(Balo Salonu) Cinayet: Eğlencenin Sonu Kabusun Başlangıcı
Jared Magiure
Rüya: Atmaca'nın Saldırısı
Bir rüya görmüştü. Daha doğrusu hezeyanlarla dolu bir sürü kabus. Birinde bir köy meydanındaydı. Geceydi ve karanlıktı. Şehir ışıklarının aydınlatamadığı bir vahşilik vardı. Etraf yeşillklerle kaplı ve ürkütücüydü. Daha doğrusu kendinden başka herkes için ürkütücü olabilirdi. Hatta kız kardeşi Vera için bile... Ama Jared'in kendini oldukça hissettiği bir ortamdı. Hava o kadar temiz ve güzeldi ki soluk alıp verdikçe sanki besleniyor, yenileniyor ve temizleniyordu. Aslında farkında değildi rüyalar bazen tersine çıkardı. Temizleniyor gördüğü ruhuydu. Ve aslında temizlenmiyor, kirleniyordu. Gel gelelelim rüyanın diğer kısımlarına. Jared köy evlerinden boş olana yönelmişti. Bu evin bir bahçesi vardı, bir de güzel verandası. Tipik bir köy eviydi. Duvarları kiremit yerine taştan yapılmış ve çamurumsu doğal bir boya ile boyanmıştı. Harap görünüyordu. Ve bomboştu. Ancak verandada bulunan floresan lamba hala yanmaktaydı. Anlaşılan burası terk edileli çok olmamıştı. Yavaş yavaş temkinli adımlarla önce ufak bahçeye sonra da evin ön kapısına yürüdü. O an lamba titredi ve söndü. Anlaşılan ömrü tükenmişti. Tıpkı partide öldürdüğü sevgilisi gibi. O an pencereye odaklandı, cama yansıyan yüzü gördü: Sussie... Ne de güzeldi. Sarı saçları ve otoriter bakışları ile tam dişine göreydi. Neden sonra yok oldu bu görüntü. Giderek mantıksızlaşıyordu rüya. Kendini evin içerisinde bulmuştu aniden. Evin tavanı yüksekti. Aynı ışığını içeri aldığından ev karanlık değil loştu. En azından mavimsi bir ışıkla eşyaların yerini tespit edebiliyordu. Eşyalara baktı. Terkedilmiş ve bembeyaz örtülere sarınmışlardı. Bu halleri Jarde'a ölümü anımsattı, ölüm de atmacanın çığlığını. Aslında anımsama değildi bu. Sesi duymuştu. Giderek artan heyecanla başını ay ışığının geldiği yöne çevirdi. Aslında ay ışığı değildi bu. Bir floresan ışıktı. Yavaşça ilerleyip odanın bittiği yere geldi. Orada duvar yoktu. Tavanı daha yüksek bir alana açılıyordu burası. Başının sağa çevirdi ve onu gördü. Orada yüksekte duruyordu. Ona hayranlıkla baktı Jared. Çok üzel bir kuştu. Sert kıvrık gagası vahşeti simgeliyordu sanki, sert bakışları vardı, gri-beyaz tüyleri hafifçe kabarmıştı. O tüylerin üzerinde başından kanatlarına kadar onu örten ve ona gizemli bir görüntü sağlayan beyaz bir örtü vardı. Ona şatafatlı ve aynı zamanda acınacak kadar zavallı bir görüntü veriyordu bu. Tıpkı büyükbabasına benziyordu bu haliyle. ''Ben birşey yapmadım büyükbaba. Sadece seni dinledim. Bana atmacaların daima büyük avlar peşinde oldğunu söylemiştin.'' dedi. Atmaca çığlık atarak üstüne doğru uçmaya başladı. Gözlerini oymak istiyordu. O yerinden fırlayınca üstündeki beyaz örtü dalgalanıp üstünden düşmüştü. ''Yemin ederim. Hayır!'' diye haykırarak gerilemeye başladı Jaricy. Eli ile yüzünü kapatıyordu. Ama atmaca onun sözlerine aldırış etmeden uçuyordu. İyice yaklaşmıştı şimdi. Tam o sırada yerde duran bir orak gözüne çarptı. Azrail'in efsanevi orağı olmalıydı bu. Hemen eğildi. Tam o sırada atmaca ona ulaşmaı başarmış ve sol kolunu didikliyordu. Zar zor orağı aldı ve savurmaya başladı. Bir kafa yere düştü. Kimin olduğunu bilmiyordu. Ama atmaca kendini bırakıp o kafanın ve ona ait bedenin üstüne konmuştu. Halen çırpınıp duran bedeni sivri gagasıyla didikliyor ve etlerini koparıp kendine ziyafet çekiyordu. Bu ziyafeti izlerken elindeki orak düştü. Orağı kaybetmişti. Buna kızdığı açıkça belli olen sert ve tok bir ses kulağını yırtarcasına bağırdı. ''BUL ONU GENE!''
