi göremeyecek, etrafındakilere muhtaç kalacak kişiye neden tahammül etsindi ki? Bu düşünce onu daha da endişelendirdi. İçten içe eğer dirilmişse katilin onu gerçekten kötü duruma düşmeden hayattan çekip almasını diledi. Nadya ile bu kadar mutlu iken ve daha lamba altında bile kimseyi göremez hale gelmeden bitmeliydi bu işi. Yüzünde mutsuz bir ifade oluşmuştu. Sonra gözleri Nadya'ya döndü. O da sessizlikten dolayı endişeye kapılmış gibiydi. Belki de yanlış görüyordu. Bu daha beter canını sıktı. Nia bile onu bu sessizlik kadar huzursuz hale getirmemişti. Sevgilisinde gördüğünü düşündüğü endişeyi azaltmak için onun yüzüne okşarcasına dokundu. Ardından başkası için asla yapamayacağı şeyi yaptı. Endişelenme anlamında zoraki de olsa gülümsedi. ''Sanıyorum ışıkları açamadılar sigorta attığı için ya da ne bileyim birileri bir yerde aksaklık çıkarmıştır. Bilirsin şu çıtkırıldımları, ritüelleri planladıkları gibi gitmeyince etekleri tutuşuyor.'' Sanki kendi suçuymuş gibi savunmaya geçmişti. Bunu fark etmesi ayrıca onu utandırdı. Her ne kadar onunla kendini rahat hissetse de bazen Nadya'nın karşısında ne yapacağını şaşırıyordu. Belki de hayatın kötüye gideceğine iyice inanıp sonra da bu konuda haklı çıkan her gothic gibi günün birinde intihar etmeliyim, diye düşündü. Ama o haklı çıktığı için değil daha ziyade zirvede olan birinin dibe inme korkusu yüzünden yapacaktı bunu. Bu çok daha saçma olurdu diğer sebepten. Belki de kendini uçurumun kenarında hisseden şu bazıları gibi yapmalı ve elinde kalacak tek şeye yani sanatına daha sıkı sarılmalıydı. Gerçi geceleri uzak durmak zorunda kalacaktı ondan da ama en azından gündüzleri onu bırakmamış olacak tek şey o olacaktı.

Şlak! Işıklar anında açılmıştı. Artık etrafı net bir şekilde görebiliyordu. Hem de eskisinden bile iyi bir şekilde. Nia için üzüldüm doğrusu, diye düşündü. Sonuçta artık Nadya ile bir yere kapanmaları için çok geçti. Bu düşünce komiğine gitmişti. Sevgilisinin yüzüne baktı yüzünde yavaş yavaş beliren muzip bir gülümseme ile. Ama gülümsemesi yarım kaldı. Dondu ani kasırgaya tutulan heyecanlı bir kuş gibi. ''Aaaaaaayyyyy!'' Göz ucuyla Nia'ya baktı şaşkın bir ifade ile. Cidden haklı mı çıkmıştı şimdi? Ne olduğunu anlamadığından afallamıştı istem dışı. Nadya'yı az önce saran kolları düşmüştü. Tıpkı etraftaki diğer yüzler gibi şaşkınlıkla bakıyordu. Çığlık tekken çoğalmıştı giderek. Bir süre sonra bu çığlıkların etrafından değil bambaşka bir odaktan geldiğini anladı. Doğum günü kızının etrafında toplanmıştı kalabalık. Bir erkek sesi duydu. ''Polis çağırın! Ambulans! Revirden birini çağırın işte! Görmüyor musunuz bayıldı.'' Nadya'nın elini refleks olarak tuttu. Onu korumak istiyordu sanki. Ve aklına esrarlı sigaraları geldiğinde hemen ona telaşla döndü. ''Nadya gitmem gerek hemen. Üzgünüm.'' Sonra fikrini değiştirdi. Öyle yaparsa –her ne olmuşsa- suçu işleyen kişinin o olduğundan kuşkulanırlardı üstüne üstlük. ''Ya da burada kalıyorum.'' Birçok şeyden endişe edebilirdi şu an ama Nadya'nın onu dengesiz olarak görmesinden değil. Çünkü sevgilisi biliyordu polisten neden korkmuş olduğunu.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:36 pm tarafından Kybelle
Víctor J.Urbaneja Pérez