Haykırarak kan ter içerisinde gözünü açtı Jaricy. Tertemiz, bembeyaz örtü ve çarşaflar serili yatağında yarı çıplak halde kabusundan uyanmıştı. Derin derin nefes alyordu ve içinde bir ateş hissediyordu. Susamıştı. Başını hafifçe yana çevirdi. Televizyon açıktı. ''Bul onu gene dedim seni sersem herif! Duymuyor musun beni ha?'' diye haykırıyordu kötü polis. Yana doğru kaymış ve kabusla çırpınıp duran bedeninin baskısıyla televizyonu açmıştı. Olduğu yerde doğrulup yatağa oturdu ve televizyona baktı bir süre boş boş. Kız kardeşini düşünmeye başladı. Artık onunla beraber bir iki deneme yapmaya başlasalar iyi olurdu. İlk cinayetin tadını bir partide almıştı ama o kazaraydı. O anki duygularının esiri olmuş ve haklı bir öfkenin zevk vermeyen, kavranmayan bir eseri olmuştu yaptığı şey. O boş bedeni ortalıktan yok edişi tek eğlenceli olan kısımdı. Ama bir dahaki sefer cesedi yok etmeyecek ve ortaya çıkaracaktı sanatını. Kız akradaşının ortaya çkması kimliğinin ortaya çıkması demekti ama diğerleri öyle olmayacaktı. Beyaz örtüyü üstünden atıp yataktan kalktı. Acele adımlarla önce ışığı kapatmaya sonra da dolaından kıyafet seçmeye gitmişti. Rahat ve koyu renkli giysiler seçti. Ama aynı zamanda seçtikleri insanda ne yapacağına dair en ufak şüphe bırakmayacak derecede şıktı. Ardından banyoya geçipi duşa girdi. Terden sırılsıkam olmuş olan bedenini yıkıyordu. Giysilerini de giyindikten sonra odasından çıktı. Kız kardeşinin odasının kapısına tıkladı. Vera, mahmur bir ifade ile kapıyı açmıştı. Onun şirin yüzünde baktı. Ciddi bir ifade ile süzdü onu. ''Hazırlan, bir işaret aldım bu gece başlıyoruz. Bodruma in ve kararlaştırdıklarımızı al. Diğerlerini de ben halledeceğim.'' dedi. Sanki vahşice bir cinayetten değil sanki sıradan bir görevden söz ediyordu. ''Ve eğer korkarsan şunu unutma. Geleneklerimiz en değerli varlığımızdır. Onları kaybedersek birer zavallı oluruz. Ruhumuz asla kendimize ait olmaz. Huzur bulmayan atalarımız da bizi delirtene kadar rahat bırakmaz.'' gözlerini kapıya tutunmuş olan parmaklara dikti. Bir süre konuşmadan böyle durmuştu. ''Hadi çabuk. Zaman azalıyor. Baloyla ilgili işlerimiz dururken erkenden uyumak aptallığını yapmam yetti. Bir de iyice gecikmek hiç iyi olmaz.'' Sözlerini bittirir bitirmez omuzlarını hafifçe silkeledi ve emin adımlarla az önce geldiği yönün tersine yürümeye başladı. Kendi odasına varmıştı ama orada durmadı. Daha ilerdeki odaya, büyük babasının çalışma odasına doğru ilerledi. Cebinden anahtarı çıkardı ve bunlardan biri ile kapıyı açtı. Kapıyı ardından kapatmamıştı. Zaten acele ile bir şeyler alıp çıkacaktı. Kütüphaneye yöneldi ve bir kitap seçti aralarından. Kitabın adı ''Atmaca'' idi. Kitabın dış kalıbını çıkardı. Kitap hayret verici bir biçimde beyaz bir kutuya dönüşmüştü. Kutunun kenarını çevirip şifresini girdi. Her kapattığında bu şifreyi değiştiriyordu. Ve sayıları aklında tutma yeteneği sayesinde asla da unutmuyordu son girdiği şifreyi. Bu iyi bir avantajdı polislere karşı. Kutunun içinde gümüş renkli bir anahtar vardı. Eski, köhnemiş kilitlere ait bir şeydi. Kendisi olsa daha modern şeyler tercih ederdi ama şu nda ona para harcamak şüphe çekebilirdi. En iyisi bilinmeyen bir güvenlik sistemiydi, her ne kadar eskimiş de olsa. Hem işine ayrı bir gizem katıyordu bu. Kütüphanenin yanındaki merdiveni aldı. Ve onu tablonun yanına dayadı. Merdiveni tırmanıp tavanı kontrol etmeye başladı. Beklediğini bulunca anahtarı kullanmakta tereddüt etmedi. Tavandan aşağıya düşen ufak merdivene tutundu. Gerekli işkence malzemeleri ve diğer şeyler hep buradaydı.
Gece: Atmacanın Yükselişi
Arabasından inmeden önce kardeşine bakmıştı. ''Vera, korkuyorsan sen burada bekle. Ben halledip geleyim.'' Ama kardeşi razı olmamıştı beklemeye. Büyükbabasından kalan miras ikisine de aitti sonuçta. Başını ''tamam'' anlamında sallayan Jared arabayı söndürdü ve dışarı çıktı. Ardından arabanın içine doğru eğilerek kız kardeşine son bir şey daha söyledi. ''Ben hediyemizi yakalayayım. Sen de sözleştiğimiz yere git. Önerim ortamı ısıtıp hazır etmen.'' Malzemeleri hazırlayarak bize zaman kazandır demek istiyordu. Doğrularak kapıyı kapattı ve gecenin yarı nemli yarı serin karanlığında yürümeye başladı... Rüzgar giderek hızlanıyordu ve hava git gide yarı serinden soğuk haline geçiyordu. Derin bir nefes alarak keyifli bir şekilde havayı içine çekti. Belki rüyasındaki hava gibi temiz ve harikulade değildi ama gene de ona güven sağlayan bir yapısı vardı havanın. Zaman zaman bulutların arasında kaybolan ayın ışığı bile ona güç ve güven veriyordu. Okulun ön bahçesine doğru ilerledi. Arka bahçede ışık gösterileri oluyor olmalıydı. Hemen herkes balkona çıkmış ve sözde süpriz bir doğum gününün heyecanını yaşıyordu. Bundan emin değildi aslında. Kim bilebilirdi ki? Oradaki herkes de Ice Rain'i seviyor değildi bellki de? Sonuçta o bir amigo kızdı ve amigo kızlardan genel açıdan kimse kişisel olarak hoşlanmazdı. Özellikle de Zümrütler, diye düşündü. Aklına Sussie gelmişti ve onun altın rengi saçları. Sessiz adımlarla ilerliyordu bahçede. Birinin orad bir yerde yalnız başına duruyor olmasını bekledi. Aslında onu günlerdir izliyordu. Günün birinde onu yalnız başına yakalayacağını biliyordu. Öfkelendiğinde ya da üzülüğünde yalnız kalmayı seçtiğini görmüştü. Onunla son konuştuğunda son derece büyük bir mutluluk içindeydi. Ama bu mutluluğun kısa zamanda belki de hemen bu gece bozulacağı da bilgilerinin içindeydi. Bu mutluluğa Vera aracılığı ile katkıda bulunmuştu çünkü. Daima başkasına vurgun olacak olan karamsar Ice'ın ilk başta ona bir can simidi gibi sarılacağını sonra kalini kıracağından adı gibi emindi. Herşey öyküdeki gibi gelişecekti sonra da... ''Dayanamıyorum. Bitsin artık.'' diyen bir ses işitti. Tam da beklediği zamanda planı işlemeye başlamıştı. En azından bir an vazgeçip uykuya dalmadan önce planladığı gibiydi. Kendini son derece güçsüz ve bitkin hissetmişti. Biraz vicdan azabı çekiyor da denebilirdi ve psikolojisi, fizyolojisini etkileyere bir an onu yorgun hissettirmişti. Az daha bu güzel anı erteliyordu. Neyse ki büyük babası tam zamanında onu uyarmıştı. Yavaş yavaş yaklaştı kurbanının oturup sızlandığı çardağa. Ruhsal acısına son vereceğini düşünüyordu. Ama ufak bir ayrıntıyla: Ona fiziksel olarak uzun uzun acı çektirecekti. Artık öyküsündeki gibi kurtuldum diyerek mutlu mu ölürdü yoksa farklı tepkiler mi verirdi ona kalmıştı. Kendisine düşen görev sadece ve sadece onun öyküsünü gerçeğe çevirmekti. Hem de en yakın hali ile.