Bozulmuş ,kirlenmiş, pas tutmuş anılar bütün benliğini kasıp kavuruyorlardı sanki.Hayat acımasız ,hayat zalim ve gözü pek.Peki geçen hayatında hiç güzel anıları olmamışmıydı? Yaşadıkları birer sınavdı.Peki bu zor sınavdan ne zaman kurtulabilecekti,etrafına ördüğü beton misali duygularından oluşan duvar nasıl yıkılacaktı? İstenmeyen bir çocuğun yaşadığı ezikliği kim giderebilirdiki.Yüz hatlarında oluşan sert çizgileri kim yumuşatabilecekti? Göz pınarlarından akacak olan her göz yaşını kurutan ailesine büyük bir ödül vermeliydi Victor; sevgisizlik en büyük eksikti onun için. Neydiki bu kavram nasıl bir şeydi? İstenmeyen küçük görülen azarlanan Javier fakat tam tersine sevilen her kusuru hoş görülen büyüleyici Jesus kadar olamıyordu .Neydiki onda olupta kendisinde olmayan şey? adını bile kendileri için kutsal olan birinin adını vermişlerdi. Baş tacı Jesus akıllı,zeki,kusursuz..Fakat Javier.. kardeşinin işlediği kusurlar bile hep onun üzerine kalırdı.Ya ablasına ne demeliydi,ona ailesi dışında en iyi daha doğrusu onların davrandığından biraz daha iyi davranabilen tek kişiydi.Bütün kıskançlık damarlarında akan kan misali vücudunda dolaşırken bunları nasıl görebilirdiki. O an nefes almak bile zor gelirken çevresinde olanlara dikkat kesilmek ne kadarda zordu.Artık eski Javier yoktu o içinde bir yerlere saklanmıştı ve hiçbir zaman ortaya çıkmayacaktı yeteri kadar ezilmiş ve yıpranmıştı.Yüz hatları yavaş yavaş biraz daha sert çizgiler haline gelirken o an çevresindeki insanlara tepeden bakabilmenin tadını çıkarıyordu.Hafif kalın kaşlarını çatmış öğrencilerini büyü bir dikkatle seyrediyordu.Biraz ötede duran Joakime takılmıştı gözleri,yaratılıştan asi olduğu her haliyle belli olan bir öğrencisiyle takışıyordu ,uzun dağınık saçları ve sert bakışlarıyla tanımak zor değildi.Göreve başlamadan önce herbir öğrencinin geçmişini araştırmakta üşenmemişti,ve yeğenine sataşan genç delikanlı valinin oğlu Dimitrie olmalıydı.."Zengin züppesi"dedi içten gelen bir sesle.Bunun gibi havalı tipler kendini o kadar çok ezmişlerdiki artık bir kayamisali taşlaşmış kalbine fazla etki etmiyorlardı ama yeğeni Joakimin hırs bağlamış yüzünü görünce kalbinin biraz olsun yumuşadığını hissetti, ya Renee'ye ne demeliydi ; başını önüne eğmiş bir an suskun görünce içinde yanına gidip koruma gibi bir his uyanmıştı.Ama yapmayacaktı bunu o an hissetmişti ."Bırak kendi kendilerini savunmasını öğrenebilsinler " dedi kendi kendine mırıldanır gibi hafif bir sesle. Daha sonra biraz ötesindeki yardımcısının yanına yanaştı boynundaki gravat sıkmaya başlamıştı sanki ama resmiyeti bozmak kendinden paye vermek işine gelmediği için gravatı gevşetmeyi bir kenara bırakıp , kendinden beklenen sert bir sesle adamın arkasından yavaşça yaklaşıp hafifçe boğazını temizler gibi öksürdü "Michael " yardımcısının beklenmedik bir şekilde olduğu yerde sıçrayıp Javier'e dönerek garip bakışlara bakmasına şaşmadı. "Korkuttuğum için özür dilerim sessizce yaklaşmak istemezdim"dedi konuşmasına bir kaç saniye ara verip söyleyeceklerini dikkatle seçermiş gibi bakındı.
"Joakim Suman Linares ,Dimitrie Gabriel Flaubert , Renee Eugenie Linares ,Octavian Anghel Dragomir , Ice Rain Cresswell ve Nia Lanie Gaarder'ı yirmi eylülde disiplin görüşmesine çağırmanı istiyorum"dedi yardımcısı Miachael'in elinde kalem kağıtla bütün söylediklerini not almasını sabırla bekliyordu.Balo başladığından beri bu kişilerin etrafında olan olayları öğrenmeyi sabırla bekliyordu kendi yeğenlerini bile hiç çekinmeden yargılayabilirdi.Adalet onun için herşeyden önce gelirdi yeğenleri oldukları için kendilerinin disipline çağırılmayıp rahatça istediklerini yapabileceklerini sanıyorlarsa yanılıyorlardı. Ama yinede herşeye rağmen onlara içinde ayrı bir sevgi beslediğini biliyordu.Bu dışarı vurulmayacaktı belli edilmeyecekti.Katı kurallar aşılması zor engeller vardı onun eski Javier olabilmesi için. Etrafta dolaşıp bir şahin gibi etrafı kolaçan etmek işine geliyordu. Ama içinde anlayamadığı bir sıkıntı vardı nedenini bilmediği bir türlü çözemediği sanki bir müddet sonra garip bir şeyler olabilecekmiş gibi hissediyordu.Açık renk takımının ceket düğmelerini elleriyle sabırsızca çözdü balkon tarafına gidip biraz olsun hava almak istiyordu.O sırada etraf birden kararmıştı loşluk ani bir sessizlik,Javierin dikkat kesilmesini sağlamıştı,şimdi bu aksaklıkta nereden çıkmıştı yoksa şu demin doğum günü olan kıza bir süprizmi yapıyorlardı ama onlara doğum günü kutlaması için ışıkları söndürmelerini söylememişti eğer kendisinden habersiz bir şey yaptılarsa hiç acımadan sırf ışıkları söndürdükleri için görevlileri ağzına gelebilecek her türlü sözle azarlayabilirdi.
''Aaaaaaayyyyy!'' birden duyduğu bu feryat Javier'in o yöne doğru hızla ilerlemesini sağladı "Polis çağırın! Ambulans! Revirden birini çağırın işte! Görmüyor musunuz bayıldı." buda neyin nesiydi böyle? ışıklar beklenmedik bir şekilde tekrar yanmıştı yeğeninin sesinimi duymuştu demin? Neler oluyordu? ''Lütfen artık gidin. Onu öldürüyorsunuz.'' evet duyduğu Joakimin sesiydi bundan emindi .Birşeymi olmuştu acaba ona,içinden büyük bir endişe dalgasının hızla yayıldığını hissetti sanki birden mantıklı düşünmeyi kesmişti. Kapıya diktiği görevliler ne halta yaramışlardı.
"Lanet olsun planda eksiklikmi yaptım ben ,bu bağırış bu feryatta neyin nesiydi?"dedi kendi kendine konuşup bir yandanda demin gelen feryadın çıktığı yere doğru hızla ilerledi.Fakat gördükleri olduğu yerde mıhlanıp kalmasını sağlamıştı.Yüzü kireç gibi bembeyaz olmuş dudakları yine kısılıp ince bir çizgi haline gelmişti,iyice çatılmış kaşları yüzünden bir şok ifadesinin geçtiğinin birer kanıtıydı.Midesinde hızla oluşan bulantı yerini endişeye bırakmıştı.Yerde baygın bir şekilde yatan kız ve bedeninden ayrılmış bir kafa.
"Aman tanrım!.. kimse elini birşeye sürmesin ve kimse balo salonunda ayrılmayacak" bir yandan bağırıyor bir yandanda güvenlik görevlilerinin akınına uğrayan salonda volta atıyor ve polis çağırıyordu. Görevlilerden birine indirdiği yumruğun dikkati üzerine çekmişti . "Lanet olsı buraya sizi süs olarak koymadım ben hepiniz çıkışları tutun hiçbir öğrencinin dışarı çıkmasını istemiyorum çabuk polis çağırın "dedi tekrar yerde baygın bir şekilde duran kızın yanına geldi
"Kalk ordan Joakim dedi sert bir sesle kaşları çatılmıştı başlarından geçen olayın ortasında Joakimin bulunması sinirlerini iyice germişti " Supermanlık yapmanın sırası değil"dedi yerde duran kızın yanına hafifçe çömeldi. Çevresindeki onca insanın korkudan yüzleri gerilmişti. Masalardan birinde duran su dolu bardaklardan birini aldı eline hafifçe damlattı ve Ice'ın suratına serpiştirdi.Saçlarını ıslattı yüzüne ıslaklığın değmesini biraz rahatlayıp kendine gelmesini sağlayabilirdi.
"Cinayetler Kulübünü hangi aptal kurdu?" herkezin siniri gerilmişti fakat azarlayıp bağırmak elinde değildi. Javierde bu okuldan mezun olmuştu ve en son cinayetler kulübü üyesi kendisiydi ve tek kurtulan oydu. Bu bir efsane haline gelmişti.Kendini bilmez gençlerin bunu ciddiye alıp yeniden bu klübü kurmaları tüğlerini diken diken ediyordu.
Birden zamanda ilerleyip geriye doğru öğrencilik yıllarına gitti. Kulüp üyelerinden biriydi Javier'de , kimse ciddiye almıyordu anlatılan hikayeleri Bay Raymond'un öldürüldüğü hikayesini bir uydurma olarak görüyorlardı fakat ne kadarda yanılmışlardı.Kulüp üyeleri anlattıkları hikayelerle teker teker öldürülmüşlerdi.Olayın üstü kapanmış herşey örtbas edilmişti. Kulüpten sağ salim kurtulan Javieri iste kimse ciddiye almamıştı.Halbuki katilin kendisini çelimsiz gösterişsiz birisi olduğu için öldürmeye değer vermediğini bilselerdi bu şekilde davranırlarmıydı bilmiyordu. O gün elinde bir bıçakla üzerine yürüyen katilin yüzünü görememişti ama dizlerini vücuduna çekmiş ağlayan Javiere önce sert bir sesle bağırmış sonrada onun gibi çelimsiz birini öldürmeye layık bulmadığını söylemişti.Belkide öyle olması onun için büyük bir şanstı ama ya şimdi? İşlenen bu cinayetin kulübün başlangıcı olduğunu belli ediyordu. Yanında duran Joakimin yanına yanaştı yakasından tutup sarstı.Bakışları sert ve acı doluydu.
"Söyle bana Joakim senmi başlattın bunu "dedi Joakimin gösterişli şımarık biri olduğunu biliyordu böyle birşeyi yapabilecek biride olduğunu biliyordu ama içinden onun başlatmamış olması için tanrıya yalvarıyordu.Yeğenine zarar gelmesini istemezdi "Renee nerede?" diye sordu korkuyla ellerini gevşetip ayağa kalktı polislerin gelmesini bekliyordu.Elini iyice uzamış saçlarının arasından bıkkın bir şekilde geçirip derin bir nefes aldı.Gravatını gevşetip bedensiz kafanın başında beklemeye başladı yüzü bembeyaz kesmiş
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:37 pm tarafından Kybelle
Nia Lanie Gaarder

Batıyordu, hissediyordu bunu. Daha dibe, en dibe… Dibe vuruyordu en sonunda. Dibe vurmuşluğun verdiği bir sancı sarıyordu bedenini. Karanlıklar bile saklayamıyordu tükenmişliğini. Mahvolmuşluğun kokusu yayılıyordu dünyasında ve bitirmedik umut bırakmıyordu. Umutsuzluğu rakip çıkıyordu dibe vuruşlarına. Siyah fon üzerinde yaşanıyordu hayatı ama herkes bu siyahı gökkuşağı olarak görüyordu. Belki amigo olduğundan, belki göstermek istemediğinden görmüyorlardı. Düşünceleri bile siyahtı ve yalnızlık bile terk etmişti onu. Ölüyordu işte, bedeni sağlamdı ama ruhu ölüyordu. Başkaları onun yüzüne baktığında gençliği, dinamikliği görebilirdi ama gözlerine bakmaları yeterliydi ruhunun ne kadar yaşlı olduğunu görmek için. Bakan olmamıştı ama hiç, korkmuşlardı hep o gözlerden. Belki görecekleri acılardan korkmuşlardı. Tahmin etmişlerdi göreceklerini. Neyse ki çabuk geçecekti bu ölüm de. Sonra yeniden doğuş, yenilenme… Daha önce kaç defa yaşamıştı aynı şeyleri. Ruhu kim bilir kaç yaşındaydı? Kaç defa ölüp ölüp dirilmişti? Kaç ruhu vardı? Kaç kimliği? Kendi de bilmiyordu ki. Bilmediğini bile bile soruyordu kendi kendine. Bilmiyor olduğunu bilmediğini biliyordu. Neyse, geçelim bu kısırdöngüyü. Anghel'ın 'kalabalık' sözüne takılmıştı aklı. Anlamıştı kastının kendisi olduğunu. Cevap vermek için derin bir nefes alarak ağzını araladı fakat hemen vazgeçti bundan. Neden umurundaydı ki? Takmamalıydı onu, tıpkı hayatın kendisini takmaması gibi. Aldığı nefesi geri verdi. Bunun yerine küçümseyici, ona acıdığını belli eden bir bakış fırlattı. Mutsuzluğu anlatan bir elf şarkısı misali sözlerini içinde tuttu. İçindeki ruhuna söyledi söyleyeceklerini, ona anlattı masallarını, ona haykırdı kızgınlıklarını her zamanki gibi. İçine atacak, içinde büyütecek, aynadaki yansımasıyla paylaşacaktı her şeyi. Ve aynanın öteki tarafında gördüğü et yığını ona cevap verecekti. ” Yalnızlığını, kimsesizliğini, hayata öfkeni, kinini, her şeyini biliyorum ben. Çünkü aynadaki yüzüm, nereye kaçsam kurtulamıyorum senden.” Bir darbede o vuracaktı, yeter artık, bıktım senden diyecekti. Terk etmek isteyip edemeyecekti ama Io da üstüne gitmeyecek, aynalara küsecekti güzel bir yüzü olmasına karşın. Eskiden ne güzeldi hâlbuki. Nadya, Ice ve Kacey… Sırdaşları, dostları, Io’nun masallarının prensesleri… Ah! Gerçekten kanmıştı masallara, kaybolmuştu kendi masal diyarında. Ice bir kuleye hapsedilmişti kötü kalpli cadı tarafından. Kurt üfleyip püflemiş ve hayatını yıkmıştı Nadya’nın üzerine. Kacey, o hala prensinin gelip camdan ayakkabının tekini ayağına uydurmasını bekliyordu. Ya Io, o hangi masalın kahramanıydı. Karanlık masalları vardı onun. Prenses değildi masallardaki, hizmetçi kızdı hep. Kimse fark edememişti ama değildi işte. Hoşuna gitmişti fakat prenses gibi davranmak, öyle görülmek. Söylememişti kimseye bu yenidünyayı sevdiği için. Söylememişti içindeki karanlığı, korkularının olduğunu… Gök gürültüsünden korktuğunu bilmezdi kimse, karanlığın ürküttüğünü onu… Bir keresinde şöyle yazmıştı güncesinin satırlarına; “Hadi bana masallar anlat. Karanlık masallar. Kötü bitsin hepsinin sonu. Prensesler kurtulamasın mesela. Ejderhalar yesin kahramanları. Peri kralları sözlerini tutmasın. Ağlasın bütün sevimli hayvanlar. Dilleri tutulsun, konuşuyorlarsa da konuşamasınlar. Hadi bana masallar anlat. Karanlık masallar. Kellere yüz verilmesin mesela. Rapunzel’in saçlarını kökünden kessinler. Ayakkabı daha ilk denenen kızın ayağına uysun, evde kalsın Sindirella. Bal kabağı kırılsın, fareleri kedi yesin. Çizmeli kediyi dövsün kasabın kedisi. Çizmelerini bırakıp kaçsın. Ağlasın. Hadi bana masallar anlat. Karanlık masallar. Fareli köyün fareleri sağır olsun mesela, kavalcı bir rock grubunda yan flüt çalsın, grup tutmasın, dağılsın. Kraliçe pamuk prensesi uyutmaktan vazgeçip zehirlesin. Onu öpen prenste ölsün. Kötü dev yedi cüceleri ezsin mesela yanlışlıkla. Bilerekte olur, fark etmez. O çocuk fasulye sırığından düşsün. Hansel ile Gratel'i ormanda kurt yesin. Sonra o kurt kırmızı başlıklı kızı da tatlı niyetine yesin. Hatta hızını alamasın kırmızının ninesini de yesin, avcıyı da yesin, üç küçük domuzu da yesin. Yarasın kurtcağıza, tosun gibi olsun. Masallar anlat bana. Karanlık masallar. Kan götürsün her yanı. Yalan olsun tüm sevgiler. Gelmesin hiç beklenenler. Üzülsün hep tüm sevenler. Yalan çıksın verilen sözler. Kendinden başkasını kimseyi düşünmesin kahramanlar. Ve mutluluk değil hüzün olsun, ölüm olsun sonlarında… Masallar anlat bana. Karanlık masallar. Ki gerçeklere alışayım. Mutlu sonlar varmış. İyiler hep kazanırmış. Boş ver hepsini. Sen masallar anlat bana. Karanlık masallar. Ki göreyim gerçekleri. Bileyim hayat neymiş. Rüyalara dalmayayım, canım yanacaksa da gözüm göre göre yansın. Nasıl sinmişse hayata acı, sinsin masallara da. Alışsın düşlerim bu sonlara. Böyle ürkek, böyle masum, böyle renkli hayallerle çıkmayayım hayatın karşısına. Nasıl çöktüyse hayata karanlık... Öyle çöksün masallara da. Bana benzemesin masum çocuklar. ”
Fakat sonra beğenmeyerek yırtıp atmıştı. Düşünmüştü uzun uzun… Hayatın masalını düşünmüştü. Hayatın masalının hiç mutlu bitip bitmediğini... Pamuk prenses uyumak yerine ölseydi ne olurdu? Ya da Hansel ile Gratel’i ormanda kurt yeseydi? Ah! Masallar! Çocukların birer masumiyet timsali olmalarını sağlayan şeyler. Evet, çok severdi masalları. Bütün saflığıyla inanırdı masallara. Babasının kendisine getirdiği masal kitaplarını kimse okumadığı için, okumayı öğrendikten sonra bitirmişti ve hayran kalmıştı. Kendine bir masal diyarı yaratmıştı zihninde ve kahramanları belliydi. Ice, Nadya ve kendisi. Kacey, masalları mora dönüştüğü zaman eklenmişti o kahramanlar arasına ve tam o esnada Ice yenilmişti kötü kalpli cadıya. Mor masalları vardı artık, tozpembe değildi hiç bir şey. Masal kitabının son sayfası kayıptı, işte orda bitmişti pembe masallar başlamıştı mor yıllar. Aniden salonda yanan ışıklar, karanlık düşüncelerinin bulunduğu kuyunun sonundaki ışık gibiydi. Karanlığa alışan gözleri aniden vuran ışıkla yandı ve kısıldı. Islak, kaba kumaşların vücuda değmesi gibi bir histi bu yanma hissi. Işık ise kendini hem iyi hissettiriyordu hem de kötü. Karanlık düşlerinden ve kâbuslarından uyandırıyordu ışık insanı fakat aynı zamanda kendisiyle yüzleşmesini engelliyordu onun. Örtbas ediyordu insanoğlunun işlediği tüm günahları. Cesaretlendiriyordu onu yeni günahlar için, yeni günahkârlar yetiştirmek için. Işıkların ardından tiz bir kadın çığlığı duyuldu. Neler oluyordu? ”Tanrım, birisi ya tırnağını kırmıştır ya da elbisesine kesin şarap dökmüştür!” diye mırıldanarak yarı yarıya döndü çığlığın geldiği tarafa doğru. Kuzeninin doğum günü için toplanan kalabalık neden daire oluşturarak yerde bulunan birine bakıyorlardı. Neden korku dolu gözler vardı? Neden biraz ilerdeki kız gördüğü şeyden dehşete düşerken bulunduğu yere kusuyor ve birkaç kız da ona eşlik ediyordu? Ve Joakim… O neden herkesi uzaklaştırmak için bağırıyordu. Ice, o neredeydi? ”Ice…” dedi belli belirsiz bir sesle iri mavi gözleri açıldı. Ne Nadya’yı ne de Anghel’ı düşünmeden kalabalığa doğru koştu elbisesinin eteklerini toplayarak. Biliyordu, Nadya hemen arkasından gelecekti ya da geliyordu bile. O kadar korkuyordu ki Ice bir şey olmasından, tüm okulun üçünün kuzen olduklarını öğrenmesi bile umurunda değildi. Varsın öğrensinlerdi, ne değişirdi ki? Yalnızca çevrelerindeki meraklıların sorularına maruz kalırlardı. Bir de ailesinin azarlamalarına… Kalabalığı yararak ulaştı Ice’ın bulunduğu yere. Bir yandan da bağırıyordu tıpkı sevgilisi gibi ”Dağılsanıza, hemen!” Dekan Joakim’i Ice’ın başucundan çekerken ve onun suratına su serpiştirirken dikkatini çekti yerdeki kan ve bedeni olmayan baş… Ice’ın yeni sevgilisi değil miydi? Kuzeninin hemen yanına düşüp bayılacağını sandı ama neyse ki bir şey olmadı. Aldığı nefesi vermeyi unuttuğunu fark etti ve nedensizce gözleri doldu. Ice? Ona ne olmuştu? Suyun etkisi ile kendine gelmeye başlayan Ice’ın başucu boşaldığında hemen attı kendini Joakim’in yerine. Yüzüne gelen saçlarını çekti onun. ”Tanrı aşkına! Ice, beni duyuyor musun? Lütfen, uyan!” Kalp atışları hızlanmış ve saçma bir şekilde tüm bu olayları az önceki düşüncelerine bağlamıştı. Bir yerde okumuştu düşünce gücünü. Ah! Ne saçmalıyordu?! Zaten az sonra büyük bir ihtimalle dekan yanlarına gelip yine biraz sonra yanlarında olacak olan Nadya ile kendisini uzaklaştırmaya çalışacaktı. İşte o anda kendine hâkim olamayarak haykıracaktı Io, o benim kuzenim diye. Böyle bir şeyin olmasını istemezdi ama… Bunları düşünecek zaman mıydı? Aptal Nia! ”Bir daha seni hiç üzmeyeceğim, hadi!” İçinden ettiği yeminler, yakarışlar… Pek inançlı olduğu söylenemezdi ama şimdi… Ice ile aralarındaki düşmanlığı bilenler dehşetin yanında bariz bir şaşkınlıkla da bakıyorlardı kendisine. ”Lanet olasıcası, aç şu gözlerini!” diye haykırdı bir kez daha. Her şeyin anlamının kaybolduğunu hissediyordu ve düştüğü kuyuda düşüşünün daha da hızlandığını. Ya Ice ölürse? Ya, asla kötü kalpli cadının hapsettiği kuleden kaçamazsa? Ne kadar da pişmandı. Yaptıkları için ve yapmadıkları için… Gözlerini açsa, sadece iyi olduğunu görse Io, bir daha asla üzmeyecekti dediği gibi onu. Belki eskisi gibi olurdu her şey… Belki yardım ederdi kuleden kaçmasına…
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:38 pm tarafından Kybelle
Miesha Nadya Dailey
Küçük tombul serçeleri ne kadarda severdi ufacık bedenleriyle hep yaşama azmi verirlerdi.Yağmur kar çamur dinlemeden küçük bedenlerine bakmadan sürekli çalışırlar ve hayatta kalmak için uğraşırlardı.Hepsinin ayrı bir gayesi ve amacı vardı.Ne kadar küçük olduklarına aldırmadan gururla çalışırlar ve çevrelerindeki onca kediye yırtıcı hayvana ve kötülüklerine aldırış etmeden evlerine sıcacık yuvalarına küçük ekmek kırıntıları götürürlerdi.Küçük serçelerden biriydi oda onlar gibi çabalıyor ve hayatta kalma azmi veriyordu fakat ne kadar çabalarsa o kadar gömülüyordu kızgın kedinin tırnakları arasına o kurtulmaya kaçmaya çalıştıkça zalim tırnaklar biraz daha etine geçiyor ve canını acıtıyordu.Aslında basittir serçelerin yaşam hikayeleri küçücük bedenlerine sığdırdıkları hayat azmide bir o kadar büyüktür.
Oda kanatlanıp uçmak gökyüzündeki pamuksu bulutların arasında özgürlüğünün tadını çıkarmak isterdi,fakat küçük kardeşinin kırılmış kanatları özgürlüğünü uçup gitmesini engelliyordu.Yapamazdıki bırakıp gidemezdi; onun savunmasızlığı incinmiş yüreği dağlıyordu içini.Göz pınarlarından akacak herbir damlaya feda ederdi canını.Seneler günler aylar belkide yıllarda geçse bağlayacaktı kendi ruhunu kardeşininkine her gün biraz daha uğraşacak biraz daha kendini feda edecekti.Nadya bunun için yaratılmıştı ona kutsal bir görev verilmişti sanki sevmek onun en büyük özelliğinden biriydi.Kanatlarını her zaman açacak ve arasına sevdiklerini alıp koruyacaktı. Belki zordu yaşamı katlanması ve katlanılması, ama yinede yağan her yağmurun ardından açan gökkuşağı gibiydi Nadyanın renkleri cıvıl cıvıl rengarenk içinde açan bahar çiçekleri hayat verirdi çevresindekilere.
Nicolai amcasını anımsardı her zaman onu bir çiçeğe benzetirdi.Kışın soğuna bir türlü erimek bilmeyen karların ağırlığına aldırmadan çıkan Kardelendi ona bunu yakıştırırdı amcası.Bir kardelen kadar azimli ve inançlıydı.Üzerine yağan onca karın altından hiç yılmadan açardı yapraklarını çevirirdi başını kendine gülümseyen güneşe doğru.
"Hey ben burdayım yine yılmadım yine açtım bahar gibi kokan yapraklarımı ,hayat beni yıldıramaz, sana doğru bükülen boynumu bir kez daha dik tuttum güneş"derdi bütün zorlukların ardından gülümseyen yüzüyle.Pes etmek yoktu onda kendini acındırmakda yoktu boynu hiçbir zaman bükülmeyecekti hayat karşısına ne kadar zorluk çıkartırsa çıkartsın,esen sert rüzgar ne kadar acımasızca davranırsa davransın bükülmeyecekti boynu bir kardelen gibi beyaz bembeyaz masum ve saf kalabilecekti , ama bunu kimse bilmeyecekti güçlü olabilmek için kötü olması acımasız olması gerekirdi çevresindekilere masum saf kardelen korkusunundan koklatmayacaktı.Belki kardelenin dikeni yoktu ama her uzanan ele bir diken batıracaktı.Ya Niaya ne demeliydi Nicolai amcası onu bir güle benzetirdi etkileyici çarpıcı görüntüsüyle kendisine bakanların gözünü alırdı,kırılgandı belki içten içe hassas ve narin ama ona kavuşabilmek için dallarındaki dikenlerine dokunmanız gerekirdi,batar ve ellerinizi hiç acımadan kanatırdı.
Ice adını neden böyle koymuşlardı acaba bir insan adının tam tersi bir yaratılışta nasıl olabilirdi ki? bir buz kadar soğuk değil tam tersine ateş gibi yakıcıydı.Papatyalara benzerdi Ice tatlı canayakın bir kır çiçeği sapsarı yapraklarıyla tepesinde yeni doğmuş güneşi anımsatırdı güneş kadar sıcak ve canayakındı belki sadece kendisine öyleydi.Sadece Nadyaya öyle davranıyordu belkide ama her ne olursa olsun bir papatya kadar güzeldi iç açıcı insana huzur veren bir yapısı vardı onu ait olduğu yerden kopardığınızda boynu bükülür ve savunmasız kalırdı. Ne bilge adamdı Nicolai her bir yeğenini bir çiçeğe benzetirdi.Çiçeklerle arası iyi olduğundandı belkide.Bütün sevgisini onlara verirdi.Diğer kardeşlerine benzemezdi onlar Nadyayı bir pislikmiş gibi kenara atarken Nicolai korumuş ve sahip çıkmıştı.Güzel duygularının bedenine hakim olmasının sebeplerinden biriydi belkide, onu her düşündüğünde gözpınarlarından bir damla yaş süzülürdü yanaklarından.Birtek onun sevgisi kalmıştı içinde koruyan o her zaman yanında bir yerlerdeydi ölmemişti.Nadya onu içinde bir yerlerde yaşatıyordu.Hayatta yıkılmadan kalabilmesinin amaçlarından biriydi ona yaşama azmi hayata tutunma gücü vermişti. Kendi zayıf noktalarını belli etmeyecekti kimseye ona bunu öğretmişti.Güçlü tanınmış bir boksördü zamanının en iyilerinden.Fakat oda yaşlanınca diğerleri gibi unutulmuş bir kenara atılmıştı.Hayat böyleydi işte oda diğerleri gibi tarih denilen kavramın arasına sıkışıp kalmıştı. Nasılda öğretebilmişti onca şeyi kendisine.Kırılgan bir çiçekten güçlü kendini savunabilen birine döndermişti. Şu an olduğu yerde hala kulağına gelen kalın sesini duyuyor gibiydi.
"Hadi Nadya vur şu çuvala bütün gücünle vur ve her indirdiğin yumrukta canını incitenleri düşün,sana dokunanları canını yakanları düşün" ve her seferinde biraz daha azmetmişti bu sözlerin ardından.Artık kimse canını yakamayacaktı morarmış kollarını artık acımadan savurabilecekti kollarına pençeleriyle sarılan kötülüklere bir kez daha yumruklarını suratına indirebilecekti o pisliklerin ve Nadyanın kırılgan savunmasız bir kuş sanıp üzerlerinde atılmaktan çekinmediklerinde o kanatlarını açacak ve kendini savunacaktı.