Ona yaklaştı iyice. Kollaını gerdi. Sonra aniden çocuğun boynuna atıldı. Çırpınıyordu umutsuzca. Kurtulabileceğini cidden sanıyor muydu? ''Bitecek tabi ki üzülme az kaldı.'' dedi şefkatli bir ses ile. Sesi katilden beklenmeyecek denli merhametli çıkmıştı. Ama onun merhameti sadece bundan ibaretti. Boğazına iyice bastırıp nefessiz kalmasını sağladı onun. Kurbanın çırpınmaları azalıp bedeni gevşeyinceye değin bırakmadı. Adamın kendi olarını tutan elleri gevşeyip yana düşünce nefes almaya başlaması için bıraktı onu. Bilincini yitirmişti ama şimdi ölmesini istemiyordu. Bedeni hızlı bir şekilde banka yan yatırdı. Kollara ve bacaklara istediği düzeni verdikten sonra bankın çevresini dolanıp ön tarafa gelerek sanki ağır bir çuvalmış gibi omzuna aldı bilinci kaybolmuş genci. Umduğundan daha hafifti. Son seneleri olması nedeniyle bunun normal olabileceğini düşündü. Sonuçta son sene en ağır seneydi ve insanı eğer kendini kaptırırsa olduça yıpratır, zayıflatırdı. Son günlerde habire yalnız kalmayı seçmesinin sebebi de bu olsa gerekti. Omzuna aldığı koca gövde ile okulun bodrum katına giden pek de bilindik olmayan kapısına gitti. Genelde zincirle kapatılmış olurdu. Neyse ki kardeşi bunun yedek anahtarını yapmış ve içeri girmişti bile. Baygın bedeni yere kapıyı açtı. Sonra merdienleri yavaş yava indi. Geriye doğru dönüp cesedi yeniden omzuna aldı tek elini kullanarak ters halde inmeye başladı. Sanki az sonra onu öldürmeyecekmiş de sanki tedavi etmeye götürüyormuşçasına özenle, bir yere çarptırmadan taşıyordu onu. Sonunda aşağıya vardığında içi rahatlamıştı. Buradan inmek sandığından daha zordu. Tahtadan merdivenden eline azıcık kıymık batmıştı eldivenine rağmen. ''Yatağı hazırladın mı?'' dedi iş olsun diye. Hazırlamış olduğunu çoktan farketmişti bile. ''Güzel, yardım et bana omzum ağrımaya başladı.'' dedikten sonra Christian'ı omzundan indirip yıtık pırtık örtüleri olan, tozlu, her tarafından yaylar ve süngelrer fırlayan ve hiç de rahat olmayan yatağın üstüne koydu. Sonra yatağın çevresine yerleştirilmiş zincirlere bağlamaya başladı. Son olarak da artık uyanması için üzeri işkence aletleri ile dolu eski bir tahta masadan eteri alıp genç adamın burnuna doğru tuttu. Bulundukları oda oldukça genişti. Ve tabi tozlu, terk edilmişti bir o kadar da. Etraf buranın bir zaanlar bir müzik studyosu olduğunu belirtirten köhne, eski püskü eşyalarla dolu ve loştu ve cılız bir ışıkla aydınlatılıyordu. Christian'ın gözlerini bir bezle bağladı. Bilinmezlik daha kötü korkuturdu insanı. Bir ara gözlerini açabilirdi onun ama onun zamanı faklıydı. Vera'ya yeniden döndü ve fısıldadı. ''Koli bandını da aldın mı? Buranın ses yalıtımına güveniyorum ama başımızı fazla ağrıtacak olursa lazım olabilir.'' masada koli bandı görmemişti çünkü. Sonra gözünü kurbana dikti. ''Oh ne güzel bu yılkı doğum günü hediyesi uyanıyor. Biliyor musun hep birine el ürünü hediye vermeyi sevmişimdir. Umarım Ice da aynı şekilde sevinir buna.'' Masanın üstünden bu sefer bir tane testere aldı ve genç adamın yanına doğru yürümeye başladı. ''Öykün harikaydı doğrusu. Bu yüzden ilk olarak seni seçtim Christian. Bir adamın canlı canlı doğranıp aynı zamanda o doğranan organın yerine iğne iplikle yeniden dikilmesi fikri gerçekten hoş teoride. Şimdi bunun gerçeğinin ne adar eğlenceli olacağını hep birlikte göreceğiz.'' Kardeşine çevirdi başını. ''Sevgili kardeşim dikiş işi senin birtanem. Bu konuda beceriklisin bu yüzden benim kestiğim organları hemen dikmeye başlayacaksın. Tabi son keseceğim kafa hariç. Onun için farklı bir planım var.'' Christian'a mutlu bir şekilde gülümsedi. ''Sen de hatırlıyorsun onun ne olduğunu değil mi?'' Testereyi sıkıca tuttu ve kurbanının sağ bacağını kesmeye başladı yavaş yavaş. İlk başta giysileri kesilmiş derisi çizilmişti. Sonra testere iyice ete girmeye başladı. Etrafa sıçrayan kan, katilin yüzünü boyuyordu ve o yüzde giderek ilk başta ciddi sonra iyice mutlu bir hal alan bir ifade oluşmuştu. Christian ise istediği kadar haykırabilirdi. Onu hiç kimse hatta hiçbir şey bile duyamazdı bu odanı dışında kalan. Tavandaki kirişlerden bir fare hızla geçti.
Ptsi Ocak 26, 2009 4:32 pm tarafından Kybelle