''Aaaaaaayyyyy!'' gözleriyle Anghele sevgiyle bakan Nadya bu sesi duyunca olduğu yerde sıçramıştı Ice'ın sesimiydi bu nolmuştu birden bire çığlık atıvermişti,kaskatı kesilen bedeniyle olduğu yerde kalmıştı hiçbir ses çıkartmadan öylece.
''Polis çağırın! Ambulans! Revirden birini çağırın işte! Görmüyor musunuz bayıldı.'' Joakimin sesi takip etmişti Iceın sesini fakat yerinden kıpırdayamıyan Nadya Nianın o tarafa doğru koşmasıyla şaşkınlığı bir kez daha arttı..
''Nadya gitmem gerek hemen. Üzgünüm.'' ama neden nereye? diyecekken lafının devamını getirmişti''Ya da burada kalıyorum.'' Anghelin ellerini sımsıkı tutmuştu ama başını çeviripte doğumgünün kutlandığı yere bakınca Ice'ın yerde yığılmış olduğunu görmüştü. Nianın demin aceleyle giden halinin nedenini anlamıştı
"Ice!" diye küçük bir çığlık attı yerde yığılmş yatıyordu. "Amcamı aramam gerek,gidemezsin Anghel lütfen "dedi heyecandan irileşmiş gözlerle ne kadar sesli konuştuğunu yada ne dediğini bilmiyor gibiydi Anghelin elini tutan elleri gevşemiş fakat bırakmamıştı onu orada öylece bırakıp gidemezdi.Anghel'in elinden tuttu onuda yanında çekiştirerek Ice'ın olduğu yere geldi .Anghelin tavırlarının ve gitmek istemesininde nedenini anlıyordu.Birazdan polis gelicek ve herkesi kolaçan edecekti.Belkide aldığı şeyden dolayı onu suçlu bulabilirlerdi.Bunu kesinlikle istemezdi ama Ice kuzeniydi onunla arasında kan bağı vardı orada öylece bırakıp gidemezdi.Nianın ve Iceın olduğu yere iyice yaklaşmıştı Anghelin elinin içindeydi küçük avucları hala.
"Nia?"dedi fakat lafı yarım kalmıştı.Vücudu kaskatı kesilmişti midesinde garip bir şeylerin oynaştığını hissetti.Bedensiz bir kafa orda duruyordu Christian onun başıydı bu,bedeninde ayrılmış bir baş!...Korkmaya başlamıştı sevmezdi o ölüleri vücudunun sıtmaya tutulmuş gibi yavaşça titrediğini hissetti heryeri buz kesmişti sanki, bir fobiydi onun için, gördüğü şeyden hoşlanmamıştı.Ice'a bir adım daha yaklaşmaya cesaret edemiyordu kesik başı bile orada görmek korkudan titreme nöbetine tutulmasına yetmişti. "Anghel" dedi titreyen dudaklarla başını omuzuna gömdü ve gözlerini sıkıca kapattı.Neydiki şimdi ondaki bu korkaklık kuzenini yanına gitmeli ve ona yardım etmeliydi ama yapamıyordu. Birkez daha "Anghel" dedi sonra cümlesini tamamladı kısık kimsenin duamayacağı bir sesle "Ice'a birşey oldumu o benim kuzenim nolur birşey olmadığını söyle ona bir şey olmadığını söyle bana"dedi nasıl söylüyordu bunları amcası bir duysa ne derdi ona azarlar hakaret ederdi.Kan bağı olduğunu bilmelerini istemezdi.Anghelin ne diyeceğini nasıl tepki vereceğini bilmiyordu.Ama şu an içinden tek geçen kelime "amcalarımın canı cehenneme" olmuştu.Anghel öğrense bir şey olacağını sanmıyordu.Belki daha önce söylemediği için ona kızabilirdi ama o an bunların hiçbirini önemsemiyordu.Ne Nia ne Ice belkide diğer kuzenleride bunlara dahil hiçbirinin başına bunların gelmesini istemezdi.Başı Anghelin omuzunda gözleri kapalı dudaklarından dua dolu kelimeler dökülüyordu.Bakamıyor ve yanına gidemiyordu çaresiz olmak özellikle zayıf noktanı belli etmek berbat bir şeydi.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:38 pm tarafından Kybelle
Armina Nicholette O'Rourk

Crimson Lady

Biri vardı orada. Bilmiyordu kim olduğunu. Sonbahar yaprakları kadar renkli, bir o kadar soğuktu. Rüzgârın sesinin sanki isyan edermişçesine yankılandığı odada tek başına, sakince duruyordu. Siyah saçları vardı, boncuk misli parlayan iri, siyah gözleri, dahası dolgun dudakları narince, kıpırdamadan duruyordu. Gözlerinin rengini bilebilmesine şaştı Armina. Oysa o gözler kapalıydı ve onu da ilk defa görüyordu. Dalgınca yatıyordu masada, bembeyaz, renksiz bir teni vardı. Öyle bir renksizliğe sahipti ki o ten mide bulandırıcı bir kâğıt gibiydi. Midesi gene de bulanmıyordu. Sadece hayranlık duyuyordu. Yavaş adımlarla, korkmadan, üşenmeden ona yaklaşıyordu ama aynı zamanda bir o kadar da kararsız. Belki de ona dokunmayı umuyor. Ama biliyordu ki bu asla olmayacak. Dikkatli bir şekilde ona yaklaşmaya devam ediyordu. Çıplak ayakları zeminde ıslak izler bırakıyordu. Ama o ıslaklık çölde kaybolmuş bir esirin terinin izleri gibi anında kayıplara karışıyordu. Bunu nerden biliyordu? Oysa ardına bakmıyordu ki. Kan kırmızısı bir örtü örtünmüştü ulaştığı kişi. Saçları uzandığı masaya zarfi bir biçimde dağılmıştı. Onun her özelliğini biliyordu. Ama gene de erkek mi kız mı asla anlamayacağını düşünüyordu. Yaklaştığında, ona dokunduğunda, göz kapaklarını parmakları ile çekip kaldırdığında bile bunu anlamayacağını biliyordu. Çünkü o bir kızdı, aynı zamanda erkek. Sadece görüntüsü sabitti, tekinsiz bir şekilde kımıldanıp duran göz kapakları vardı. Ama şişmişti... Ne zaman olmuştu ki bu? Belki de çok geç kalmıştı. Bir ölüye yakışmayan şekilde kımıldanan göz kapaklarına dokundu. Gene de tiksinmiyordu. Kalın, siyah kirpikleri kavradı, hala tiksinmiyordu. Ölü ten sanki yabancısı değildi. Sonra da o kirpikleri çekti ve açtı gözleri, çığlığı basıp gerisingeriye sıçrarken bu sefer tiksiniyordu. Kımıl kımıl solucan kaynayan gözlerden göz sıvısı, kan ve türlü iğrenç şey damlıyordu. Ellerini yüzüne götürüp ağzını kapattı. Oysa çığlık atmak, yardım istemek, daha da haykırmak istiyordu. Gözler, artık kahverengi değildi, çürümekten ela bir renge bürünmüştü. ''Benim o benimmm!'' diye haykırmaya başladı bir ses. Ama bu kendi sesi değildi. Rüyanın çok dışından gelen bir ses olduğuna emindi.

''Benim o diyorum sana anlatamayacak mıyım aptal memur bozuntusu!'' Gözlerini açtığında bir kadının sinir krizi geçirmiş şekilde haykırdığını duyuyordu. Hırçın ve biraz da çılgınca bir sesti bu. Kafasını dayadığı masasından kaldırırken ağrıyan boynunu ovuşturdu Armina. Kaşları hafifçe çatılmış, güzel yüzü buruşmuştu. —Ah bu yüzle nasıl polis olabilirsiniz hanımefendi?- Alnını ovuşturdu, narin parmakları ile. Uzun zamandır uyumamıştı, daha dün sokaklarda bir isyan başlamış, yağmalanmıştı dükkânlar. Bunun mafyanın işi olduğuna emindi. Ne yapsalar da ne etseler de bir türlü çökertemiyorlardı şu pislikleri. Onlar da bir yolunu buluyor ve geceleri onu böyle uykusuz bırakıyordu. Bazen bunun üstüne fazla büyük yük olduğunu düşünüyordu. Baş komiser olmak, polis merkezini idare eden biri olmak, aynı zamanda güzel, bakımlı, kendi gibi bir Armina olmak, üstelik hepsinde de mükemmel olmak, idare etmekte zorlanıyordu bazen. Babasının mezarına gidip ıslak toprağını avuçluyor avunmak ister gibi, ondan saatlerce özür diliyordu bu durum için. Onun serinkanlı, teskin edici sesini duyar gibi oluyordu sonra da. Ah ne günlerdi, babası onu dizlerine yatırır saatlerce hikâye anlatır gibi hayat dersi verirdi. Sıkıcıydı belki, diğer çocukların babaları gibi masal anlatmasını, en azından başından geçen heyecanlı şeyleri anlatmasını tercih ederdi ama bu da güzeldi. Sesindeki o teskin edici tonu duymak, onun parmaklarının saçlarında gezindiğini, sevildiğini duymak, ah harika. Mutlu bir çocukluk muydu yoksa geçirdiği? Oturduğu yerde kolunu öne doğru uzatıp parmaklarını birbirine doladı ve hafifçe geriye kaykılıp gerindi. Bu iyi gelmişti ağrıyan omzuna. Bütün gece operasyon düzenlemekten sonra da neredeyse bir kamyon dolusu tutan suçlularla ilgilenmekten eve gitmeye fırsat bulamamıştı. Olsun beklerdi kızı onu, bakıcısı ile uyumakta olan kızı daha öleli iki yıl olmamış olan babasının resmine tutunuyordu büyük ihtimalle. Ya da bakıcı o resmi kızın elinden düşüp kırılmasın diye çoktan kaldırmıştı. Ne de olsa beş yaşında ufak bir kızdı. Hayal meyal hatırlayabildiği babasının anısının kırılması onun için büyük hayal kırıklığı olurdu. Yerinden yavaşça kalktı. Az önce girilmemesi için özellikle tembih ettiği odasında yavaşça tur atmaya başladı. Böylece biraz olsun kendine gelebilecekti. Sonra odanın sağ ucunda duran aynaya yürüyerek karşısında durdu. Kıyafet ve saç tertibine daima uyulmalıydı. Özellikle de bunun baş komiserlerin yapması gerekiyordu. Uzun saçlarında tokasını çıkardı ve yavaş şekilde parmakları ile taramaya başladı. Üzerinde duran polis üniformasının dağılmış kısımlarını alelacele düzeltti. Saçlarını hızlı bir şekilde toplaması zaman almamıştı. Dudaklarını dili ile ıslatarak kendine bir süre baktı aynadan. Oldukça şirin görünüyordu. Sanki yılların verdiği üzüntüler, yorgunluklar ona hiç etki etmemişti. Babasını hatırladı, bu genetikti. Bir O'Rourk kolay kolay yaşlanmazdı. Kardeşlerini düşündü. Onların çoğunlukla buradaki üniversitede okuyan kızları vardı. Ah en son onları ne zaman görmüştü? Çocukken mi? İlk gençliklerinde mi? Belki de karışıktı. En son kaç insanla görüşmeye fırsat bulabildiğini bile anımsamıyordu.

Ayna ile işi bittiğinde yavaş, mağrur adımlarla kapıya yöneldi. Oda çok büyük olmadığından fazla da yürümesi gerekmemişti bunun için. Dikkatli bir şekilde dışarı çıktı. Etrafını kolaçan ediyordu çünkü mahkûmlar bazen kontrolden çıkıyordu. Kendinden önceki baş komiser öyle ölmemiş miydi zaten? Onun vuruluşu aklına geldikçe hafifçe yüzü kararıyordu. Onun en yakın arkadaşı olmasının dışında bir üzüntüydü bu. Onun kendisi için eski anıları, Champell üniversitesinde geçirdiği şu iki yılı, maddi durumları iyi iken, babası yaşıyorken yaşadığı o iki harika yılı anımsatan son bağdı. Ve o da gitmişti. Zavallı adam kendisi ile beraber olmak için polis akademisine katılmıştı. Ama hayat beklediği gibi olmamış başkası ile evlenmişti Armina. Bazıları düşünür ya hani: Kimi sevsem ölüyordu diye. Armina o şekilde düşünmeyi reddediyordu. Hayatından çok sevdiği kızının hayatı için belki de... O, onların aksine: Beni kim sevse, mutsuz oluyordu ya da ölüyordu, diyordu. Bu teorisi üzerine bir master bile yapabilirdi üniversitede. Kardeşleri, onu sevenler ölmüş, ondan nefret edenler hala hayatta... Ve iş arkadaşları, onlara zarar gelmesin diye kendinden nefret ettiriyordu onları. İçten içe hepsini seviyor, onlara saygı duyuyordu belki. Ama bu yüzden onlara son derece sert mizaçlı, kindar davranıyordu. Polis merkezinin ana holünde ilerlerken suçluları sorguya çektiği odaya gidiyordu ayakları. Bir an ne yapacağını bilemez halde öylece yürüdü. Sonra görmesi gereken kişiyi gördü. Masasında oturuyor ve dosyaları düzenliyordu. ''Adré. Raporları tuttun mu şu konu ile ilgili olan?'' dedi ona doğru ilerleyerek. ''Son ihbarın sonucunu bana bildireceksin.'' diye devam etti sözlerine. Adré, yani gerçek adı ile Adrian ona bir süre baktı ciddi bir ifade ile. Sonra elindeki dosyayı karıştırmaya başladı. Armina bu sırada tutukluları inceleyerek Adré'nin masasına yaklaşıyordu. Sonra tam masanın karşısında durdu ve sonunda dosyadan istediği bilgiyi bulmuş olan Adré tam bir şey söyleyecekken telefonu zili çaldı. Telefonu diğer masadan açtılar. ''Efendim ihbar yalan çıkmış sanıyorum. Adamı sorguya çektik ama ne adamda ne eşinden en ufak laf alamadık. Kadın hırpalanmış gibi görünmüyordu açıkçası.'' demişti kaşlarını çatarak. Armina başını salladı. ''Tamam bu durumla ilgili hasar raporunu hazırla.'' Tam arkasına dönmüşken burnunun dibinde duran ürkek bir polis yüzünden hafifçe haykırdı. ''Tanrım! Beni korkuttun. Ne işin vardı senin orada? Neden arkamda cüzdanımı çalmak için gelen yan kesici gibi duruyordun?'' Sesi sert ve kızgın çıkmıştı. Genç adam belli ki çaylaktı, bu ses tonundan ürkerek büzülmüş ve mavi gözleri sanki özür diler gibi irileşmişti. Bir an yutkundu ve dudaklarını araladı. ''Baş komiserim, Champell üniversitesi hakkında ihbar var. Balo salonunda kesik bir kafa bulunmuş efendim.''

Champell University

Balo salonuna girerken dağınık kalabalığın onu sinirlendirdiğini hissediyordu. sersem gençler kim bilir ne haltlar karıştırıyordu. İçeri girerken bazılarının üniformalılara korku ile baktığına yemin edebilirdi. İçerisinin renkli ışıkları, etrafın süsü, dekoru, polis merkezindeki sakin havaya tezat oluşturuyordu. Sakin bir biçimde ilerleyerek kalabalığın merkez oluşturduğu yere gitti. Neredeyse birbirinin içine geçmiş denecek korkunç bir çember vardı burada. ''Dağılın olay yeri incelemesi var.'' diye bağırdı onlara. Kendisi ile beraber gelen polisler de ona uyarak öğrencileri kenara çekmeye başlamıştı. Sonunda kalabalık biraz düzene girdiğinde baygın yatan bir kız ve onun başında duran başka bir kız gördü. Ice? Nia? Bunlar onlar mıydı? Yüzündeki sert ifade aniden değişmişti. Özlemişti onları. Etrafa biraz daha göz gezdirdiğinde Nadya'nın garip bir çocuğun elinden tutmuş olduğunu gördü. Onların yakınlarında bir adam, yeğeni mi oğlu mu olduğunu anlamadığı bir öğrenciye hararetle sorular soruyordu. Onlara doğru yaklaştı. ''Artık burada soruları ben soruyorum.'' dedi soğuk sayılabilecek bir sesle. ''Olay yeri incelemesine başlamadan önce burada balodan sorumlu olan biri ile görüşebilir miyim?'' Yakındaki öğrencilerden onu duyan soru sorduğu adamı işaret ederek dekan olduğunu söylemişti o sormadan. Onlara aldırış etmemiş gibi göründü. Sonuçta soru sorulan kişiler onlar değildi. Sonra sanki ilgisi kaybolmuş gibi arkasına döndü. ''Öğrencilerin her hangi birinin dışarı çıkmasına izin vermeyin üstlerini arayın.'' diye yüksek sesle bağırdı. Sonra yeniden önüne döndüğünde ela gözleri önce Nadya'yı süzdü. Sonra da az önce muhatabı olan kişiye bakmaya başladı. Adam fiziksel olarak oldukça hoş görünüyordu. Bir an yüzünün ve bedeninin ısındığını hissetti. Ama Armina artık ufak bir ergen değildi. Ne istediğini, ne yapması gerektiğini bilen yetişkin bir kadındı. Kendine rahatlıkla hâkim olabiliyor asla da istifini bozmuyordu. ''Demek dekansınız. Sanırım balonun tertibinde, düzenlemesinde de söz sahibisiniz. Bana biraz ayrıntılardan söz eder misiniz? Güvenlik ve organizasyon ile ilgili mesela.'' Ciddi olabiliyordu. Ama ona karşı yeterince sert ve kararlı görünemiyordu. Kendine hâkim olmanın da bir sınır vardı. Gözleri aniden Nadya'nın olduğu yere kaydı. Ice ve Nia arkasında duruyordu. Onlarla memurlar ilgileniyordu. Ama Nadya, o yanındaki ucubeden kim koruyabilirdi onu? Ya hayattan? Bir süre üstü aranan çocuğun bileğine kelepçe takılırken artık Nadya için endişelenmesinin gerekmediğin düşünüyordu. Yeniden şu hoş dekanla ilgilenmeye başlayabilirdi. Ama zaman dolmuştu. ''Kimlikleriniz lütfen.'' dedi yavaş şekilde. Burada bulunanlar şahit olduklarından kayda geçirilmeliydi. Kayda geçiren kişi kimliklerdeki isimleri yazmak için yanlarına yaklaşmıştı. ''Neyse daha çok görüşeceğiz anlaşılan.'' dedi neredeyse cilveli bir anlam kazanan yumuşak bir sesle. Yüzünü kafanın ve içine konulduğu kutunun yerde işaretlenmiş izlerine baktı. Sonra da oraya doğru yürümeye başladı. ''Olay yerini kordonlayın. Herkesi buradan çıkarın. Hadi çabuk.'' dedi ve yavaş adımlarla kanıtların toplandığı yere gitti. Bir kutu, içinde kâğıtlar ve bir zarf... Ellerine plastik eldivenleri geçirdi ve dikkatle eğildi. Bu bir zarf değil, bir nottu. Anlaşılan paketlenmiş olan diğer notun devamıydı. Ve el yazısı ile yazılmıştı. Bu ilginç, diye düşündü. Katil diğerine kolaj çalışması yaparken bu seferkini neden el yazısı ile yazmıştı? Acaba polislere hitap eden bir mektup muydu? ''Ballı sütten vişneli süte, umarım hediyeni aldığında az da olsa mutlu olursun. Bunu gerçekten hak ettin çünkü. Aynı zamanda seni üzmek zorunda kaldığım için çok çok üzgünüm. Ama böyle olması gerektiğini sen de ilerde anlayacaksın biliyorum.'' Yazılanları bir çırpıda okudu. Bir katilin öldürdüğü kurban için dilediği özür mü? Yoksa sapkınca bir akıl oyunun bir parçası mı? Seri katillerle ilk defa karşılaşmıyordu. Belki de bu yüzden hafifçe ürperiyordu. Notu yerine bıraktı. Belki parmak izi bulunabilirdi içlerinde. Belki de mürekkebin içerisinde bir DNA izi olabilirdi. Hayat sürprizlerle doludur sonuçta. Ayağa kalktı ve olay yeri inceleme ekibinin işini bitirmesini beklemeden tutuklanan öğrencilerle beraber dışarı çıkmaya başladı. Daha tutuklanan öğrencilerin sorgusu vardı sırada. ''Bir uzun gece daha.'' diye mırıldandı koridordan geçerken. Kızını epey özlemişti doğrusu. Polis arabasına bindiğinde iyice dalgınlaştı. Şu daha adını bilmediği ama yakında öğreneceği dekanı aklından çıkaramıyordu. Acaba evli miydi? Armina'yı sevmiş miydi biraz olsun yoksa ondan nefret mi etmişti çoğunluk gibi? Dahası kendisini sevse o da mı ölürdü? Öyle bir şey olabilir miydi?
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:39 pm tarafından Kybelle
Ice Rain Cresswell

DEAR DIARY/ LOSt MEMORIES

Tiz bir ses odanın havasını titreterek karanlıkta çalıyordu: Saat. Ice derin bir uykudan fırlayarak oturdu yatağında. Elleri gözlerine gitti önce, gözlerini neden açamadığını merak etti. Sonra gözlerinin açık olduğunu anladı. Yalnızca odanın zifiri karanlığını delemiyorlardı. Nerede olduğunu anlaması için birkaç saniye geçmesi gerekecekti ve çalar saat sinir bir şekilde hala ötmeye devam ediyordu. O an, çalar saati bulup onun sinir, yıpratıcı gürültüsünü kesmekten başka düşüncesi yoktu. Ve…

Saat başladığı gibi kendiliğinden madeni bir tıkırtı çıkararak sustu. Aynı anda da Ice yalnız olmadığını fark etti. Hala Christian’ın odasında- gizlice gelmişti- olduğunu anladı. Dahası onun yatağında… Gecenin anısı bütün benliğini bir dalga gibi kapladı birden. Yataktan sessizce çıktı, ayaklarının ucunda pencereye doğru yürüdü. Sabahın ilk ışıkları görünürken serin bir esintiyle birlikte yağmur çiselemeye başlamıştı. Açık pencereden uzattı başını. Yüzüne çarpan her yağmur damlası içini ürpertiyordu. Üşüyordu iliklerine kadar ama kıpırdamadı. Hiçbir şey, hatta hiç kimse küçücük yağmur damlacıklarının ona hissettirdiklerini hissettiremezdi. Joakim’i hatırladı yine, yağmurun altında sokaklarda el ele gezdiklerini hatırladı yine. Hemen sonra ise büyük bir pişmanlık hissetti. İhanet etmemeliydi Christian’a, en azından burada. Pencereyi kapattı, yağmuru izlemeye başladı. Yanı başındaki pencerenin camlarına düşen yağmur damlalarında yaşadığı her dakika biraz daha artan pişmanlık duygusunun verdiği sıkıntıyı gidermeye çalıştı. İşe yaramıyordu. Arkasını dönüp Christian’a baktı -hala uyuyordu- yattığı yere ve başucunda duran şeye. Günlük, insanın sessizce dile gelen vicdanı; yazmak insanı rahatlatan en basit şey. Ve Ice arkasına yaslanıp kaleminin beyaz sayfalar üzerinde yavaşça kaymasını izlemeye başladı.

“ Yeni bir güne gözlerimi açtığımda kendimi bilmediğim bir yerde buldum. Daha önce gittiğim ama benimsemediğim bir yer; yanımdan hiç ayırmadığım, omzuna yaslandığım, elini tuttuğum, sıcaklığını hissettiğim ama hiç sıcaklık duymadığım bildik fakat yabancı bir adam…

Aklım başımda mı, bilmiyorum. Yaptığım hiçbir şeyin nedenini bilmediğim gibi… Hiçbir şeye mantıklı bir açıklama bulamıyorum. Kaybettim kendimi, şuurumu. Analiz edemiyorum hiçbir şeyi. Doğruları- yanlışları, gerçeği- yalanı ayıramıyorum. Salak mıyım ben??

Sürmeyeceğini, yürümeyeceğini bile bile neden ısrar ediyorum? Ümit veriyorum?? Kıracağım insanları?? Sevginin yerini nefret mi alacak?? O beni sevmiyor (!), ben onu… Öyleyse nedir bu evcilik oyunu??

Kendine garenti veriyor, en azından. Ama ya ben?? Kendimi tanıyamıyorum, tanımıyorum bile. Ne yapacağımı kestiremiyorum. Bana süre veriyorlar: 1 ay, hatta daha da az… Sanırım Karl haklı. Kaldıramıyorum, yoruldum, sıkıldım ve alıştım.

Evet çok alıştım. Hep yanımda, nereye gidersem, ne yaparsam... Ice nerde Christian orda tabir-i caizse! Mutluyum- değilim, -üzgünüm- değilim, pişmanım- değilim, acıyorum- acımıyorum, rol yapıyorum- yapmıyorum; iki arada gidiyor bütün duygular.

Su üstüne çıkamıyor hiçbiri. Çünkü onlar da emin değiller, baskın değiller, dengede hiç değiller!!! Nasıl bir dengesizlik bu Tanrım?? Birini mutlu ederken diğerini mahvediyor, diğerini mahvederken birini mutlu ediyor.

Küçücük bir çocuğum etrafımda olanları açıklayamayan, anlamayan, anlamak istemeyen! Zamanın akışına bıraktım kendimi ama akmıyor. Yok illa ki akıyor!!! Ama boşuna…

Yine boşluktayım, evet. Hiçbir zaman dolmayacak küçücük ama kocaman bir boşluk. Kendim yarattım ve yine kendim yok edeceğim. Kendimi bulduktan hemen sonra. Ya ne zaman??

Benim de gözlerim bembeyaz tavana, duvarlara dalıp gitti gece boyunca. Sanki beyazlığın ötesinde birşeyler görürmüş gibi. "Ne düşünüyorsun??" diye dordu, cevap veremedim. "Beni seviyor musun??" diye sordu, EVET diyemedim. Onu sevmediğimi biliyor, biliyorum. Ve yine yadırgadım yanımdakini, yerimi.

Küçücük bir öpücük... Kimilerine göre çok şey ifade eder, kimilerine ise hiçbir şey. Bana göre ise... Her ikisi de değil!!! Hepsi sahte, hepsi yalan! Ya da her ikisi de! Ve yine baskın değiller, denge de hiç değiller!!! "

Günlüğünü kapattı. Christian'ı, bu evi hafızasının en köşelerine attı. Daha önce bir yerlerde, bir şekilde yaşanan kayıp anılar... Pencereye doğru baktı. Güneş bir kez daha sallamaya başlamıştı altın kamçılarını. Gülümsedi. Kim bilirdi, belki bulutlar çekilir yerlerini gökkuşağına bırakırdı??

DREAMS COME TRUE

Bitmek bilmeyen uzun bir rüyanın içinde olduğunu düşünüyordu. Şimdiye kadar gördüğü en güzel rüyanın bu olduğu söylenemezdi, kuşkusuz. Bir masaldaydı, masalın kahramanıydı; evet, peki ya diğer kahramanlar neredeydi?? Daha önce hiç duymadığı bir masalın ortasında yapayalnız kalmıştı. Küçükken dinlediği hikayeleri hatırladı: Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Uyuyan Güzel, Külkedisi, Kırmızı Başlıklı Kız, Hansel ve Gretel, daha birçok masal iyilikle son bulan. Fakat olardan birinde değildi. Ne pamuk prensesdi ne külkedisi ne de uyuyan güzel. Yedi cücelerden biri, Hansel ya da Gretel, kırmızı başlıklı kız, kurt, prenses, hiçbiri değildi. Sadece kendisiydi: Ice. Ve diğer kahramanlar; Nia, Nadya, teyzesi Armina, amcaları, annesi- babası, Joakim, Karl... Tıpkı hep düşledikleri gibi, bütün masalları kendilerine uyarladıkları gibi; kahramanlar onlardı. Hikayeler farklıydı, hayallerindekinden çok uzak ve bir o kadar da kötü. Hayatının masalını yaşıyordu, fakat bildiği tüm diğer hikayeler gibi iyi gitmiyordu bu masal. Kırmızı başlıklı kız- ninesini yiyen kulakları, gözleri, elleri, ağzı kocaman olan kurt tarafından yeniliyordu, uyuyan güzel hiç uyanamıyordu- onu öpecek prens korkunç ormanı asla geçemiyordu, külkedisi sonsuza kadar hizmetçi olarak yaşıyordu- prensle hiç evlenemiyordu- zira ya ayakkabı ilk giyinen kızın ayağına uyuyor, ya balodan saat onikiyi vurunca kaçamıyor- herşey eski haline dönüyor ya da iyilik perisi hiç gelmiyor ve külkedisi de baloya hiç gidemiyordu, Gretel Hansel'i kurtaramıyor ve Hansel kötü kalpli cadı tarafından yeniliyordu- gerçek masalın aksine bu cadının gözleri çok iyi görüyordu, pamuk prenses... Kötü kalpli, cadı, üvey annesi pamuk prensese zehirli elma yedirmek yerine zehirli çorba içiriyordu- böylelikle o elma parçası boğazından hiç çıkmıyordu ve pamuk prenses yaşama tekrar gözlerini açamıyordu, tabutun içinde- toprağın altında çürüyor, dünyanın en güzel kadını kötü kalpli cadı oluyordu. Hep kötü kalpli cadılar kazanıyordu, sanki hikayeler tersine dönmüştü, hatta herşey tersdi, zaman bile tersine akıyordu. Ve kendi hikayesi...

Bir varmış bir yokmuş… Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, sinekler berber iken, katır çalgıcı, eşek köçek iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken ülkenin birinde üç küçük kuzen yaşarmış: Ice, Nadya ve Nia. Hiç ayrılmazlarmış, anneleri-babaları, babanneleri, hep birlikte mutlu- mesut yaşarlarmış. Bir gün babanneleri ölmüş ve büyü bozulmuş. Aileler birbirinden kopmuş, Nia- Nadya ve Ice'ı da birbirinden koparmak istemişler ama onlar direnmiş. Aradan yıllar geçmiş. Üç küçük kız büyümüş, güzelleşmiş ama kötü kalpli cadı Ice'ı ele geçirmiş. Unutmasını söylemiş herkesi, kötü olmasını, onları uzaklaştırmasını fakat Ice " Onlar benim herşeyim. Ailem, geleceğim, arkadaşlarım, sırdaşlarım, en önemlisi de geçmişim.." demiş. Kötü kalpli cadı Ice'ı hapsetmiş karanlık bir kuleye tek başına; kurt üfleyip püflemiş ve hayatını yıkmış Nadya’nın üzerine, Nia Hansel ve Gretel'e katılmış- kaybolmuş karanlık, dipsiz, sonsuz ormanlarda. Ve Ice yenilmiş sonunda kötü kalpli cadıya! Nia da yenilmiş. Yine de hepsi devam etmiş hayatlarına, bilinmeyenin ardından koşturmuşlar sayfalar çevrilene kadar, kitap kapanana kadar. Hiçbiri sonunu bilmiyormuş, henüz yazılmamıştı ya...

Olaylar akıp gitmişti zamana ayak uydurarak. Nia ve Ice birbirine düşman kesilmiş, ailelerini mutlu etmişlerdi. Nadya'nın annesi- babası gitmiş, ve Nadya kardeşiyle bir başına kalmıştı. Hiçkimse sahip çıkmamıştı ona, Nicholai amcanın dışında. Ama o da sonunda terkedip gitmişti onları. İnsanlar her zaman giderdi ya...

Teyzesi de bırakmıştı onları. Yıllardır görmüyorlardı birbirlerini. Ne çok özlemişti onu, ama birbirlerine yabancılardı ve çok uzak. Joakim merhaba demişti Ice'ın hayatına tam bu zamanlarda. Sonunda o da gitmişti. Söylemişti, insan her zaman terkederlerdi ya, ya da o uzaklaştırırd onları. Tek bir kişi kalmıştı galiba yanında: KarL. O da merhaba demişti Ice'a ama hiçbir zaman gitmemişti. Ve Nadya vardı yanında hala, silikleşmiş bir ruh misali... Kötüler kazanmıştı bu hikayede, galiba bu hiçbir zaman değişmeyecekti. Çocukların masumiyet timsali masalları da yenilmişti karanlık masallara. Dünya yenilmişti aslında. Camphell Üniversitesi yenilmişti bir cellata. Christian da yenilmişti hem Ice'a, hem Joakim'e, hem de celleta.

Ice hapsedildiği kulede bir köşeye sinmiş gözlerini sıkıca yummuştu. Korkuyordu. Gördükleri görmek istediklerinden çok fazlaydı. Nia, Joakim, Nadya, Armina, dekan Victor... Sesleri birbirine karışıyordu zihninde: Lütfen Ice. Bu aptal, bu zavallı, onu seven, sevdiği tek kişi dururken sözünü başkasına verme cüreti gösteren bu sersem, alıcıya ruhunu seninkinin yerine değiştirmeyi teklif etmeye hazır daha dünden. Supermanlık yapmanın sırası değil. Lütfen artık gidin. Tanrı aşkına! Ice, beni duyuyor musun? Cinayetler Kulübünü hangi aptal kurdu? Lütfen, uyan! Onu öldürüyorsunuz. Nerede? Lütfen bunu göz ardı etme. Söyle bana sen mi başlattın bunu? Bir daha seni hiç üzmeyeceğim. Nia? Hadi! Öğrencilerin her hangi birinin dışarı çıkmasına izin vermeyin üstlerini arayın. Lanet olasıcası, aç şu gözlerini!Elleriyle kulaklarını kapadı. Duymak istemiyordu. Küçük bir dua mırıldandı fısıltıyla: Küçük bir dua ederim. Ve düşlerimin beni götürmesini umarım. Göğün mavi olduğu yere.
Küçük bir dua ederim. Ve düşlerimin beni götürmesini umarım. Göğün mavi olduğu yere.
Küçük bir dua ederim. Ve düşlerimin beni götürmesini umarım. Göğün mavi olduğu yere.
Küçük bir dua ederim. Ve düşlerimin beni götürmesini umarım. Göğün mavi olduğu yere.
Küçük bir dua ederim...

Ve ordaydı. Yerde yatıyordu pamuk prenses misali. Boğazına takılan zehirli elma parçası çıkmış ve gözlerini açmıştı mutlu (!) bir yaşama. Başında yedi cüceler mi vardı?? Hayır, bir kez daha kendi hikayesini yazacaktı. Etrafına baktı korkuyla. Christian'a ait parça yoktu, kaldırılmıştı, başına bir sürü insan toplanmıştı. Joakim, Nadya, Anghel, dekan, ismen değil ama sima olarak tanıdığı birçok kişi, teyzesi bile gelmişti ama hala o kadar yabancıydı ki, bir o kadar da uzak. Ve Nia... Onun kucağında yatıyordu Ice. Onun başındaydı, yanındaydı. Tıpkı eski günlerde olduğu gibi. Nia'ya baktı pişmanlıkla. Hiçbir şey umrunda değildi, hiçkimse. Ne annesi ne babası ne de o aptal sırları. Sıkıca sarıldı Nia'ya. Bir daha ayrılmak istemiyormuş gibi..
"Böyle bitmemeliydi Nia. Böyle olmamalıydı.Yenilmemeliydik kötü kalpli cadıya. Karanlık değildi hiçbiri. Bizim masalımız böyle değildi!!"
Tam o anda Joakimle göz göze geldi. Gülümsedi. Kim bilirdi, belki bulutlar çekilir yerlerini gökkuşağına bırakırdı??

----

Koma, P. Sawyer.
Denüz çok güseL bi fikir verdin bana. Hikayeler. SaoL.
avatar
Geri: Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3
Mesaj Ptsi Ocak 26, 2009 4:40 pm tarafından Kybelle
sonnn
 

Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)3

Sayfa başına dön 

1 sayfadaki 1 sayfası

 Similar topics

-
» Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)
» Eski CK Rpleri (Geçici Başlık)2

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Thursday Murder Club :: Rp Dışı-
Buraya geçin: